UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Leylâ Erbil - Vapur

10 Mar 2013
Barış Acar

Öykü bir vapurla ilgili ya da değil.

---
Leylâ Erbil
"Vapur"
Gecede
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
2010
s. 9-32

Kategori:

Re: Leylâ Erbil - Vapur

Buyur burdan yak? İşin yoksa düşün.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Yukarıdaki sözümün muhattabı tabii ki Sontag’ın “Yoruma Karşı” yazısı. Vapur’u düşünmenin iki yolu var Sontag’a göre: 1- Öyküde vapurun temsil ettiği şeyleri buluruz ve simgeselin alanında edebi olarak dünyanın “derinlikleri”ne dalarız. (Anlatıcıya inanmayız. Onun arkasında duran yazarı sadece bizim saptayabileceğimiz niyetlerle dolduruz. Çocuğun dünyasının üstüne çıkar; onu geride bırakırız.) 2- Vapuru sadece vapur olarak alırız. (Böylece anlatıcıyla aynı kafaya gelmiş oluruz. Onunla bir ve özdeş oluruz. Çocukluğun fantastik dünyasında kaybolabilen bir vapurla yarım yamalak anımsanacak bir seyahate çıkarız. Öyküye onunla aynı düzlemden sorular sorarız.)


Re: Leylâ Erbil - Vapur

-I-

Bir vapur var. Daha doğrusu artık yok ya da aslında hiç olmamış mı?

İki tanık: Sandalcı ile suçlu çocuk. Çocuğun suçlu olduğunu biliyoruz, ama sandalcının suçu ne? (Çocuğun suçuyla vapur arasında bir ilişki. Çocuk üç gündür o vapurda. Uyuyup uyanmış.)

Derken, anlatıcının çocukluğu… (Asıl birinci bölümün sonunda kendini gün ışığına çıkaracak.)

Vapurlar ve diğer vapurlar (Şirketi Hayriye’nin vapurları. Bir de tabii Cevdet Paşa’yla Fuat Paşa meselesi var.)

Sonra bir dava söz konusu ortada. Yargıcı, savcısı, savcının vapurla evlenir ve vapurdan ayrılır gibi tutulup bıraktığı karısı. Laz Bakkal’ın hamurcuyla sevişen Havva kızı. Ortada kalan ama saygı uyandıran. (Eğer ilk yolu seçseydik burada Havva ile vapurun ilgisini çözmekle yükümlenecektik. Hatta şöyle de diyebilecektik: “…bu işte bir bit yeniği seziyorduk ama bilmem” (s.11) diyen yazar, aslında bildiği bir şeyi bilmiyormuş gibi yaparak okuru nereye yönlendiriyor?)

En sevdiğim tamlama: “Tek gözü şakacı kalmış olan halk.” (s.11)

En kuşkuda kaldığım sözcük: Bulunç. Vicdan diye belirtilmek zorunda kalınmış dipnotta. Bir öykü için kötü durum. Öte yandan “…savcının da yitirdiği bir bulunç vardı.” (s.12) derken ne de güzel yerine oturmuş.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

-II-

"Yaprak oynatanın esişi"nin (s.13) ve Eda'nımın kiracılığının (s.14) anımsanacağı kadar kişisel bir öykü ikinci bölüm. Bu bölümde iki nokta var beni düşündüren. İlki, "vapurun palamarını kimin laçka ettiğini göremeden" (s.14) sözü. Demek ki, çocuk bilinciyle perdelenen vapurun kaçışı aslında bir "kaçırılış". İkincisi ise çocuğun tanıklık ettiği "suçlu çocuk"un kendini denize atması. "Balıkçının sandalı da o gece batmıştı." (s.14) Bu ikinci öğe üzerine (şayet kendimize Sontag yasağı koymasaydık) babanın kayboluşuyla ilgili ne güzel bağlar kurardık.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Bu arada, "Yoruma Karşı" başlığında bu linkteki yorumdan itibaren Vapur'la ilgili kimi değiniler var. İlgililere duyurulur.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Öyküyü notlar tutmadan (yaklaşık yirmi gün) önce okurken, öykünün bir parça da olsun içine girebilmenin kolay olmadığını anlıyorsun. Çok kısa tahliller, kısa notlar için bile defalarca okuduğumu anımsıyorum. Öykünün tamamı hakkında tutulan notları yazmaya elim varmadı çünkü, öyküyü parça parça düşünmek ya da sindirerek ilerlemek gerekecek zannımca.

