UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



More*

29 Eki 2012
Mehmet Sürücü

Sito, dağdan çarşaf gibi denize bakar. Sandalda balıkçı, uzanmış, yan gelip yatmaktadır. Sito balıkçının bu keyfini kıskanır.

“Şu rahata bak, ben sabahtan beri, kaç tepe, kaç vadi dolandım, iki keçiyi otlatmak için. Ayaklarımda derman kalmadı. Benimkisi de iş mi? Bir de buna bak. Millet yan yatıp, para kazanıyor. Çarşaf gibi deniz. Ne tepe var ne koyak. Ne yokuş var ne iniş.” der.

Balıkçı olmayı kafasına koyar. Keçilerini satar. Kırık dökük de olsa bir sandal, birkaç parça ağ alır.

Denize çıkar. Ağlarını atar. Sigarasını yakıp, sandala uzanır. Halinden memnun, ağların balık dolmasını bekler. Uyuyakalır. Uyanınca ağları çeker. Balık bol, deniz bereketli. Pazarda balıklarını satıp, eve ekmek ve sirke götürür.

Bir zaman böyle bolluk ve rahat günler geçer gider.

Bir gün denizin ortasında korkunç bir fırtınaya yakalanır. Saatlerce dalgalar kayığını döver, yağmur tepesine bindirir. Ödü kopar. Bildiği tüm duaları sıralar. Karşıdaki çobanlık yaptığı dağlara bakarak içlenir. “Tanrım”, der, “Ben elimdekinin kıymetini bilemedim. Sağ salim kurtulursam, bir daha deniz mi? Ötede kalsın.”

Saatlerce ölüm korkusuyla boğuştuktan sonra, güç bela bir kuytuya sığınır. Canını zor kurtarır. Hemen yok pahasına sandalı, ağları, takım-taklavatı satar.

Ele geçen parasıyla, üç-beş keçi alır. O her zamanki öğleleri sırtını dayayıp dinlendiği kayın ağacının altında, aşağıdaki çarşaf gibi denizde, sigarasını tellendirip, yan gelip yatan balıkçıya bakıp, öfkeyle;

“Eee more! Boşuna bu cilvelerin, ayartmaların, kadife çimen bitsen inanmam. Bir daha mı? Tövbe” der.

More: Pomakça'da deniz.

Kategori:

Re: More*

Öyküyü bana bayramda yaşlı bir balıkçı anlattı. Sadece ismi değiştirdim. Öykü, yaşlı bir Armavut çoban üzerineydi. Olabildiğince sadeleştirmeye ve kısaltmaya çalıştım.

Yukarıda alıntıladığınız düşüncelerimi, sabah belirtmiştim. Öykünün ana iletisi sözlerle örtüşüyor.

Kahvede, sokakta duyduğumdan bir öykü oluşturabilme denemesiydi benim için. Örülü Boşluk'u da aynı şeklide, birisi anlatmıştı.

Onda da yakın bir ana düşünce var; "her türlü sıkıtılı zamanlarda bile yaşanabilecek, kanaat edilecek bir yan bulunabilir.

Şunu da kısaca belirtmekte yarar var; düşüncelerim hiçbir zaman net olmadı. Yani "İnsanın başa çıkabileceği kadar sorunun peşine düşmesinde, insanın yanıtına ulaşamayacağı sorularla yaşamını karmaşıklaştırmasına gerek yoktur" diyorsam, bu bazen de bir dileği(kendime), bir avuntuyu da kapsayabiliyor. hatta çoğu zaman tersine davrandım. Bol bol soru çoğalttım.

Bilemiyorum.


Re: More*

Ben metnin örgüsünü sağlam buldum. Ancak yine de bir şey rahatsız etti.

Örülü Boşluk'u okurken fark etmemiştim. Bu öyküyü okurken tam anlamıyla ortaya çıktı. Sanki dinsel bir vaaz var öykünün anlatılışının ardında. İlk öykü "şükür"le bağlanıyordu, ikincisi "tövbe"yle. Bire bir deyişlerin ötesinde, özellikle ikinci öyküde, basbayağı bir kutsal metin kıssası üslubu var. Elbette bunda kötü bir yön yok. Ancak, verilmek istenen kıssaya bağlı olarak, kolaycı bir yön var. Hakikatle kurgu arasındaki gerilimde hakikate hükmettiğini söyleyen uyanık anlatıcıdan geliyor buradaki kolaycılık. Olayın çetrefilliğini, çok yönlülüğünü, kişiselliğini vb. her şeyi bir kalemde geçerek vermek istediği mesaja geliyor. O zamanda -bana kalırsa- öykü dokusunu yitirip ahkâm havasına bağlanıyor.

Tabii bütün bu söylediklerim sadece bir sezgi. Öykünün muradının çok ötesine uzanıyor olabilir. Yine de dikkatli olmak gerek.


Re: More*

Barış Acar'ın sözünü ettiği unsur, Mehmet Sürücü'nün kullandığı dille alakalı bence.

