UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

11 Nis 2009
Barış Acar

Beyaz Mantolu Adam öyküsüyle ilgili bu başlıkta Nurten Öztürk şöyle bir soru sormuştu:

Öz Nurten dedi ki:
Bu soru şu aralar aklıma sıkça takılır oldu: okuyucu, örneğin bir öyküyü anlamak/ anlamlandırmak için sık sık yazara, ya da hakkında yazılan yazılara başvuruyorsa burada bir sorun var mıdır? Yazarın okuyucuya ulaşamadığından, dolayısı ile öykünün kendini anlatamadığından söz edebilir miyiz? Ya da okuyucunun alımlama gücünün/yeteneğinin zayıflığından mı söz etmeliyiz? Ya da hiçbiri mi?

Bu sorunun üzerinde özellikle durmak gerekli. Çünkü bu tümüyle yöntemsel bir ayrımın eşiğine getiriyor bizi. Ardından da bir yığın kuram sökün ediyor. Bu konuda her akımın farklı bir yol tutturduğunu söylemek mümkün. Berna Moran'ın, başucu kitabı olarak da nitelenebilecek, "Edebiyat Kuramları ve Eleştiri" kitabından kabaca bir sınıflama yapmak gerekirse;

  • Yansıtma Kuramı ve Toplumcu Eleştiri
  • Dışavurumculuk
  • Sanatçıya Dönük Eleştiri
  • Biçimci Okullar
  • Okur Merkezli Kuramlar

ana başlıklar olarak belirlenebilir. Bunlardan "yansıtma kuramları" genel olarak sanat yapıtının dış dünyanın (reel gerçekliğin) bir yansıması olduğunu öne sürerken, "dışavurumcular" buna hiçbir şekilde katılmazlar. Yapıt, sanatçının ruhsal durumlarının bir dışavurumu temelinde değerlendirilir. Dolayısıyla onu anlamak için toplumsal yapıyı çözümlemek yerine sanatçının psişik eğilimlerine yönelmek gerekir. Moran'ın "sanatçıya dönük eleştiriler" olarak grupladığı yaklaşımlar ise, ikonografik bir analizi ön planda tutarak, sanatçının yaşamöyküsünün, onun içinde bulunduğu toplumsal ve bireysel koşulların yapıtın anlaşılmasında kritik önemde olduğunu belirtirler. Elbette, bütün "biçimci okullar" ve "okur merkezli kuramlar" bu yaklaşıma şiddetle karşı çıkar. Biçimci okullar, yapıtın kendi başına bir bütünlük arz ettiğini; dolayısıyla onun anlaşılması için topluma ya da sanatçısına değil, yapıtın kurucu öğelerine, o öğelerin işleniş biçimine bakılması gerektiği üzerinde durur. Okur merkezli kuramlar ise, yapıtın bir alımlama etkinliği olduğunu, -özellikle modern dönemlerle birlikte- her yapıtın alımlayıcı (okur, seyirci vb.) tarafından farklı bir bilgi birikimiyle bambaşka bir biçimde okunabileceğini öne sürer.

Çok kabaca ve hızlı yaptığım için birçok eksiği ve hatayı içinde barındırabilecek olan yukarıdaki tanımlardan sonra belki şu söylenebilir: Bu ana yönelimlerin herbirinin içinde farklı farklı okullar, farklı farklı akımlar da bulmak olanaklıdır. Hatta zaman içinde biçim değiştirenler, farklı yazarlar ve uygulayıcılar tarafından çok farklı yorumlananlar vb. de...

Belki bu başlık altında yavaş yavaş bu yöntemleri ele alıp tartışabiliriz.

Kategori:

Re: Öyküde Eleştiri Yöntemleri

Bir yapıt değerlendirilirken, yukarıda sıralanan kuramlardan birini tercih etmek zorunda olmadığımızı bu kuramlara ait yöntemlerin hepsinin kullanılabileceğini düşünüyorum. Okuduğumuz öyküyü bu yöntemlerden birini ya da tümünü kullanarak ele almak çok yararlı olur. Kitaplığım kırıldığı için kitaplarım üst üste yığılı, darma dağınık. Şimdi, verilen başlıklara bakamadım.


Re: Öyküde Eleştiri Yöntemleri

Elif dedi ki:
Bir yapıt değerlendirilirken, yukarıda sıralanan kuramlardan birini tercih etmek zorunda olmadığımızı bu kuramlara ait yöntemlerin hepsinin kullanılabileceğini düşünüyorum.

Zaten dananın kuyruğunun koptuğu yer de burası. Bu yöntemlerden birini diğerlerine karşı benimseyenlerin de çok farklı tavırlar takındığını, rafine ve yalnızca kendi yöntemine bağlı kalarak ilerleyebildiğini öne sürmek güç. Ancak sonuçta yöntemsel ayrım konusunda soru gelip şuraya dayanıyor:

"Korkuyu Beklerken";

  • 1970'li yılların toplumsal çalkantıları içinde bocalayan küçük burjuvayı mı yansıtmaktadır?
  • Yaşamda tutunamayan bir bireyin obsesif ve paranoyakça tutumlarını mı konu edinmektedir?
  • Oğuz Atay'ın akademiye ve toplumun entelektüel kesimine karşı tepkisini mi dile getirmektedir?
  • Bilinç akışı tekniğiyle kaleme alınmış, bir monologlar bütünü müdür?
  • Kiminin şizofren olarak görüp algılayacağı, kiminin bir modernizm eleştirisi olarak göreceği bir açık yapıt mıdır?

