UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

25 Şub 2013
Barış Acar

Bir süre önce internette rastlamıştım Sontag'ın 1964 tarihli bu makalesine. Türkçe'ye çevrilip çevrilmediğini bilmiyorum.

Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Özellikle daha önce Onat Kutlar'ın Çevirmen'ini bize tanıtan Eren'in ilgisini çekeceğini düşünüyorum.

Kategori:

Re: Susan Sontag - Against Interpretation

Evet. Metis'ten yayımlanmış olabileceğini tahmin ediyordum da bulamamıştım nette bir türlü. Teşekkürler Eren. Smile


Re: Susan Sontag - Against Interpretation

Güzel bir deneme, gözden kaçırdığı bazı önemli şeyler var ama.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Ben de bir ara detaylıca üzerinde durmak istiyorum yazının; ama Oktay'ın sözünü ettiği gözden kaçan şeyleri merak ettim doğrusu.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation

öncelikle popüler sanattan başlıyalım : popüler sanatın "içerik karşıtı" olduğu söylenemez, onun kendisi içeriğin hedonistleşmesidir zaten. popüler sanat dediğimiz şey çilecilikten hazcılığa geçen insanlığın sanat dediği şeydir. yani "biçimin" tamamen ortadan kaldırılarak içeriğin her yeri kaplaması, her şeyi söylemek isterken hiç bir şey söyleyememe durumudur. popüler sanatın iğrenç olmasının sebebi, onda "biçime" ve "güzelliğe" dair her şeyin içerik tarafından yutulmasıdır. "salt anlam" olma gayesindeki popüler sanat, onun için salt saçmalığa dönüşmektedir. hedonizm ise asetizmin bir çeşitidir zaten. demek ki, insanda ve onun etkinliğinde değişen pek fazla şey yoktur..

***

yazı şöyle bitiyor: "Eleştirinin işlevi yapıtın ne anlama geldiğini göstermek değil, nasıl o şey olduğunu, hatta onun o şey olduğunu göstermek olmalıdır."
iki seçenek sahiden birbirinden farkı mı? yapıtın "o şey olduğunu göstermek" yorumun berisinde "bir o şeyliği" varsayıp -ki yazı yorumun bu türlüsüne karşı çıktığını söylemeye çalışıyor- bir de bu varsayımı yapıta bir saydamlık fantazisi içinde dayatmak değil midir? yapıtın o şey olduğunu söylemek ve nasılını açıklamanın yapıtın ne anlama geldiğini göstermekten bir farkı varsa ikincisinin birincisine göre daha berbat olduğudur. çünkü ikincisi bir saydamlık ve betimleme iddiası tam da eleştirdiği şeyi daha kurnaz bir şekilde yapmaktadır. çünkü bu sanat "yapıtının yerine" bir saydamlık yanılsamasının kutsanması sayesinde el koymaktır. üstelik bu şöyle formülüze ediliyor : "İlk başta gerekli olan şey, sanatta biçime daha büyük bir dikkatle eğilmektir. İçerik’e aşırı ağırlık vermek, yorumu saldırganlığa sürüklüyorsa, biçimin daha yaygın, daha kapsamlı bir yolla betimlenmesi de yorumu susturacaktır." yorumun sözde susturulması ile betimsel bir eleştiri yani metne hizmet eden bir eleştiri ortaya çıkacakmış... bunun için sanat yapıtının görünüşünü "doğru betimlemek" gerekiyormuş. zaten Saydamlık bugün sanatta -eleştiride de- en yüce, en özgürleştirici değermiş.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

İlk nokta için Sontag'ın Pop-Art'ın niteliğini doğru çözümlediğini, onun -Oktay'ın da sözünü ettiği- hiper-gerçeklik ya da hiper-içerik yönünü gördüğünü sanıyorum. Bunu öylesine göstere göstere yapıyor ki Warhol şurekası gözden kaçırmak olası değil sanıyorum. (Hem de Greenberg'ün biçimciliğine karşı yapıyor bağıra bağıra.)

İkinci noktada ise bu 60lar ruhunun "biçim" ilgisini doğru çözümlemek lazım. Rus Biçimcileri'nin salt biçiminden toplumsal konsensus olarak biçim/ biçem algısına geçişin yaşandığı yıllar. Roman Jakobson'un, Barthes'ın yılları...

"Eleştirinin işlevi yapıtın ne anlama geldiğini göstermek değil, nasıl o şey olduğunu, hatta onun o şey olduğunu göstermek olmalıdır." cümlesini Barhes'ın, 1963'te yayımladığı, ünlü "Eleştiri Nedir"indeki aşağıdaki ifadeleriyle birlikte değerlendirmek gerek o yüzden.

