UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Notos Öykü - Sayı 12

04 Eki 2008
kadiryüksel

Notos Öykü bu ay yayımlanan 12. sayısıyla iki yaşını doldurdu. 12. sayının dosyası “Kafka- Bir Efsanenin Doğuşu” adını taşıyor. Dünya edebiyatının en sıra dışı yazarı olan Kafka’nın 125. doğum yılı nedeniyle hazırlanan dosya bugüne kadar Kafka üstüne hazırlanan en doyurucu dosya olma özelliğini taşıyor bence. Sadece bu dosyası nedeniyle bile arşivlik olmuş bu sayısı Notos Öykü’nün. Özellikle Kafka severlerin kaçırmaması gereken bir sayı. Demir Özlü, John M. Grandin, Oğuz Demiralp, Nedim Gürsel, Ahmet Cemal, Şavkar Altınel, İlknur Özdemir, Pierre Dumayet, Hande Öğüt, Sezer Duru dosyada Kafka üstüne yazısı olan imzalar. Ayrıca yazılarıyla, kitaplarıyla Kafka’nın dünyasını tanıtan, dünya edebiyatındaki özel yerini anlatan yazarların yapıtlarından alıntılarla desteklenmiş dosya. Demir Özlü’nün, John M. Grandin, Oğuz Demiralp ve Pierre Dumayet’in yazılarını kaçırmadan okumalı. Kafka üstüne ama onun dünyasından yola çıkarak edebiyat üstüne çok özel yazılar. Farklı bakış açılarına da kapı aralayan, edebiyat üstüne tekrar düşünmenizi sağlayacak yazılar.

Pierre Dumayet’in “Kafka’yı Niçin Okumalı?” adlı nefis yazısının sonu:

""
“… çünkü o bizim basitliğimizi ve yalınlığımızı ortaya çıkarmıştır. Bizi içimize döndüren, kendimizle baş başa bırakan her duyguyu yazmıştır. Bu yüzden Freud’a yakındır. Herkes birbirini teselli etmek istiyormuş gibi görünür. Kendi zayıflığımızın öznesi olmaya mahkumuzdur. İşte ben Kafka’yı okurken kendimi bu gerçekliğin içinde görebilirim ve bir gün bu gerçeklikle karşılaşırsam hazırlıklı olmayı öğrenirim. Kafka insanların gerçek yüzünü nasıl görebileceğini keşfetmiştir. Belki görüş açısı endişe vericidir ama endişeli olmasının kesinlikle geçerli nedenleri vardır.”

Bu sayının en çok ilgimi çeken yazılarından biri de Günlerin Getirdiği bölümünde yer alan Özcan Doğan’ın “Patafizik” adlı yazısı oldu. ‘Patafizik ve edebiyat ilişkisi hiç bilmediğimiz ve çok ilgi çekici bir konu. Bu konuda okuduğum ilk yazı Özcan Doğan’ın yazısı. Absürd olarak tanımladığımız edebiyat anlayışına farklı bir yaklaşım getiriyor. Alfred Jarry tarafından oluşturulan ‘Patafizik teriminin tam olarak ne anlama geldiği konusunda bir belirsizlik olmasına karşın Özcan Doğan’ın yazısıyla pek çok yönüyle aydınlanıyor bu terim. Basit bir sözcük oyunu olmadığını belirtmek için terimin başına apostrof işareti konulmaktadır: ‘Patafizik. 1948 yılında kurulan ‘Patafizik Koleji birçok sanat, edebiyat adamının öncülük ettiği sanat, edebiyat hareketidir. Joan Miro, Ionesco, Jean Dubuffet, Boris Vian koleji oluşturan adlardan bazıları.

‘Patafizik’teki paralel evren ilkesi edebiyattaki geleneksel algıyı kırmaya çalışan metinler üretmenin yolunu açar. Metni ören unsurların gerçeklikle doğrusal bir ilişki kurmaması, okuyucunun yorum alanını sınırsız biçimde genişletir ve çok anlamlılığın doğmasını sağlar. ‘Patafizik ve edebiyat ilişkisini okuyucuya aktaran Özcan Doğan bu ilginç yazısıyla edebiyat üstüne bazı şeyleri yeniden düşünmemizi sağlıyor. Yazının sonunda da belirttiği gibi edebiyatımızda da bu yönde araştırmalar yapılması ilginç sonuçlara ulaştırabilir bizi.