Kuşkusuz bu soru cümlelerine pek çok farklı soru da eklenebilir. Ancak sonuçta bir önceki iletimdeki yöntemlere göre geliştirdiğimiz açıklama biçimlerimiz bu ifadelerden birinde gelip düğümlenecektir. Yöntemsel ayrımların oluşma sebepleri de budur.


Öykü İnceleme Yöntemleri

Forumumuzun işleyişinin temel dinamiğini öykü değerlendirme uğraşı, bu uğraşın da ilk durağını "edebî eleştiri" oluşturuyor. Edebî eleştiri denince edebiyat dünyasında bilinen kimi ekoller, yaklaşım biçimleri, metni ele alış şekilleri bulunuyor. Bu başlık altında elimden geldiğince bu ekoller hakkında bilgi vereceğim. Başlık için seçtiğim şimdilik iki yapıt var. Zamanla, başlığı takip edenlerin ilgisiyle bu yapıtları genişletir; zengin bir okuma süreci yaratabiliriz.


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

Bu konuda yararlanacağım ilk yapıt, Emin Özdemir'in "Eleştirel Okuma" adlı eseri olacak.

Yazar, ilk bölümde okumanın işlevine değindikten sonra ikinci bölümde "Okumanın İletişimsel Boyutları" adı altında, bu uğraşıdaki öğelerin konumunu belirlemeye çalışıyor. Öncelikle bu boyutları "yazar, okur, amaç ve metin" olmak üzere dört öğede toparlıyor.

"Yazar"ı konuşma etkinliğindeki konuşan, kişinin; okuru ise dinleyenin yerine koyuyor. Hâliyle bu ilişkinin temelini dil etkinliği oluşturuyor. Bu ikili ilişkide verici ve alıcının içinde yaşadığı anlam evreni önemli bir rol üstleniyor. Eğer ki bu evrenler kesişmezse metin üzerinde oluşabilecek iletişim de ortadan kalkar. Bu ortaklığı Emin Özdemir şöyle açıklıyor yazar:

""
İşte vericinin sunduğu bildirimin alıcıda belirli bir yankı uyandırması, alıcıyla verici arasında yaşam ve dil ortaklığının bulunması, bu alanlarının kesişmesi gerekir. Böyle ortaklık ve kesişme yoksa, bildirim amacına ulaşmaz, iletişim gerçekleşmez.

Kimi yapıtların anlaşılmasında yaşanan güçlüğün temelinde sanırım bu tanı yer alıyor. O hâlde metnin anlaşılması için okur gereken çabayı göstermelidir. Bunu da ancak okur, yeterli bir donanıma sahipse yapabilir. Aksi takdirde birçok metin okur için içine girilemeyen, ortaklık kurulamayan türden olacaktır.

E. Özdemir, her okuma ediminin bir amaca yönelik olduğunu, adı ne olursa olsun bu etkinlikten amaçlanan bir şeylerin -bilgi edinme, hoşça vakit geçirme, bir soruya karşılık bulma- mutlaka bulunduğunu açıklıyor. Amaç da okuyucuyu belirli bir iletişim konumuna sokar. Okuyucunun amacı da metnin yazılma amacına paralel olarak değişmektedir. O hâlde yazarın metnini oluştururken takındığı tutum, okuyucunun amacını da belirlemektedir. Buradan son öğeye yani "metin" bölümüne geçebiliriz.

Yazar, metni "Okumaya konu olan, basılı ve yazılı, anlam ve anlatım bütünlüğü bulunan her şey geniş anlamda metindir." ifadesiyle tanımlıyor; "Bir bakıma yazıya dönüştürdüğü bildiriyi taşıyan bu şeyin adıdır metin." diyerek tanımı başka bir şekilde belirlemeye çalışıyor. Yazarın bildirisine gör metinler iki gruba ayrılıyor. Biri, anlatılanların gerçek yaşamdaki nesneler, varlıklar, olaylar, olgularla ilgili olan; hayal gücünün olmadığı, öncelikle bir anlamı, özü doğrudan bir söylemle anlatan "öğretici metinler"dir. Bunları "makale, deneme, eleştiri, gezi yazısı" vb. metinler oluşturuyor. Diğerini ise "yazınsal metin" denen ve bizim asıl üstünde duracağımız "öykü, roman, masal, şiir" vb. gibi kurmacaya dayanan metinler oluşturmaktadır.

Bu girizgahtan sonra yazınsal metinden yola çıkarak yazımı genişletmeye çalışacağım.

Alıntılar: Emin Özdemir, Eleştirel Okuma, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1997:24,25


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

Ben de ara ara, Bilge Karasu'nun Susanlar kitabından okur ve yazar arasındaki ilişkiye dair düşüncelerini aktarabilirim.


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

""
Ben de ara ara, Bilge Karasu'nun Susanlar kitabından okur ve yazar arasındaki ilişkiye dair düşüncelerini aktarabilirim.

Çok güzel olur. Böylece başlığı daha da zenginleştiririz.


