UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Şükran Kurdakul - Giderken

16 Şub 2012
eren

Şükran Kurdakul hapishaneyle erken tanışan yazarlarımızdan. 1946 tevkifatında, henüz 19 yaşındayken tutuklanıyor. Tanığın Biri’nde bu erken tutukluluğun etkilerini olanca yoğunluğuyla hissediyoruz. Kitabın ilk öyküsü olan “Giderken”, bir işkence öyküsü. Daha doğrusu, iç içe kurgulanmış bir “işkenceler” öyküsü. Bu nedenle, öyküye işkenceler penceresinden bakmayı denemek istiyorum.

“Giderken”deki iç içe geçmiş işkencelerden en belirgin olanı hasta yatağında ölümü beklemekte olan işkencecinin 1946 ve 1951 tevkifatlarında tutuklananlara uyguladıkları. İşkenceye maruz kalan TKP’lilerin haykırışları, işkencecinin hafızasında yankılanıp duruyor. Öykü boyunca bölük pörçük kâbuslar gibi gelip giden bu anılar işkence “seans”larından kesitler sunuyor. Kurdakul, işkencenin ağırlığını hissettiriyor, ama işkenceyi suiistimal etmiyor. İki unsurun öykünün dengesinde önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, işkencenin ayrıntılarıyla anlatılmak yerine öykünün içine serpiştirilmesi; ikincisiyse öykünün işkenceyi görenin değil işkencecinin psikolojisine odaklanması. Bu ikisi sayesinde yazar öyküyle arasına mesafe koyabiliyor.

İkinci işkence halkası, hasta işkencecinin uyku ile uyanıklık arasındaki sayıklamalarının karısına yaptığı işkence. Kadın, adamın çığlıklarına bir anlam vermeye çalışıyor, ama bir türlü başaramıyor. Önce iğne yapılmasını istediğini düşünüp hasta bakıcıyı çağıracak oluyor. Sonra adamın “çık dışarı” diye bağırmasıyla odadan çıkıyor. Ne yapması gerektiğini kestiremiyor. Kocasının ölümünü beklemenin sıkıntısına bir de ona bir türlü yardım edememenin yorgunluğu ekleniyor. İşkenceci, istemeden de olsa, ölüm döşeğinde bile işkence etmeye devam ediyor.

En dıştaki işkence halkası ise ölümü bekleyen (giderek ölümü arzulayan) işkencecinin kendi bedeninde gerçekleşiyor. Doğa, işkenceciden âdeta öç alır gibi, onu dayanılmaz ağrılar ve kötü kokular içinde kıvrandırıyor. Öykünün en başında, dışarının iç ferahlatan havasıyla, hasta adamın ağır psikolojisi arasında kurulan karşıtlık bu anlamda önemli bir işlev görüyor. İşkenceci “[d]udakları ile yalamak istiyor bütün renkleri. Serin serin.” İnsanın içini sevinçle dolduran deniz manzarası, ancak morfinle huzura kavuşabilen hastanın halini daha da dayanılmaz kılıyor. “Hiçbir kurtuluş umudunu taşımadığını derinden derine bilmenin yarattığı o dayanılmaz düşüş” bir türlü bırakmıyor yakasını.

Politik baskı, Kurdakul’un öykülerinde en sık karşılaşılan meselelerden biri. Yine de işkence yalnızca iki öyküde kendine yer bulabiliyor: “Giderken” ve “Unutulmaz Baba Resimleri”. Her iki öykü de işkencenin işkenceye maruz kalan üzerindeki etkisini ikincil öğe olarak kullanıp ağırlığını başka bir noktaya konumlandırıyor. Kurdakul’un bu tercihi üzerine düşünmek gerek.

***
"Giderken"
Şükran Kurdakul
Tanığın Biri, Toplu Öyküler içinde,
Evrensel Basım Yayın, İstanbul, 2011

Re: Şükran Kurdakul - Giderken

Eren'in değindiği nokta çok önemli. Hislerle ya da öfkelerle yazılmış hissini yıkıp öyküye farklı bir karakter vermeye yarıyor öyküyü işkencecinin gözüyle aktarmak. Öte türlüsü belki de öykünün inandırıcılığını yok edecekti.


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

Yorumlar ilginç. Öyküyü de şimdi indirdim, bu gece okuyup üzerine yazacağım.


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

Metinde dikkatimi ilk çeken şey, tekrarlanan yansıma sözcüklerdi: "vın, vın". Diğer tekrarlar zaten öyküye kabus havası katıyor yeterince. Az buz değil, dört defa yineleniyor "kendi elleriyle mi" tümcesi. Yansıma sözcük kullanımı ise belirsizliğe itiyor okuyanı. Acı çeken bir adam var, işkenceci olduğunu anlıyoruz; peki bu vın'lamalar da nesi? Benim tahminim, metnin ortalarında geçen palaskanın savrulurken çıkardığı ses olduğu yönünde.

Anlayamadığım ise "eşiklere mahsustur" kısmı.

""
duvarında "eşiklere mahsustur" yazılan bırakılmış bir
arsa
Bilen var mı?

İşkenceci, karısı, belki bir ara görünen kendi kızı, işkence görenler, onların aileleri, çocukları... Bay Eren bahsetmiş zaten öykünün anlatı evrenindeki geçişlerden ve "işkence halkaları"ndan. Benzer sözcüklerin getirdiği çağrışımlar ile iki evren arasında sıkışıp kalan işkenceci ne karalanmış, ne de aklanmış.

İşkencecinin kendi yaşadığı işkence ile makat arasındaki bağ ise bana Dante'nin cehenneme koyduğu İslam peygamberine iliştirdiği cezayı hatırlattı. İlahi Komedya'yı okumadım ama üzerine yazılanlardan anladığım kadarıyla cehennemde yaşayan peygamber, her gün tepeden tırnağa (tırnak kısmının burada neye karşılık geldiği anlaşılmıştır sanıyorum) ikiye bölünmek gibi bir işkenceye maruz kalmaktadır.

Kurdakul'un erken yaştaki hapis deneyimini sonraki yıllarda anlatmışlığı var mıdır bir yazısında, bilmiyorum. Ancak işkenceciye uygun gördüğü ceza, Dante'nin cehennemindeki cezalar ile aynı neredeyse. Kurdakul'un yirmiye yuvarladığı kendi yaşına özgü -kendisini anlatıyor ise- öfke dolu ama vahşi olmayan, akıllıca düşünülmüş ama birazda alaysı bir ceza.

"Geldin mi kızım" ile "biz mi öldüreceğiz" tümcelerinde kimin konuştuğunu kesin olaak söylemek güç sanki. İlkini hem işkenceci, hem hücredeki adam (önce yirmi yaşındayken sonrasında çocuk sahibi olmuştur işkence gören kişi, yahut yirmiye yuvarlanmış yaştaki Kurdakul ile 46'lı ve 51'lilerin ta kendileri tek vücutta birleşiyor; aynı oda(lar)dan geçiyorlar çünkü) yaşarken ikincisini işkence görenler söylüyor sanki? Siz ne düşünüyorsunuz?


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

""
duvarında "eşiklere mahsustur" yazılan bırakılmış bir arsa
Burada sanırım bir yazım yanlışı var: "eşeklere mahsustur" olsa gerek doğrusu. "Buraya işeyen eşektir" demenin biraz kibarlaştırılmış biçimi olduğunu düşünüyorum bunun.

Çağdaş'ın İlahî Komedya usulü cezalandırma konusunda söyledikleri oldukça ilginç. Düşünmek, araştırmak gerek sanırım.

Cümleleri kimin söylediğinin birbirine karışmasının işkenceciyi işkence edilene dönüştürme ediminde işlevli olduğunu düşünmüştüm. Belirli bir noktadan sonra hangi cümleyi kimin söylediği netliğini yitiriyor, işkencecinin zihni de içinden çıkılmaz biçimde allak bullak oluyor...


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

eren dedi ki:
Çağdaş'ın İlahî Komedya usulü cezalandırma konusunda söyledikleri oldukça ilginç. Düşünmek, araştırmak gerek sanırım.

Wikipedia eksenli, ufak çaplı bir araştırma yaptım fakat Kurdakul'un İlahî Komedya'nın "Cehennem" bölümünün 28. Kantosuna gönderme yaptığına dair bir izlenim oluşmadı bende. "Cehennem"in 9. halkasında "hizipçiler" insanlığı böldükleri için ortadan ikiye bölünüp dururlar. Hikâyedeki işkenceciyi "hizipçi" diye nitelemek biraz zorlama olur, diye düşünüyorum.


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

Okuduğum ilk "işkence" metni, Yılmaz Güney'in "Salpa" adlı uzun öyküsüydü. (fazlasıyla etkilendiğim) Sonra Erdal Öz'ün "Yaralısın"ı gelecek sanırım.

Şükran Kurdakul'dan okuduğum hiçbir şey anımsamıyorum. 12 Eylül öncesi yazarlardan olduğunu biliyorum. Bu şaşırttı belki de biraz beni. Çünkü o zamanlar, söylenmek istenen şeyler daha keskin, daha kesen şekillerde atılırdı orta yerlere.

Günümüzde yazılmış bir öykü olduğunu sanıp okurdum Eren'in tanıtımları olmasaydı. Daha o zamanlar Kurdakul'un, doğru bir "deme"yi farklı, ucuza kaçmadan, klişe, solgan olana sapmadan anlatmanın önemini bildiğini düşündüm bu öyküde.

Bazı şeyleri de kabullenemeden tabi ki...

İnsana işkence yapabilecek bir insanın vicdanının, iç sesinin zamanla o insanda tüm yaptıklarını, yaşadıklarını bir masala, öyküye, başkasının başından geçen, televizyonda izlediği bir habere dönüştüreceğine inanıyorum. O insanlar yaşamlarının son saniyelerinde, yaşamın anlamını, doğruyu, gerçeği sorgulayacaklar mı? Sanmıyorum. Bir toprakta ekilen çiçek, ekin boy verebilir ancak.

Bilemiyorum.


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

"Tanığın Biri"nin gözüyle Türkiye'de herhangi bir cezaevinde, siyasi tutuklulara yapılanların aktarılması gibi görünse de bu öykü, salt düz bir anlatım değil. Öykü, okuyucuya yaşananları öykü gerçekliğiyle aktarabilmeyi başarmış. Sadece kendime soruyorum acaba çocuk buluşması, aile kavramının göz önüne taşınıp, buradan okuyucunun kurmasına inanıldığı özdeşlik başka türlü sağlanamaz mıydı? Yazarın, çocuklarına gösterilmeyen mahkumlar imajını kurarak sağladığı bu özdeşlil şart mıydı?


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

İlahi Komedya ile anlamlı bir ilişki kurulabilir mi, bilmiyorum, ama metnin merkezinde "ilahi adalet"in olduğunu söyleyebiliriz. Kurgunun ana ekseninde işkencecinin duyduğu seslerin, zihninde tamir olmayacak şekilde yaraladığı insanların sesine dönüşmesinin olması, ilahi adaleti anlatmanın etkil bir yolu olmuş.

Burada önemli bir ayrım var. İşkenceci, vicdan azabı duymuyor. İşkence görenin ona biçtiği ceza bu değil! İlahi bir güç tarafından, direkt olarak, kendi yaşattığı fiziksel azaba mahkum edilmiş. Burada kişisel olarak benim içimi en çok yakan unsur bu oldu: Demek ki, işkence görenin acısı öylesine unutulamaz, tamir edilemez bir acı ki, onu ancak ilahi bir gücün karşı tarafa aynen yaşatmasıyla biraz da olsa rahatlayabiliyor belki de yaşayan. Kendi düşmanının kendisiyle ölmeden önce özdeş olacağını düşünmek zorunda kalıyor demek ki... Çok dehşet verici geldi bana bu.


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

acarcagdas dedi ki:
Yorumlar ilginç. Öyküyü de şimdi indirdim, bu gece okuyup üzerine yazacağım.

öyküyü nerden indiriyoruz ki Smile ben ilçede oturuyorum. kütüphanemizde de şükran kurdakul kitabı yok. o yüzden yardım edebilir misiniz


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

Moderasyon Notu:

Öyküler bir süre forumda yer alıp tartışıldıktan sonra tüm database'lerden silinmektedir.


Re: Şükran Kurdakul - Giderken

o zaman ulaşma imkanım yok. tamamdır teşekkür ediyorum