Gezici Sinema
Çocuklukta her şey farklıymış gibi gelir bizlere. Hele o zamanlarda sinema, hele bir de ilk kez görmüşseniz böyle bir şeyi. Çocukluğunuzda, köyünüzde, ilk kez bir sinema filmiyle karşılaşıyorsanız her şey daha bir farklı gelir sizlere.
İlkokula gittiğim zamanlardı. Altmışlı yılların ortalarından sonrası. Sıcak bastırınca, ocak ocak bölünmüş, mor soğan tarlalarından, anamın, babamın ardından, keçi kılından örme, ipi omzumu hep acıtan bir torbanın içinde, Radyo Tiyatrolarını, Nezahat Bayram, Fatma Türkan Yamacı, Aşık Veysel türkülerini dinlediğimiz kocaman Philips radyo ile aceleci adımlarla, tatlı bir yorgunlukla köye döndüğüm zamanlar.
Öğlen saatleri yaşıtımız kalabalık bir grup çocukla denize girerdik. İlk yürümemizi nasıl anımsayamıyorsak, yüzmeyi nasıl öğrendiğimizi de anımsayamadığımız o deniz günleri. Denizi pırıl pırıl, içlerinde kocaman Mercan balıklarının, Karagöz’lerin, Kılıç Balıklarının gezindiği başka bir Marmara.
Deniz kıyısı oltayla balık tutma, bir teneke üzerinde, aralarından sızan sulu köpüklerin ateşi söndürdüğü midyelerin cızırtısı, dipten çıkardığımız kara balçıkla simsiyah boyanan bedenlerle “ilk başkası olma deneyim”leri. Oyunlar, öyunlarımız.
Tüm bunların içerisinde, yılda en çok iki-üç kez olan bir şey vardı ki hiç unutulmadı; Sinema.
Kente gitmenin, karada patika ve katır, olduğu dönemlerde en çok kullanılan, en kolay ulaşım yolu denizdi. Bandırma’ya büyük motorlarla, haftada bir kez giderdi köylüler. Genelde sağlık sorunları ve adli yükümlülükler içindi bunlar da. Bizim için bir yakınının kente gitmesi; öncelikle dönüşte getireceği bir simit, sonrasında çok şanslıysak birazcık tahin helvası demekti.
Beş-altı metrelik küçük bir kayıkla köylülere film izletmeye giderdi Ocaklar köyünden Sinemacı Kaptan. Yaz-kış dinlemez, film bulabildiği sürece, dalgaların arasından bata çıka Kapıdağ’ın tüm köylerini sırayla dolaşır, köylülere bir film izlemenin anlatılmaz mutluluğunu yaşatırdı.
O küçük kayığın adı “Umut” tu. Köyün koyuna girdiğinde uzaktan bir nara atar, elinde boş bir film makarası sallayıp köylülere geldiğini haber verirdi. Koya girdiğini gördüğümüz an siyah, şişirilmiş araba lastiklerimizin ortasına oturur, ellerimizle kürek çekerek, çığlıklarla onu kalabalık bir grupla karşılamaya giderdik. O çocukların bu ilgisinden hoşnut, ağzının kenarında külü uzamış bir sigara, burnunun ucunda “hafif şarap”ın kızarıklığıyla kayığının pancar motorunun gazını keserdi. Kıyıya doğru yanımızdan geçip giden kayığının arkasındaki beyaz köpükler, bizlere yıldızlı bir gecede gökyüzündeki Samanyolu’nun ışıltıları gibi gelirdi
O bizim için başka bir evrenden gelen birisiydi. Bizi başka bir evrene götürebilecek sihirli bir şeye sahipti; sinema. Tüm köylüler onunla tanıdı Sadri Alışık’ı, Ahmet Mekin’i Necdet Tosun’u Yılmaz Güney’i, Türkan Şoray’ı, Cilalı İbo’yu, Ayhan Işık’ı Fatma Girik’i, Yımaz Köksal’ı, Gargacı Halil’i, Bataklı Damın Kızı Aysel’i.
