UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Panayır Gibi, Sur Da Sürüyor*

14 Oca 2014
Zeynep Sönmez

Sur, Adnan Özyalçıner’in özgün yerini imleyen, kanımca öykücülüğümüzdeki en önemli kitaplardan biri. Yazarının deyimiyle “betimleyici” görüşle yazılmış öykülerden oluşuyor. Özyalçıner’in ikinci öykü kitabı olmakla birlikte, öykülerdeki dilde yoğun biçimde kullanılmış lirizm, uzun cümleler ve çağrışımlar sayesinde, yazarın ustalık dönemi öykülerinin yer aldığı bir kitap. Panayır’ın yayımlanmasından sonra Özyalçıner öyküleri için, şiirdeki İkinci Yeni’nin öyküdeki uzantısı denmiş ve yazar bu görüşe karşı çıkmışsa da, Sur’un da bu kapsama dahil edilerek, İkinci Yeni’yle tam olarak ilişkilenmemesine karşın, şiirin öyküde verdiği uç olarak değerlendirilmesi; kendini tekrarlamaktan ve kendine öykünmekten çekinen bir yazar olduğu rahatlıkla söylenebilecek Özyalçıner’in bir yeniden üretimi olarak görülmesi kaçınılmazdır.


Öykülerinde “İkinci Yeni’nin daha çok cümle ve kelime deformasyonlarına dayanmasının, rastlantısallığa bağlı bir tür anlamsızlığı savunmasının aranamayacağını”(1) söyleyen Özyalçıner, Sur’daki öykülerde gerçekçi bakış açısından ödün vermeden, görünen gerçeği sorgulamaya devam etmiştir çünkü ona göre bu sorgulama, toplumculuğu savunmanın yollarından biridir ve sanatçının özgürlüğü, gerçeğin aktarımının tek bir yolla, yalnız düz anlatımla olabileceğini sananlar karşısında korunmalıdır.

Yazarın söz konusu itirazını, yorumların bir anlamda kabulu –Özyalçıner, öyküleriyle kurulan benzerlikte sanki İkinci Yeni’yi yapan biçimsel unsurları olumluyor da içeriksel unsurlara çekince koyuyor gibidir– olarak değerlendirmek mümkün olmakla birlikte; yorumun sonsuzluğu karşısında sağlam bir duruş sergilemek, şiirin ‘anlatma’ sanatı olmaya karşı tutumu ile öykü arasında düzyazıdan yana durduğunu belirterek, yazdıklarının altında gerçeğin aranması gerektiğini okura hatırlatmak isteyen bir yazarın sözleri olarak okumak da mümkün.

Panayır’dan:

""
Çıplak ampulü hikâyelerde, romanlarda, kös dinlemişim bunca yıl. Anlamına varamadan. Şapkasız, ipinin ucunda yapayalnız, kel, güdük ve yoksul bir ampul demekmiş bu. Şimdi anlıyorum. Bunca yıl altında yatıp kalktıktan sonra, şimdi. Işıkları, yetersiz ışıkları bunca yıl her yanımı kararttıktan sonra, şimdi. Meğer biz, bunca yıl, çıplak ampullü odalarda oturuyormuşuz da haberim yokmuş.(2)

Aydın Çubukçu, Yağma’ya yazdığı önsözde şöyle diyor:

""
Adnan Özyalçıner’in öyküleri, hemen hemen tümüyle bir olay üzerine kurulmuştur. Ama Özyalçıner hiçbir öyküsünde olayı anlatmakla kalmaz; çünkü olay, sadece bir kabuktur. Olup biteni, insanları ve eşyaları, ilişkileri ve değişimi toparlayan, çerçeveleyen, onların birlikte oluşlarının açıklanmasını içeren bir biçimdir. Her olay, daha derindeki bir gerçeği açığa çıkarmak için kendisinden hareket edilecek bir başlangıç noktasıdır. Oradan öze gidilir.(3)

