UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Öykü ve Patlama

14 Oca 2014
eren

"Kum" öyküsünü tartışırken konu kısa öykünün patlayıcı olması meselesine geldi. Mete Kaynaroğlu'nun ileri sürdüğü "Ancak küçürek öyküde okuyucu patlama ile karşılaşmak ister." düşüncesine istinaden ben şunları söyledim:

""
Öykünün "satış değeri" ile ilgili gördüğüm bu cümleyi yadırgadım açıkçası. Bu tespit, "okurun beklentisi"nin öyküyü ya da öykücüyü bağlaması gerektiğini de imâ ediyor, ki buna katılmam mümkün değil. "Patlama" kaygısıyla yazılan maskaralıklarla dolu, vurucu olacağım derken göz çıkaran öyküleri okumakta zorlananlardanım.

Bunun üzerine Çehov'un bir anlatıdaki dramatik unsurların hepsinin bir işlevi olması gerektiğini ifade eden "Birinci perdede duvarda bir silah asılıysa sonraki perdelerden birinde o silah patlamalıdır" sözündeki patlama, "öykünün vurucu bir sonla bitmesi" anlamındaki patlamayla iç içe geçip tartışmayı alevlendirdi. Öyküyle ilgili tartışmayı gölgede bırakmaması için ilgili yorumları buraya aktartıyorum.

Kategori:

Re: Öykü ve Patlama

“Öykünün "satış değeri" ile ilgili gördüğüm bu cümleyi yadırgadım açıkçası. Bu tespit, "okurun beklentisi”nin öyküyü ya da öykücüyü bağlaması gerektiğini de imâ ediyor, ki buna katılmam mümkün değil. "Patlama" kaygısıyla yazılan maskaralıklarla dolu, vurucu olacağım derken göz çıkaran öyküleri okumakta zorlananlardanım.” / Eren

Bu “patlama” hani Çehov’un “bir öyküde silahı gösterdiğinizde patlaması gerekir” sözüne yaslanarak söylediğim bir şey olarak anlaşılması gerekir. Küçürek öykülerin “satış değeri” olmasından değil. Ayrıca küçürek öykülerin satış değerleri olur mu? Tartışılır. Belki çok çok beş dolara(*) iddiaya girebilirsiniz. Ama “okur beklentisi” konusunda haklısınız. Çünkü siz bir “hikâye” anlatıyorsunuz.
Ne yapıyoruz? Anlatıyoruz…
İşte o yüzden “okuyucu” varsayılır diyorum yazma sürecinde ben. Bir ünlü yazardan şimdi adını hatırlamıyorum onun yazısından okumuştum sanırım bir araştırma sonucunu bildirmişti. O da her metin yazarının aslında yazdığı metni tanıdığı birisi için yazdığı biçimindeydi. Kesinlikle buna katılıyorum. Sizinde kendinizi bu anlamda yoklamanızı isterim. Ben yaptım ve gerçekten aklımdaki metni birine değil bir dinleyici grubuna yaptığımı keşfettim. Metinin niteliğine göre bu kişi veya kişiler değişiyor.
Hiç bir hikâye yazım süreci, elbette “okuyucu beklentisi” ile başlamıyor. Buna karşın, bu şekilde başlatılan ve “yayıncılık” endüstrisinin talepleri doğrultusunda yazılan “ticari amacı” da güden metinler vardır. Lakin bizim öykü, okuyucu ilişkisi bu kapsamın dışında bir şey. Günümüzde bazı önemli yayınevlerinin şiir alanında artık ticari bir anlamı olmadığı varsayılarak “kitaplarının” basımını durdurmuşlardır. Bu bizim ilgilendiğimiz bir alan değil. Bunu bu yayımcılık dünyasının tüccarları tartışıyor zaten.
Öykünün şiirden ayrılan bu anlamda bir duruşu var. Öykü, anlaşılması ya da anlamlandırılması gereken metinlerdir. Şiirin aksine öykü yazarının böylesi bir zorunluluğu vardır. Aksi takdirde biz yazılan metne o zaman şiir deriz. Şair sözcüklerle bir çatı oluşturur. Şiiri bir hikâye içermeyebilir- ki artık çoğunlukla böyle yoğun imgelemelerle şair her şeyden bağımsız bir duruş ile asıl olarak “anlamlandırma” işlevi olan bir yazın biçimi oluşturuyor. Küçürek öykülerde ise tabiatı gereği sözcüklerle anlam yoğun bir çatı oluşuyor ama imgeleme yoğun bir çatı değil bu. Bu, bir hikâyeyi ya da okuyucuda anlamı çoğalan ve çoğaltılan bir hikâye okuma işinin tezahürü olarak beliriyor. Bir öykü yazarı “kendi anlatımının” karşılığını bulacak nesnel bir güç oluşturmak amacı güdecektir ve bunu en basit sade bir yoldan yapacaktır.
“Patlama”
Şiirlerdeki gibi küçürek öyküler de bugünün ideolojik yapısına “anarşistçe” saldırıda bulunur. Bu, yazarın “yaratım” işi sürecinde anlamları yoğun metinle sözcükleri dikkatle kullandığı bir dil yaratılması işidir. Bir dil yaratılması işi mevcut dille çatışmaya girer, yazar mevcut düzenin içinde kendine ait bir alan yaratma uğraşısına girer ve mevcut durum ile çatışma yaşar. Bu bir anlamda “sanatçının” kendini yeniden “yapılandırma” işidir. Ama biliyoruz ki, insan “ezber bozarken” bunu salt insan olarak yapmaz. Dilin toplumsal bir işlevi olduğundan hareketle kendisi gibi dilin kullanıldığı aktörlerle birlikte yapar bunu ve toplumsal ilişkilerin zaman ve mekân gerçekliği içinde yapılandırır dilini. Bugünkü toplumsal ilişkilerin “hız” faktörü geçmiş dönemindekinden çok daha süratlidir. Küçürek öykü işte bu hız faktörü ile ortaya çıkan bir tür “şiirsel” metinler olarak ortaya çıkmaktadır. Hikâyenin kendisinden “patlama” beklenilmesi bundandır. Hem dil bozan olarak hem de yazarın kendine mevcut düzende kendine “bağımsız” yer açma gayretinden kaynaklanır.