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

Yukarıda da değindiğim gibi bizim hakkında düşüneceğimiz, fikir yürütmeye çalışacağımız metinler yazınsal metinler olacak. O hâlde ilkin yazınsal metinleri E. Özdemir'in nasıl tanımladığına bakalım:

""
Yazınsal metinlerde dil, bilgi iletme ya da öğretme amacıyla kullanılmaz. Sözcükler, gündelik konuşmalarda olduğu gibi herkesin bildiği, paylaştığı alışılmış anlamlarıyla kullanılmaz. Yazar, bunları okuruna sunmak istediği yaşam ve yaşantıya göre düzenler. Daha doğrusu gündelik konuşma dilinin söz değerlerine yeni anlamlar yükler. Bunun için onları değişmeceli (mecaz), eğretilemeli kullanımlar içeren bir biçimde; iletmek, anlatmak istediğine uygun olarak boyutlandırır.

Bir romanın, öykünün genel atmosferine bakılarak yazınsal metinler hakkında rahatça fikir yürütebiliriz. Bunun yanında, bu tanımda özellikle yazarın, yazınsal metinde amacına uygun olarak metnini düzenlediğiyle ilgili kısım üzerinde durmak istiyorum. Metin üzerinden yazarla okur arasındaki iletişimi dil sağladığına göre yazınsal metinlerde yazarın "konusuna, iletisine, oluşturmak istediği dünyaya" paralel olarak tek iletişim aracı olan dilini kurguladığını ve yazarın üslubunun oluştuğunu söyleyebiliriz. Hâliyle metindeki dünya kendi dilini, kendi sözcüklerini dayatacaktır.

Konu-üslup meselesine daha sonra sık sık değineceğiz. Biz, şimdilik yazınsal metinlerin sınırlarında dolaşmaya devam edelim. E. Özdemir, bu tanımlardan sonra önemsediğim şu saptamalarda bulunuyor:

""
Bir metnin yazın ürünü olup olmadığını belirlemede yüzeysel özellikler her zaman için yeterli olmayabilir. Çünkü doğal dilden büsbütün kopuk bir dil değildir yazınsal metinlerde kullanılan dil. Kaldı ki kimi metinlerde dilin zaman zaman gündelik amaçlı kullanımlara dönüştüğü de olur. Bu durumlarda dil ayrıca ölçüt olmaktan uzaklaşır. O zaman başka ölçütlere başvurmak gerekir.

Yazınsallığın belirlenmesinde güvenilir ölçüt metindeki evrenin niteliğidir. Nasıl bir evren sunuluyor bize? Bu evrenin sınırlarını çizebilir, gerçekliğini içinde soluduğumuz deneyim dünyamızın verileriyle kanıtlayabilir miyiz? Deneyim dünyamızdan seçilenler nasıl bir değişime uğratılmıştır?

Yazınsal metnin, adlandırarak söyleyelim, bir öykünün, bir romanın, bir şiir ya da oyunun bize sunduğu evren, gerçeklerin tam bir yansıtımı ise o yapıtın yazınsallığına kuşkuyla bakabiliriz. Çünkü her yazınsal yaratı, gerçeğin ya da yaşantının belirli bir anlama göre dilde yeniden üretilmesiyle oluşur. Böyle olunca da bir romanı, bir öyküyü, bir şiir ya da oyunu kendi içyapısına göre düşünmek gerekir. Elbette ki bu iç yapıda yer alan evren, dış dünyadan, gerçekler dünyasından tümüyle kopuk değildir, onun üzerine kurulmuştur. Ancak sanatçının okura kazandırmak istediği anlam ve yaşantı doğrultusunda değişimlere uğramıştır. Yazınsal metinlerdeki evrenin kurmaca oluşu da buradadır işte.

Sanırım bu belirlemeler, yazınsal metnin ne olduğu hakkında doyurucu bilgiler içeriyor. Daha sonraki iletimde yazarla okur arasındaki son ayağa belki de en önemlilerinden birine, "iletişim konumu"na değineceğim.

Alıntılar: Emin Özdemir, Eleştirel Okuma, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1997:33-35


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

Abdullah, teşekkürler. İlgiyle izliyorum, umarım katkılarım da olur. Bu aralar "umarım" demeyi daha uygun buluyorum.
Barış'ın açtığı bir başlık vardı, Oğuz Atay okurken bir soru üzerinden açılan... Başlığı çok geç görmüştüm, şimdi de anımsayamadım, o da bu başlığa girmez miydi?


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

""
Abdullah, teşekkürler. İlgiyle izliyorum, umarım katkılarım da olur. Bu aralar "umarım" demeyi daha uygun buluyorum.
Barış'ın açtığı bir başlık vardı, Oğuz Atay okurken bir soru üzerinden açılan... Başlığı çok geç görmüştüm, şimdi de anımsayamadım, o da bu başlığa girmez miydi?

Ben de anımsayamadım bahsettiğin başlığı, merak da ettim şimdi. Barış nerede, duymuyor mu sesimizi?

Bu arada katkılarını bekliyorum.


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

Sanırım Nurten'in sözünü ettiği başlık şu: Kısa Öykü, Kısa Kısa Öykü ve Tartışmalar


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

""
Sanırım Nurten'in sözünü ettiği başlık şu: Kısa Öykü, Kısa Kısa Öykü ve Tartışmalar

Hımm. Bu başlık daha çok kısa öykünün niteliğine, ne olduğuna ilişkin. Bizim başlığımız daha genel bir yaklaşımı içeriyor. Bunu başlık ilerleyip açıldıkça daha iyi gözlemleyeceksiniz. Aralarında doğrudan bir ilgi kurmak zor.