Bu tespit, Özyalçıner’in özellikle Yağma ve sonrasındaki kitaplarında belirginleşen olay öyküleri için daha çok geçerlidir. Özyalçıner’in ilk iki kitabının ise –Panayır’dan çok Sur– durum anlatılarının ağırlıklı olarak yer aldığı öykülerden oluştuğu söylenebilir. O gün böylesi öyküler ‘insansız’ olarak eleştirilmişlerse de, günümüzün öykü anlayışında kendine daha çok yer bulduğuna inandığım Sur’daki öyküler; olaydan çok durumun anlatıldığı, anlatıda insanın ve olayın pusta kaldığı, durumdan yola çıkarak toplumsala varmaya çalışan öyküler olmakla, özel niteliklerini koruyorlar.

Diğer yandan, gündelik yaşamın en olağan olay ya da eylemlerinde, görünmeyen, ortaya çıkarılacak, öyküleşecek sıra dışı bir durumun olması, öykünün, yaşamın tam da içinde; arabaya koşulu, bekleyen bir beygirde ya da sergilenen portakallarda gizli olduğunu göstermez mi? Bu gizi açığa çıkaran dilin gerçekçiliği ile, sivriliğini törpüleyen imgeselliğin harmanı, Sur öykülerinin özünü oluşturuyor:

""
Kendi yoksul, üstelik üşütücü, giderek de öldürücü ıslaklığı içinde –kısa sürecek bir benzerlikten bir anlık mutluluğu adına yararlanarak– o soylu atın görkemliliğine, ululuğuna eş bir duruşla duruyor, yıpranmış koşumlarına, paslı, ötmeyen çıngıraklarına, hiç de çekici olmayan incik bocuklarına, solgun renkli, ölgün püsküllerine, ağzının kenarlarını nasırlaştıran geme bakmadan, dikelmeye çalışıyordu okunun ortasında.

Portakallar da sırtlarını parlak güneşe dönmüşlerdi. Aylardır, örümcekli, havasız depolarda kirlenen derileri, pörsüyerek cılızlaşan gövdeleri, yağmurun altında uzun zaman kalmaktan şişip temizlendiğinden, güney bahçelerinin güneşli, ağır, ballı, turuncu topları gibi parladıklarını sanarak, büsbütün şişiniyorlardı...(4)

Özyalçıner’in asla ödün vermediği toplumsal eleştiri içeren dil, Sur’da kendini yer yer detaylara odaklanma ile ortaya koyuyor ve akla Flaubert’in Mauppassant’a söylediği, “her şeyde keşfedilmemiş bir kısım olduğu” sözünü getiriyor. Kısa öykünün tanım-tanımazlığı, ele avuca gelmezliği bilinir ve detaylara, yani bir fona kısa öyküde ihtiyaç duyulmadığı da. Sur, kendi döneminde olduğuna inandığım biçimde bugün de kısa öykünün tanımına ilişkin yetkinlik sunuyor edebiyata: Anlatıda detayların anlama, anlatılmak istenene mal edilmesi sonucunda duyumsanan ince işçilikli, özlü söyleyiş. Bu, yazarına 1964 yılının Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazandıran Sur’u özel kılan nedenlerden diğeri.

""
Eskime ağır ağır gelişiyor. Yürürken anlıyorum. Bir gün bakıyorum ayakkabılarım kaldırımlarda eksik bir nalça sesiyle sürükleniyor. Burada tutup ayakkabıya bir nalça taktırmak, ayakkabının eksik sürüklenişlerini tamamlayabilir. Ama bunu yapmıyorum. Bir süre sonra bakıyorum, nalça uğultusundan bir yongacık bile yok kaldırımlarda. Sessiz sessiz ilerliyorum…Ve kaldırım taşları, yavaş yavaş sivriliyor tabanlarımın altında…(5)

İlk kitabı Panayır’dan beri, şeylerden surlarıyla birlikte şehre, şehrin insanlarından yalnızlığa, yalnızlıktan kalabalıklara, yoksulluktan sınıflar arasındaki çelişki ve çatışmalara varıncaya değin saklı olanı anlatarak açığa çıkarmayı, böylece büyük resmi görüp göstermeyi amaç edinen Özyalçıner’in öykülerinde rastlamadığımız kavramsa ‘yabancılaşma’dır. Çünkü yazar, ödünsüz aydın sorumluluğunun bilinciyle taraf tutmanın omurgalı duruşuna sahip çıkmış; çıkış yolunun varlığına daima inanmış, o yola umutla varılabileceğinin altını çizmekten geri durmamıştır.