Ayrıca üst metindeki vapurun öyküsünden öte ayrıntılar üzerinde düşünmek daha doğru olacak.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

-III-

Burada kritik bir ifade var: "adamsız bir vapur kaçar mı" hiç? (s.15)

Bir de vapur Neveser, amcanın tabutunu taşıyan.

Öykünün en kişiselleştiği bölüm belki de bu bölüm. Babanın yokluğunu sorgulayan çocuğun anıları...

(Sontag'ın eli git gide zayıflıyor. Öyküyü yazarın zorlamasına uymadan okumak zor.)


Re: Leylâ Erbil - Vapur

-IV-

Dördüncü bölüm vapurla onu izleyen halk arasındaki gergin ipte geçiyor.

Erbil'in dediği gibi;

""
Halk vapuru seyretmektedir. (s.16)

Başlangıçta vapurun tasvirinin bir rüya gibi anlatılması, çocuğun hayali izleğini güçlendiriyor.

""
Uykumuzun içinde biz kent halkı, "Teslim ol! Teslim ol!" sesleriyle sıçrayarak uyanır, vapurun boyun eğmediğini anlar, erinç içinde yeniden dalardık. (s.17)

Yer yer rüyaya meyleden, -bir sonraki bölümde göreceğimiz gibi- yer yer bir tarih anlatısına dönüşen öykü Erbil'in diğer öykülerindeki kolajvari tutuma yaklaşıyor böylece. (Bir sonraki bölümde "şort giyerek yazları Picasso'laşan Türk ressamı" detayını da aynı şekilde yazarın görünür olduğu bir kolaj parçası olarak görmeli.) (s.21)

Gerek halkın sadece izlemesini gerek orduyla vapur arasındaki mücadeleyi Sontag'ın yasağına uyarak pas geçiyorum. (Erlerin ateş etmek-etmemek arasındaki karar anını Erbil'in TİP'e yakınlığı üzerinden solun içindeki tartışmalara çekmek an meselesi olurdu yoksa.) Yalnızca annenin kızına attığı tokatla ordunun ateş etmesinin aynı ana rastlaması güçlü bir detay.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

-V, VI-

Öykünün en güzel tanmalarından biri: kalın giyinmiş üşüyen insanlar. (s.20)

Nihayet kolajın en önemli temalarından biri İstanbul tarihiyle dahil oluyor bu bölümde öyküye. Bu bölümde belki de birkaç romana yetecek kadar detay var. Erbil'in öyküde kalması önemli, ama romanın kaybettiklerini (birkaç romanı olsa da ben öykücü sayıyorum onu) tasavvur etmeye çalışınca insanı bir düşüncedir alıyor.

Öykünün kritik cümlelerinden biri:

""
Karılarını sevmeyen erkeklerin arasından ne çok kahraman çıkmıştır diye düşündü vapur... (s.21)

Vapursa düşünmüştür. Smile

Bölüm sonu Atatürk'ün ölümüyle kapanıyor. "Orada öldü annem" diyor anlatıcı. (s.25)

Yazarın bunca müdahil olduğu bir öyküde 40 kuşağının canhıraş mücadelesi ardından 60larda iyiden iyiye kaybolan Cumhuriyet idealleriyle annenin ölümünün paralelliğini nasıl görmezden gelebiliriz Sontag'a sormak istediğim bir soru bu.

Sontag büyük olasılıkla sonraki paragrafı işaret ederdi diyorum kendime. Annenin bitiremediği kazak var ya derdi, bir tek kolları kalmış bitmedik. Kolları olmayan bir kazak sarılamaz hiçbir şeye... (Bu son söylediğimi o da söylerdi kuşkusuz.)

İlle de saptanması gerekecekse vapurun taşıdığı kimliği ele veren en önemli bölüm şurası sanırım:

""
...yapayalnızım, arkadaşlarımsa bugün kahır içinde, yaşamları değişmedi, kurtaramadım onları, şimdi de horlanmış halkı taşıtıyorlar onlara, bir kendimi başkalaştırdım diyerek başını sulara dövdüren vapura Beylerbeyi kıyılarındaki halk kahkahalarla güldü. (s.26)

""
...elimde olsa tüm tarihi değiştirirdim... (s.26)

""
Ey ben bu bilinci ne yapayım? Nasıl doyurayım!? (annem büsbütün sıkmıştı elimi).(s.29)

(Burada ve önceki alıntılarda imlaları doğru yapamıyorum. Doğrusu virgüllü ünlem ve virgüllü soru işareti gibi olacak.)

