UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Günlük 2 (Çadır 8)

17 Eyl 2013
Mehmet Sürücü

akşam üzeri
Etraftan odun toplayıp, ateş yaktım. Bıçakla tenekenin üst sacını kesip, bir parça telle kulp yaptım. Midyeleri doldurdum. Ateşe oturtmadan önce, ürerine su ekledim. Tenekenin kenarından süzülen damlalar yalımlarla cızırdayıp buharlaşırken, derenin derin bir yerine demirlediğim şaraplardan birini açıtım. Dikip, lıkır lıkır içitim. Acımsı bir burukluğu vardı. Deniz susatıyor. Eriğin altına serili kilime uzadım. Ağustosböceklerinin arasız sesleri azalmış. Denizden hafif bir rüzgar esiyor. Teneke ısındıkça, içindeki suyun fısıltıları çoğalıdı. Kalkıp, ateşin dağılan odunlarını toparlayıp, altına doğru sürdüm.

Kaynayan tenekeyi ateşten aldım. İçindeki suyu döktüm. Açılıp ayrılmış kabukların arasından beyaz, sarı turuncu midyelerin görünümü iştah açıcıydı. Erikten düz, ince birkaç çubuk kesip, kabuklarından ayırdığım midyeleri dizdim. Hafifçe tuz serptim. Korların üzerine koydum. İştah kabartan bir koku yayıldı ortalığa. Bir dilim ekmek aldım. Çoktüm başlarına.

akşam
Yatağa uzandım. Uyuyaklmışım. Uyandığımda, güneş batmıştı. Ateşe birkaç kalın odun attım. Biraz tüttükten sonra tutuştu. Karşısına geçip, oturdum. Alevlere bakmak dinlendirici.(*) Vadinin yukarılarından hafif hafif keçi çanları duyulmaya başladı. Biraz sonra tarlanın önündeki yoldan, denize doğru akıştılar.

""
(*) Açık Havada Dışarıda Geceleme Kılavuzu_12.Bölüm: Ateş İdame Bilgisi
Ateşin iki önemli unsuru vardır, odun ve hava. Bu nedenle, ateşin nasıl yanması gerektiği bilindikten sonra (alevli-sakin-uyur gibi, usul-korla küllenme arası) bu iki unsur üzerinde denetim sağlandığı sürece ateş verimli yanar. Odunların kalınlıkları ve kurulukları, yaş oluşları göz önüne alınarak kullanılırlar. İnce odunlarla yakılan ateşin yalımları daha kuvvetli olup, ateş çabuk harlanıp, çabucak söner. Kalın ve yaş odun, yavaş ve kararlı bir ısı yayar, odunun yanışı sönük alevlidir. Buna karşın, çabucak yanıp geçmez, uzun süreli yanarak, odun tasarrufu sağlar. Rüzgâr, odunların en kuytu aralarına ulaşarak, bu bölgelerde yanmayı kolaylaştırıcı, bol oksijen sağladığından ateşin her yanının kuvvetli alevlerle yanışını sağlar.

Deniz tarafından serin bir rüzgâr çıktı. Birkaç kez derenin suyuna batırıp çıkardığım gömleği küçük bir zeytin fidanına astım, rüzgârda sallanıyor. Yereki örtüye uzanıp bir süre okumaya çalıştım. Kitabın yazıları karanlıkta zorlukla seçiliyor. Bir rehavet, bir uyuşukluk çöküyor tekrar. Okuduğum sözcükler anlamsızlaşıyor. Bir durgunluk, bir uyku… Kitabı yanımdaki ince otların üzerine bıraktım.

gece
Ateşin yalımları azaldı. Yalımlar azaldıkça, aydınlattığı alan küçüldü. Etrafındaki birkaç kurumuş otun, taş parçasının, odunun üzerinde gezindikten sonra söndü. Ardında, karanlıkta kırmızı turuncu parıldayan korlar kaldı. Tepeden yuvarlağı hafif kırpık bir ay doğdu. Cırcırböceklerinin ritmik, kesintisiz, nereden geldiği belirsiz ötüşleri kesintisiz sürüyor. Korların kırmızılığı soluklaştı. Üzerlerini gittikçe kalınlaşan bir kül tabakası örttü. Ay ışığı, erebildiği, ulaşabildiği ateşin sönüşüyle kararan yerleri, bir parça daha aydınlattı. Ay yükseldikçe, dallarının gölgeleri, zeytin dallarının altına parçalanmış koyu lekeler gibi düştü.