Edebiyatımızda böylesi yazıların eksik olduğunu düşünürüm hep. Dilerim bu türden edebiyatı sorgulayan, yeni açılımlar kazandıran yazıların artması. Bunun yanı sıra öykücülerimizin, romancılarımızın kendi yazı deneyimlerinden yola çıkarak edebiyat üzerine düşünce üretmesi gelecek kuşaklar için, edebiyatımızın gelişmesi için çok önemli bence ve en önemli eksiğimiz. Sadece edebiyatçılarımız üzerine yazılar değil ürün verilen türün kendisinin yapısına, biçimsel özelliklerine ilişkin yazılar.

Bu sayının bir de sorusu var, çok önemsenmesi gereken bir soru aslında: “Çocuğunuzu Kitapçıya Götürüyor musunuz?” Bu soruya yanıt vermeliyiz. Çocuklarımızı kitapçı raflarının, kitapların kokusuyla tanıştırmalıyız. Bazen düşünürüm, bizden önceki kuşak çocuklarıyla gerektiği gibi ilgilenmedi mi ya da ilgilenemedi mi acaba? Yanıtı can yakacak bir soru. Kendi payıma çocuklarımla her cumartesi kitapçıya gidip kitap aldığımızı söylemeliyim. Şimdilik bol resimli, yapbozlu, yapıştırmalı ya da her geceye bir masal türünden kitaplar alıyorlar ama aldıklarını kasaya götürüp Özlem ablalarına vermeleri var ki elim cebime girerken terlese de bir yanımla mest oluyorum. Notos Öykü’nün çocuklar için önerdiği 20 kitabı okuyabilecekleri yaşlara ulaşmalarını sabırla bekliyorum ve bu yirmi öneriyi not alıyorum. Elbette o yaşlara geldiklerinde benim hangi yaşlarda olacağımı düşünmek istemiyorum.

Bu sayının öykülerini hep birlikte konuşalım ne dersiniz?

Re: Notos Öykü

Kadir Yüksel'i bu ayrıntılı değerlendirmesi için teşekkürler. Derginin bu sayısında kapsamlı bir Kafka dosyası olacağını öğrendiğimde çok sevinmiştim. Dergiyi edinebilecek miyim, ondan emin değilim, ama forum kullanıcılarının dosyadaki tartışmaları, argümanları buraya taşıyacaklarını ve hiç olmazsa bizim de ağzımıza bir parmak bal çalacaklarını umuyorum.


Re: Notos Öykü

Biraz önce, aslında dergi içeriğiyle ilgili daha fazla bilgi alabilmek için Internet'te küçük bir araştırma yaptım. Dergi içeriğiyle ilgili daha fazla bilgiye ve içerikten örneklere ulaşamadım, ama Semih Gümüş'ün http://notoskitap.blogspot.com/ adresinde sürdürdüğü bloguna ulaştım. Hem dergi içeriğiyle hem de öyküyle ilgili bir blog anladığım kadarıyla. Bir de günlüğe kaçan kişisel bir yanı olabileceğini hissediyorum. Bu blogda sadece son sayısının tanıtımını değil, aynı zamanda Notos Öykü'nün okur toplantılarının duyurusunu da gördüm. Herkese açık olduğu söylenen toplantılarla ilgili gelecek program şöyleymiş:

""

6 Ekim Pazartesi - Öykünün Geleceği
17 Kasım Pazartesi - Eleştiri Nedir, Ne Değildir

Yer: Can Kitabevi Söyleşi Salonu, İstiklal Caddesi, Galatasaray, Beyoğlu
Toplantıların saati: 18.00


Daha önce bu toplantılara katılan ya da bundan sonra katılmayı düşünen arkadaşlar var mı? Katılmış olanlar belki izlenimlerini bizlerle paylaşmak isterler.