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

İletişim konumu için E. Özdemir: "Yalın bir tanımla iletişim konumu, yazarın yazarken, okurun da bir metni okurken takınacağı tutumdur." diyor. Peki bu tutum her metin, dönem, yazar için aynı olabilir mi? Bu soruyu da Akşit Göktürk'ün bir yazısıyla örnekliyor. Bu güzel yazıyı olduğu gibi aktarıyorum:

""
BİR KARŞILAŞTIRMA

"Fable" türü her yönüyle yazınsal gelenk içinde yer almakla birlikte, kurmaca metinlerde gözetilen birçok koşulu yerine getirmez, çünkü bu türün örneklerinden çıkarılacak "kıssadan hisse", metnin yazıldığı günün toplumsal, tarihsel bağlamından nerdeyse soyut olarak, kesinlikle belirlenmiştir. Tek bir töre dersi vardır çıkarılacak, okur o dersi çıkarmak zorundadır. Metinle yaşam arasında çok yönlü kavramsal ilişkiler aramak değildir okurdan beklenen. Metnin anlamı, toplumun töre kurumunun ilkeleriyle saptanmış durumdadır. Böyle bir anlam ilişkisine şu öyküyü örnek verebiliriz:
Vaktiyle bir tilki ile bir yılan arkadaş olmuşlar. Bir gün yolda bunlar giderken bir çaya rastgeliyorlar. Tilki çaydan geçmek için suya giriyor. Yılan kalıyor kıyıda. Diyor ki: "Tilki kardeş! Sen başını aldın gidiyorsun, ben derenin bu tarafında kaldım. Beni de götürsene. Ben senin boynuna sarılırım, öte yakaya geçer, beraber yolumuza gideriz."
"Olur," diyor Tilki. Dönüp geliyor. Yılanı boynuna dolayıp, suya dalıyor.
Tam çayın ortasına geldikleri zaman Yılan başlıyor Tilkinin boynunu sıkmaya.
"Kardeş!" diyor Tilki. "Korkudan olacak, fazla sıktın boynumu. Biraz gevşet, öleceğim." Yılan aldırmıyor. Bu sefer Tilki:
"Boynunu uzat," diyor. Boynunun altındaki kırmızı yerden bir öpeyim." Yılan uzatıyor boynunu.
"Ha biraz uzat... Biraz daha uzat... Biraz daha uzat..." Tam yılanın kafası ağzı hizasına erişince, Tilki dişlerini bir batırıveriyor, Yılanın canı çıkıyor. Tilki de nefes alıyor. Karaya çıkınca dümdüz uzatıyor.
"Anasını bellediğimin arkadaşı," diyor. "Eğer sen şöyle doğdoğru arkadaşlık yapsaydın, dipdiri bu yakaya geçerdin. Eğri büğrü arkadaşlığın sonu işte böyle olur."
Koyuyor orda ölü yılanı çekip gidiyor.
Bu metinden çıkarılacak anlam, kesin bir töreler dizgesindeki arkadaşlık, doğruluk, iğrilik kavramları ile öykü arasında kurulacak ilişkiden doğar. Anlamın daha geniş ayrıntıları da ancak, toplumda insan ilişkilerini düzenleyen genel kurallar göz önünde tutularak bulgulanabilir. Gerçi, değişik ortamlarda, değişik zamanda, sayısız kişinin davranışını belirleyebilecek bir metindir bu. Ama belirlenecek davranış örneği de, bu davranışın değerlendirilmesi de hep aynı kalacaktır. Uygulandığı her benzer durumda, bu metnin anlamı, toplumdaki töre kurumunun soyut ilkeleri çerçevesinde bir kesin gönderge bulacaktır. Tıpkı, benzer koşullarda her zaman aynı sonucu verecek bir deneyi anlatan, bir fizik, matematik ya da kimya metni gibi. "Arkadaş doğru gerek," atasözünü anımsayacaktır bu öyküyü her okuyan. Bununla birlikte, söz konusu yazınsal türün, yirminci yüzyılda, kurmaca yönünde ilginç bir evrim gösterdiğini de görüyoruz. Sözgelişi, Kafka'nın "Kleine Fable" adlı kısa metni, hem başlığıyla, hem de kısa bir hayvan öyküsü olması dolayısıyla, okurda geleneksel türün kuralları çerçevesinde bir anlam beklentisi uyandırmakla birlikte, insan yaşamının hangi yönüne uygulanabileceği konusunda önceden sınırlanmamışlığı, başka deyimle, metin dışındaki belli bir kesin göndergeye bağlanamayışı yüzünden, alımlama sürecinde okurun değişik bir iletişim konumuna girmesini gerektirir:
"Ah," dedi Fare, "dünya her gün daralıyor. Önce öyle genişti ki korku veriyordu bana, yürüdüm daha, uzakta sağda solda duvarlar görünce mutluluk duydum hani, ama bu uzun duvarlar öyle hızlı yaklaştı ki birbirine, işte son odadayım şimdi artık, köşede de, içine yürüyeceğim kapan duruyor." Yürüdüğün yönü değiştir, olsun bitsin," dedi Kedi, yedi onu.
Bu metin, görüldüğü gibi, geleneksel türün yararlandığı belirli metin dışı göndergeden, iletinin hemen uygulanabileceği bir anlam nesnesinden yoksundur. Böyle olması amaçlanmıştır. Gerçek yaşam bağlamında belli bir göndergesi olmadığı için de kesinlikle kurmacadır. Anlamlandırılması, metnin iletişim örgüsü temelindeki kavramların bulgulanmasını, sonra o örgünün insan yaşamının değişik yönlerine, değişik açılardan yansıtılmasını gerektirir. Buradaki temel iletişim örgüsünü biçimlendiren etkenler, insanın varoluşsal çıkmazı, Kafka'nın bu çıkmazı yirminci yüzyıl insanının alınyazısı olarak kavrayıp dile getirmesidir. Bu örgünün metne yansıyan temel kavramları, doğrudan doğruya söylenmemiş, daralma, korku, duvar, köşe, kapan, kedi gibi göstergelerle sezdirilmiştir. İnsan yaşamıyla etkinliğinin sınırlanmışlığı, insanın evrensel tutsaklığı, bu sınırlanmışlıkla tutsaklıktan kurtulma çabasının çelişik niteliği, metinde sunulan nesnel kedi fare öyküsünün derinindeki soyut anlamlar düzeyinden okurun çıkracağı bir bağlantıdır. Bu metindeki anlamın, gerek yüzeysel gerekse derin boyutlarıyla gerçek insan yaşamının doğrudan doğruya kendisine değil de, öyküde çizilene benzer ilişkilerine uygulanması tüketilemeyecek bir süreçtir. Yazılışından sonra, atom çağında insan alınyazısının niteliğini açıkladığı gibi, yeni bir insanlık durumunun anlamını uzay çağında da açıklayacaktır kuşkusuz. Yaşamın değişen akışı ile, yaşam olgularının değişen ilişkilerine, değişik açılardan uygulanabilecektir. Oysa geleneksel "fable" türünden bir metnin anlamı da her çağda her toplumda uygulanabileceği insan ilişkileri de önceden kesinlikle bellidir. Kafka'nın, insan yaşamının evrensel anlamsızlığını genelgeçer nitelikte kesin anlamlarla işlev gören bir geleneksel metin türü görünüşünde dile getirmesi de, ayrıca ilginçtir burda. Yazar, başlığa bakıp hazır anlam bekleyen okuru, bu beklentisiyle çelişecek karmaşık anlamların eşiğine getirip bırakarak, karşıtlık yoluyla da bir etki sağlıyor. Bu yönüyle Kafka'nın metni, geleneksel benzerlerinden ayrı bütünüyle kurmaca bir iletişim konumunda alımlanmayı gerektiriyor. Ancak, bir geleneksel hayvan öyküsünü de Kafkanınki gibi kurmaca düzeyde kavrayamayacağımız, ortaya çıkıyor böylece.

