UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Nezihe Meriç - Susuz V

01 Mar 2011
Cihan Başbuğ

MERİÇ, Nezihe.
"Susuz V",
Toplu Öyküler I (Bozbulanık,Topal Koşma, Menekşeli Bilinç),
İstanbul: Yapı Kredi Yayınları,
2005, s. 135-145.

Kategori:

Re: Nezihe Meriç - Susuz V

Burada ele aldıklarımız arasında Nezihe Meriç'in en beğendiğim öyküsü, şimdilik, bu oldu. Öykünün girişi okuyucuda merak uyduracak biçimde sunulmuş. Bir olay var, henüz bilmediğimiz, sonra sorguya çekilen iki kişi; halleri tavırları biraz başka türlü. Komiser bunu seziyor. Bağırmıyor, iki lafından biri "beyim"le bitiyor. Kimi sorgular tatlı dille yapılıyor demek, diyor insan..

Öykü kişilerinden biri -sanıyorum giyiminden hareketle- koyu kahverengi (sonradan Mahmut olduğunu öğreniyoruz), diğeri, çil çil ince olan, ıslıkla niteleniyor. Tekrarlarla da pekiştiriliyor. Kahverengi giyen adamın suskunluğunun daha derin, diğerinin ıslıkla kendini oyalama çabası içinde olduğunu düşünüyorum. Islık, konuştuğu birilerinin olduğuna dair bir his uyandırıyor bende. Islık, ses, hece, sözcükler..

Başlarını daha fazla belaya sokmak istemiyor gibi bir halleri var. Meyhanede, özgür olduklarını düşündükleri bir yerde geçirdikleri vakit onlar için çok kıymetli. Evrene açılan kapıya benziyor. ("Dünyanın bütün meyhaneleri birbirine benzemişti bir an.", "Dünyanın bütün meyhanelerinde dumanlı ışıklar yanar.") Sıkışmışlığın, bunalmışlığın, darda kalmışlığın kapı ardında bırakılarak girildiği bir yer meyhane. Ciğerleri yakan dumanlı havanın ortasında yaşamı arıyor gözüküyorlar.

Bana, yabancılaşma sesini sessizlikle duyuruyor gibi geldi. Ama soruları yanıtladıkları halde aslında konuşmadıklarını anlayan kişinin komiser olması yine de tuhaf. Bu onların sessizliği çünkü. Üniformaların, zamanla, insanların hassaslıklarını alıp götürdüğüne inanırım. Sanırım komiserin sorgucu kimliğini öne çıkarmam gerekiyor. Bir de insanların karşısındaki kişiye olan davranışının, hele bir de resmi kurumda çalışıyorsa, onun statüsüne göre şekillendiği gerçeğini kabul etmem..

Geriye dönüş yapıldığında denizden gelenin kargalar olması, onun çağrıştırdıkları ve yazarın eklediği ayrıntılarıla umutların bir bir yitmeye başlayacağı az çok kendini gösteriyor.

Çil çil ince olanın adının, geceleri uyumayan, uykusuz anlamına gelen, Sahir olduğunu öğreniyoruz. Öyküde zaman ileri -şimdiye- alınınca kahverengi karaya dönüşüyor. O heyecanlı sözler geride kalmış olsa da yakasını bırakmıyor, siyaha boyanıyor. Bu bir seçim değil, zorunluluk adeta.

Okumaya devam edince kahvereginin Milli Eğitim'de çalışan olduğunu öğreniyorum. Hatasını telafi etmenin peşinde hayatını mahvettiğini düşünüyor ve bu yolda kimi çıkarımlara varırken Meli'ye, yazarın "Korsan Çıkmazı" isimli kitabındaki kahramana gönderme yapıyor. Hayattan memnuniyetsizlik almış başını gidiyor. Kahverengi yorgun, hayatta sevdiği hiçbir şey yok sanki. Bu yetmez gibi maddi zorluklar işin içine giriyor bir de. Nezihe Meriç olayların bireyin iç dünyasına etkisini başarıyla yansıtıyor.

"Her an kapınızın çalınabileceğini umut edebilirsiniz hiç olmazsa." Bu ifade kenti seven aynı zamanda kenti anlamakta güçlük çeken bir insanın sözleri olsa gerek. Özleyiş yerini kabullenmeye bırakıyor. Bunun yanında, açıkça ifade edildiği gibi, umudun bir parçası.