Eğer ki tarihsel olaylara ve bu olayların Leyla Erbil'deki karşılıklarına değil öyküye odaklanacaksak "doyurmak" sözünden sonra annenin eylemi bize yetmeli sanıyorum.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

-VII, VIII-

""
...ola ki vapur da değildi artık, karanlıkta arada bir önümüzde çakan ve yiten bir kırmızı çizgi... (s.29)

İlk iletide bir yorumunu eklediğim Bach'ın Magnificat in D Major, BWV 243'i, müjde kasideleri (VII. bölümde içinden bir ritim kullanıyor Erbil) içinde en popüler eserlerden imiş.

Halkla yönetim arasındaki gerilimler üzerine kurulu tarihsel süreci anlatan önceki bölümlerin doruk noktası bizi Magnificat'a çıkarıyor. Hemen ardından da yalıların yakılması ve hükümetin bunu bahane ederek halkın üzerine yürümesi geliyor.

""
İşte vapuru o günden sonra gören olmadı. Babam da hiç gelmedi bir daha. (s.31)

Öyküyü kapatırken Havva'yla savcının hikayesine geri dönüyor Erbil. Böylece öykünün çemberini tamamlıyor.

Son soru ise başından beri etrafında dönüp durduğumuz vapurun kimliğiyle ilgili soruya (temsil ettiği şeyler sürekli değişse de) belki de son noktayı koyuyor:

""
Babam kimdi benim, neredeydi, neden hiç dönmemişti? (s.32)


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Barış’ın kesik kesik aktardığı notlar, diğer şeylerin yanısıra, “Vapur”u okuyan pek çok kişinin düşünme biçimini göstermesi bakımından da kaydadeğer. Tam olarak nereye bağlanacağı kestirilemeyen, açık uçlu düşünme pasajları. Simgeler kendini kolay kolay ele vermiyor, şekil değiştiriyor, bu da öyküyü alegorinin sığ sularına saplanmaktan kurtarıyor. Çok açılı bir okumayı zorunlu kılıyor. Benim notlarım da benzer bir yapıda olacaklar sanırım. Bir farkla ki: ilk anda düşündüğüm ama öyküyü okudukça silikleşen yorumlarımı da aktarmaya çalışacağım.

Zaman
İpuçlarına bakarak öykünün anlattığı bir yıllık zaman diliminin 1930’lara denk geldiğini söyleyebiliyoruz (“yıllar sonra birgün Atatürk’ün cenazesini sizlere göstereyim yavrularım, tarihi bir gün bugün diye bizi kapıp koşturduğu... s. 25). 1960’larda yazıldığını tahmin edebileceğimiz bu öykünün arkaplan olarak 1930’ları almasının politik/tarihsel bir anlamı olmadığını söyleyebilir miyiz? Aceleci bir yorum yapacak olursak “cumhuriyetin yenilişi”ni bu yıllarla özdeşleştirdiğini söyleyebiliriz belki yazarın.

Acelecilik bir adım daha ileri götürerek, yaşlı balıkçının batan sandalıyla II. Meşrutiyet, vapurdan atlayan 11 yaşlarındaki suçlu çocukla da Cumhuriyet arasında bir bağ kurulabilir belki.

Halk
Öyküde esas olarak şu aktörlerle karşılaşıyoruz: anlatıcı (cinsiyetini bilmediğimiz çocuk), annesi, vapur, baba (Hasan Efendi) ve halk. Anlatıcının ablası oldukça silik, Eda’nım’sa sürekli babanın yokluğunu hatırlattığından sinir bozucu...

Vapurun neyi temsil ettiği, babanın nerede olduğu, anlatıcının cinsiyetinin ne olduğu gibi ilk aklıma gelen soruları şimdilik bir kenara bırakıp yazarın halk hakkındaki tespitlerine öncelik vermek istiyorum. Zira halk öykünün çok yönlülüğüyle tezat oluşturuyor. Halkın “vapur olayı”yla ilişkisini öykü boyunca takip etmeye çalışalım:

Yukarıda “tespit” ifadesini kullanırken öykü boyunca zaman zaman ortaya çıkan bir sıkıntıya da işaret etmeye çalıştım. Yazar araya girip tespitlerini aktarmaktan (Barış’ın deyimiyle “yazarın görünür olması”) çekinmemiş. Bunu öykünün başlarındaki halk tanımlamasında görebiliyoruz:

""
“...hiçbir nenden anlamaz, bilmez görünen, öldükleri vakit yerine hemen yenisi konulan, acısı hiç çekilmemiş, düşük bıyıklı, suskun, kandırılmaya hazır ve sanıyorum savcıyla yargıcın da önceleri böyle sandığı ama giderek anlamaya başladığı, tek gözü şakacı kalmış olan halkın.” (s. 11)