'Patafizik

""
Kadir Yüksel şöyle yazmıştı:
Bu sayının en çok ilgimi çeken yazılarından biri de Günlerin Getirdiği bölümünde yer alan Özcan Doğan’ın “Patafizik” adlı yazısı oldu. ‘Patafizik ve edebiyat ilişkisi hiç bilmediğimiz ve çok ilgi çekici bir konu. Bu konuda okuduğum ilk yazı Özcan Doğan’ın yazısı. Absürd olarak tanımladığımız edebiyat anlayışına farklı bir yaklaşım getiriyor. Alfred Jarry tarafından oluşturulan ‘Patafizik teriminin tam olarak ne anlama geldiği konusunda bir belirsizlik olmasına karşın Özcan Doğan’ın yazısıyla pek çok yönüyle aydınlanıyor bu terim. Basit bir sözcük oyunu olmadığını belirtmek için terimin başına apostrof işareti konulmaktadır: ‘Patafizik. 1948 yılında kurulan ‘Patafizik Koleji birçok sanat, edebiyat adamının öncülük ettiği sanat, edebiyat hareketidir. Joan Miro, Ionesco, Jean Dubuffet, Boris Vian koleji oluşturan adlardan bazıları.

‘Patafizik’teki paralel evren ilkesi edebiyattaki geleneksel algıyı kırmaya çalışan metinler üretmenin yolunu açar. Metni ören unsurların gerçeklikle doğrusal bir ilişki kurmaması, okuyucunun yorum alanını sınırsız biçimde genişletir ve çok anlamlılığın doğmasını sağlar. ‘Patafizik ve edebiyat ilişkisini okuyucuya aktaran Özcan Doğan bu ilginç yazısıyla edebiyat üstüne bazı şeyleri yeniden düşünmemizi sağlıyor. Yazının sonunda da belirttiği gibi edebiyatımızda da bu yönde araştırmalar yapılması ilginç sonuçlara ulaştırabilir bizi.

Notos Öykü'nün Ekim-Kasım 2008 tarihli 12. sayısında yer alan Özcan Doğan'ın 'Patafizik yazısını ancak okuyabildim.

Kadir Yüksel'in dikkat çektiği kadar var hani. Bizde adı hiç duyulmamış bir akım 'Patafizik (ayrıntılı bilgi için bkz.: ’Pataphysics). Biz daha çok onu tiyatro alanındaki ilk örneği Kral Übü ve etkilediği Absürd ve Dadacı hareketler üzerinden tanıyoruz. Yaratıcısı olan Alfred Jarry'nin Amazon'da akımı tanıttığı ünlü romanı da var: Exploits Opinions Faust - Alfred Jarry (Fiyatı biraz tuzlu ama...)

'Patafizik terimi, fiziksel olanın bilimsel gerçeklere uygun ama daha önce düşünülmemiş bir tarzda yeniden ele alınması anlamında kullanılmış. Üzerine yapılan yorumlardan biri de, sözcüğün Fransızca "pas ta phsique" (senin fiziğin değil) sözcük öbeğinden geliyor olduğu yönünde. Doğan 'Patafizik'teki "hayali olan"ı şöyle anlatmış:

""
Hayali olan, 'Patafizik bakış açısıyla oluşturulan şeyler değil, bu şeylerin gerçeklikle ilişki kurma biçimidir. Eşdeğerlilik ilkesi bu ilişki biçiminin temelini oluşturur; varolan şeylerin yerine onlarla eşdeğer olarak kabul edilen şeyler konur. Buna göre bir günlük zaman dilimi 24 saat olarak değil, 52 saat yada sadee 5 dakika olarak hesaplanır. Gestes et opinions du docteur Faustroll, patapyhsicien adlı eserinde Doktor Faustroll'ün doğum ve ölüm tarihleri aynıdır. 1898 yılında 63 yaşındayken doğar ve aynı yıl ölür.Bu düşünce biçimi 'Patafizik takvim adında alternatif bir takvim oluşturmaya kadar varmıştır.

Türün edebî karşılığı ise;

""
'Patafizik olarak oluşturulmuş bir edebiyat metni, sözgelimi yolda yürüyen bir insanın gerçekleştirdiği eylemi değil, dış dünyanın bu eyleme göre konumlanışını, binlerce kilometre uzaklıkta bir başka insanın bu eylem anındaki davranışlarını ya da eylemin gerçekleşmeme durumunu ifade eder.

olarak anlatılmış.

Sanırım bu konuda beni en çok çeken, üniversiteye yeni başladığım yıllarda okuduğum Boris Vian'ın da bu akımın izleyicisi olması oldu.

Tuttum yıllardır bir kenarda boynu bükük beni bekleyen Günlerin Köpüğü'nü buldum (Bendeki baskı e yayınlarından 1991 Bahir Güran çevirisi).