Ateş gecenin tek aranan eşlikçisi. Uzun süre karanlıkta, rüzgarla parlayıp sönükleşen korlara bakarak oturdum. Korların belirip soluklaşan kırmızılıkları dinginlik, huzur veriyor.(**)

Korların parıltıları azalırken Barçina tarafında şimşekler çakmaya, gök gürlemeye başladı. Islanmasını istemediğim her şeyi toplayıp, naylon poşetlere sardım. Kitaplar, defterler, elektronik e-kitap okyucu, kibrit, şeker, tuz, şarj cihazları, kalemler, gözlükler, iç çamaşırı, giyecek, ne çok sudan etkilenecek şeyim varmış. Sardıktan sonra hepsini sırt çantasına doldurdum. Koca sırt çantasını da iç içe geçirdiğim iki büyük naylon çöp torbasıyla sardım. Bütün bunlar bitince bir parça rahatladım. Şimdi yağabilirdi.

""
(**)Açık Havada Dışarıda Geceleme Kılavuzu_18.Bölüm: Ateşin Verdikleri, Aldıkları
Dinginlik; İnsan, uzun süre kesintisiz yalımları izlediğinde, rastgele dalgalanan dilleri, karanlığın ürkütücülüğüne en etkili ilaçtır. Çıtırtılarla, kendine has bir mırıltıyla, sesle yanan ateş, karanlık gecede bir tanıdık, bir koruyucudur.

Şarap şişesinin dibinde kalanı yudumlarken, kalan birkaç kor parçası da sönmeye yüz tuttu. Gece yarısına doğru rüzgârın esişi hafifledi. Birkaçı rüzgarın esişiyle parıldayıp, ufaltıktan sonra tamamen söndü. Küllerin üzerine bir tas su boşalttım. İnce bir cızırtıyla buhar ve kül kalktı ocaktan.

Yağmadı. Yatağa uzanıp, ha yağdı, ha yağacak diye beklerken uyuyakalmışım.

Gecenin bir vakti, nereden geldiğini kestiremediğim homurtular, puflamalar, patırtılarla uyandım. İlk aklıma gelen; yaban domuzları oldu. Kalktım. El fenerini aldım. Çadırdan çıktım. Her yan kapkaranlıktı. Zeytinlerin sık dalları ortalığı daha da karartıyordu. Sesleri dinledim. Aynı ürkütücü homurtuları, puflamaları duydum. Ama uykunun verdiği şaşkınlık ve seslerin uyandırdığı korkuyla, nereden geldiklerini kestiremedim. Fenerin ışığını rastgele sağa sola doğrulttum. Bir şey göremedim. Birkaç kez bağırdım. Sesler hızla uzaklaştı. Bildik kurbağa, cırcırböcekleri, deniz ve rüzgarda sallanan dalların yaprak sesinden başka ses kalmadı. Yatağa uzandım. Sabaha kadar uyku tutmadı. Birkaç kez kalkıp, çadırın etrafındaki zeytinlerin altına ışık tutarak bir şey olmadığından emin oldum. Çadıra girip, uzanınca ürküntü, tedirginlik, şüphe yine uyandı. (***) Her an, çadırımın etrafımın azgın bir domuz sürüsüyle sarılacağı korkusunu atamıyordum içimden. Ortalık ağarırken uyuyakalmışım.