(*) beş dolar öykü iddiası Hamingwey’in o ünlü “bebek patikleri” küçürüğüne bir göndermedir.

Şimdilik benden bu kadar… Bu arada aşağıda sevgili Mehmet için bir küçürek öykü asıyorum umarım onun da ilgisini çeker. Hepinize sevgiler..))

Gölgesi ile kavga eden adam / 14

Aslında iyi oğlandır bizim camiinin hocası. Severim yani. Ancak, şu son zamanlarda sesini fazla açar oldu hoporlerin. Önceleri takmıyordum. Ne zaman telefon çalsa, ezan da okunmaya başlıyor. Hayır! Çok arayanımda yok aslında, ben o zaman fark ettim sesinin yüksekliğini. Telefonla konuşamıyorum ki… Haliyle… Takıyorum. Bir gün bir dostun hediyesi olan viskiyi yudumluyorum. Benim onca para vererek aldığım ses sisteminde de şarkılar çalıyor, ruhun gıdası ya… Haliyle kaptırdım kendimi müziğe. Duymak için bu sefer bende yükselttim amfinin sesini… Baktım caminin avlusunda hareketlenme başladı. Şimdi hocadan ricacı olsam uzun iş. O yanındaki cemaatin akillerine soracak. Yapmayayım diyorum ama sarı inat işte. Ezan okunuyor ben sesini açıyorum amfinin… Sayısı gittikçe artmaya başladı cemaatin… Anladım. Bir bokluk çıkacak. Bizim eski kulağı kesiklerden birinin yanına vardım. “Oğlum bana bir el bombası lazım.” Dedim.


Re: Öykü ve Patlama

Eren'in niyetinin bir kızgınlık sonucu olduğunu ya da yorumunuza karşı bir reaksiyon üretmek olduğunu sanmıyorum. Keza bu tartışmaların hiçbiri yeni değiller; hatta aksine çok uzun zamandır "öykü piyasamız"ın çözümlemeye çalıştığı olgular. ("Piyasa" lafını özellikle vurguluyorum, keza elde ettikleri sonucu ülküselleştirerek oradan kariyer yapmanın adının piyasa olduğunu düşünüyorum.)