Sıra Sahir'İn öyküsünü anlatmaya geliyor. Paranın çizdiği yol yol değil. Hayat pahalanıyor, öğretmen olan pay biçiyor; anne yüz lira, dul teyze elli atmış lira. Kıtı kıtına yapılmış hesaplamalar bunlar, acı gerçekler. Kahverenginini siyaha dönmesi gibi, Sahir'in de ıslıkları susuyor.

Sonrasını soluksuz okuyorum, duraksamadan.

Sayfa 141'de anneye dair söylenenler, "Yaşanmış, geçmiş bir yaşamdır anne." ifadesi ve bu ifadenin Sahir'in yaşamıyla bu denli örtüşmesi. Mahmut; kendi ifadesiyle Anadolu'daki türlü evlenme çeşitlerinden en pisini yaşamış bir adam, masası bile olmayan..

Düşledikleriyle yaşadıkları uyuşmayan iki adamın birlikte geçirdiği bir gecenin sabahında karşılaştıkları, farklı göründüğü halde benzer olan manzaralar beni üzüyor. Ne istediğini bildiğin halde istediğinin çok uzağında olduğunu bilmek gerçekten tatsız bir durum ve kahramanları buraya taşıyan üstü örtülü nedenleri görmek can sıkıyor.

"Bunlar bir başka çeşit ölmüşlerdi. Ölüler anlamıyordu." Çok güzel bir ifade.

Öykünün başlarındaki "Bir karakol penceresi önünde bu yemyeşil ağaç!" cümlesi yine çok güzel ya da Sahir'in meyhanede öldürülen adamı betimleyişi; "solucan pembesi bir adam"; yaratıcı..

Keyifle okudum, okumanın verdiği bir keyifle, gerisi burukluk yarattı. Gün ışıyınca geçer sanıyorum. Onlar aynı güne uyansa da ben yeni bir güne uyanmayı diliyorum.


Re: Nezihe Meriç - Susuz V

Ben de,Büşra gibi, bu öykünün henüz kendinden dört yıl önce yazılan ve incelediğimiz iki öyküsünden birçok yönüyle ilerde olduğunu düşünüyorum.

Öykünün giriş bölümünü okuyanlar, yazarın kuşağı ve yaşadığı dönemi bilmese 80 dönemi anlatılıyor sanardı herhalde. Çünkü öykünün dili, ifadesi günümüze çok yakın. Bu da üzerinde durmadığımız önemli bir ayrıntı. Bu inceliği ilk olarak Halk şairlerinin şiirlerini okurken , yaşadığı dönemleri öğrendiğimde sezmiştim. Failatün, mefulün kalıplarıyla yazılan ve şu anda tamamiyle sözlükle okuyabildiğimiz şiirin yanında Yunus Emre'nin, Karacaoğlan'ın diliyle karşılaşmak gibi. Umarım verdiğim örnekler uç olmamıştır.

Mahmut'un,çil çil ve diğerlerinin meyhanede can bulan kapanış, kaçış hissinden Büşra söz etmiş. Meriç, entelektüel kişiliğiyle döneminin önünde bir yazar ve bu yalnızlık hissi, bu öyküde de olduğu gibi farklı simgelerle, farklı mekanlarla illaki yer buluyor eserlerinde. Yazarın öykülerini kaleme aldığı yıllarda dünyada henüz II. Dünya savaşının manevi yıkımları sarılmamıştı,bir yandan Türkiye'deki dış politikaların içerideki yansımaları; baskı hissinin verdiği mekan tasvirleri, obje kullanımı gibi dışavurumlarla karşımıza çıkmış. Ayrıca "Susuz" serisinin genelinde olduğu gibi, burada da "anne" kavramıyla birlikte toplumun geleneksel ve bireye dayatılan kalıpları da yazarı sıkmakta, bu çatışmanın verdiği rahatsızlık hissediyoruz.

Başarılı çözümlemesiyle öyküyü bizler için anlaşılır kılan Büşra'nın hissettiği burukluk , yazardan bize yansıyan ve onu başarılı kılan bir duygu.