Herhalde bu kitap da 'Patafizik türün absürd ile iç içe geçmişliğini gösteren en iyi roman sayılmalı. O yıllarda altını çizdiğim bazı yerleri paylaşayım:

""
Colin tarağını bıraktı ve tırnak makasını yaklayarak renksiz gözkapaklarının kenarlarını biraz daha yatay kesti, bakışlarına derinlik versin diye. (s. 10)

""
Kapı, arkasından, çıplak bir elin çıplak bir kalça üstündeki gürültüsüyle kapandı... (s. 30)

""
Asma suratını böyle. Düşün ki bugün Partre'ın "İçkabartısından Önceki Önseçim" adlı yapıtının dantelsiz tuvalet kağıdı üzerine yapılmış bir baskısını buldum. (s. 36)

""
Bir zaman sustu. Sürahilerden biri bu sessizlikten faydalanıp duvarlarda yansıyan kristal bir gürültü çıkardı. (s. 37)

""
Colin dinlemek için yere oturup piyanokokteyl'e sırtını dayamıştı. Ceviz iriliğinde yumuşak gözyaşları giysilerinin üstünden kayıp yerin tozlarına karışıyordu. Müzik, bir elekten geçer gibi gövdesinden geçiyor ve çıkan parça Blues of Vagabond'dan (youtube link) çok Chloe'ye benziyordu... - Şimdi ne yapacağız? diye sordu antikacı. Colin yerindenkalktı ve eliyle döner bir kapağı oynattı. Gökkuşağı parıltılı bir sıvıyla dolmuş iki bardağı aldılar. Önce antikacı içti, dilini şapırdatarak. - Tam Blues tadında, dedi. Hem de bu çaldığın Blues'un... Biliyor musunuz, buluşunuz çok esaslı!.. (s. 113)

Kitaptan daha uzun bir bölüm okumak isteyenler: Günlerin Köpüğü

Dergiyi okumaya devam... Good


Seğmenler Parkı ve Hakan Ergül

Öğleden sonra baktım hava güzel, "Yazılı Kültür Görsel Kültüre Karşı" başlığında Ortaçağ Estetiği ve Perspektifin Eleştirisi üzerine bir sürü not da tutmuşum, bugün kendime bir ödül vereyim dedim. Tutturdum bir yarım ıslık, çıktım Seğmenler yoluna. Çoğu, parka burun kıvırır, yapaylık kokuyor diye demediğini bırakmaz ama, Ankara gibi bozkır kentine düşmüş bir Egelinin başka da bir şansı yoktur.

Neyse, güneşin sıcağını koklaya koklaya tırmandım Seğmenler Parkı'na (Gerçi bu parkın iki girişinden birinde "Seğmenler", diğerinde "Seymenler" yazar ama, doğrusu budur diye düşünüyorum ben.). Parka geldiğimde epey yorulmuşum. Gözüm hemen banklara gitti. Yamaçtan kıvırıla kıvırla gelen arkın ucundaki havuza bakan bankların çoğu boş. Hemen girişe yakın olanda yaşlı bir çift oturmuş, bir yerden gelirken soluklanmak istedikleri belli. Bir yanda da hummalı hummalı konuşuyorlar. Daha ileride parkın görevlileri, bekçileri falan bir öbek oluşturmuş. İkisinin arasına bir yere oturdum. Güneş tam tepemde. Yanımda bir kavak uzanıyor göğe doğru. Oh! Değmeyin keyfime.

Açtım Notos Öykü'yü, uzun zamandır Murathan Mungan okumamıştım, başladım "Eşyanın Anahtar Olması"nı okumaya... Bir yandan bir inceleme metni gibi, öykü üzerine atölye çalışması sunar gibi bir metin, bir yandan da işte basbayağı bir öykü anlatıyor içinde. Hınzır ve güçlü bir üslup...

Yazının/ öykünün son cümlelerinde:

""
Tıka basa bir dünyada kendi varlığımızı bir türlü bulamamamız, çoğu kez hayatımızı bunca eşyalaştırmış olmamızla ilgilidir. Eşya tuzaktır. (s. 66)

demiş. Güneşin altında bir de bu sözler ısıttı içimi.