Alıntılar: Emin Özdemir, Eleştirel Okuma, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1997: 37-39.


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

"Fabl"a olan itiraz çok hoş. Teşekkürler abdullah.


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

""
"Fabl"a olan itiraz çok hoş. Teşekkürler Abdullah.

A. Göktürk'ün yazısını önemsiyorum. Kafka okumalarında ve diğer okuma uğraşılarında önemli bir bakış açısı geliştiriyor.

Bu arada yazılara devam edeceğim; yalnız birkaç gün forumdaki arkadaşlara okuma, yorumlarını başlığa ekleme şansı tanıdıktan sonra. Islık


Re: Öykü İnceleme Yöntemleri

Yukarıda iyi ki sormuşum, Barış'ın verdiği link benim dediğim başlık değil; ama tekrar anımsamak iyi oldu, orada yazılanlar da çok ilgiyle okuduğum yazılardı, bu sayfaları okuyanlar o sayfalara da ilgisiz kalamaz diye düşünüyorum, birebir başlığın konusu olmasa bile konu ile ilşkili. Kastettiğim başlık ise: Öyküde Eleştiri Yöntemleri.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Abdullah'ın programında halihazırda Berna Moran'ın da olduğunu bildiğimden ilgili başlıkları birleştirdim. Teşekkürler Nurten. Good


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Nurten Aksakal, birkaç gün önce, bir cümleye dair bir öneride bulunmuştu. Çok ilgimi çekti bu öneri. Cümleyi ikimiz de okuyoruz, yani biz alıcılar, ya da alımlayıcılar, aynı metni okuyup farklı şeyler düşünüyoruz. Cümle, Nurten Öztürk'ün, Bir Mesvim, Bir Pazar öyküsünden:

""
"Kar hep lapa lapa ve bir akşamüstü yağmaz; gün ağarırken, gecenin yarısında, günün ortasında ansızın bastırır.

Nurten Aksakal, şöyle diyor:

""
Bu cümle gelişine göre sanki şöyle bitmeli;

.......ortasında da ansızın bastırabilir.

Ben, kesinliğin cümleye, anlatıya daha uygun olduğunu düşünüyor ama neden böyle düşündüğümü bilmiyorum. Öykünün kendisi mi sağlıyor bunu, yazarı tanıyor oluşum, öykünün geçtiği yere dair bilgi sahibi oluşum mu, bilmiyorum. Bu yazdıklarım, bu başlığı ilgilendiriyor mu, bunu da bilmiyorum, bu iyi bir örnek oldu mu, bundan da emin değilim.
Ama Nurten Aksakal'la benim farklı düşünüyor olmamız, öykünün bize hissettirdikleri düşünülürse, öykü açısından olumlu bir şey herhalde.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

""
Ama Nurten Aksakal'la benim farklı düşünüyor olmamız, öykünün bize hissettirdikleri düşünülürse, öykü açısından olumlu bir şey herhalde.