Vapur henüz bir dedikodudur. Herkesin bildiği ama devletin resmen kabul etmediği bir dedikodu. Halkla savcı arasındaki gerilim, savcının beceriksiz resmiyetine karşı halkın alaycılığı biçiminde resmedilir. Kendi bildiğini açıkça çıkıp söylemek yerine daha sessiz bir yöntem benimseyip iktidarı alaya alan, muhtemelen iktidarın zulmünden korkan bir halktan bahsediliyor öyküde. Havva’nın savcıdan boşanmak yerine onu “diken saçlı bir oğlanla” aldatması da benzer bir his uyandırıyor bende. “Diken saçlı oğlan”ın Havva’yı savcıdan boşandıktan sonra istememesi de bundandır belki.

Vapur, halk için bir şaka yapma imkânı olarak ortaya çıkar. Ne olduğu belirsizdir: “Halk vapuru seyretmektedir.” (s. 16) Günlük hayatın sıkıcılığını kıran bu eğlence hoşa gider, bu nedenle vapurun yakalanmasını istemez halk. Ama donanma gemileri göründüğünde ilk tepki “donanma çok yaşa” diye bağırmaktır. Ama beklenen olmaz ve donanma yenilir. Bu zaferi vapurla halk birlikte kutlar: “vapur çok yaşa”. Dördüncü bölüm halkın bu hızlı taraf değiştirmesini sergilemek için yazılmış gibidir.

Beşinci bölümde vapurun esrarengizliği silinmeye, varlığı günlük yaşamın sisi içinde silikleşmeye başlar. Halk ilgisini yitirmiştir: “Öyle ilk günlerin içi içini yiyen, sinirli, sabırsız kalabalığı değildik artık, dinginliğe kavuşmuştuk iyicene.” … “...doğrusu ya çok nankörce bir dinginlik içindeydik.” (s. 20) Nankörlük vurgusu daha sonra vapurun ağzından pekiştirilir: ““İnsanlar nasıl da nankördürler, ne de çabuk unuturlar, ama beni unutamayacaklar!” (s. 22) Sahneyi sessizce terketmeyi düşünmeyen vapurun haykırışları halkı yeniden harekete geçirir. Atmosferin belirleyici duygusu annenin dudaklarından dökülür: “Tanrım sen koru onu, bize bağışla, kaza bela verme.” (s. 24)

Bir tirat olan altıncı bölümde vapur halka kendini anlatamamaktan, bilincini aktaramamaktan yakınır. Halk anlamaz görünür: “...başını sulara dövdüren vapura Beylerbeyi kıyılarındaki halk kahkahalarla güldü.” (s. 26) Halk bu bölümde de korkak olmakla suçlanır: “Ödlekler! ama biliyorum suç sizin değil...” (s. 27)

Yedinci bölüm bir devrim gecesini anlatır. Nasıl olduğunu anlayamadan coşkuya kapılan halk, bir pazar eğlencesini çılgınca koşuşarak eğlenilen, marşlar söylenen bir devrime dönüştürür. Uçucu bir iyimserlik, bir hafiflik vardır halkın üstünde. Ne yaptığının farkında görünmeyen halk “birtakım adamlar halkı dağıtarak” gelmeye başladıklarında da bu kötülüğün nedenini anlayamadan dağılmaya, kaçışmaya başlar. Vapuru doğrularcasına, olanların suçlusunun vapur olduğu düşünülür yeniden.

Öykü boyunca halk ikili bir karakter gösterir: alaycılığıyla umut, nankörlüğüyle umutsuzluktur. Bu basit ikilik, öyküdeki tarih anlatımının da arkaplanı olarak düşünülebilir bana kalırsa.

Soru: Bu durumda savcının Havva’yla evliliğinin yaklaşmakta olan “devrimi” görüp vapurla aynı safta olduğunu gösterme ihtiyacı hisseden bürokratın hesaplı hamlesi olarak görebilir miyiz? “Vapur olayı” kapandıktan sonra gerçekleşen boşanmayı da açıklamaz mı bu yorum?