Bu yüzden içeriğini herkesin kendine göre farklı birikimlerle oluşturduğu üst kavramlarla konuşmak yerine örnekler üzerinden gitmenin faydası daha fazla olacaktır.

Hadi, "patlama"yla ilgili soruyu Kafka'nın "İmparatorun Haberi" öyküsüne soralım. Bu öyküde patlama var mıdır? Varsa nerede patlamaktadır? Yoksa Kafka'nın öykülerini döneminin normlarına uymadığı için reddeden yayıncıların yaptığı gibi, bunlar olmamış diyerek, geri çevirmemiz gerekecektir. İşte Eren'in karşı çıktığının (benim de tümüyle kendisiyle hem fikir olduğum bu tip) normlaştırmalar olduğunu sanıyorum.


Re: Öykü ve Patlama

eğer "öyküye konan “silah” illaki patlayacaksa, yani “kendi halinde zararsız” adamın patlaması bir zorunluluksa" bu patlamanın artık "ezber bozumu", "dil bozumu", "düzende yazarın kendisine yer açması" olduğu söylenemez. aksine burada zorunluluğa uymaktan bahsedilmelidir.

kanaatimce, patlama denilen şey -eğer ondan bahsedilebilirse sahiden- "bir patlamanın" hazırlanmadığı hatta bundan da öte gerşekleşmediği öyküde mümkündür. barış'ın kafka anımsatmasından yola çıkacağım: 1-"patlama" ilk cümlede gerçekleşir.bir hazırlık söz konusu değildir.yani, o bildik giriş, gelişme, sonuç stratejisi itibar görmemektedir; yazma, okuyucunun "patlamanın" gerçekleşeceği finale hazırlanması değildir.(misal, kafka -metamorfoz) 2- öykü, "patlamanın" gerçekleşmemesi ile bir patlama etkisi yapar."patlama", patlamanın ortaya çıkmamış olmasıdır.(misal, kafka-şato)


Re: Öykü ve Patlama

Söz konusu satırları kızgınlıkla yazmadım elbette. "Vurucu son" derdine düşen yazarların okuyucuyu heyecanlandırmak adına attıkları taklaların piyasada "iyi edebiyat" diye tanıtılmalarından duyduğum rahatsızlığı dile getirmek istemiştim. Öyküyü vuruculuğa kurban etmemek gerek.

Bunun dışında Barış'ın ve Oktay'ın söylediklerine ne ekleyebilirim, bilmiyorum. Belki, Okuma Odası'nı tarayıp "patlamasız" öyküler arayabilirim. Aklıma Onat Kutlar, Yusuf Atılgan, Leylâ Erbil öyküleri geliyor.


Re: Öykü ve Patlama

Konuyu "okuyucu beklentisi"(gerek öykü-roman gerek diğer türlerde) yönüne çekmek istiyorum. Yazarın okuyucu veya okuyucu kitlesi gözeterek, daha da ötesinde bir okuyucu kitlesi imali konusunu şimdilik bir yana bırakıp, birey olarak, sade bir okuyan olarak (okuyucu dendiğinde de bir makam-bir sınıf oluşturulmuş gibi geliyor bana) bazı beklentilerle, açlıkla, daha da ötesinde kendimizde birikmiş önyargılarımızla oturuyoruz bir metnin başına. Burada şüphesiz okuyucunun bu yapısı, bizim konumuza “patlama” konusuna uzanıyor.

Okuyucu profili bugün sadece edebiyatın şekillendirdiği bir makam değil. Korkarım onun etkisinin en az olduğu bir durum söz konusu. Yazarın (hadi bazı yazarların diyelim-böyle çünkü) eserine daha doğmadan bir “konsept”, “proje” olarak yaklaşımı, projenin diğer yanı, okuyucu yanını da kapsamaya başladı. Kendi karanlık, kitaplarla dolup taşan odasına kapanıp, eserini doğuran, doğurduktan sonra susup, sözü ona bırakan yazar bugün pek itibar görmüyor. Daha doğmamış çocuklara konfeksiyon mağzaları bağışlanıyor. Burada benim ilgilendiğim taraf, tüm bu ortamdan kaynaklı okuyucu olarak içimde biriken okuma kirini, okuma pasağını nasıl tanıyıp, içimden atabileceğim veya onu etkisiz kılabileceğim.

