UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Ev Ödevi; Deniz

24 Şub 2014
Mehmet Sürücü

Şoförün sesiyle uyandım. Dalıp gitmişim. “Uyan! Hazırlan yavaş yavaş. Gelmek üzereyiz” dedi. Hazırlanacak ne var ki? Şarap şişesine baktım, üstten dört beş parmak aşağıda, mantar eski sallantısında. Bıraktım durduğu yerde.

Bir hafta önce bindiğim yerin yakınında indim. Vedalaştık, esenleştik. Gece yarısı ile sabahın ortaları bir zaman. Çantamı omuzladım. Büyükçe bir naylon torbaya balık koymuş aşçı, onu aldım. Kamyon gitti. Yürümeye yeltendim. Olmadı. Garip bir haldi. Dalgadaki, fırtınadaki gibi olmasa da, balıkçı teknesindeymişim gibi sallanıyordum. Bir kelime oyunu, bir benzetme değil, tüm yalınlığıyla, gerçekten. Denizin ortasında gibi. Ayaklarımın altındaki, bastığım yer, dalgada oynak bir sandaldı sanki. Daha sonra köyde bunu yaşlı balıkçılarla konuştum. Doğal olduğunu, deniz tutmasının bir devamı, etkisi olduğunu söylediler. Ardından da ilk acemiliklerinde yaşadıkları, benzer durumlarla ilgili bir sürü öykü…

Birkaç köpeğin dolandığı, isli, beyaz ölgün ışıklı neon lambalarının aydınlattığı sokaklardan yürüdüm. Sallana sallana. Sarhoş gibi. Denizin karada bile peşini bırakmadığı, sarhoş ettiği adam; bir şeyler yazılabilir mi bu başlıkla? Neden olmasın.

Hiçbir zaman, ne gitmede ne de dönmede iyi olamadım. Hep giderken ardımda çoğumun kaldığı, döndüğümde daha azımla, bir çok parçamla bıraktığım yerde olduğum duygusunu taşıdım. Bu duygu belki de insanın başındaki şapkayı çıkardığında bir anlık üşümesi, sonra alışması gibi bir şey de oldu, aylarca süren ürpertiler gibi de.

Günler geçti. Deniz kıyısında, limanda, mendirekte durgun denize bakarken, çarşıda pazarda, balıkhanede balıkçıçıları, sokak aralarında, ince sesiyle, yorgun yüzlü bir adamın itelediği, mavi muşambalı seyyar balık tezgahlarını her gördüğümde, onları düşünmeden edemedim.

Sonrasında içimden hep, yarın, yok hemen şimdi!, ne yapıyorsam bırakıp, bir kamyona, otobüse atlayıp, neredelerse, hangi limandalarsa gırgırı bulup, kendimi içine atma duyguları geçti. Kimi yağmur yağdığında, ortalık buz, kar kış kesmişken, kimi kez uzaktan baktığım deniz öfkeli öfkeli köpürürken oraları, onları hatırladım. Böyle havalarda ağları, kurşunu, çelik haları, mantarı, küreğin sapını tutarken nasıl üşüdükleri, balık dolu kasaları aktarışları, rüzgarın üşütüp kızarttığı kulakları, burunları geldi gözlerimin önüne. Soframızdaki balığın nasıl bir yerden, kimlerin üşümüş, morarmış ellerinden geçip geldiğini düşündüm.

Deniz kıyısında doğdum. Yürümeyi nasıl öğrendiğimi hatırlayamıyorsam, yüzmeyi de öyle, hatırlamıyorum. Yaşamımda deniz benim için hep önemliydi. Sevgiliydi. Ama öylesine, uzaktan, bilmeden, cahilce bir sevgi. Bu bir hafta bana denizin bir çok yüzünü gösterdi. Onu tümüyle tanıdığımı söyleyecek değilim. Ama artık bir şeylerin değiştiğini, denizin geniş, durgun bir çarşaf olmadığını, etrafındaki insanlarla, martısı, balığı, yunusu, yosunu, karabatağıyla nasıl ayrılmaz bir bütün olduğunu biliyorum en azından.

Denizi ev ödevim. Öğrenciysem, çok çalışıp, ödevimi yapacağım.

Kategori:

Re: Ev Ödevi; Deniz (Kardeşim Deniz )

Bu son bölüm.

Maraton koşma gibi bir şeydi. Bu kadar uzun süreceği, başlarken aklımın köşesinden geçmemişti.

Sabırla bitmesini bekleyenlerden özür dilerim.