""
Denilebilir ki, eleştirinin işi tamamıyla biçimseldir (biricik evrensellik güvencesi de budur): İncelenen yapıt ya da yazarda şimdiye kadar farkına varılmamış, "gizli" bir şey, bir "giz" bulmak değil (hangi mucizeyle? Bizden öncekiler bizim kadar anlayışlı değiller miydi?), karışık bir mobilyanın iki parçasını "akıllıca" inceleyip karşılaştıran iyi bir marangoz gibi çağının kendisine sunduğu dili (varoluşçuluk, Marxçılık, psikanaliz) yazarın kendi çağına göre oluşturduğu dile, yani mantıksal zorunlukların biçimsel dizgesine uygulamaktır. Bir eleştirinin "kanıt"ı gerçek'ten gelmez, çünkü eleştiri anlatısı —tıpkı mantık anlatısı gibi— ancak ve ancak biçimseldir: En sonunda, gecikme ile, ama tamamıyla bu gecikme içine yerleşerek: Racine Racine'dir, Proust proust'tur demiktir; eleştiri kanıtı diye bir şey varsa, bu, sorguya çekilen yapıtı "açma" değil, tam tersine onu elden geldiğince kendi kaplama yeteneğine bağlıdır.

(...)

Gerçekten, eleştiri kendisinin de bir dil (daha doğrusu bir öte-dil) olduğunu saptamakla, çelişkin, ama gerçeğe uygun bir biçimde, aynı zamanda hem nesnel hem de öznel, hem tarihsel hem de varoluşsal, hem baskıdan yana hem de özgürlükten yana olabilir. Çünkü eleştirmenin seçtiği dil gökten zenbille inmez, çağının sunduğu birkaç dilden biridir, nesnel olarak, bilginin, düşüncelerin, ussal tutkuların tarihsel olgunlaşmasının sonucudur, bir zorunluk'tur; öte yandan her eleştirmen bu zorunlu dili, belli bir varoluşsal örgüte göre, kendi malı olan ussal edimin denenmesi, içine bütün derinliğini, yani yeğlemelerini, beğenilerini, dirençlerini, saplantılarını koyduğu bir deneme olarak seçmiştir. Böylece, eleştiri yapıtının bağrında, iki öykünün ve iki öznelliğin, yani yazarla eleştirmenin öyküleriyle öznelliklerinin karşılıklı konuşmaları başlayabilir. Ama bu karşılıklı konuşma bencilce şimdiki zaman içine sürülmüştür bütünüyle: Eleştiri, geçmişin ya da "öteki"nin gerçeğine bir saygı sunma değil, çağımızın anlaşılır'ının kurulmasıdır. (Kaynak)

Makalenin İngilizce tam versiyonu: What is Criticism?


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

konuyla ilgilenenler için sorularım:

sontag'ın denemesi bağlamında;

bir yorumun, "yapıtta asıl söyleneni" aştığını nasıl kanıtlayabilirsiniz?
bir sanat yapıtının görünüşünü "doğru betimlediğinizi" iddia ettiğinizde bunu neye dayanarak söyleyebilirsiniz? "doğru betimleme" nasıl gerçekleştirilir?
nesneleri kendileri olarak, yani ne ise o olarak yaşamak(saydamlık) mümkün müdür? mümkün ise nasıl?
"yapıtın bütünü" nedir, "yapıtı bir bütün olarak görebilmek" nasıl becerilir?


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Oktay soruları iyi çatmış. Felsefe tarihini epey uğraştırmış sorular bunlar. Cevaplarından ziyade de cevaplanma denemeleri önem arz etmiş.

Sontag'ın makalesinde benim için hayatiyet taşıyan nokta çeviri etkinliğinin kendisi. Bir yapıt neden başka bir dile tercüme edilir. Bu ihtiyaç nereden doğar ve nerelere dek uzanır? Kanımca bu yeniden içeriklendirme işlemini Nietzschegil "derinlikler" mevzusuna boşuna dokundurmuyor yazar. "İçerik"le boğuşurken içerik yüklemelerine, hemen ardından da içerik yükleyenlere çatıyor.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Oktay'ın soruları denemeden çok daha zihin açıcı geldi bana. (Belki de içeriği çok daha öne çıkarmasından Smile ) Her ne kadar deneme bağlamında demişse de ben denemenin bu sorulara tutarlı ve açık cevaplar verebileceğini sanmıyorum.( Bu denemenin neden bu kadar ciddiye alındığını da anlamış değilim. Sanırım sanatın da eleştirinin de kaynağı can sıkıntısı, bu can sıkıntısını biçime dönüştürememenin,,, neyse.)

Deneme biçimle içeriğin ayrı şeylermiş gibi düşünüldüğünden yakınıyordu bir yerde. Bu denemenin edebiyat anlayışı "yapıtta asıl söylenen" diye bi şey kabul etmese gerek. Yapıtı bir bütün olarak görmekten kastı da bu olmalı. Başında sonunda yada arkasında özel bir anlam olmayan(hiç anlam olmayan?), homojen( başka bi kelime gerekiyor, bulamadım.) ...