Hepimiz ilk önce okuyucuyuz. En azından ben böyleyim. Okyucu nedir diye soracak olursanız, sadece “okuyan” denilemeyecek kadar kapsamlı olduğunu söyleyebilirim. Bir metni neden, nasıl, niçin beğendiğim upuzun, karmaşık bir yumak. Bu bir yana, benim metnin başına oturduğumdaki iç halimle doğrudan ilgili olan bir şey. Çocukken sabah kalktığımızda anababamız, git de yüzünü yıka, gözlerin açılsın derlerdi. Sabah kalkar kalkmaz her kitabı okuyabileceğimizi düşünmüyorum. Önce bizi ayıltacak, gözlerimizi, yüzümüze çarpan soğuk su gibi(buradak soğuk bildiğimiz anlamda değil-tam zıddı anlamda) etkileyecek kitaplar gerekiyor.

Konu dağıldı. Biliyorum. Toparlıyorum; tüm bu iç karmaşaları okuduğumuz şeyle olan ilişkimizi de şekillendiriyor. Sıradan, olağan günlük hayatta bulamadığı şeyleri, okuyucunun bir öyküde, romanda aramasında bir eksik, sorunlu taraf yok. Kitaplar bizi alıp götürdüğü sürece üzerlerinden inmeyeceğiz.(Klişe-solgan gibi bir soncümle. Ama öyle işte. Benim suçum değil bu)

Bu konularda söylenecek çok şey var.


Re: Öykü ve Patlama

“Hadi, "patlama"yla ilgili soruyu Kafka'nın "İmparatorun Haberi" öyküsüne soralım.” / Barış Acar

Çok güzel bir örnek arasam böylesini bulamazdım. Anlatmaya çalıştıklarıma uygunluğu bakımından çok iyi dedim. Benim anlatmaya çalıştığım şey öyküde bir el bombası bulunması değil elbette..)) Yani “şaşırtmaca” unsurunun öyküde baskın bir unsur olarak kullanılması değil. Biz bir öyküyü sadece bir öykü yazarı ve metni olarak ele alamayız. O öykünün kendisini var ettiği gerçekliği ile birlikte ele almalıyız. Öykünün gerçekliği dediğimiz şey yazarını da içine alan bir gerçekliktir. Ayrıca yazarın yaşadığı tarihsel sosyal olaylar o öykünün gerçekliğini verir bize. Dikkat edilirse tarihin belirli dilimlerinde öykü yazarları anlatımlarında ayni gerçeklikleri yaratabilirler. Ancak yazarların kullandıkları biçem değişiktir. Kafka’da bunlardan biridir.

Verilen örnek öykü yani “İmparatorun Haberi” öyküsünde bunu görebiliriz. (*)
Bu öyküyle basit bir yaklaşımda bulunmak istiyorum burada o da şu: Öykünün bir yazarı var. Öykünün doğrudan hitap ettiği bir okuyucusu var bir de öykünün bir kurmaca gerçekliği. Tam bir kurmaca. Yazar bu kurmacasıyla okuyucusunu resmen “tekmelemektedir.”(**) Ancak bunu nasıl yapıyor “yaratmış olduğu dil” ile. Kafka kendi huzursuzluğunu yarattığı dille okuyucuna aktararak okuyucuyu da huzursuz etmeyi amaçlıyor. Forumdaki tartışmalardan görüyoruz bunu. Bir kurmaca sürekli olarak “patlayan mısırlar” gibi patlıyor okuyucusunda. Belki hatırlarız küçürek öykülerin aslında “patlangaçlar” olarak ifade edildiği anlar vardı edebiyat tartışmalarında.

Konunun kısaca şöyle toparlanmasına yardımcı olabiliriz:

Birincisi; Öyküde bir silah göstermişseniz onun patlaması gerekir.