Re: Leylâ Erbil - Vapur

""
“... kıyıda yeni kalabalıkları karşılamak ve halka hizmet etmek amacıyla “Beşiktaş Odun Deposu”nun sahipleri Fadıl-Hüsnü kardeşlerin açtıkları çay bahçesinde...” (s. 11).
Fadıl-Hüsnü kardeşler size de Fazıl Hüsnü Dağlaca’yı çağrıştırmadı mı? Ne yazık ki ses benzerliğinin önayak olduğu bu çağrışıma edebî bir alt yapı kurmakta güçlük çekiyorum. Belki edebiyatı iyi olan arkadaşlar yardımcı olurlar? Laughing out loud


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Öykünün beşinci bölümünde Boğaziçi tarihine geniş yer ayırıyor. Buradaki dörtlük de (araştırmalarıma göre) Fennî’nin Sevâhilnâme’sinden alıntılanmış:

""
“Bir çetin kâre sataşdırdı bizi devr-i zemân
Oldu Beykoz’lu bir afet ile çeşmim giryân” (s. 22)


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Aceleci yorumlarıma bir yenisini daha ekleyeyim...

Bana kalırsa vapur, "iktidar boşluğu"nu simgeliyor. Resmen kabul görmemesi, babanın yokluğuyla özdeşleşmesi, varlığının "devrim" durumunu ortaya çıkarması bunu düşündürdü bana. Bir yokluğun varlığı...


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Eren, öykünün 1930'larda geçtiğini düşünürsek ki sen de buna katılıyorsun, Fazıl Hüsnü göndermesi doğru olamaz. Zira o yıllarda şair henüz tanınmıyordu.

Belki sadece benzerliktir.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

eren dedi ki:
Soru: Bu durumda savcının Havva’yla evliliğinin yaklaşmakta olan “devrimi” görüp vapurla aynı safta olduğunu gösterme ihtiyacı hisseden bürokratın hesaplı hamlesi olarak görebilir miyiz? “Vapur olayı” kapandıktan sonra gerçekleşen boşanmayı da açıklamaz mı bu yorum?

İlginç bir yorum olmuş, bence mümkün. Öyküde de bu kısım epeyce incelenmiş, ihtimaller üzerinde durulmuş ve bir karara varılamamış..."Aradan yıllar geçtikten sonra bile ben bu olayı bir türlü yerine oturtamamışımdır." diyor öyküdeki çocuk. (s.11)
İhtimaller şöyle sıralanmış (s.12):
1- Vapurun var/haklı olduğunu sonradan anlayan ve Vapur olayını kovuşturan "...savcının yanılma ve halkı yanıltma çabasının bir bulunç sızısı biçiminde ortaya çıkması..." Bu vicdan sızısını bastırmak için evlenmiş olabilir.

2- Savcının gizli bir "Vapur yanlısı" olma ama konumu gereği bunu saklama "halkı tehlikelerden korumak için göz göre göre sevdiği bir neni yadsımak erdemliliği" gösterirken aslında halkla bir olduğu için evlenmiş olabilir.

3- "...evet evet en çok yadsıyarak vardığı yalnızlık, o halktan ayrı kalmanın verdiği acı"ya dayanamayarak halka yaklaşmak için evlenmiş olabilir.

"Ama işte vapur yüzünden ortaya çıkan, vapurun yitmesiyle de savcının da yitirdiği bir bulunç vardı." diyerek, bu evliliği çıkardan ziyade vicdanla ilgili bir noktaya bağlamış sanki öykü.

Ufak tefekliğinden şemsiyesine, şapkasına kadar tarif edilen bu savcı karakterinin dönemde belli bir kişiye özellikle atıf yaptığını görmek zor değil. Tıpkı "Picasso'laşan Türk ressamı" gibi. Leyla Erbil'de de, başka yazarlarda da, bu kadar görünür şekilde ve eseri neredeyse bozarak, eserin içinden dışarıya fırlayıp iğneleme eyleminden hoşlanmıyorum.

Burada Virginia Woolf'un Kendine Ait Bir Oda'dan şu sözlerini hatırladım:

"Shakespeare'in ruh durumuyla ilgili bir şey bilmediğimizi söylememize karşın bunu söylerken bile, Shakespeare'in ruh durumuyla ilgili bir şeyler söylemiş oluyoruz. (...) Shakespeare üzerine bu denli az şey bilmemizin nedeni, duyduğu kinlerin, kızgınlıkların ve nefret ettiği şeylerin bizden saklanmış olmasıdır. Bize yazarı anımsatan herhangi bir açıklama ile yolumuzdan alıkonmuyoruz. Karşı koymak, yol göstermek, bir haksızlığı açığa vurmak, bir şeyin öcünü almak, bir güçlüğe ya da acıya dünyanın tanıklık etmesini sağlamak arzusunun tümü onun bedeninden kovulmuş ve hazmedilmiştir. Bu yüzden dehası hiçbir engelle karşılaşmadan, özgürce ortaya dökülebilir. Yeryüzünde yapıtını eksiksiz yerine getirebilmiş biri varsa o da Shakespeare'dir, diye düşündüm, yeniden kitap raflarına yönelerek; berrak, hiçbir engel tanımamış bir zihin varsa o, Shakespeare'inkidir." (s. 64)


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Cihan Başbuğ dedi ki:
Eren, öykünün 1930'larda geçtiğini düşünürsek ki sen de buna katılıyorsun, Fazıl Hüsnü göndermesi doğru olamaz. Zira o yıllarda şair henüz tanınmıyordu.

