UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Urga

06 Tem 2010
Mehmet Sürücü

Sarı Köpeğin Mağrası, Ağlayan Devenin Öyküsü’nden sonra tanıtmak istediğim film; Urga-Aşkın Güçleri (Territory of Love) (1991)

Yine yemyeşil uçsuz bucaksız bozkır, yine yaşamını doğanın içerisinde, hayvancılık yaparak sağlayan, doğa ile içi içe insanlar.

Kaçan hayvanları yakalamak için, ucuna kement şeklinde bir ip takılmış uzun bir sopadır urga. Çoban onunla sürüye hakim olur. Ayrılan hayvanları onunla yakalayıp, tekrar sürüye katar. Burada urga'nın filmin bazı yerlerinde sözü edilen, Moğolların göçebe kültürüyle de özdeşleştirilen simgesel önemine değiniliyor. Filmin bitiminde şu çarpıcı söz, bir hüzün ifadesi...

""
"Marina... urganın ne olduğunu biliyor musun? Ucunda kement olan uzun bir sopa. Moğollar atlarını ve koyunlarını bu sopayla yakalar. Bozkırda sevişirlerken bu sopayı toprağa saplarlar, uzaktan görünüp insanları uyarmak için. Böylece kimse onları rahatsız etmezmiş..."

Film başladığında, yemyeşil bozkırda, elinde urgasıyla, kadının arkasından dörtnala atını koşturan adam bir adam vardır. Uzun bir kovalamacadan sonra adam urganın ipini atın boynuna geçirmeyi başarır. Boynundan yakalanan at dönerken kadın dengesini kaybedip attan düşer. Adam atından inerek kadını yakalamaya, otların üzerine yatırmaya, ona sahip olmaya çalışır. Kadın direnir. Aralarında bir boğuşma olduğunu düşündüğünüz anlarda çimenlerle, otlarda gezinir kamera. Aralarındaki bedensel çekişmeleri göstermez. Kadın adamdan kurtulur. Atına atlayıp dörtnala çadıra doğru kaçar.

Bir sonraki sahnede adamla kadın çadırda karşı karşıyadır. Konuşurlar. Evli olduklarını anladığımızda, urga ile bozkırdaki kovalama sahnesi farklı bir anlam kazanır.

Karısı şehirlidir. Kadın, adama, üç çocuklarının olduğunu, üç çocuğun yetip yetmediğini, neden hala kırlarda bile onunla ilişkide bulunmaya çalıştığını sorar;

"Çin kanunlarını bilmiyor musun? Bebeğe ne olacağını bile bilmiyorsun. Okula kabul etmeyebilirler. Eğer dördüncüyü de istiyorsan gerek yok!" diyerek hoşnutsuzluğunu ifade etmeye çalışır.

Moğollar Çin egemenliğinde yaşamaktadırlar. Çin yasaları çok çocuk yapma konusunda katıdır. Adam bozkırda büyümüş, basit bir göçebedir. Şehre zorunlu zamanların dışında gitmemiştir. Yaşadığı zamanın, teknolojinin hemen hemen tüm gelişmelerinden habersizdir. Kadın adamın çok yabani olduğunu, doğum kontrolü gibi bir şeyden bile haberi olmadığını, eğer şehre gidip bir televizyon alırsa onu izleyip bilgilenebileceğini söyler. Adam şehre bir televizyon almaya gider.

Filmde anlatılan, karı kocanın yanında, yaşlı anaları, biri kız diğeri erkek iki çocukları vardır. Ayrıca filmin hiç beklemediğimiz yerlerinde karşımıza çıkan, uçsuz bucaksız, yemyeşil bozkırda, kırmızı bir şemsiyeyle, rastladığı insanlara gezdiği yerlerden çeşitli haberler taşıyan, ufak tefek hediyelerle hep çocukların kalbini kazanmayı başarabilen, yalpalayan atının üzerinde her zaman sarhoş dolaşan gezgin; Bayartou vardır…

Göz alabildiğine yeşilliğin ortasında, belgesel tadında çekimler çıkar karşımıza. Tepede, otların arasında baba-oğul otururlar. Baba oğluna bir hikaye anlatmak istediğini söyler. Bu öykü onların, Moğolların güçlü oldukları, Cengiz Han zamanlarına ait, bozkırdaki olağanüstü atlarla ilgili bir öyküdür. Sürüdeki beyaz bir tayın öyküsü…

Baba öyküsünü anlatırken yanlarına uçan bir böcek yaklaşır. Böceği bir el hareketiyle yakalayan baba, parmaklarının arasındaki böceğin yaralanmaması için gereken tüm özeni göstererek, oğluna onun ne kadar güzel bir canlı olduğunu anlatır. Çocuğun gözleri, yaşamda yeni tanıdığı olağanüstü bir canlıya bakan şaşkınlıklarla ve ilgiyle parıldamaktadır.

Bu dinginliğin ortasına, uykusuz araç kullanırken, kamyonu yoldan çıkan bir Rus katılır. Kullandığı araç nehre düşmek üzereyken uyanır. Kamyondan iner. Uykusu dağılsın diye koşmaya başlar. Yeşilliklerin arsında koşarken otların arasında bir ölüye rastlar. Ve korkuyla arabasına doğru koşar. O panikle aracı nehre doğru sürer. Aracın ön tarafı suya gömülünce yardım aramaya başlar. Adamın yardım nidalarını duyan baba ona yardım eder. Rus korkuyla, kesik cümlelerle gördüğünü anlatmaya çalışırken, adam ona gördüğünün ne olduğunu anlatır.

Bozkırda gördüğü, amcasıdır. Ölmüş amcayı en güzel giysileriyle, kuşlar, kurtlar, doğadaki tüm canlılar yesin diye doğanın kucağına emanet etmişleridir. Bunu duyan Rus, çok farklı insanların arasında olduğunu, bu insanları da hiç tanımadığını anlamaya başlar.

Rus işaretle sorar, "Burada telefon var mı?"
Adam anlamayan bakışlarla bakar. Rus elini kulağına götürür,
"Alyoo... Alyoo..." der.
Adam, anlamayan şeklide başını sallar…
Rus; öyle ya, der; "Buradan nereyi arayabilirsin ki?"

Filmin çok çarpıcı bir finali var; televizyon denilen aletin çarpıcı, gerçeküstü, etkileyici bir eleştirisi...

Dünya hep değişmektedir. Her yer gibi göçebelerin yaşadıkları yerlar de bundan nasibini almaktadır. kadının türlü yöntemlerle olmamasına çalıştığı dördüncü çocuk büyümüştür. filmin sonundaki sözleri yüreğimizi burkacak acılıktadır;
"Ben, Gombo'nun dördüncü çocuğu,böyle doğdum. Bana Timuçin, dediler. Aynı Cengiz Han'ın çocukluğundaki gibi.
Bu ailemin fikriydi. Burası, babamın zamanında bozkırda urgasını diktiği yer. Şimdi bir baca var orada. Yaşadığım evin penceresinden gayet iyi görülebiliyor. Yanında bir petrol rafinerisi var.Orası çalıştığım yer."

Bu film diğer iki filmi, Sarı Köpeğin Mağrası, Ağlayan Devenin Öyküsü’nü daha farklı bir bakışla bütünlüyor düşünceme göre. Diğer iki filmi izleyip beğenenler bu filmi de beğeneceklerdir sanıyorum.

Kategori:

Re: Urga-Aşkın Güçleri (Territory of Love)

Urga'yı da izlenecekler listeme ekledim Smile