İkincisi; Özellikle küçürek öyküler birer “patlangaçtır” patlamalıdır.
Ferit Edgü’nün o ünlü Öç öyküsünü hatırlayalım

Öç
Köyün en hoppa kızıydı.
Onu köyün en aptal gencine verdiler.
Hiç çocukları olmadı
Daha doğrusu, sayısız çocuklarından hiçbiri o en aptal gençten değildi.

Öykünün ismini öykünün içine katarak okuduğumuzda “patlayan” bir yapısını hemen fark ediyoruz. Tıpkı İmparatorun Haberi öyküsündeki gibi, toplumsal ilişkilerden başlayan bir sürü mısır patlaması olarak ortaya çıkıyor zihinsel faaliyetimizde. “Patlamadan” kastımız budur.

(*) Oradaki yorumlarda öykü bir çok yönüyle didik didik edilmiş. O bölümde benim de yorumum olabilir ama Kafka adına açılmış çalışma dosyama bir daha göz gezdirmem lazım.

(**) “Sana gelince: Pencerenin önünde oturur, akşam olunca imparatorun haberini düşlersin.” /Kafka

Sana gelince ve üst üste iki nokta ile doğrudan okuyucu hedeflenmektedir. Hatta ileri gidebilirim bu öykü gerçekte sadece okuyucuyu hedef almak için yazılmış gibi geliyor bana.


Re: Öykü ve Patlama

Edgü'den verilen örnek güzel, ancak ben Kafka'nın öyküsünde patlayanın/ okuru şaşırtma etkisinin ne olduğunu anlayamadım.


Re: Öykü ve Patlama

Mete Bey'in ne demek istediğini Uzun Hikâye'nin okuyucusu olan herkes anlıyor elbette. Şaşırtma/ sürpriz etkisinin kısa kısa öyküde çokça kullanıldığına da aşinayız. Ancak bu konuda ayak direme sebebimiz biraz da şu:

Öykü dünyamızda özellikle 90ların ortasından itibaren akademik gibi görünen bir şemalaştırma çabası söz konusu (bilimsel analizleri -her ne kadar ciddi bir sayıya ulaşmamış olsa da- burada küçük bir parantezle ayırıyorum). Bu janrın izleyicileri, söz konusu yıllardan itibaren, (özellikle Ankara Öykü Günleri gibi mecralarda) çoğu çeviri yazarlardan aktarılmış kimi ifadeleri/ olgu saptamalarını ya da buldumcuk cümleleri yasa kabul ederek çevrelerine empoze etmeye başladılar. Sonraki on yılın gösterdiği gibi bu, bir nevi kariyer meselesi haline bile getirildi.

Dolayısıyla ben kendi adıma öykü analiz etmekle öyküye yasa dikte etmek arasında önemli farklar olduğunu düşünüyorum. Bu yüzden kısa kısa öyküde şu olmazsa olmazdır; bu öğeye yer verilmemişse buna kısa kısa öykü diyemeyiz vb. yaklaşımları, hiç değilse, tehditkâr buluyorum. Bunun yerine eleştiride, sanatsal ifadede bin farklı yolun olabileceğini kabul eden, yazarın seçtiği yolun bu yollardan hangisi olduğunu ya da, eğer öyleyse, farklı bir patika oluşturarak nasıl bir sonuca ulaştığını değerlendiren yaklaşımı daha önemli buluyorum.


Re: Öykü ve Patlama

Kuşkusuz kısa öykünün özelliklerinden yola çıkarak; yalınlık, sadelik dediğimizde okuru devreye sokuyoruz.Metnin anlamlandırılmasında topu okura atıyoruz, öykünün derdini( meselesini) okura paketliyoruz ama kısa öykünün okura yazılan ama okur için yazılmayan bir tür olduğu yaklaşımına katılıyorum ben de. Duvarda asılı duran ve eğer ki bahsi yapılıyorsa, öykünün bir yerinde mutlaka patlaması gereken silahı da; öykünün bileşenlerinin işlevselliği olarak yorumlamışımdır hep...


Re: Öykü ve Patlama

Bana “ancak ben Kafka'nın öyküsünde patlayanın/ okuru şaşırtma etkisinin ne olduğunu anlayamadım.” Diyorsunuz.