Belki sadece benzerliktir.


Öykünün yazıldığı 1960'larda Dağlarca'nın eni konu tanındığını sanıyorum. Bu nedenle bu ihtimali salt şairin 1930'larda tanınmıyor olmasına bakarak yabana atmamak gerektiğini düşünüyorum.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

eren dedi ki:
Aceleci yorumlarıma bir yenisini daha ekleyeyim...

Bana kalırsa vapur, "iktidar boşluğu"nu simgeliyor. Resmen kabul görmemesi, babanın yokluğuyla özdeşleşmesi, varlığının "devrim" durumunu ortaya çıkarması bunu düşündürdü bana. Bir yokluğun varlığı...

Babanın yokluğu ve iktidar yokluğu arasında kurulabilecek bir bağlantıya işaret ediyor öykü, buna katılıyorum. Ayrıca Vapur'u öyküde iki kez annesine benzetiyor çocuk: "-bu anlarda yaramazlık yaptığımda beni korkutmak için biraz da gerçekten çıldıran annemi anımsatırdı-" (s.16)

Ama Vapur'un iktidar boşluğunu temsil ettiğine katılmıyorum. Tam toparlayamadım henüz ama halkın kolektif, ezeli ve ebedi bağımsız ruhu gibi bir şeyi temsil ediyor bence Vapur - Boğaz hisselerini satın alanların ellerinden kaçıp, donanmaları yenip tarihi yüzlerine haykırarak insanları ayaklandıran.

Not: Vapur'u bilerek özel isim gibi kullanıyorum.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Öyküdeki temsile dair bir yorum girmemeye gayret ettiğim için Eren'in II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet saptamaları hakkında bir şey söyleyemeyecek olsam da Erbil'in düşünme biçimi dolayısıyla çok aykırı gelmiyor. Çeşitli incelemelerde bu minvalde yorumları da anımsıyorum öykü üzerine yapılmış.

Öte yandan "pragmatist bir bürokrat olarak savcının evlilik hamlesi" saptamasını, Çağan gibi, ben de çok başarılı buldum.

Çağan dedi ki:
Ufak tefekliğinden şemsiyesine, şapkasına kadar tarif edilen bu savcı karakterinin dönemde belli bir kişiye özellikle atıf yaptığını görmek zor değil. Tıpkı "Picasso'laşan Türk ressamı" gibi. Leyla Erbil'de de, başka yazarlarda da, bu kadar görünür şekilde ve eseri neredeyse bozarak, eserin içinden dışarıya fırlayıp iğneleme eyleminden hoşlanmıyorum.

Çağan'ın bu sözleri büyük oranda modernist eleştiri geleneğine (özgöndergelilik, kendi içinde tutarlılık, dışarı refere etmeme gibi) bağlanıyor. Kurmacanın (yazar mitosuna karşı) kendi başında ayakta kalmasının sağlanmaya çalışıldığı "kurucu akıl" dönemi (rasyonalist modernite) için çok önemli olan bu tutumun günümüzde (belirgin olarak da 60lardan itibaren kurulmaya başlayan yeni toplumsal/ kültürel iklimde) ne kadar fayda sağladığı ise bambaşka bir tartışma konusu. Yine de şunu belirtmek gerek sanırım: Örneğin bugün Shakespeare'i psikanalitik ya da feminist bakış açılarından okuyabiliyorsak bu metnin dışının sağladığı olanaklar sayesinde gerçekleşiyor. Dolayısıyla Erbil'in tutumunun (hele ki dönemi açısından değerlendirildiğinde) büyük bir kafa açıklığı taşıdığını düşünüyorum ben.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Barış Acar dedi ki:

Son soru ise başından beri etrafında dönüp durduğumuz vapurun kimliğiyle ilgili soruya (temsil ettiği şeyler sürekli değişse de) belki de son noktayı koyuyor:

