UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Bakma ve Görme Biçimleri

16 Tem 2010
Barış Acar

Bir süre önce Koy filmi üzerine gönderdiğim iletide filmin konusu dışında, onu ele alış biçiminin beni derin düşüncelere sevkeden yönleri olduğunu söylemiştim.

Kısaca durumu özetleyen paragraf aşağıdaki gibiydi.

Barış Acar dedi ki:
Epey dallanan budaklanan düşünceler yarattı bu film bende. Öncelikle, eylemci (bugün moda olan İngilizce adlandırmasıyla "aktivist") olmanın ne demek olduğu üzerine uzayan bir dizi düşünce. Bunun ardından, bütün Anglo-sakson dünyasına sirayet etmiş görme biçimi (eylemin başarıya ulaşma öyküsü ve bunun belgesel tarafından işlenişi) hakkında sorular. Nedense en sonda da, başka bir canlı türünün yaşamasına karşı gösterdiğimiz saygısızlık/ bayağılık/ çirkinlik geldi yüzüme çarptı.

Bu satırlarda ifade etmeye çalıştığım üç farklı alan vardı. İlki, "eylemci" denen kişinin kültürlerarası farklılaşan kimliği ve buradan hareket ederek "eylem"in neliği; ikincisi, kurgu odasına girmiş belgeselin konusunu ele alırken izlediği çizgi ve bunun manipüle edici yönü; son olarak ise insan türü ile "canlılık" arasında kurulan orantısız korelasyon idi. Bu son nokta belirli bir aşamaya kadar söz konusu başlıkta tartışıldı, tartışılmaya devam ediyor. Ancak ilk iki saptamanın ortaya koyduğu problemler henüz tartışılmadı. O başlığın konusundan hayli farklı bir noktada seyrettiği için de yeni bir gönderi oluşturmak gereğini duydum.

"Eylemci", "Aktivist" ve "Eylem"in Neliği

Bizde "eylem"/ "eylemci", mevcut gidişattan memnun olmayıp onu değiştirmek isteme durumu/ bunu isteyen kişi, dolayısıyla büyük bir oranda "devrimci" ile özdeşleşiyor. Belki sonuç anlamında her şeyin her şeyle birbirine bağlı olduğunu sezdiği ve çerçevenin tümünü eleştirmeyi bildiği için bu mantıksal bir durum da olabiliyor. Bununla birlikte, bu mantıksal tümleme işlemi, yola çıkılan ilk adımdaki tutarlılıktan ödünlere de sebep oluyor. Tek başına bir eylemin ya da bir kişinin eyleminin (giderek "eyleme"nin) ne olduğunu ve önemini unutuyoruz. İnsanın en temel varlık durumunu, "yapıp etme"/ "eyleme" yeteneğini hafife alıyoruz. Yöntemsel sorunlar ve tortullaşmış deneyimler bizi o kadar yıpratmış ki, "eyleme"nin doğasındaki sadelik ve kendiliğindenliği gözden kaçırıyoruz.

Oysa söz konusu kavramın (zaman içinde başkalaşmış da olsa) Batı toplumlarındaki anlamı bizim kullandığımızdan daha işlevsel görünüyor. Genellikle Türkçe'de -elbette belirli bir sınıfsal tutumla da ilişkili olarak- tercih edilen adlandırma olan "aktivist", örgütsel bir yapı içinde hareket eden ve iktidar, devrim vb. gibi genel hedefler taşımak yerine sorun odaklı eylemler yapan, sosyal duyarlıklı kimse anlamında kullanılıyor. Oysa "eylemci" politik içerimleri öne çıkan bir tını taşıyor. Sorun bu farklılıkta değil elbet, daha çok bu farklılığa karşın iki anlamsal kümenin de aslında aynı kökenden geldiğini unutmuş olmakta, bu bağı kuramamakta. Batı düşünüşünde bu bağın bizimkinden daha kuvvetli olduğunu sanıyorum. Politik eylemci ile sosyal duyarlılık gösteren kişi aynı paydada buluşabiliyor ya da her ikisi de "eyleme" kavramıyla hareket ettiğini bildiğinden yaptıkları işte daha yapmacıksız/ daha sahih kalabiliyor.