Hâlbuki bana sorulan sorulara göre verdiğim cevapta ben, bir öykü gerçekliğinin yazarı da içine alan toplumsal gerçeklikle açıklanabileceğini ifade etmiştim size. Kafka’nın kendisi bizahati varlığı nedeniyle zaten bir tür “şaşırtmaca.” Adı geçen Kafka öyküsü üzerine yaptığınız yorumlarda bizzat siz, İmparatoru aynı zamanda Tanrı ile de ilişkilendirdiniz. Yazarın ortaya attığı imparator o bir patlama siz Tanrı dediniz o da bir patlama… Ben daha ileri gidiyorum, İmparator, Tanrı ve baba… Zaten yazarın yaşadığı sınırlar Avusturya Macaristan İmparatorluğu sınırları, dönem bir imparatorluk ama onun despotizmi, dayandığı askeri otokrasi, kilise ve Tanrı. Bunların hepsi feodal toplum yapısı içinde Devlet baba, Tanrı baba bir de evde ataerkil babayı ifade ediyor.

Bir de ne diyorum evde ataerkil bir despot baba… Hepsi “mutlak güç” İşte bu da ayrı bir patlama. Öykü sürekli bir seri patlama yaratıyor. O yüzden ben Kafka için adamın kendisi bir bomba diyebiliyorum. Tıpkı benzin bidonu ve çakmakla benzinlikte dolaşan ayaklı bir bomba gibi.

Sanat edimi, bireyin; doğa ve toplumla olan ilişkileri içinde “zorunluluğun” “baskılamanın” var oluş koşullarına karşı kendine bağımsız bir yer açama tutkusudur. Bu kabile toplumlarında mağarada çizilen av resimlerinden Kafka’nın yarattığı öykülere kadar böyledir Bu edim sürecinde Kafka bir göletin kenarına oturarak, bacak bacak üstüne atıp elindeki minik taşları suya atarak ortaya çıkan dairesel şekle bakıp öykü yazmıyor. Aksine onun elinde büyük taşlar olup baskılandığı hayata karşı saldırısı söz konusu. Biz adı geçen öyküde, İmparator diyoruz, bürokrasi diyoruz, ordu diyoruz, Tanrı diyoruz, Kilise diyoruz ve en önemlisi “baba” diyoruz ve de bunlar donmuş, değişimi ve dönüşümü zor ve ağır baskılanma yaratıyor insanüstünde. O yüzden öykünün sonunda okuyucuya şamar atıyor. Bütün bunların yanında SEN pencerenin önünde oturup dışarıyı niye seyrediyorsun diye.

Söz konusu tartışma sanat edimi sürecini önceliyor. Sadece bir öykü analizi değil yaptığımız. Bir dikte hiç değil. Öyküyü okuyoruz, yazarını da ilişkilendirdiğimiz yazarın kurmaca gerçekliği ile ilişkilendirerek okuyucu olarak bizde kendi algılama dünyamız içinde yeniden o gerçekliği “yapılandırıyoruz” böylece “sanat edimi” süreci kesintisiz sanat eseri, okuyucu, okuyucu sanat eseri ile helozonik bir seyirle “gerçekliği çoğaltma” işlemi yaparken sanat edimi çıtasını da yükseltiyor veya değişime uğratıyoruz.

Okuma edimi de sanatçının edimi gibi bağımsız bir faaliyettir. Okuyucunun kendisi de okuduklarıyla birlikte mevcut durağan durum karşısında bir yer açma mücadelesi vermektedir. O yüzden metinleri böyle okuruz. Sanatçı yaratım sürecinde hem anlatım üslubu, hem de içeriği konusunda bir duruş belirlemeye çalışır ve kendince bir “manifesto” yaratır. Bu bir günlük bir disiplin olsa bile.