""
Babam kimdi benim, neredeydi, neden hiç dönmemişti? (s.32)

Soruyu irdelemeye geçmeden önce, bir noktaya değinmek istiyorum: Yine bir Leyla Erbil anlatısında sadece mektupları gelen bir baba/erkek figürü, hikayenin gizli belkemiği olmuş. Yazarın tüm yazdığı öyküler, romanlar, mektuplar bir hikayenin kayıp ve birleşmeyi bekleyen parçaları gibi geliyor bazen.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Barış Acar dedi ki:
Öyküdeki temsile dair bir yorum girmemeye gayret ettiğim için Eren'in II. Meşrutiyet ve Cumhuriyet saptamaları hakkında bir şey söyleyemeyecek olsam da Erbil'in düşünme biçimi dolayısıyla çok aykırı gelmiyor. Çeşitli incelemelerde bu minvalde yorumları da anımsıyorum öykü üzerine yapılmış.

Öyküdeki temsile ilişkin yaptığım yorumların pek sağlam pabuçlar olmadığının, daha doğrusu öykü okunmasını alegorik bir haritalandırmaya indirgeme riski taşıdığının ben de farkındayım. Velâkin, bu türden "aceleci" yorumların öykü üzerine tartışmayı zenginleştirme olanağı sağladığını düşünüyorum.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Çağan dedi ki:
Ama Vapur'un iktidar boşluğunu temsil ettiğine katılmıyorum. Tam toparlayamadım henüz ama halkın kolektif, ezeli ve ebedi bağımsız ruhu gibi bir şeyi temsil ediyor bence Vapur - Boğaz hisselerini satın alanların ellerinden kaçıp, donanmaları yenip tarihi yüzlerine haykırarak insanları ayaklandıran.

Yorumunu merakla bekliyorum Smile


Re: Leylâ Erbil - Vapur

eren dedi ki:
""
“... kıyıda yeni kalabalıkları karşılamak ve halka hizmet etmek amacıyla “Beşiktaş Odun Deposu”nun sahipleri Fadıl-Hüsnü kardeşlerin açtıkları çay bahçesinde...” (s. 11).
Fadıl-Hüsnü kardeşler size de Fazıl Hüsnü Dağlaca’yı çağrıştırmadı mı? Ne yazık ki ses benzerliğinin önayak olduğu bu çağrışıma edebî bir alt yapı kurmakta güçlük çekiyorum. Belki edebiyatı iyi olan arkadaşlar yardımcı olurlar? Laughing out loud

Odun deposu işletmeciliğinden "halka hizmet" maksadıyla çay bahçesi işletmeciliğine geçen "Fadıl-Hüsnü"yle askerlikten şairliğe geçen "Fazıl Hüsnü" arasında bir bağ kurmaya çalışıyorum, ama zorlama oluyor. "Halka hizmet amacıyla" ifadesinin kilit olduğunu düşünüyorum, ama anahtarı bulamıyorum Smile


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Barış Acar dedi ki:
Kurmacanın (yazar mitosuna karşı) kendi başında ayakta kalmasının sağlanmaya çalışıldığı "kurucu akıl" dönemi (rasyonalist modernite) için çok önemli olan bu tutumun günümüzde (belirgin olarak da 60lardan itibaren kurulmaya başlayan yeni toplumsal/ kültürel iklimde) ne kadar fayda sağladığı ise bambaşka bir tartışma konusu.

Elbette psikanalitik ve feminist eleştiriyi ben de çok çok kıymetli ve vazgeçilmez buluyorum. Hatta sözü gelmişken, bu öykünün psikanalitik eleştiriyle çözümlenmeden tam olarak anlaşılabileceğini düşünmüyorum. Tabii burada yazara mı eserdeki anlatıya mı psikanalizle yaklaşılacağı konusu gündeme geliyor ama bu tartışmayı bu başlıkta derinleştirmek istemem.

Bu durumda savcı ve ressam konusunda hoşlanmadığım şeyin yazarın görünür olması olmadığını belirtme ihtiyacı duydum. Ben eser vasıtasıyla ve eseri neredeyse bağlamından çıkaracak şekilde mesaj verecek kadar "birine duyulan öfke"nin Vapur gibi muhteşem bir öykünün önüne geçmeye çalışmasından şikayetçiyim. Şöyle diyebilirim: yazar görünür olacağı yerde bunu ustalıkla yapmayı, heyecanını dizginlemeyi bildiği ölçüde, önce öykü yazdığı ölçüde başarılı oluyor.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