İlk tümcedeki "hep" kesinlik ifadesi, ikinci tümcede "olasılık" anlamının baskın olmasını istiyor sanırım. Ben de şimdi üstüne biraz daha düşününce Nurten Aksakal gibi tümcenin olasılıkla bitmesi daha iyi olur diye düşündüm.

Tabii bu durum bir tercihi karşılar, doğru veya yanlışı değil.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Ben cümleyi okuduğumda karın akşam üstleri yağmaya başladığına dair genel bir kanı olduğuna ancak bu kanının tamamıyla doğru olmadığına vurgu yapılmak isteniyor diye düşündüm. Önerimi bu sebeple gündeme getirdim. Ve bu kanıya kapılmama sebep olan şey "hep" kelimesiydi.

""
Cümleyi ikimiz de okuyoruz, yani biz alıcılar, ya da alımlayıcılar, aynı metni okuyup farklı şeyler düşünüyoruz.

Çok doğru, çünkü her kelime, yoğunlaştığımız şeylerin farklı olmasından dolayı başka anlamlar çağrıştırabiliyor.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

""
Bununla birlikte, söz konusu yazınsal türün, yirminci yüzyılda, kurmaca yönünde ilginç bir evrim gösterdiğini de görüyoruz. Sözgelişi, Kafka'nın "Kleine Fable" adlı kısa metni, hem başlığıyla, hem de kısa bir hayvan öyküsü olması dolayısıyla, okurda geleneksel türün kuralları çerçevesinde bir anlam beklentisi uyandırmakla birlikte, insan yaşamının hangi yönüne uygulanabileceği konusunda önceden sınırlanmamışlığı, başka deyimle, metin dışındaki belli bir kesin göndergeye bağlanamayışı yüzünden, alımlama sürecinde okurun değişik bir iletişim konumuna girmesini gerektirir

Abdullah'ın yaptığı alıntıdan yukarıdaki kısım modernizm bağlamında önemli. Özellikle de "sınırlanmayış" ve "kesin göndergeye bağlanmayış" noktalarında.

Ancak kurmaca konusunda Akşit Göktürk'le aynı fikirde değilim.

""
Gerçek yaşam bağlamında belli bir göndergesi olmadığı için de kesinlikle kurmacadır.

diyor Göktürk. Öncelikle "kesin göndermesi olmayış"ın "bir göndergesi olmama" durumundan farklı olduğunu belirtmeliyim. Kafka'nın öyküsü gerçek dünyaya sayısız gönderme taşıyan bir metindir. Kaldı ki, asıl sorun, klasik fabl'da gördüğümüz gerçeğe yapılan açık göndermenin kurmaca olarak değerlendirilmemesinde yatıyor. Tilki'nin hikâyesi de bal gibi kurmacadır. Belirli bir tarihsel dönemin, sosyo-kültürel yaşantının ürünüdür. Başka bir kültürel çerçeveden bakıldığında hiç de gerçek gibi görünmeme olasılığını içinde barındırmaktadır. Dolayısıyla kurmacadır. Genel geçer ahlâk kurallarına yaslanması onun kurmaca oluşunu etkilemez.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

""
Genel geçer ahlâk kurallarına yaslanması onun kurmaca oluşunu etkilemez.

Bu bazen alışıldık gelen her şeyin gerçek ya da doğru olduğunu zannetmemize sebep olan yanılsamalara benzetilebilir sanıyorum.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Kısa bir aradan sonra kaldığım yerden devam ediyorum.

Şimdiye kadar genel olarak "metin" kavramı üzerinde durup yazarla okuyucu arasındaki ilişkiyi açıklamaya çalıştım. Bundan sonra yazılarımı özel olarak "yazınsal metin"leri merkeze alarak hazırlayacağım.

İlkin yazınsal metnin ne olduğunu, yazınsal metinden ne murat edildiğini iki açıklamayla göstermeye çalışayım. Emin Özdemir, kitabında "yazınsal metin" ile "öğretici metin"lerin farkını açıklamak için Ahmet Oktay'dan şu alıntıyı yapar:

""
En basitinden en karmaşığına, her iletişim edimi bir bilgi aktarımını öngörür. Bu aktarım sırasında örneğin telgrafta nasıl bilgi önce işarete, yani kısa ve uzun çizgilere sonra da bu işaretler çözülerek yazıya dönüştürülüyorsa; yazınsal iletişimde de bilgi önce söz ve anlam sanatları aracılığıyla ve kurmaca düzlemde yazınsal metne (şiire, romana, öyküye, oyuna), sonra da metnin işaret dizgesinin alımlanıp çözümlenmesiyle anlama dönüştürülür. Gelgelelim yazınsal metnin ilettiği bilgi, bir iş mektubunun ya da "Hava sıcaklığı bugün İstanbul'da 25 derece oldu." diyen hava raporunun verdiği türden bir bilgi değildir. Üstelik yazınsal metin içerdiği doğal, toplumsal ve kültürel bilgileri iletirken kullanmalık dilden de yararlanmaz. Othello gibi karısını boğmaya hazırlanırken "Önce şu mumun ışığını söndürelim, sonra senin hayat ışığını söndürürüz." diyen bir katile rastlanmamıştır şimdiye kadar. Hiç kimse de Rilke gibi sormaz: "Ey hayat ağaçları, kışınız ne zaman?" Birçok kez yinelendi: Bir dolaylı anlam dilidir yazın. Bir motor onarım kitabındaki gibi gösterge ile anlam ilişkisi kesinlikle belirlenmiş değildir burada. Haşim'in "Merdiven" şiiri belki okullarda öğretildiği üzere yaşamı da belirtmektedir, ama o şiirin anlamı yalnızca bu değildir. Yahya Kemal'in "Açık Deniz"de denize ilişkin bir söylem mi, tarihe ilişkin bir söylem mi geliştirdiği de sorulabilir rahatlıkla. Görülüyor: Yazın'ın amacı dolaysızca yaşamı, nesnel gerçekliğin verileriyle ilişkiye getirmek değil. Çünkü yazın, yaşamın nesnel gerçekliğin olgularından yararlanmasına, son kertede dünyadaki, toplumdaki konumumuza ilişkin bir bilgi üretmesine rağmen bütünüyle kurmacadır.

Ahmet Oktay, yazısını yazınsal metinlerin tümüyle kurmaca olduğu savıyla bitirir. Buradan Akşit Götürk'ten aktardığı ikinci bir alıntıya geçer E. Özdemir. Bu alıntı bu tür metinlerdeki kurmaca meselesine eğiliyor:

""
Gerçekte okuma sırasında bir beklentiden ötekine, bir varsayımdan ötekine geçerken sürdürdüğümüz bilinç etkinliği, bu algı konumunun aranışından başka bir şey değildir. Haşim'in şiirindeki karanfil, Kafka'nın öyküsündeki böcek, Orwell'in düşsel ülkesindeki kent bizim gündelik deneyimlerimizden tanıdığımız karanfil, böcek, kent sözcüklerinin, alıştığımız dilde gösterdiği nesneler olmaktan uzaktır. Dolayısıyla yerleşik algı alışkanlıklarımıza karşı bir süreçtir yazın metninin kavranışı. Böyle olması da amaçlanmıştır.

Bu alıntılar Barış'ın tartışmaya açtığı "kurmaca meselesi"ni hareketlendirir umarım.

Alıntılar: Emin Özdemir, Eleştirel Okuma, Ankara, Ümit Yayıncılık, 1997:91,92


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Önceki iletide dile getirdiğim itiraza karşın Abdullah Emin Özdemir'in alıntı yaptığı Akşit Göktürk'ün kitabından daha detaylı açıklamalar gösterdi. Araştırmacı gerçekten konusunu iyi ele almışa benziyor. Abdullah bunları da aktarabilirse tartışmaya kaldığım yerden devam etmek istiyorum.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

""
Önceki iletide dile getirdiğim itiraza karşın Abdullah Emin Özdemir'in alıntı yaptığı Akşit Göktürk'ün kitabından daha detaylı açıklamalar gösterdi. Araştırmacı gerçekten konusunu iyi ele almışa benziyor. Abdullah bunları da aktarabilirse tartışmaya kaldığım yerden devam etmek istiyorum.

En kısa zamanda aktaracağım.


Seçme Kısa Öyküler ve Karşılaştırmalı Öykü Çözümlemeleri

Son olarak Metin BÜLBÜL'ün "Seçme Kısa Öyküler ve Karşılaştırmalı Öykü Çözümlemeleri" adlı kitabını okudum. Kitapta kısa öykü örnekleri ve bazı öykülerin çözümlemeleri yer alıyor. Kısa Öykünün kapsamı üzerine de bilgiler var. Ayrı bir başlıkta alıntılar yapmadım çünkü kitapta ayrıntılı ve derin örnekler yok. Ama bu başlıkta zaman zaman bazı bölümleri sunacağım.

""
Yazınsal Metinlerde Anlamlandırma Süreçleri
Anlamın Çözümsüzlüğü : Metin

Okur-anlam ilişkisinde, sorunsal bir olgu olarak sıkça karşımıza çıkan okuma ve anlama süreçleri nasıl işletilmelidir sorusu, tüm yazınbilimcilerin ve kuramcıların vazgeçilmez uğraşısı haline dönüşmüştür. Özellikle, yazarın elinden çıkan yapıt, okurun malı olmuştur, yargısıyla Roland Barthes'in okurun alımlama stratejilerine büyük pay veren çıkışı ve bir de Adorno'nun estetik teorisi içinde yer alan , yazarın vermek istediği şey, yapıtın çok ötesindedir (Adorno,1970) gibi açılım yüklü ifadeleri, okur anlam ilişkisinde yer alan anlama ve anlamlandırma süreçlerini daha etkin ve anlamlı hale getirmiştir.
Ayrıca H.Robert Jauss'un yazınsal bir metin için, onun dural olmayan, devingen ve açık uçlu oluşuyla ilgili söylemleri de yine aynı eksende okur-anlam ilişkilerinin yaşayan, aktif üretime açık bir süreçler zincirini dayattığını ortaya koymaktadır. Jauss'a göre yazınsal yapıt, okuma eylemi çncesinde etkin olmayan bir nesnedir (Jauss,1988:129). Ancak okuma eylemi ilei okurla oluşturduğu diyolog sayesinde devini, üretime elverişli hale gelir. Okur bu sayede metnin sunduğu ip uçları ile kendi beklenti ufkunu bütünleştirerek, soyut dünyasında yeni bir metin oluşturmaya koyulur. İç içe geçmiş anlam katmanlarının oluşturduğu bir örü olan yapı (Iser,1990; 267), Roman İngarden için belirsizliklerin oluşturduğu bir dokudur.

