UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Tanburacı

26 Eyl 2014
Mehmet Sürücü

Ortakamaranın arkası.
Yanları üç sıra, yer yer kahverengi pas lekeli demir borularla çevrelenmiş genişçe bir alan.
Alanın kıç tarafına monte edilmiş koca hidrolik tanburalar, ağır ağır dönüyor. Kalın bir çelik halat sarılıyor tanburaya.
Birkaç topuzlu kolu ileri geri iterek, tonlarca güce kumanda ediyor.
Gergin halatın uzandığı bomdan sarkan makaranın ucunda suları süzülen ağlar.
Tamburacı bir diğer adı.
Reisin oğlu.
Onyedisinde.
Sarı kafalı, mavi gözlü, incecik bir genç. Bir yanı çocuklukta gibi.
Ağzının kenarında yarım sigara.
Parkasının kapüşonunu çekmiş kafasına.
Burnu kızarmış ayazdan.
İkinci reis bağırıyor;
“Vira! Vira! Vira!”
“Uyuma be Veli. Acele et biraz oğlum. Aşık mısın nesin?”

****

İçerisi tıklım tepiş.
Sigara dumanı, yemek kokusu.
Televizyonun sesi açık, sunucu heyecanla oynanacak maç hakkında bilgiler veriyor. Saha, oyuncular, hakem, yedekler...

En önde oturuyor.
Yerinde duramıyor. Sarı saçları dağılmış.
Kafa yukarıda. Gözlerini ekrandan ayırmıyor.

Dipten biri bağırıyor;
“Hadi olum koyun şu Galatasaraya üç tane de, boynunu çeviremesin!”
Gözlerinden nefret okları saçarak bağırıyor kısa boylu, saçısakalı karışmış tayfaya.
“Sikitir lan! Ne zaman yendiniz ki siz bizi?”
Sonra ağzından kaçan küfürü fark etmişçe kızarıyor.

Dönüyor önüne.

Fanatik Galatasaraylı. Tuttuğu takıma laf söylenmedikten sonra, dünyanın en saygılı, en efendi genci. Ama biri laf etmeyegörsün Arslan galatasaray’ına. Kendi deyimiyle “Harbi Holigan”kesiliyor. Kavgaysa kavga küfürse küfür.

****

Reis’in kamaradayız.

Gırgır dümdüz masmavi bir ovada, acelesiz ilerliyor.

Bir yanda gri hayalmeyal bir duvar gibi Yunan kıyıları, diğer yanda sivritepeli Semandirek. Peşimizde her zamanki gibi bir martı ordusu. Bir onların bağrışmaları, çığlıkları duyuluyor, bir de dev mororun hafif mırıldısı. Teknenin burnu, maviliği biçen ayıran keskin bıçak.

Dümende Tamburacı.
Veli adı. Reis babası alt kamarada. Birkaç tayfayla maçakızı oynuyor. O da modeli eski bir bilgisayarda, hava durumuna bakmaya çalışıyor. Bilgisayar mızmız, kendi kendine kapanıyor ikide bir.

“Babam harbiden bilgisayardan anlamıyor ağbi. Laf da dinlemiyor. Kaç kere dedim, bu artık ömrünü doldurdu, alalım yenisini, bunu da atalım denize, yunuslar, orkinoslar kullansın.”

Anlık yakaladığı ince kıvrak çözüm hoşuna gidiyor. Lafının ardına hafif bir kahkaha iliştiriyor.

“Şöyle alacaksın orta halli bir çifçekirdek, ikicigabayt ekran kartı... Bak o zaman tık diyor mu. Uçar bilgisayar uçar. Hem belki arada bir, boş zamanlarda oyun da oynarız. Harbiden! İyi olmaz mı ağbi.”

Olur tabii ki, olmaz mı, diyorum. Gözlerim diptarayıcılarının ekranlarında. Dönen çubuk, ardına birkaç saniye sonra kaybolan rengarenk ışık tozları sepeliyor.

“Hava durumuna poseydondan bakıyorum ağbi. En doğru havayı orası veriyor. Bir Yunan sitesi. Tutturyor adamlar. Ne verdilerse çıkıyor, rüzgar keşişleme beş kuvvet dediyse beş. Milim şaşmıyor adamlar.”

Reis’in sözleri geliyor aklıma;
“Ömer amcam şurada, kamaranın dışındaki öndeki aralıkta, bir minderde otururdu akşama kadar. Bütün işi gücü havaya, bulutlara, rüzgâra bakıp, havanın nasıl olacağını bilmekti. Yaz kış, sıcakta soğukta saatlerce otururdu o rengi atmış minderde. Kıpırdamadan, gözleri yarı açık yarı kapalı.”