Tanrısal anlatıcının metne hakim olması, o bahsi geçen "ahkâm havasına" sebep olmuş. Hâlbuki, bu metin, sözgelimi bu öyküyü size anlatın kişinin ağzı ile yazılmış olsa, belki çok daha "naif" bir biçime bürünebilirdi.


Re: More*

turgut dedi ki:
Barış Acar'ın sözünü ettiği unsur, Mehmet Sürücü'nün kullandığı dille alakalı bence.

Katılıyorum. Benim de dikkat çekmek istediğim tam anlamıyla buydu. Zaten bütün dinsel metinler sonunda bir anlatıcı probleminden ilham alır. Smile


Re: More*

İsterseniz metni atölyeye taşıyalım. Değişik anlatımlarını deneyelim.

"Ben" diliyle kurgulamaya çalışabilirim. Ama şu an başka bir şeyle uğraşıyorum.


Re: More*

Bence biraz dinlensin. Wink


Re: More*

Bence de biraz dinlensin. Metin üzerinden tartışmak daha mantıklı. Hem öykü yazma becerisi olmayanlar da (benim gibi) en azından bu metin üzerinden bir şeyler söylemiş olur.

Öyküyü başkasının aktarmış olduğu açık, zira Mehmet Sürücü biçemi yoktu.

Acaba başkalarından duyulan hikayelerin kaleme alınması sırasında bunun belirtilmesi yazarı bazı tartışmaların uzağında tutar mıydı? Yani biz bu öykünün yaşlı birisinden aktarıldığını bilsek nasıl olurdu?


Re: More*

Öyküyü kahvedeki yaşlı adamın dilinden anlatmak denenebilir. Metni ne şekilde etkileyeceğini baştan kestiremem. Ama; "Bu hikaye nihayet bu kadar söz kaldırır." denilebilir mi? Bilemiyorum.

Alıntı yine Nurullah Ataç'tan;

""
"Sarayda bir duvara mıhlı bir halka varmış. zamanın en kuvvetli pehlivanları gelmiş, çıkaramamış. bir gün bakmışlar bir çocuk, ufak, cılız, sümüklü, gelmiş halkayı çekmiş...çıkaramamış." Bu hikaye nihayet bu kadar söz kaldırır.s.20

Yani Barış acar'ın dikkat çektiği gibi, "ahkam kesen, kolaycı anlatımı" değiştirildiğinde belki değişik bir şeyler bulunabilir.

Alıntı: Günlerin Getidiği.Sözden Söze.Nurullah Ataç.YKY


Re: More*

Öykünün vaaz havasından çıkabilmesi için anlatıcının değişmesinin yeterli olmadığını veya belki gerekmeyebileceğini bile düşünüyorum. Öyküyü okurken benim beklentim, çobanın yaşadığı sıkıntıları veya denizde başına gelen fırtınanın çobanda yarattığı gerilimi öğrenebilmekti. Her ne kadar hikaye gerçeklere dayansa da özü değişmeden içine kurmaca olaylar girebilir ve bizi de öykünün sonunda tekrar çoban olmaya ikna edebilirdi. Belki keçilerin hastalığı belki çobanımızı fırtınalı havada teknenin tutması, tekneden düşeyazması...
Bence öykü kurgu yönünden sağlamlığını koruyor ve özünde ne söylemek istediğini açık bir şekilde ifade ediyor. Öykünün çıkış noktası (yaşlı balıkçı) beni etkiledi. Denemeye ve geliştirmeye değer çalışmalar. Elinize sağlık.


Re: More*

Aşağıdaki metin, yeni bir anlatım denemesi.
Yeni bir isim bulmak gerekebilir.

""
Denizi kıpırtısız, çarşaf gibi yaptım.

Denizin üstüne bir sandal, sandalın içine uyuklayan tembel bir balıkçı koydum.

Çoban Sito, dağın yamacında, yorgun, alnından terler süzülürken; denize, sandala, balıkçıya baktı. Başını birkaç kez sağa-sola salladı.

Bir zaman sonra keçilerini satıp, senelerdir kullandığı değneğini ormana attığını, aldığı paralarla ağ, olta, sandal aldığını duydum.

Denize çıktı sonra.

Ona kat kat dalgasız, durgun bir deniz verdim.

Ağlarını atıp, sigarasını tüttürüp, yan gelip yattı.

Ağlarını balıkla doldurdum.

Pazarda balıklarını satıp, eve ekmek ve sirke götürdü.

Halinden memnundu.

Bir gün denizin ortasındayken ona bir fırtına gönderdim.

Saatlerce dalgalar kayığını dövdü, yağmur tepesine bindirdi. Küçücük kayık, dalgalarda fındık kabuğu gibi sallanırken, gözlerini dağa çevirip, başını defalarca salladı.

Saatlerce dalgalarla boğuştuktan sonra, güç bela bir kuytuya sığınabildi. Canını zor kurtardı.