Bir zamanlar bir eleştirmenin bir kitapta yazdığı gibi mesela şiirin “kalbimize hitap” ettiğini söylemiyoruz. Hayır! Biz şöyle bir şey yapmıyoruz eleştirel bakışımızda. Yani; “Bu janrın izleyicileri, söz konusu yıllardan itibaren, (özellikle Ankara Öykü Günleri gibi mecralarda) çoğu çeviri yazarlardan aktarılmış kimi ifadeleri/ olgu saptamalarını ya da buldumcuk cümleleri yasa kabul ederek çevrelerine empoze etmeye başladılar. Sonraki on yılın gösterdiği gibi bu, bir nevi kariyer meselesi haline bile getirildi.” kişiselleştirilmesi ile yapılması tarzı değil bizimki ve de . “Bu yüzden kısa kısa öyküde şu olmazsa olmazdır; bu öğeye yer verilmemişse buna kısa kısa öykü diyemeyiz vb. yaklaşımları, hiç değilse, tehditkâr buluyorum” tarzında olmayıp hiçbir zaman da kendimizi bu kadar önemsemiyoruz. Çünkü biz biliyoruz ki; bütün bu baskılamalara karşı bir sanat eseri üreten kişi dışındaki sesi öncelliyerek yazmaz yazısını. Biz de okuyucu olarak yazarı öncelliyerek okumayız yazısını.


Re: Öykü ve Patlama

Son cümlenizi anladığımı söyleyemeyeceğim maalesef. Yine de önceki iletimde hedef aldığım siz değildiniz; bunu belirtmeliyim sanırım. Öykü dünyamıza ilişkin küçük bir saptamaydı sadece.

Kafka konusunda ise size katılmıyorum. İlk yorumlarınızda "patlama" sözü ile kastettiğinizin öyküde okuru şaşırma/ onun üzerinde şok etkisi yaratma olduğunu sanıyorum. Kafka'ya dair az önce söyledikleriniz ise sadece "metafor"u işaret ediyor ki metafor zaten edebiyatın kendisidir; bir türün ayırt edici özelliği olamaz. Edgü'den verdiğiniz referanstaki sürpriz Kafka'nın öyküsünde mevcut değil ne yazık ki. Dolayısıyla aynı türden bir etkinin söz konusu edilebileceğini sanmıyorum.

Tartışmayı başlatan Kum öyküsü de çok benzer metafor kullanımlarından faydalanıyor. Çok da başarılı yapıyor bunu, ama sizin de söylediğiniz gibi "patlama" etkisi falan yaratmıyor okuyucu üzerinde.


Re: Öykü ve Patlama

Amonyumnitrat kimyasal bir bileşik. Kimi bomba yapımında kullanıyor(patlama) kimi gübre olarak. Ben biraz da yazılanın bu olduğunu düşünüyorum.


Re: Öykü ve Patlama

Ayşegül Tözeren'in yazısındaki şu saptama bu tartışma açısından da önemli. Patlamanın da patlayanın da ne olduğunu sözcüklerin ötesine geçerek kavramamıza imkân tanıyor:

""
Öykünün bu alt türü sadece “sürprizli sonlar”dan ibaret değildir, okuru hayrete düşürecek şekilde toprağa gömülü kemikler ben-anlatısında birinci tekil şahıs olarak karşımıza çıkabilir ya da mikro öykü alanında verilen bir ödüle layık görülen öykü Esquire Dergisi’nde yayınlanmış olabilir. Öznenin, hem yazanın hem okuyanın, “şimdi ve burada”lığa duyduğu mahkûmiyet hissi, aslında mahkûmiyetin onda yarattığı semptomlarla bir savaşım gereği de uyandırır. Bunu gidimli – nereye gideceği belli olan – söylemlerin yozluğundan kurtarmak adına da, mikro öykü, ironiden destek alarak, çelişkileri en çıplak haliyle gün yüzüne çıkarmaya çalışarak gerçekleştirir ve eleştirisini bütünselleştirilemeyecek olan epistemolojik, dilbilimsel, psikoanalitik ve toplumsal cinsiyeti sorgular düzeylerde yaparak, mikro anlatı patlaması yaratır.

Kaynak: İhtimaller Zinciri: Mikro Öykü


Re: Öykü ve Patlama

Pekâlâ, Biraz daha derinleştirelim bu konuyu…

Yukarıda belirttiğiniz alıntı ile yazının bu kısmından hareketle, bu eleştiririnin yazarı sevgili Ayşegül’e şu soruyu sorabiliriz.