Kayık denizde süzülürken Sinemacı Kaptan motoru “stop” eder, yavaş yavaş hızı azalan sandalın baş tarafı kıyıdaki kumların üzerinde kayarak dururdu. Yorgun bir balık gibi sarsılan kayığın baş tarafından Sinemacı Kaptan hiç sendelemeden, zayıf bedeninin her kasına hakim, kumların üzerine atlardı. Sevinç bağırışlarımız köyün her yanından duyulurdu. Sinemacı kaptan’ın verdiği tüm malzemeleri, çığlıklarla, koşarak biraz ötedeki köy kahvesinin tahtadan oturaklarına bırakır, başka bir şey almak için tekrar kayığın başına koşardık. Arı kovanı gibi bir koşuşturmaca, sevinç çığlıkları tüm film malzemeleri kahveye taşınana kadar sürerdi. Bu ani baskından sonra kahveye girmemiz yasak olduğundan kahveci bizi içeri sokmaz, biz de denizden çıkmış mosmor dudaklarla, pencereden film afişlerini kahvedeki masalara seren Sinemacı Kaptan’ı izlerdik. Çok geçmeden tüm köylü, köye Sinemanın geldiğini öğrenir, dağda, bayrıda, tarlada olup haberi olmayan birkaç kişi dışında, meraklı olanların hepsi köy kahvesinde toplanırlardı. Masalara serilen afişler, yanında olan, izlenebilecek filmlerin afişleriydi. Büyükler; ateşli bir tartışmanın ardından oy birliği ile izlenecek filme karar verir, Sinemacı Kaptan’a sonucu bildirirlerdi.
O zamanlarda iki katlı evlerin alt katlarında at, katır, inek, koyun, keçi gibi hayvanlar kalırken, üst katlarda da bizler otururduk. Evler çoğunlukla üç odalıydı. Bir mutfak, bir ana-baba odası, bir de kardeşlerin hep beraber yattıkları, sobalı, kuzineli oturma odası. Alt katlarında film gösterilebilecek kadar büyük olan evler üç-dört taneydi. İmamoğlu Hüseyin’in, Aygün Ahmet’in, Kusso Hasan’ın ve daha birkaç kişinin. Onların da tarlada damları olduğundan, hayvanları orada yatıp-kalkıyor, alt katları samanla, otla, pullukla, sabanla dolduruluyordu.
Sinemacı Kaptan hangi ev uygunsa onun sahibiyle anlaşır, filmden belli bir ücret verir, köylülere filmin hangi evde gösterileceğini haber verirdi. Kahvede genç çırağı garip, kollu, çıkrık gibi bir alette, elle dönen bir makaraya uzun bir şeridi sararken, kahvenin penceresinden inanılmaz gözlerle bakar, akşama izleyeceğimiz tüm o sihirli şeylerin o şeritte olduğuna inanamazdık. Şansı olan çocuk, filmi birbirine eklerken kopan parçayı çıraktan alır, hepimizin kıskanç bakışları altında kasılır dururdu.
O gün öğlenden sonra, hiçbir çocuğu, ne anası, ne de babası tarlaya inek otlatmaya, dama ata saman vermeye, kuyuya su doldurmaya akşama filme götürme sözü, film parası vermeden gönderemezdi.
Film gösterilecek evin altının düzenlenmesine çocuklar zevkle yardım eder, akşama doğru kahvehaneden getirdikleri sandalyeleri, duvara gerilen tuz ve deniz kokan bir perdenin önüne taşır, sıraya dizerlerdi.
Akşamın olmasını, havanın kararmasını dört gözle beklerdik. O gün; zaman en ağır, yavaş akan musluğuyla bizlere ne azaplar çektirirdi. Akşam yemekler erken erken yenir, analar babalar yavaş yavaş İmamoğlu’nun evine doğru yollanırlardı. Kapıda Sinemacı Kaptan’ın çırağı paraları toplar, erken gelenler istedikleri yerlere otururlardı. Sinemacı Kaptan jeneratörün mazotunu son bir kez daha kontrol eder, en arkadaki, masanın üzerindeki garip bir nesneye son kez bir şeyler yapardı. Tüm o sihrin üretildiği, yapıldığı yerdi orası. Seyyar kablolarla tavana asılmış ampuller yüzyıllar gibi gelen aralardan sonra söndüğünde, yürekler o mutlu karanlığın içerisinde, merak ve heyecanla atardı.
Saman, ot, toprak kokulu bir evin altında, sigara dumanlarının sisleri arasında, bir yanda uzaklardan duyulan kıyıya vuran dalgaların sesleriyle, deredeki kurbağaların seslerinin birbirine karıştığı, o anlatılması güç, büyülü bir ışıkta, karanlıkları delerek ardımızdan akarak duvarın üzerindeki perdede patlayan görüntülerle sarhoş olduğumuz, köyümüze Gezici Sinema’nın geldiği geceler.