Koy ve Earthlings'in elleri kameralı eylemcileri bana bunları düşündürdü. Etrafında kendisini etkileyen uyaranlara karşı reaksiyon gösteren kişiler bu "eylemci"ler; bu yüzden kendimizi onlara çok yakın hissediyoruz, bu yüzden buradaki "eylemci" sözü izleyiciye yadırgatıcı gelmiyor, ona katılmakta bir beis görmüyoruz. Eylemin aşırı derecede kurgusallaşmadan önceki halini temsil ettikleri için belki de.

Devamı için: Bakma ve Görme Biçimleri - 2

Kategori:

Re: Bakma ve Görme Biçimleri

Yoğun sinüzit ve güçlü antibiyotik etkisi altında yazılmış yukarıdaki satırlara baktığımda, her şeyi ne kadar da karmakarışık anlatmışım duygusu yaşamadan edemiyorum (Yazmak benim için bir sağalma yöntemiyse şayet, yazının cerahat olmasından korkarım).

Öte yandan bu konuyu daha iyi anlatabilir miydim; çok da emin değilim. Ancak sanırım, tesadüfen yakalanmış şu ifade de düğümlenen çok fazla şey var.

""
Eylemin aşırı derecede kurgusallaşmadan önceki hali...

Üzerine çokça düşünülmüş her şeyde olduğu gibi, kuramsallaştırılmış aklın sirayet ettiği olgular ya da olgu düzeyine yükselmiş "olay"lar, yaşamsallıklarından (daha önce "sahihlik" de dediğim durumdan) çok şey yitiriyorlar.

"Eylem"den "eylemci"ye geçerken kaybettiğimiz bir şey var ve bu sadece dilsel değil.

Bu düşünceler üzerine söylemek istediklerim bitmiş değil, ancak -şimdlik- bir harita çıkaramıyorum onları söylemek için. Belki yorumlardan sonra...

Yazının başında sözünü ettiğim "manipülasyon" meselesine ayrı bir gönderi olarak değineceğim. Umarım yazının başlığına neden "Bakma ve Görme Biçimleri" dediğimi de orada açıklayabilirim.


Re: Bakma ve Görme Biçimleri

Hafta sonunda evden ve bilgisayarımdan uzak kaldığım için çok istediğim halde eylemci/aktivist karşıtlığı konusunda kafamda oluşturmaya çalıştım düşünceleri paylaşmaya vakit bulamadım. Bir iki güne kadar toparlanıp bu konuya müdahil olabilmeyi umuyorum.


Re: Bakma ve Görme Biçimleri

Eylemci/aktivist meselesinde Türkiye'yi Avrupa'dan ayıran en önemli şeyin "eylemci"ye bakışta olduğunu düşünüyorum. Bizde eylemci, aşağı yukarı "karışıklık çıkarmak isteyen kendini bilmez, sorumsuz insan" olarak algılanır. Çocuğuna "Aman evlâdım hakkını kimseye yedirme, uyanık ol" diye direktifler veren ebeveyn, mesele o hakkı aramak için eylem yapmaya, protesto gösterisi düzenlemeye gelince "Aman evlâdım, anarşik olaylara karışma sakın, yapan yapsın, merak ediyorsan uzaktan izlersin" mevziine çekilmekte beis görmez.

Bir Greenpeace eylemcisi ya da Kızılay gönüllüsüyle okul yemekhanesinde boykot yapan öğrenci arasındaki bağın artık görünmez olmasının bir nedeninin de bu olduğu kanaatindeyim. İlk grup (sosyal sorumluluk) toplum tarafından "gereksiz işlerle uğraşmakla birlikte zararsız" görülürken ikinci grup (hak arayıcılar) sanki protestolarını üniversitelerine, hükümete veya devlete değil de ülkenin insanlarına, "o sırada televizyonları başında olan milyonlara" karşı yapıyormuş gibi muamele görürler.

Hak aramak bile pek hoş karşılanmazken "politik eylem" yapabilmek için herhalde büsbütün zıvanadan çıkmış, akıldan, izandan yoksun olmak gerekir. Politik eylemcilerin "kökü dışarda şer odakları" olduğundan şüpheniz mi var yoksa? Barış'ın eylemci/aktivist ayrımından yola çıkarsak, Türkiye özelinde, toplumun algısı bakımından bu grupların sayısının üçe çıktığını söyleyebiliriz sanırım: 1. sosyal sorumluluk grupları, 2. hak arayıcılar, 3. politik eylemciler.