fadıl(fazıl): Erdem sahibi.
Hüsnü: Güzellik. s326
Osmanlıca Türkçe sözlük. Mustafa Nihat Özön

fadıl ile Fazıl aynı anlama geliyormuş zaten.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Anlatıcının cinsiyeti konusunda öyküde hiçbir ipucu bulamadım. Öyküyü ilk okuduğumda, düşünmeden bir erkek çocuğu olduğunu düşünmüş, ama üzerinde durmamıştım. Sonra okuduğum bir yazıda (sanırım bir tezin öyküyle ilgili kısmındaydı) anlatıcıdan "kız çocuk" diye söz edildiğini görünce sonraki okumalarımda bu hususa da dikkat ettim. Ama anlatıcının cinsiyetine dair elle tutulu bir bilgiye ulaşamadım. Sizin gözleminiz nedir?


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Çağan dedi ki:

eren dedi ki:

Bana kalırsa vapur, "iktidar boşluğu"nu simgeliyor. Resmen kabul görmemesi, babanın yokluğuyla özdeşleşmesi, varlığının "devrim" durumunu ortaya çıkarması bunu düşündürdü bana. Bir yokluğun varlığı...

Babanın yokluğu ve iktidar yokluğu arasında kurulabilecek bir bağlantıya işaret ediyor öykü, buna katılıyorum. Ayrıca Vapur'u öyküde iki kez annesine benzetiyor çocuk: "-bu anlarda yaramazlık yaptığımda beni korkutmak için biraz da gerçekten çıldıran annemi anımsatırdı-" (s.16)

İkinci anne-Vapur eşleştirmesini unutmuşum:
"...biraz durgun görünüyordu, uzun süre müşterisiz ve örgüsüz kaldığı günlerde annemin bizi yedirip yatırdığı ama kendisi yemediği akşamlarda ışığı söndürerek pencerenin önünde oturduğu ve karşı damları seyrettiği vakitki kıpırtısız sarılığı içinde öyle donanmadan kopup üzerine gelmekte olan gemiyi seyrediyordu."

Burada Vapur'un muhakkak anne figürüyle bağlantılı bir temsili olduğunu düşünüyorum. Anne figürü ise babanın uzaklığıyla / yokluğuyla tanımlanıyor sanki. Öykünün son cümlesi bu kilidi açmadan öyküden çıkamayacağımızı söylüyor: "Babam kimdi benim, neredeydi, neden hiç dönmemişti?"

Ben bu anlamda yaklaşıyorum öyküye. Atatürk'ü ulusun babası/atası olarak konumlandıralım ve hikayenin baba figürü bir an Atatürk olsun. Onun ölümünün hemen ardından annenin ezilerek öldürülmesinin anlamı nedir? "Atatürk'ün ölümüyle karnına, göğsüne basa basa öldürdüğümüz annem..."(s.32) Ne demek bu?

Toplumun (kaba haliyle) id-ego-süperego temsillerini öyküde yerleştirmeye çalışsak, nasıl bir görüntü çıkar acaba?


Re: Leylâ Erbil - Vapur

eren dedi ki:
Ama anlatıcının cinsiyetine dair elle tutulu bir bilgiye ulaşamadım. Sizin gözleminiz nedir?

Öyküde herhangi bir ipucu yok. Ama ille bir yorum yapmam gerekse ben kız çocuğu derdim. Yazar kadın olduğundan mı, çocuğun hep annesinin yanında olması bana oğlan çocuklarına has görünmediğinden mi, bilmiyorum tam olarak.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

Ben de uzak durması gereken kişiler olması gereğini hatırlıyorum, öykü böyle başlıyordu,o nedenle kız olarak düşündüm küçük çocuğu.


Re: Leylâ Erbil - Vapur

eren dedi ki:
Anlatıcının cinsiyeti konusunda öyküde hiçbir ipucu bulamadım. Öyküyü ilk okuduğumda, düşünmeden bir erkek çocuğu olduğunu düşünmüş, ama üzerinde durmamıştım. Sonra okuduğum bir yazıda (sanırım bir tezin öyküyle ilgili kısmındaydı) anlatıcıdan "kız çocuk" diye söz edildiğini görünce sonraki okumalarımda bu hususa da dikkat ettim. Ama anlatıcının cinsiyetine dair elle tutulu bir bilgiye ulaşamadım. Sizin gözleminiz nedir?

Leyla Erbil'de Etik ve Estetik kitabını iyice inceledim, Vapur'un geçtiği bütün metinlerde, anlatıcının bir kız çocuğu olduğu söylenmiş. Genel kanı bu yönde Smile