""
…çabucak durağa çıktık. Şehre gidecek otobüs oradaydı. Işıklarını yakmış bekliyordu. Eve dönünce ilk işim saati kurmak olmalı diye düşündüm. Yarın işe geç kalmamalıydım. İşten çıkınca, tanıdık bir iki tecimevine uğrayıp eve götürülebilecek ek işler araştırmam gerekecekti. Kayıkçı, yarım adımlık bir aralıkla izliyordu beni. Cebimdeki bozuklukları karıştırırken, elimde olmayarak, ayırdığım iki kişilik bilet parasını avucumun içinde, cesaretle sıktım.(6)

Özyalçıner, çağımızı, çağımızda insanın içinde bulunduğu çıkmazları betimleyen ve 1960’ta yayımlanan ilk kitabı için, “Panayırın sürdüğünü yalnız ben biliyorum.” demişti, kitaba 1996’da yazdığı önsözde. Panayır gibi, Sur da, içindeki o güzel öykülerle ve onların manidar isimleriyle; "İnilti"yle, "Avuntu"yla, "Döküntü Pazarı"yla, "Yangın", "Çark" ve "Sur"la sürüyor…

Dipnotlar:
1-Adnan Özyalçıner, Panayır, Evrensel Basım Yayın, 2009.
2-a.g.e.
3-Aydın Çubukçu, “Çekirdeği Dünya Öyküler”, Adnan Özyalçıner, Gözleri Bağlı Adam/Yağma, Toplu Öyküler 2, Evrensel Basım Yayın, 2001.
4-Adnan Özyalçıner, Sur, Sürek Yayınları, 1963.
5-a.g.e.
6-a.g.e.

Zeynep Sönmez

---
*Bu yazı, ilk olarak, Öykü Teknesi'nin Kasım-Aralık 2011 tarihli 24. sayısında yayımlanmıştır.

Re: Panayır Gibi, Sur Da Sürüyor*

İki yıl kadar önce, ben de Adnan Özyalçıner'in iki kitabı (Gözleri Bağlı Adam ve Yağma) üzerine kısa notlarımı paylaşmıştım. Panayır, okuduklarım içinde en beğendiğim Özyalçıner kitabıdır. Ne yazık ki bu iki kitap şu anda elimin altında değil, o nedenle tartışmaya katılamıyorum. Belki yavaş yavaş Özyalçıner'le ilgili bir okuma planı çıkarmaya başlarız, diye umut ediyorum yine de...

Zeynep Sönmez'e bir sorum var: bu iki kitabın her birinden birer ikişer öykü seçecek olsaydı, hangi öyküleri önerirdi acaba?


Re: Panayır Gibi, Sur Da Sürüyor*

Sur'daki öykülerin hemen hepsi özeldir ama Avuntu, kitabın en güzel öyküsü bana göre. Panayır'da ise Çıplak Bir Ampulün Altında Olup Bitenler bambaşkadır...


Re: Panayır Gibi, Sur Da Sürüyor*

Peki birisi bu öyküyü(öyküleri) yükleyip de okutamaz mı bize acaba? Hazır ortalık biraz seslenmişken. Belki üzerinde bir şeyler paylaşılıp konuşulur.


Re: Panayır Gibi, Sur Da Sürüyor*

Mehmet Sürücü dedi ki:
Peki birisi bu öyküyü(öyküleri) yükleyip de okutamaz mı bize acaba? Hazır ortalık biraz seslenmişken. Belki üzerinde bir şeyler paylaşılıp konuşulur.

Belki Adnan Özyalçıner için bir okuma planı yaparız. Öylesi daha da güzel olur.