Sessizliği bozan olmadı bir süre. Sustuk.

Kamara kapısı ince bir gıcırtıyla açıldı.
Reis girdi.
“Vay anasını! Pezevenkte ne şans var. soluk aldırmadı be!”
Yenilmiş maçakızında besbelli.

“Veli, noldu be kızanım? Hava nasıl olacak bugün?

****

“Köyde okul biter bitmez aldı babam, bu gördüğün demir sac yığınına tıktı. Zaten tatil aralarında da hep denizdeydim. Yaz tatillerinde akranlarım gibi koşturup oynamadım hiçbir zaman. Yedi sekiz yaşında başladı bu uzun gurbetlik. Bitecek gibi de görünmüyor.

Gırgırın motoru, bom direği, ağları, vinçler, makaraları gibi demirbaş adamları da var. Reis, aşcı, hidrolikçi, tamburacı da gırgırın demirbaşlarından. Her sene tayfa değişir, eskiler gider yenileri gelir. Biz değişmeyiz. İki sezon balık yaparız. Yazın sezon biter, Akdeniz’e orkinosa gideriz. O da sürer bir aya yakın.

Bitince döneriz. Köyde, korunaklı bir yerde iki ay kalırız hepi topu. O da hep kayığın onarımı, eksiği gediği ile geçer. Sene boyunca biriken arızalar iki ay içinde giderilecek ki yeni sezona çıkasın. Makaranın bilyaları paslanmıştır tuzlu denizden, yatak sarar, tamburaların hidrolik lastikleri şişmiştir kaçırır, değişecektir hepsi, onarılacaktır. Ağlar sene boyunca her gün en dört beş kere denize döklür. Yunusu, köpekbelığı, orkinosu sıkışır ağları delik deşik eder. Adam bul, merhamet yaptır işin yoksa. An gelir bu dertler tak eder kafaya, denizi ararsın, nereden paydos ettik bu belalara boğulduk, dersin.

Doğru düzgün gençliğimi bilmedim. İki karış teknede geçiyor günler. Her yan sap sakal. Dişi namına bir şey yok. Nasıl bir kız arkadaşın, sevgilin olacak, nasıl görecek, beğenecek, aşık olacaksın? İnsan arasına çıkmıyoruz ki... Ne olacak; zamanı gelince anam bir kız bulacak kafasına göre. Babama çıtlatacak. Babam somurtacak, Bunca işin arasında bir de bu dertlerle mi uğraşacağız, hele bir dursun bakalım kenarda diyecek. Sonra üç gün, beş gün bir ay kafasında gezdirecek bunu. Davullu zurnalı içkili düğünler gelecek, torun torba gelecek aklına. Rakıyı azbiraz çoğaltacak. Kayacak kafası. Tamam, diyecek. Zamanı gelmiş de geçmiş bile. Yapacak bir şey yok. Beğensen ne olur beğenmesen ne? Sanki adam gibi birini bulacak zamanın ortamın mı olacak. Hem olsa ne olur, beğensen, aşık olsan, evlensen, bir ay sonra kıyıda bırakıp denize açlırsın. Aşk kaç para eder? Daha çok hasretlik, daha çok acı çekmekten başka neye yarar.”

****

Rüzgar savuruyor ağları.
Elleri soğuktan kızarmış.
Genç yaşta ustalaşan, alışkın elleri hidrolik kollarının birini bırakıp diğerini hareket ettiriyor.
Ağ alçalıyor, alçalıyor, alçalıyor.

“Oooooop! Kal öyle!”

Koca bociliğin altındaki ipi çekiyor en çevik olan tayfa.
Bir balık dökülüyor.
Orta güverte bir anda titreşen gümüş parıltılara kesiliyor. Titreşen, çırpınan balıklar dalgalanan, kocaman, tekparça bir canlı gibi. Üzerlerinde, yerden yukarı yağan bir pul yağmuru.

Martıların bağırışları bir combalağın çığlıklarına dönüşüyor.
Tanburanın topuzunu tutan eline irice bir martı pisliği düşüyor.
Havaya kaldırıyor başını;
“Hay ananı...!”

Kategori:

Re: Tanburacı - Kardeşim Deniz

"Nereden çıktı bu?" diyenler olacaktır; Bilmiyorum. Bir süredir kafamın içinde gezinip duruyordu "Tamburacı Veli".