Durgun denizin üzerinde uyuklayan balıkçıdan, hemen yok pahasına sandalı, ağları, takım-taklavatı sattığını işittim.

Bir zaman sonra da, üç-beş keçiyle, elinde yaş değneği, o her zamanki öğleleri sırtını dayayıp dinlendiği kayın ağacının altında gördüm.

Altındaki denizi kat be kat daha sakin, sütliman yaptım.

Denize, sigarasını tellendirip, yan gelip yatan balıkçıya baktı bir süre.

Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.


Re: More*

Bu da bir başka taraftan.

""
Değişim

Kıpırtısız, çarşaf gibiydim.

Üstümdeki sandalın içinde balıkçı uyukluyordu.

Çoban Sito, dağın yamacından, alnından terler süzülürken; bana, sandala, balıkçıya baktı. Başını birkaç kez sağa-sola salladı.

Bir zaman sonra sandalı, ağları, oltalarıyla geldi.

Kat be kat dalgasız, durgundum.

Ağlarını atıp, sigarasını tüttürüp, yan gelip yattı.

Ağlarını balıkla doldurdum.

Halinden memnundu.

Değişme zamanı gelmişti.

Ağlarına dikeni acı veren bir balık yakalandı. Balık zehirli dikenini Sito’ya batırdı. Eli şişti, ağrıdı, acı çekti.

Daha çok değiştim.

Saatlerce dalgalarım kayığını dövdü, yağmur tepesine bindirdi. Küçücük kayık, fındıkkabuğu gibi sallanırken, gözlerini dağa çevirip, başını defalarca salladı.

Saatlerce sonra, güç bela bir kuytuya sığınabildi. Canını zor kurtardı.

Başka balıkçılardan, hemen yok pahasına sandalı, ağları, takım-taklavatı sattığını işittim.

Bir zaman sonra da, üç-beş keçiyle, elinde yaş değneği, o her zamanki öğleleri sırtını dayayıp dinlendiği kayın ağacının altında gördüm.

Kat be kat daha sakin, sütlimandım.

Bana, sigarasını tellendirip, yan gelip yatan balıkçıya baktı bir süre.

Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.

http://kiwi6.com/file/sat2q3296y

http://k006.kiwi6.com/hotlink/sat2q3296y/herr_lehmann_ost_-_11_-_anita_lane_-_bella_ciao.mp3


Re: More*

Okur okumaz tarzını çok sevdim. Dayanamadım ve ben de bir deneme yaptım. İzninizle;

""
Çoban Sito, dağın yamacında, yorgun, alnından terler süzülürken; denize, sandala, bir de sandalın içinde sigarasını tüttüren balıkçıya bakmış. Başını birkaç kez sağa-sola sallamış.

Bir zaman sonra keçilerini satmış, senelerdir kullandığı değneğini ormana atmış ve bütün parasıyla ağ, olta ve kırık dökük ama hala yüzen bir sandal almış.

Sonra bana geldi, kollarıma.

Bebek tutarmış gibi, kenetledim kollarımı birbirine, hiç kıpırdatmadım, rahat etsin istedim, alışsın bana.

Ağlarını atıp, sigarasını tüttürüp, yan gelip yattı.

Ağlarını balıkla doldurdum.

Pazarda balıklarını satıp, eve ekmek ve sirke götürmüş.

Halinden memnun olduğunu ertesi gün gelip gözlerimin içine baktığında anladım.

Umutlandım, anlamış olmalıydı, keşke anlasaydı.

Bir gün salladım kollarımı, zamanı gelmişti artık, öğrenmeliydi.

Saatlerce boğuştu kollarımda. Az kalsın göz yaşlarımda boğulacaktı. Küçücük kayık, fındık kabuğu gibi sallanırken, gözlerini dağa çevirip, başını defalarca salladı.

Güç bela avuçlarımın arasına sığındı.

Çoban Sito da anlamamıştı, diğerleri gibi, çoğu gibi.

Hemen yok pahasına sandalı, ağları, takım-taklavatı satmış.
Bir zaman sonra da, üç-beş keçiyle, elinde yaş değneği, o her zamanki öğleleri sırtını dayayıp dinlendiği kayın ağacının altında gördüm.

Yine kenetledim kollarımı birbirine, hiç kıpırdatmadım, görsün beni istedim, alsın selamımı.

İlk önce bana sonra kollarımın arasında sigarasını tellendirip, yan gelip yatan balıkçıya baktı.

Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı.


Re: More*

Son denememde denizi tarafsız, olabildiğince doğal(belki hissiz-mekanık) oluşturmaya çalıştım. Doruk Çağrı Çifteler'in denizi tam tersi, "bir taraf" olmuş çalışmasında. Daha esirgeyici ve verici.

Belki bu nedenle, son cümledeki "geniş gülümseme" değişse daha isabetli olurdu gibi geliyor bana.

Bakış ve yaklaşımı bana değişik geldi. Hoşuma gitti.