Sonuçta dönüp dolaşıp Barış'ın söylediği yere geliyoruz: bu grupların pratikleri arasında sanki hiçbir bağ yokmuş, hepsi dert edindikleri bir konuda "eyleme geçmek" saikinden hareket etmiyormuş gibi yapılan ayrımlar bir grubun "zararsız" olduğunu tespit ederken bir diğerini kolaylıkla "haşere" sınıfına sokabiliyor. (Geniş bir yelpazeye yayılmış olan eylem yöntemlerinin de bu algının oluşmasında belirli katkıları olduğunu not etmek gerek belki.)

Durumun Avrupa'da biraz daha farklı olduğunu görebilmek için 1 Mayıs gününün nasıl bir psikolojiyle geçildiğine bakılabilir sanırım. Türkiye'de 1 Mayıs her yıl gergin bir bekleyişe sahne olurken Avrupa'da bu tür bir gerilimden eser yoktur. Her kim katılmak istiyorsa yürüyüşe katılır, şehrin en büyük ve önemli meydanında sloganlar atılır, daha sonra eylemciler işçi bayramını kutlamak üzere mesire yerlerine, barlara, restoranlara akın eder. Özellikle İskandinav ülkelerinde 1 Mayıs'ın en organize katılımcılarının hükümet partisinin destekçi ve kadroları olduğunu görmek hazırlıksız bünyelerde tuzlu çay etkisi yapacaktır. Orada insanların yönetime katılma çabaları normal karşılanırken, Türkiye'de maaş kuyruğunda araya kaynamaya çalışan adam muamelesi görür.

Barış'ın sözünü ettiği tortulaşmış deneyimlere ve sürekli kendini üretip duran politik dilin yıkıcı etkisine daha sonra değinebilmeyi umuyorum.


Re: Bakma ve Görme Biçimleri

eren dedi ki:
Durumun Avrupa'da biraz daha farklı olduğunu görebilmek için 1 Mayıs gününün nasıl bir psikolojiyle geçildiğine bakılabilir sanırım. Türkiye'de 1 Mayıs her yıl gergin bir bekleyişe sahne olurken Avrupa'da bu tür bir gerilimden eser yoktur. Her kim katılmak istiyorsa yürüyüşe katılır, şehrin en büyük ve önemli meydanında sloganlar atılır, daha sonra eylemciler işçi bayramını kutlamak üzere mesire yerlerine, barlara, restoranlara akın eder. Özellikle İskandinav ülkelerinde 1 Mayıs'ın en organize katılımcılarının hükümet partisinin destekçi ve kadroları olduğunu görmek hazırlıksız bünyelerde tuzlu çay etkisi yapacaktır. Orada insanların yönetime katılma çabaları normal karşılanırken, Türkiye'de maaş kuyruğunda araya kaynamaya çalışan adam muamelesi görür.

Anlatmak istediğim ayrımın büyük kısmını Eren'in yukarıdaki paragrafı özetlemiş. Palmer'ın "Cultures of Darkness" kitabını okurken de bu duyguyu yoğunlukla yaşamıştım. Jazz'ın gecesi, köylünün gecesi, 68'in gecesi, hepsi de zıvanadan çıkmakla ilgiliydi. Bizde biraz iteleme kakalamayla festival havası verilmeye çalışılan gösteriler/ eylemler, Avrupa'da neredeyse Ortaçağ festivallerinden, hatta Bacchus ayinlerinden beri zıvanadan çıkmayı, bu anlamda sistem dışını yaşantılamayı gözler önüne seriyorlar. Biz ise "eylem"imizde bile sınırlar içinde kalmayı erdem sayıyoruz. Bu da "eylem"in kökeninde yer alan "akıl" ile tezatlığı (kılgı-kuram ayrılığı olarak da okunabilir; ama asıl kastım eylemin kendi bilincini içinde taşıdığı -praxis- yönünde) gözden kaçırdığımız ve onun doğasını gerçekte hiç anlamadığımız anlamına geliyor.