Metin BÜLBÜL, Seçme Kısa Öyküler ve Karşılaştırmalı Öykü Çözümlemeleri, Çizgi Kitabevi, Konya, Ocak 2008, sf 81


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Aynı kitaptan :

""
Metnin Oluşumundaki Hazırlık Evresi

Metin yazarın amaçladığı iletinin ötesinde bir dünyayı içerir. Bu içerim yazarın amaçlarını dışlayan, yok sayan bir içerim değildir. Ancak yazarın dış dünyasının devinime, üretime açık olmasıyla ve okuru metinle hesaplaşmaya çekmesiyle ilişkili bir içerimdir. Bunda sözcüklerin kendi çağrışım alanları ve alınmayanın durumsal-zamansal bağlamda anlama ve anlamlandırma süreçlerinin uyarılması da önemli rol oynar. Her yazı belli bir ileti içerir. Çoğu yazar iletisini dolaylı yoldan vermeyi amaçlar. Yazın dünyasının özgün yanı da budur işte. Kendini kendi verileriyle, imge gücüyle retorik öğelerle okura sunar. Ancak bu çok katmanlı yapı, beraberinde okur için de bir uğraşıyıy zorunlu kılar. Bu biçimiyle metin, örtüşük anlamlardan oluşan bir yapıyla okurun karşısına çıkar. Amaç, okurun düş dünyasını, imge gücünü devindirerek onunla estetik haza dönük bir diyalog başlatmasıdır. Bunun sonucu olarak yeni düşünce üretimleri sağlanacak, okur dural olan metni, yaşayan, zaman üstü, ancak zamanın belirleyici öğeleriyle üretilerek varlığı sürdürebilen bir dünya olarak alımlayacaktır.
/.../Barthes, yazar için "Ne yazmalı?..insan arzusuyla yaşar. Benim de arzumun sonu gelmiyor." (Barthes,1999; 207) demekle yazarın yazı serüveninin bitimsizliğine vurgu yapar. Bu yazarın bitimsiz arzusuna, metnin ve okurun zamana bağlı olarak değişebilen farklı bakış ve farklı anlama süreçlerini etkinleştirecekleri gerçeğini de katarsak, metnin oluşum ve yaşama süreçlerinin ne denli karmaşık ve devingen olduğunu kavramış oluruz.

Metin BÜLBÜL, Seçme Kısa Öyküler ve Karşılaştırmalı Öykü Çözümlemeleri, Çizgi Kitabevi, Konya, Ocak 2008, sf 85-86.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Aynı Kitaptan :

""
Metnin Okur Tarafından Anlamlandırılması

Bu süreç iki yönlü işler. Birincisi, metnin kendi oluşturucuları ile alımlayan tarafından çözümü, kod açılımının yapılmasıdır. İkincisi ise anlama sürecini izleyen metnin yeniden kurularak anlamlandırılması sürecidir. Bu iki sürecin ayrılmaz bir bütün olduğu kesindir. Etkin ve çözümleyici bir okuma sürecinin başlatacağı anlama süreci, metinle derin bir sorgulama gerilimi yaratacaktır. Metne dönük bir hesaplaşma, okurun çoklu okuma olanaklarıyla üretime hazır yeni bulguları ve kimi ip uçlarını da enkinleştirecektir.
/.../ Burada okurun, alımlayıcı ve açımlayıcı olarak metnin sunduğu ip uçlarından, güdümkurgusundan yani çözüme dönük belli stratejilerinden kopmadan, metni değerlendirme zorunluluğununu bilincinde olması esastır.
Anlamlandırma stratejilerini şöyle sıralayabiliriz: metin dili, metnin yazıdığı dönem, metin bilgisi (metnin türü), kişisel donanımlar, metin yazarının ruh biyografisi, metin içi çoklu - örtüşük olaylar örüntüsünü kavrayabilme, dönemsel algılama biçimi, çağın düşünce yapısı, çok açılı bakabilme becerisi, eğilimler-alışkanlıklar, kültürel çevre, değer yargıları, psikolojik durumlar, inançlar, deneyimler.

Metin BÜLBÜL, Seçme Kısa Öyküler ve Karşılaştırmalı Öykü Çözümlemeleri, Çizgi Kitabevi, Konya, Ocak 2008, sf 87-88.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Cihan eline sağlık. En kısa zamanda okuyup yorumlarımı ekleyeceğim.


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

Abdullah'a Akşit Göktürk'ten beklediğim alıntıları yapması için para teklif etmeyi düşünmeye başladım. Mesela yüz akçe... Wink


Re: Öyküde İnceleme ve Eleştiri Yöntemleri

""
Abdullah'a Akşit Göktürk'ten beklediğim alıntıları yapması için para teklif etmeyi düşünmeye başladım. Mesela yüz akçe... Wink

Biliyorum Barış uzadı biraz. Yarın toparlar, eklerim başlığa. Yüz akçeyi de isterim.