UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak

13 Mar 2011
Asude Dalgakıran

Merhabalar. Ne zamandır izlemek istediğim bir filmi ''Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak'' filmini ancak izleyebildim. Sinema eleştirmeni değilim yahut yıllardır sinema yazılarıyla hem dem olan arkadaşlardan, işin künhüne vakıf olanlardan değilim. Bu sebeple yazdığım yorumlar arkadaşlara basit gelirse yahut yanlış tespitler var ise kusura bakmasınlar lütfen. Sadece sıradan bir sinema izleyicisi olarak izlenimlerimi sizinle de paylaşmak istedim. Selamlar.

Öncelikle aklımda kalan, filmdeki sahnelerle müziklerin senkronize bir şekilde ilerlemesiydi. Bunun dışında eleştiri noktasında karpuz satan ustanın ve zaman zaman köydeki yan karakterlerin telaffuz hataları dikkatimi çekti ama işlenen temadan dolayı filmdeki bu gibi küçük kusurlar arka planda kalıyor. Ahlâki değerlerin sağlam olması, kişilerin kimi zaman çekinmesi vb. günümüzde bazı kesimler tarafından kötü ve utanılacak bir durum gibi gösterilirken aşık olan Recep’in hallerinin, utangaçlığının bizden olan bir çocuğun hayallerinin anlatılması üzerine sadece tebessüm etmek ve düşünmek kalıyor.

Filmde bana rahatsızlık veren tek öğe ise korkuların işlendiği karanlık sahnelerdi. Bunun da sebeplerini Ahmet Uluçay Hayal Perdesi’ndeki açıklamış. Bunun dışındaki sesler hem uyumluydu hem de leit motif yerine kullanılıyor gibiydi. Mesela kapıdaki çıngırak sesi, tren sesi ve bu tarz köye ait temaların sesleri önemliydi bence. Bunun dışında diyaloglar arasında en başarılı ve gerçekçi olanları Recep ve arkadaşının diyaloglarıydı. Şiveleri de pek bir güzeldi çocukların aralarındaki muhabbet de. Ustası yüzünden arkadaşının saçını üçe vurmasına rağmen ve bu Recep için görünümü aşık olduğundan dolayı çok önemli olmasına rağmen aralarında dâimi bir küslük yaşanmaz, birbirlerine takılırlar hatta. Günümüzde sıradan meselelerde dahi insanlar birbirleriyle irtibatı koparırken insani ilişkilerin nasıl olması gerektiğini görmek açısından, samimiyet açısından çok tatlı bir örnekti bence. Gımıldak Recep lakabı otur dede bağrışmaları gülüşmeleri de çok güzel ve doğal sahnelerdendi.

Filmde en çok sevdiğim sahnelerden birisi de kızın cevizi çaktırmadan yerden alışıydı. Kızın psikolojisini kelâm israfı yapmadan ortaya koymasından dolayı sevmiş olmalıyım bu sahneyi. Bir de çocukların bir nevi köyün delisi yerine konulan kişiyi de arkadaş edinmeleri ve zalim çocuklar gibi ona zarar verip dalga geçmemeleri dikkatimi çekti. Hatta deli çocuklara kendine göre haklı bir sebepten kızarak çocukların yapmaya çalıştığı projeksiyon makinesini attı, kırdı ama çocuklar geldiği zaman deli denilen kimseye kötü davranmadılar. Zaten deli denilen kimselerin de hikâyeleri vardır ve aslında burada da deli lakabı takılan bir insan dahi olsa ona da hikâyesi olan içinde âlemleri barındıran insan olarak bakmak değer vermek gerektiği bu hassasiyet hissettiriliyor. Sara hastalığıdır belki ona deli lakabı taktıran belki de eşinin ölümüyle hayattan zevk almayı ve normal davranmayı bırakmasıdır. Çünkü insanlar diğer insanların görüşlerini önemsemeyi ancak hayatlarında büyük şeyler olduğu zaman bırakırlar. Engellediği bir şey olduğunu düşünsek dahi o deli denilen şahsın insanların ona ne dediğini kâle almadığından böyle olduğunu düşünemez miyiz? Çok derin acılar yaşadığınız anlarda ölüm yahut sevdiğiniz birisine zarar gelmesi durumunda: ‘’ Aman ne hali varsa görsünler; Dünya umurumda değil demez misiniz?’’ Her insanın bir alem olması ve ‘’deli’’ lakabı takılsa dahi önemli olduğu, kıymetli olduğu noktasını vurgulaması açısından önemli bir yaklaşım olduğunu düşünüyorum. Yahut ben öyle yorumladım, bilemiyorum deliye yaklaşım da farklıydı.

Bir de benim en çok hoşuma giden (tabiî ki sonrasında üzüldüğüm) sahne deli denilen kişinin insanlar atlar geçerken parmaklarını kamera gibi tutarak gözlerini kırpıştırıp yaşanılan gerçek zamanı film sahnesine dönüştürmesiydi. Bu sahnenin sezdirdiği imgeler noktasında da etkileyici olduğunu düşünüyorum. Bir hadis vardı, meâlen: ‘’ Dünya yeri oyun ve eğlenceden ibarettir. ‘’ Yahut hep söylenilen sözlerden; bu dünya bir oyun sahnesidir yani bir film bittiğinde kalkıp gidiyorsak bu dünyadan da bir gidiş vardır yok oluş olmasa da. Ahmet Uluçay’ın da en çok değindiği noktalardan birisi bu fanilik düşüncesi olmuş. Şöyle demiş bir röportajında: ‘’Fâniyiz biz, öleceğiz bir gün ve her şey yok olacak. Mutlak anlamda yok olmayacak tabii, o yok olmadan söz etmiyorum. Bunun bir daha geri dönmemesi, elimizden akıp gitmesi, oradaki acziyetimiz. Belki beni sinema yapmaya iten temel neden bu. ‘’ İşte orada real sahnelerin film sahnesine dönüşmesi de bence bu fanilik fikrinin en derinden sezdirildiği sahnelerden.

Bir de ilk sahneyi anlayamadım: Vefat eden kişi yeşil örtü içinden nefes alır gibi hareket ediyor. Bir de çocuk mektubu verirken kızlar kayboluyor. Bunlar ilizyon gibi mi göz yanılması gibi mi; bu sebeple mi kişiler bunlara takılmıyorlar? Yoksa farklı anlamları mı var açıkçası çözemedim...

Kategori:

Re: Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak

Giriş kısmındaki yorumunuza karşılık olarak şunu söyleyebilirim ki, eleştirmenlik bir meslek midir yoksa bir ilgi alanı mı bu ayrı bir tartışma ama forumun asıl amacı da düşüncelerinizi paylaşmak ve bunu da yapmışsınız zaten; iyi de yapmışsınız. Filmi, daha önce bir iki defa ucundan köşesinden de olsa konuşmuştuk : 1, 2

Tekrar olacak belki ama ben filmi Cennet Sinemaları'na çok benzetirim. Yönetmenini kaybetmemiz çok acı bir durum.


Re: Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak

''Cennet Sinemaları'' filminden haberdar değildim. Yorumlarına baktım, haklısınız bir hayli benziyormuş. En yakın zamanda izlemeye çalışacağım. Haberdar ettiğiniz için çok teşekkür ederim.
Ayrıca böyle bir yönetmeni kaybetmemiz gerçekten çok üzücü. Okuduğum söyleşiden sonra daha derin bir üzüntü duymuştum.
İlgili link: http://www.hayalperdesi.net/haber/gundem/350-1-ahmet-ulucay-bir-keloglan-masali.aspx