Ancak sözünü etmek istediğim aslında bundan sonra okuduğum Hakan Ergül'e ait öykü: "Ruhun Bildiği". Ergül, bir taksi şoförünün konuşmasıyla başlıyor öyküsüne ve kahramanının berberdeki düşünceleriyle sonlandırıyor. Bu kısa zaman dilimine öyle etkileyici ruh hali betimlemeleri sıkıştırmış ki, şaştım kaldım.

Şoför konuşuyor:

""
Geçenlerde televizyon güneşin resimlerini gösterdiydi. Uzaydan çekmişler böyle. Bilen bilir, güneşin ortasında abicim, bir kara delik var. Gözümle gördüm, orada nah böyle, kabak gibi bir delik. İşte o kara deliğe uzun uzun baktım ben abi, dalmışım gitmişim televizyona... Bizim karı önce, ne bakıyon, dedi, ne bakıyon ulan öyle donuna etmiş bebekler gibi... Karı milleti abi, konuşmazsa göbeği düşer. Sus dedim ulan Allahsız, sus da bekle iki dakka be! Neyse abicim, baktım böyle güneşin etrafından o deliğe doğru, böyle ruh gibi mi desem, hayalet gibi mi desem, bi şeyler kayıp kayıp gidiyor. Sanki delik emiyor şerefsizim, hortum misali. Şimdi ben diyorum ki, abi, bak bence... Allah günah yazmasın da, hani ben yalanı sevmem... işte cehennem, o deliktir, diyorum be abicim. Ha? Sen ne diyorsun? O ruhlar böyle bir bir giriyorlar ya... işte onlar da günah işleyenlerin ruhlarıdır.

Buradaki konuşmanın ritmine de, gerçekliğine de, uslamlamanın yamanlığına da diyecek bir şey bulamadım.

Bazı tasvirleri de beni gülmekten kırdı geçirdi:

""
Adamın kalıplı gövdesi gün ışığına boylamasına çekilmiş kara bir fırça darbesi gibiydi, omuzlarında bir ağır ceza yargıcının gülümsemesi-teklif-dahi-edilemezliği.

""
Dükkâna erken varayım derken soluğum boyumu aştı.

""
Haydar bu, rüyası bile rakı kokar...

""
Tanıştığımızda öğrenciydim, teşekkür etmek için elimi uzattığımda gözlerine bakıp bir cesaret, "Kıvanç duydum," demiştim... demek istemiştim de "kıfanç" gibi, "kığanç" gibi bir şeyler dökülmüştü ağzımdan. Kıvanmak benim neyime, düzünden "memnun olsaydım" ya.

Berberde:

""
Koltuğa oturup da Haydar o entari gibi örtüyü boynuma dolayınca kafam peri bacası gibi ortada kalmayacak mı?

""
Sayfaları karıştırıken bir haber gazete sayfasından fırlayıp, elime koluma sarıldı: "Gala gecesinde tinerci çocuk dehşeti!" Bir filmin galası varmış hafta sonu, "sokak çocukları galayı basmış." Sokağın çocuklarıdır onlar, basarlar. Ellerinde kör bıçaklar, yırtık ruhlarıyla salona daldıkları gibi yaşanan kurgusal gerçekliğin yüzünde derin ve sıcak bir iz bırakıp kaçmışlar.

Öykü bu yaptığım alıntılardan ibaret değil elbet. Öyle güzel durumlar yaratılmış ve öyle sıkı bir dille anlatılmış ki, mutlaka bulup okuyun derim öyküyü.

Böyle keyifli bir öykü okumuş olmanın verdiği mutlulukla yerimden doğruldum. Parkın arnavut kaldırımı taşlardan yapılmış yamru yumru merdivenlerini tırmanıp yamaca vurdum kendimi. Kestane ağaçlarının dibine düşmüş, yeşil, dikenli, kabuğuyla bütün bir ceviz bulabilir miyim diye bakındım, yok. İç kestaneler var sadece yerde. Bir ikisini tekmeyle suya savurdum. Belediye görevlileri yerlere saçılmış yaprakları toplamak için ellerinde siyah poşetler, çalı süpürgeleri, çimlerin üzerinde gidip geliyorlar. Etrafı çürük ot kokusu sarmış. Derin derin içime çektim. Uzamış çimlere basa basa Ergül'ün öyküsü içinde gezindim.

Alıntılar:
Hakan Ergül
Ruhun Bildiği
Notos Öykü
12
Ekim-Kasım 2008
s. 68-71