Re: Bakma ve Görme Biçimleri

Eylemci/aktivist ayrımının özellikle Türkiye'de yoğun biçimde tartışılmaya başlanmasının 1999'da Dünya Ticaret Örgütü toplantısı sırasında Seattle'da gerçekleştirilen küreselleşme karşıtı gösterilerle birlikte gerçekleştiğini belirtmeden geçmek olmayacaktı. Bu dönemde kimlik politikalarının sınıfı referans alan politik mücadele geleneğine bir alternatif olarak değerlendirilmesi bu iki eylem biçimi arasında bir karşıtlık olduğu algısını da beraberinde getirmişti. Söz konusu tartışmanın detaylarına burada değinebilmem mümkün değil. Fakat bu aktivist/eylemci ayrılığını gerek yerel gerekse küresel ölçekte belirleyen şeyin bu tartışmalar olduğuna da değinmemiz şart herhalde. "Sürekli kendini üretip duran politik dilin yıkıcı etkisi"ni aslında bu bağlamda ele almak niyetindeydim, ama bu kadar güncel ve yoğun bir tartışmaya hakkıyla müdahil olabileceğim hayli kuşkulu olduğundan konuyu meraklısının ilgisine bırakıyorum.

Diğer taraftan Barış'ın şu cümleleri üzerinde durulmaya değer:

""
Biz ise "eylem"imizde bile sınırlar içinde kalmayı erdem sayıyoruz. Bu da "eylem"in kökeninde yer alan "akıl" ile tezatlığı (kılgı-kuram ayrılığı olarak da okunabilir; ama asıl kastım eylemin kendi bilincini içinde taşıdığı -praxis- yönünde) gözden kaçırdığımız ve onun doğasını gerçekte hiç anlamadığımız anlamına geliyor.

Eylemin kendi bilincinin ortaya çıkması, bana öyle geliyor ki, pek sık rastlanan bir şey değil. Çünkü bu durum gerçekleştiğinde o eylemin yamaçtan aşağı yuvarlanan kaya gibi doğruca hedefine doğru ilerlemeye başlayacağını, önünde durulması çok güç bir momentum yaratacağını düşünüyorum. Eylemin değiştirme/dönüştürme potansiyelinin da ancak bu durumda ortaya çıkacağı kanısındayım. Oysa her eylemin bu potansiyeli barındıracağını iddia etmenin pek kolay olmadığını düşünüyorum. Her eylemin kendine uygun biçimi bulabilmesi için belki de daha en baştan eğitimi reddetmek gerekiyor.


Re: Bakma ve Görme Biçimleri

eren dedi ki:
"Sürekli kendini üretip duran politik dilin yıkıcı etkisi"ni aslında bu bağlamda ele almak niyetindeydim, ama bu kadar güncel ve yoğun bir tartışmaya hakkıyla müdahil olabileceğim hayli kuşkulu olduğundan konuyu meraklısının ilgisine bırakıyorum.

Bu konudaki düşüncelerini epey merak ediyorum aslında. Benim de kendi düşüncelerimi derleyip toplamama yardımcı olabileceği sanısındayım.

eren dedi ki:
Eylemin kendi bilincinin ortaya çıkması, bana öyle geliyor ki, pek sık rastlanan bir şey değil. Çünkü bu durum gerçekleştiğinde o eylemin yamaçtan aşağı yuvarlanan kaya gibi doğruca hedefine doğru ilerlemeye başlayacağını, önünde durulması çok güç bir momentum yaratacağını düşünüyorum.

Canetti'nin Kitle ve İktidar'da ele aldığı temel meseleydi bu. Tabii, Canetti bunun "eğitim"le ilgili olmak yerine, bizim "kitle" diye nazikleştirerek ele aldığımız "mass" (kütle) kavramıyla, bir araya gelmiş insan kütlelerinin sürüsel davranışıyla ilgili olduğunu öne sürüyordu.


Re: Bakma ve Görme Biçimleri

Barış Acar dedi ki:
Canetti'nin Kitle ve İktidar'da ele aldığı temel meseleydi bu. Tabii, Canetti bunun "eğitim"le ilgili olmak yerine, bizim "kitle" diye nazikleştirerek ele aldığımız "mass" (kütle) kavramıyla, bir araya gelmiş insan kütlelerinin sürüsel davranışıyla ilgili olduğunu öne sürüyordu.

Canetti'deki "kütle oluş"u Bacchus ayinlerindeki sürüsellikle benzeştirmek çok mu yakışıksız kaçar. (Buradaki "yakışıksız kaçar" ifadesi bile, bizim teorik aklımızın ürettiği ahlâki yanılsamalardan kaynaklanmıyor mu?)

İlgili okumalar:
Bakkhalar - Euripides