“Sevgili Ayşegül! Bir öyküyü okuduktan sonra ne yaparsınız?”

Bu sorunun cevabını onun yukarıda belirttiğiniz açıklamaları içinde bulamazsınız çünkü cevap size basit bir şekilde döner.

Ya “Eh… Yani” diye döner ya da “Harika” diye döner. Yani, “beğeni” tavrı ile sorunun cevabı verilir. Ancak bu “tavrından” sonra onun gerekçelerini açıklamasını bekleriz biz. Şunu biliyoruz ki, bu gerekçeler onun algılama dünyası ile ilgili bir şeydir ve yine şunu söyleyebiliriz ki; onun algı dünyası yukarıdaki “öğreti üst metnini” ona yazdırır ama öyküyü o üst metnin tamamı ile değerlendirmez.

Tıpkı benim de “Patlama” diyerek oluşturduğum“bir üst metinin” tamamı ile okuduğum herhangi bir öyküdeki “beğenimin” gerekçelerini ifade etmeyeceği gibi.

Ama ancak… Beğeninin şiddeti, öykünün okuyucuda yarattığı duygusal şiddeti içerir. Ya da büyüklüğünü… Bu da yazarında değil okuyucunun kendisinde oluşan bir şeydir ve bir öykü bunu birçok sebepten dolayı gerçekleştirebilir. Sadece bu değil, aynı zamanda okuyucunun bulunduğu zaman, mekân, sosyal ilişkileri ve onun psişik durumu da bu “duygusal şiddetin” büyüklüğünü belirlemede rol alır. Okuyucu açısından bir öykü beğenisi zaman ve koşullar değiştiğinde de değişebilir faktördür. Hem de Ayşegül hanımınki gibi bir üst metin oluşturabilmeniz halinde bile.

“Eh… Yani” dediğimizde okuduğumuz öyküye bir daha geri dönme gereği duymayız. Ancak ileri bir zamanda o öyküye benzer bir durumla karşılaştığımızda beynimizdeki ana bellekten bu metni çıkarır ön belleğe getiririz. Elbette hepimizin ana belleğinde uyumaya tabi tutulmuş böyle okunmuş birçok öykü vardır.

“Harika” ile biten bir öykü değerlendirmesi ise ana bellekte hep canlı durur. Ve bazen ilgisiz durumlarda bile bu metin veya onun bir paragrafı güncellenir sonra da çoğaltılarak ana belleğe tekrar geri yollanır. Bu okuma sonundaki “Harika” sözcüğü ile ifade edilen aslında okuyucudaki bir tür ”patlamanın” duygusal yansıması ve onun yarattığı şiddetin ifadesidir. Bu öykü ana bellekten ön belleğe gelerek yapılan güncelleştirmeler ne kadar sık aralıklarla olursa duygusal şiddetin büyüklüğü o kadar fazla olmuş demektir.

İşte bizim tartışmaya konu olan “patlama” tam da bu bahistir.

“Patlama” bir bakıma yazarın ve okuyucun algı dünyalarının genişliği ile örtüştüğünde realize olabilecek bir şeydir. Bu anlamda metnin kendisi ne kadar çok katmanlı oluşmuşsa o kadar kendini çoğaltacaktır ve metnin yarattığı “patlama etkisi” o kadar yoğun olarak hissedilecektir.

Bir öykünün kendisini okuyucusuna “harika” olarak hissettirmesi birçok argümana bağlıdır. İşte orada biz belki de sizin hassasiyetinize konu olacak şeyi belirlememiz gerekebilir.

Biz bir öykü yazım işini bu argümanlardan yalnızca birine indirgemeyelim ve buradan kalkarakta onu “amaçlaştırmayalım.”

Tıpkı, ne; “…ki metafor zaten edebiyatın kendisidir.” diyerek edebiyatı veya öyküyü bir anlatım sanatına indirgemeliyiz ne de; küçürek öykülerdeki “şaşırtmaca” unsurunu amaçlaştırmalıyız.

“Patlamanın” yaratılmasını belirleyen şey; metnin ana iki unsurunun ahenkli bileşimine bağlıdır. Bu iki unsurdan kastımız:

Birinci: İçerik
İkincisi: Biçim (biçem) dir.