""
(***) Bir Rum Abdal’ın Günüğü’nden
GECE; BİR SESTEN ürkmek, tedirgin olmak, kulak kesilip, kendi kalbinin atışından, soluk alışından korkmak, KARANLIKTA BİR GÖLGEDEN bir kurt, bir çakal, bir yaban domuzu, kötülüğün maskını takmış bir insan yüzü yapmak, MEKAN BELLEDİĞİN yerden belirli bir yere, bir sınıra kadar uzaklaşıp, daha ötede, daha uzakta, çoğalan karanlıkta daha güvensiz hissetmek, RÜZGARDAKİ bir dalın kıpırtısını bir fısıltı, kötücül, tehditkar bir canlının sesi sanmak demek. UZAKTA, tepeler arasında ilerleyen bir aracın, kamyonun, otomobilin karanlığa bir çift tünel açan farları, motorun tepelere, koyaklara inip çıktıkça değişen, yükselip alçalan sesi, bu yavaşlatılmış anların bir gün tükeneceğini, hala gidilecek bir yerlerin olduğunu, her şeyin bir gidişe uzadığını anlatıyor. DERENİN yüksek çınarlarının koyu karanlıklarında, RÜZGARDA UĞULDAYAN yapraklarının seslerini, bildik, tanıdık, anlaşılır, evcil seslere dönüştürmeye çalışan algı, OKUNAMAYAN, ÇEVRİLEMEYEN dilin tehdit eden imlerini, enseden aşağılara doğru inen, geçtiği yerlerdeki tüyleri dimdik eden soğuk, BUZ GİBİ BİR YALIMA dönüştürüyor.

Uykumda azgın domuz sürüleriyle uğraştım. İri, uzun, sivri dişli, ağzlarında salyaları köpüren domuz sürüsü, yamaçtan aşağıya çadırın üzerine, homurtularla, puflamalarla, gürültülerle, yeri göğü sarsa sarsa, sel gibi aktı. Çadırın kapısındaki fermuarı açıp çıkmaya çalıştım, fermuar sıkıştı, zorladım, açılmadı, biraz daha kuvvetle çekince de çekme halkası kırıldı, bıçakla kesip, dışarı kaçmayı düşündüm, bıçağı bulamadım. Çılgın sürü, büyük bir gürültüyle üzerime üzerime geliyordu. Bir anda çadır içindeki her şeyle yerinden kopup, sürüklenmeye başladı. Kazıklara bağlı ipleri, dev gibi domuzların ayaklarına, çenelerine, kıvrık dişlerine dolanmıştı. Çadırın içindeyken, bir şey görememem gerekirken, her nasılsa, farklı bir yerden, domuz sürüsünü, sürüklenen çadırı, olup biten her şeyi görüyordum. Çadır, zeytinlerin arasında tarlanın içerisinde sürüklendi. Yaşlı zeytinlerin köklerine çarptım. Korku tüm bedenimde, her yandaydı. Ne yandan geldiği belirsiz çoban köpekleri havlamaya başladı. Aralarına birkaç çoban ıslığı karıştı. Ardından çan sesleri duyulmaya başlayınca, domuz sürüsü sihirli bir şekilde yok oluverdi.

Uyandım. Tere, suya batmıştım. Dereye inip yıkanmam gerekiyordu. Çadırdan çıktım. Erik ağacının dalında, çobanlardan birinin bıraktığı bir somun ekmek sallanıyordu.

Dere kıyısında domuz izleri buldum. Kıyısındaki kumları, çamurlu toprağı eşeleyip, taları uzun burunları, dişleriyle kaldırıp, ters çevirip yiyecek aramışlar. Etraf çapalanmış, sürülmüş tarla gibiydi.

NOT: Bu bölüm biraz sıkıcı. Ben de sıkıldım bazı yerlerde. Ama daha sonraki bölümlerde gökte ve yeraltında uçmanın keyfi için katlanmak gerekir diye düşünüyorum. Hem yazan, hem okuyan için. Daha sonra, Çobanlar’da, Derenin Müdavimleri, Çoban Öyküleri’nde, definecilerle, dönmeye karar veren torunla daha bir dallanacak her şey. Okuma bir parça da sabrı deneme değil midir?

Kategori: