UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Pişmiş Kelle Neden Güler?

19 Oca 2014
oktay

Flaman ressam Pieter Brueghel'in 1500'lerde yaptığı tablo Ölümün Zaferi adını taşır. Tablonun tarihsel bağlamları - "tablonun o dönemde yaşanan yıkımların, savaşların, vebanın alegorisi olması"- ile ilgili bir tartışmayı amaçlamıyor olsam da söyleyeceklerim tarihsellik kavramı ile doğrudan ilişkilidir.

Tablo, genel olarak ölüler ordusunun yaşayanların dünyasını işgal etmesini ve yaşayanları esir alıp yer altına göndermesini tasvir etmektedir.Tablonun sağındaki açılan sandığa bir ölü süvarinin zorlaması ile tıkılan yaşayanlar dehşet içerisindedirler. Ölümün elinden ne kundaktaki bebekler ne soylular, ne de krallar ve kraliçeler kurtulabilmektedirler. Ölüme bir kaç yaşayan insan dışında direnmeye çalışan figür bulunmamaktadır, onların eylemleri de hiç de birer kahramanlık hikayesine benzememektedir.

Tablonun sağ alt kısmındaki masanın hemen önünde, iskeletlere kılıcını savuran askerin yüzünden çaresizlik ve korku okunmaktadır.Onun az solunda ise yere düşmüş sırtı bize dönük olan bir diğer asker karşısındaki iskeletin elindeki tırpan ile burun buruna kalmıştır. Sağ tarafta yere yığılmış bitap haldeki kral hazinesini yağmalayan ölü askerleri ancak izleyebilmektedir. Gözümüzü kralın hemen üstündeki kurukafa dolu at arabasından öteye kaydırdığımızda, bir tür iskelet engizisyon kurulu ile karşılaşırız. Büyük bir haçın ardına dizilmiş üyeler hüküm vermekte ve infazları uygulamaktadırlar.

Tabloda türlü işkencelere dair oldukça ayrıntılı bir anlatım söz konusudur. "Ölüm" karşısında "yaşamın" maruz kaldığı yıkım tüm çıplaklığı ile resmedilmiştir. Ancak tabloda asıl ilginç olan şey şudur ki, insanların yüzlerinde ne denli keder, korku ve acı varsa; iskeletlerin o çarpık ifadelerinde o denli haz, neşe ve alay vardır.İskeletler hiç de yaptıkları işi bir ciddiyet içerisinde yapıyor değildirler.Ölüm ordusunun her bir neferi gülmektedir. Öyle ki bu neferlerden bazıları neşelerini gösterecek komik işlere girişmişlerdir: Biri mağlup olmuş krala elinde tuttuğu kum saatini göstermekte, bir diğeri sağ taraftaki masanın berisindeki kadına tabak içinde bir kurukafa sunmakta, sağ alt köşede ise bir iskelet aşığına serenat yapan bir adamı taklit ederek gülümsemektedir. Yuvarlak masanın önünde yüzünde gülen bir mask olan iskelet ise daha ince bir mizahçı olduğunu kanıtlarcasına tablodaki yerini alır.Zira, gülen maskın altında gerçekten gülen bir kurukafa olmalıdır.

***

“Öl-” ve “ol-“ Türkçenin bir ironisi olsa gerek birbirinden bir sesle, iki nokta ile ayrılır. Bu iki söz birbirlerinin zıttı olarak kodlanmışlardır. Mistisizmi/tasavvufi anlayışı şimdilik bir yana bırakırsak "öl-" bu zıtlardan kötünün tarafıyken -ölüm ayrılıktır, ölüm acıdır, ölüm bitiştir, ölüm siyahtır; "ol-" ise olumlu bir kavram olarak tasavvur edilir. çünkü "öl-" bir zamansallık, tarihsellik, geçicilik ve oluş ile birlikte tasavvur edilirken; "ol-" tam, sonsuzluk, ezeli ve ebedi olan varlık ile birlikte tasavvur edilir.
Tasavvufi anlayışta ölüm, vuslat düşüncesinde eritilerek negatif anlamından kurtarılmış, “olmak” gibi pozitif bir statüye çekilmiştir, bu yapılırken de “yaşamın” mahkum edilmesinden çekinilmemesi akıldan çıkarılmaması gereken bir nokta olarak kendini göstermektedir.Dünyadan nimetlerinden el çekilmesi, nefsin-egonun terbiye edilmesi gerektiğini savunan mistikler benliklerini öldürmeye çalışırken; kendilerinden daha büyük bir benliğe tabii olmayı, onun bir parçası olarak daha büyük bir varlığa katılıp fenafillaha-nirvanaya ulaşmayı amaçlarlar.Aslında, yapmaya çalıştıkları şey nefsi gerçek dünyada sınırlandırıp, öte dünya için besleyerek ezeli ve ebedi bir varlığın parçası haline getirmek için uğraşmaktır.Böylece hiçliğe ulaştığını söyleyen ama asıl olarak hiçliklerinde hep olma çabası gizli olan mistikler, hiçliğe ulaşmaya değil, aslında hepliğe ermeye çabalarlar ve bu nedenle de ölümle/hiçlikle barışmış değildirler.Onu yadsıyarak yüceltmektedirler.

Mistiğin ötede rahata ve huzura ermenin dışında bir "amaç" ile “mistik hiçe” yönenildiğini varsaysak bile , “mistik hiçin” kabülü insanı bu dünyada "insanlık kimliği" ile var kıldığı için yahut bizatihi "ötenin ötesindeki amaç" vesilesiyle mistisizm gizil bir faydacı olmaktan kurtulamaz. "Bir" yüceltilir, "ben" küçültülür ve bu sayede ben var olur ve teleolojisine ulaşır. Ölüm kurtuluş, kavuşma olur, psikolojik savunma mekanizması yine devreye girmiştir ve en önemli silahlarından olan “kavramsal mumyalar” yardımıyla iş görmeye başlamıştır.Ölüme yüklenen “bir”leşme onun negatifliğini olumluya çevirir.Bire vuslat, insanın teleolojisine kavuşmasıdır, bunun için ölüm kutsanır.

İslam tasavvufunun ağa-babası olan Sokratik-Platonik anlayışla aynı düşünsel izleklere sahip olduğunu düşündüğüm bu türlü hiççilik aslında bir hiçleme değil de, tam tersi bir "insan olma ayrıcalığına ulaşma" ya da “olma durumunu statikleştirme” çabası gibi durmaktadır .

***

Bu noktada karanlık ve aydınlık sözcükleri üzerinde durmak gerekli.”Olmak”a verilen pozitif anlamın bir benzeri aydınlığa/ışığa verilmişken, ölmenin negatifliği karanlığa sinmiştir ve bunların görsel kavramlar olmaları önemli bir noktadır.Siyahın belirsizliğindeki korku ile karanlığın çocukta oluşturduğu korku, ölüm öğrenildikten sonra sona ermenin/ölümün üzerine yapışır.Zaten ölüm düşüncesinin insan tasavvurundaki ilk etkisi çoğunlukla göze ilişkindir.-Freud'un söylediğini hatırlayalım: Çocuğun bir kişinin gitmesini istemesi, onun gözden kaybolmasını istemesi aslında o kişinin ölmesini istemesidir- Görselliğin ölüme bu denli sinmiş olmasının bir başka nedeni ise belki de çevreden edindiğimiz bilgilerin çoğunu görsellik sayesinde edinmemizdir. Öyleyse, İnsan fizyolojisi; ölümün ve karanlığın düşünülme tarzını biçimlendirmektedir: "Kara veba", "kara toprak" gibi ifadeler, siyahın yas rengi oluşu...
İnsan zihninde genel olarak karanlık şeklinde kodlanmış olan “ölümün”, İslam dinine göre beyaz bir örtü ile sarılarak gömülmelerinin altındaki psişik etken de “kara ölüme” karşı bir savunma geliştirmekle ilişkili olmalıdır.Yine aynı şekilde tasavvuf inancında pervanenin vecd halinde “aydınlanmak” için ateşin etrafında uçuşarak can vermesi görselliğin etkisinde oluşur; ölümün ışık ile birlikte anılmasını, ondaki karanlığın ürkütücülüğüne karşı insanca bir savunma olarak düşünmek çok da yanlış olmasa gerek. Bu Eski Türklerin korktukları ve bu korkudan dolayı saygı duydukları bögüye, küçüklüğü ve zararsızlığıyla anılan kurdun ismini verip sonra da kurda özel bir yer atfetmelerine benzetilebilir.

***

“ol-“ ve “öl-” birbirinden bu denli uzak değildirler, hatta bunlar iç içe geçmiştirler.Ancak kendini “o”nun merkezinde konumlandıran eşref-i mahlukat “ö” üzerindeki iki noktayı o kadar büyütür ki, onun altında kalıp ezilmeye başlar. İşte, Ölümün Zaferi'nin hamlesi burada önem kazanır.İlk olarak , tablo ölüm ve yaşamın birbirinden yalıtılmasına müdahale eder.Ölüm, kapatıldığı yer altından çıkarılıp bu dünyaya geri getirilmiştir.Şehir merkezlerinin dışına çıkarılan mezarlıklar vasıtası ile gündelik hayatın da dışına çıkarılan ve öte dünyaya gönderilen cesetler yaşama dahil olduklarını kanıtlarcasına tablonun her yerindedirler. İnsan ruhunun ölümsüzlüğünün kanıtı olan defin işlemi iskelet ordusunun yaşayanları yer altına sürmesi ile tersine çevrilmiştir.Artık "ölüm", "yaşama" aittir ve "yaşam" da "ölümündür". Bu hiç de "Freudcu bir eros/tanathos dengesi" değildir. Zira tanathos, organik varlığın inorganik varlığa dönüşme dürtüsü değildir. "Ölüm dürtüsünün" böyle tasavvuru; kendisine karşı dönen öznenin yani vicdan azabının "ölüm itkisini" ve özellikle saldırganlığı tasavvur etme biçimidir ve bu mümkün olan tek tasavvur değildir.

İşte bir iskeletin gülmesinin anlamı burada üzerine düşünülmesi gereken bir mesele olmaktadır ki, söz konusu meseleye dair bir başka güzel örneği Tim Burton'un Corpse Bride'ında buluruz. Corpse Bride'da da "ölüler", "yaşayanların dünyasını" istila etmektedirler. Daha ilginç olanı ise, bu filmde de "ölülerin" "yaşayanlara" oranla çok daha yaşam dolu olmalarıdır. Yaşam; durağanlık ve ölümsüzlük kavramı ile düşünüldüğünde, yani metafiziki bir tasavvur ile kavrandığında ortaya çıkan tatminsizlik, yaşamak ile melankoliyi doğal müttefiklere dönüştürmektedir.
İnsan etkinliğinin hareket ettiricisi olarak dışsal bir merci atandığında ortaya çıkan melankolidir. Çünkü bu "verili dışsal merci" bir bütünleşme isteğine dönüşmekte ve bu istek de ancak organik canlının ölümü yani "ölerek inorganik bütünleşmeyi gerçekleştirmeyi" kurtuluş olarak görmesi ile sonuçlanmaktadır. Yaşamdan önceki bütünlüğe dair fantazi, vicdan azabının çileci idealidir.

***

Ölümün Zaferi, tablo için olabilecek en güzel isimlerden biridir. Bu isim insana bu dünyanın fani ve böylece de ölülerin dünyasının yani öte dünyanın ebedi olduğunu anımsatan bir kıssa olduğu için değil, aksine tarihsel olan, yani ölüm/hiç zafer kazandığı için. Ve her gerçek zaferde olduğu gibi muzafferlerler neşeyle gülerek alay ettiği için... Ölümün Zaferi, nihilizmin kendi kendisini alt edişini sahneler.

Kategori:

Re: Pişmiş Kelle Neden Güler?

Vay anasını!

İşte tokat gibi bir deneme.

""
Böylece hiçliğe ulaştığını söyleyen ama asıl olarak hiçliklerinde hep olma çabası gizli olan mistikler, hiçliğe ulaşmaya değil, aslında hepliğe ermeye çabalarlar ve bu nedenle de ölümle/hiçlikle barışmış değildirler.

""
“ol-“ ve “öl-” birbirinden bu denli uzak değildirler, hatta bunlar iç içe geçmiştirler.Ancak kendini “o”nun merkezinde konumlandıran eşref-i mahlukat “ö” üzerindeki iki noktayı o kadar büyütür ki, onun altında kalıp ezilmeye başlar.

Bu alıntılarda daha ince şeylere uzandığımı hissettim.

""
Ölümün Zaferi, nihilizmin kendi kendisini alt edişini sahneler.

Burasını biraz daha anlaşılır kılabilecek nedir diye düşündüm.

Sevgili Oktay'a böylesi harika bir yazı için teşekürler ediyorum.

NOT: Belki ilgisi uzak ama bir film var yakınlarda yapılmış;
http://www.imdb.com/title/tt1324055/


Re: Pişmiş Kelle Neden Güler?

""
pişmiş kelle neden güler?

En sonda olduğundan.


Re: Pişmiş Kelle Neden Güler?

Lazarus var bir de. Leonid Andreyev'in yine Lazarus isimli öyküsünde yer altından gelenin bu sefer pek şenlikli olmayan yaşadıkları anlatılıyor.

""
Ölümün Zaferi, nihilizmin kendi kendisini alt edişini sahneler.

Bu düşünceyi anlayamadım. Ölümün bir yandan nihilizme destek çıkarken bir yandan da nihilizmin, çok sakat bi deyiş olacak belki ya neyse, düşünsel şımarıklığına haddini bildirdiği gibi bir anlam taşıyor sanki. Bunu tasavvuf düşüncesinin hayatı reddetme şımarıklığına bağlı mı okumalı, bu yol nereye gider, kestiremiyorum.


Re: Pişmiş Kelle Neden Güler?

Leonid Andreyev'in Lazarus'unu okumadım ancak "Lazarus'un geri dönüşünün" Hristiyanca bir olay olduğu düşünülürse bu geri dönmede neden pek şenlikli olaylar olmadığı da anlaşılabilir. geri dönen iskeletin "kötücül sırıtması" ile muhtelif tasvirlerde yer aldığı haliyle geri dönmüş olan İsa'nın (resurrection) kutsal ışık içindeki vaaz eden soğuk dinginliğinin farkını da buna ekleyerek düşünmek gerekiyor. burada, yukarıdaki yazıda da pek açıkça olmasa da ifade etmeye çalıştığım üzere; ölümün (ve dolayısıyla dirilişin de) iki farklı anlamı söz konusudur.