O zamanlar sinemaya gitmek, bir film izlemek benim için, hepimiz için bir başkaydı.
21-Mayıs-2010-Bandırma
Re: Gezici Sinema
Mehmet Sürücü'nün ellerine sağlık. Canlı betimlemelerle gezici sinemanın artık tarih olmuş hikâyesini bir kıyı köyünün çocuklarının gözünden aktarmış. Bandırma'da yazılmış bu öykünün otobiyografik öğeler barındırıyor olabileceğini iddia etmem herhalde malumun ilamı olacak.
Ayrıntıların ve betimlemelerin metne güç kattığını düşünüyorum. Nedense öykü boyunca hep güneşli bir sahil köyü geldi gözümün önüne. Sanki oralarda hava hep güneşli olurmuş gibi
Öte yandan bu metnin hikâyeden çok "anı" türüne yakın olduğunu düşündüğümü söylemeliyim. Başarılı, canlı bir "anı" yazısı olduğunu düşünüyorum (tabii, metnin otobiyografik olduğu varsayımından hareketle). Mehmet Sürücü'nün de bu niyetle mi yazdığını bilmek isterdim.
Metinle ilgili gözüme çarpan birkaç noktayı da aşağıya not aldım:
Çok canlı bir anlatım
Re: Gezici Sinema
Evet çoğunluğu anılarımdan oluşuyor. Sadece bazı yerleri biraz farklılaştırmış olabilirim. Öyle bir gezici sinemacı vardı.
Yerinde düzeltileriniz için teşekkür ederim.
Re: Gezici Sinema
Mehmet Bey'in foruma kattığı zenginlik yanında, öyküsü üzerine de ayrıca konuşabilmek güzel. Ben de ilk andan itibaren "Cennet Sinemaları"nı, "Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak"ı düşündüm. Sinema aşkıyla yapılan her şey bana çekici gelmiştir. İnsanların düşlerden bu kadar koptuğu bir zamanda hele...
Öykü üzerine değineceğim çok şeye Eren değinmiş. Öykünün anlatımı çok başarılı fakat ifadeler konusunda aynı fikirde değilim, bu konudaki düzelti önerilerini de Eren belirtmiş.
Ek olarak sunulabilir. Ayrıca yer tasviri de çok hoşuma gitti; Bandırma'yı (köyünü) hep böyle hatırlayacağım.
Re: Gezici Sinema
Mehmet Bey'in diğer paylaşımlarından sonra öyküsünü de okumak bana da heyecan verdi. Metinde özellikle bazı ayrıntılar atmosferi güçlendirmiş; ama özellikle örgüye baktığımda bu metnin öyküden çok anı'ya yakın olduğunu düşündüm ben de Eren gibi.
Aşağıdaki ifadeyi anlayamadım:
"stop etmek"mi , "ettrimek" mi?
Ben çocukken gezici sinema izlemedim hiç, bu okumadan sonra izleyememeiş olmak çocukluğa dair gerçek bir kayıpmış diye düşündüm. Ellerinize sağlık Mehmet Sürücü.
Re: Gezici Sinema
Yapıcı, olumlu okumalarınız için teşekkürlerimi sunarım.
Haklısınız, yaşadığınız bir şeyin sizde kelimleri bazen olmadıkları anlamlara ulaştırdıklarını sanıyorsunuz. (Burada Bandırmaya giden büyüklerin bir simit getirmeseini, eğer şanslıysak bazen yanında da büyüklerin biraz tahin helvası da aldıklarını anlatmaya çalışmıştım.) (Yine anlatamamış olabilir miyim??)
olmalı diye düşünüyorum, çünkü stop eden ben değilim, makine, ama diğeri de çok da anlama uzak gibi durmuyor sanırım...
"evinin altında film gösterilmesine izin veren köylü, sinemacıdan bir miktar kira ücreti alır " demeye çalıştım.
saygılarımla
Re: Gezici Sinema
Ben bunu kastettiğinizi tahmin ediyorum; ama cümlenin kendini anlatması gerektiğini düşündüğümden öyle bir not almıştım.
Re: Gezici Sinema
çok içten ve sıcak bir öykü olmuş.betimlemeleriniz arkadaşların da belirttiği gibi çok canlı.
gezici sinema heyecanını yaşamaya yaşım tutmuyor ama yaşamış kadar oldum
tebrikler