Arada sinema yerine müziğe kaysa daha yerinde olurdu bence. ( Bir alıntı: Vereceği okuma ya da dinleme zevkinden başka hiçbir sonucu ve anlamı olmayan bir hikaye uydurabilir miydi insan? "Müzik gibi mi?" deyiverdim, şaşırdı Hoca.[Orhan Pamuk-Beyaz Kale])Dille üreten anlamla da uğraşmak zorundadır. İçerik biçime ve dile hükmeder, onları belirler ve açığa çıkmak için kullanır. Kötü( Tartışma içinde kullanılmış popüler kelimesi yersiz bence, Tutunamayanlar Türkiye'nin en popüler kitabı değil mi yıllardır?) edebiyat içeriğin dili-biçimi belirleyememesinden doğar bence.

Susan Sontag doğru betimleyen eleştiriyi tarif etmiyor ama örnekliyor. "Orasını burasını karıştırmadan sanat yapıtının duyumsal yüzeyini aydınlatmak", verdiği örneklerin ortak özelliğini de bu olarak gösteriyor. Çeviriden mi bilmiyorum, yüzey aydınlatmak ifadesi, denemenin mantığına aykırı geliyor bana.

Nesneleri kendileri olarak yaşamak, (yaşatmak?) ??? :S

Bu denemenin edebi bir şaka olma ihtimali var mı sizce, habire konuşuyoruz, bir yamuk olmasın Smile


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

bir diğer soru: yapıtta "içerik" ve "biçim" nedir?


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Sontag'ın yazısı 64'te epey zihin açıcıydı. Hatta radikaldi. Keza -daha önce de yarım yamalak dile getirmeye çalıştığım gibi- Yapısalcı teorinin o güne dek baskın olan biçimci anlayışı içerikle yeniden ilişkiye soktuğu yıllardı (Yapısalcılığın bu konudaki başarısı tartışılabilse bile, sadece Barthes örneğinde bile getirdiği yenilikler ortadadır).

Müzik sanat felsefesi açısından hep problemli bir alan olmuştur. Doğrudanlığı yüzünden. Kendi adıma ben müzik üzerine kuramsal çalışmaları genel estetik teorisi ile kesiştirebilen doyurucu bir yapıt okumadım henüz. Öte yandan o yıllarda video sanatı vb. gibi unsurlarla da kesişen (Godard'ın senaryosuz filmleri, Vertov Grubu eylemleri örnek olabilir) sinema sanatı Sontag'a pek çok yeni malzeme veriyor derdini anlatmak için. Aynı şekilde Yeni-Roman akımının da bu yazıyla güçlü bağları olduğunu düşünüyorum. Keza Robbe-Grillet'nin sadece "oldukları şey olarak" konuşkan olabilen insanları/ nesneleri epey bir gürültü koparmaktaydı o yıllarda.

Uzun sözün kısası eleştiriyi dönemiyle birlikte düşündüğümüzde bağlantıları daha iyi kurabiliriz (yine tarihselcilik belası). Ancak öyle düşünmesek de değerinden çok şey yitireceğini sanmıyorum Sontag'ın. Keza "içerik" diye anlaşılan illetin (yazıda bu biçim-içerik sorununa Platonist temsil ilişkisine kadar geri giderek değiniyor yazar) henüz "biçim" diye anlatılan illetten tam tamına kurtulmadan "dil"e çökmesi başlı başına bir problem bugün bile. (Off of, bunu tam tamına anlatmak için bir sürü yazmak gerekecek yine. Zaman olur mu bilmem. Ama özü bu.)


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Barış Acar dedi ki:
Oktay soruları iyi çatmış. Felsefe tarihini epey uğraştırmış sorular bunlar. Cevaplarından ziyade de cevaplanma denemeleri önem arz etmiş.

Sontag'ın makalesinde benim için hayatiyet taşıyan nokta çeviri etkinliğinin kendisi. Bir yapıt neden başka bir dile tercüme edilir. Bu ihtiyaç nereden doğar ve nerelere dek uzanır? Kanımca bu yeniden içeriklendirme işlemini Nietzschegil "derinlikler" mevzusuna boşuna dokundurmuyor yazar. "İçerik"le boğuşurken içerik yüklemelerine, hemen ardından da içerik yükleyenlere çatıyor.

çeviri etkinliği ve buna ilişkin soru-nlar sahiden önemli. ancak bu sorunlara ilişkin olarak denemenin tutumu üzerine düşünmezsek en temelde "içerik" ile boğuşmanın bir gereği kalmıyacaktır. "içerik yükleyenlerle" boğuşmak demek içerik yüklenebileceğini yani yapıtta "asıl anlatılanın" dışına çıkılacağını iddia etmek demektir.bu durumda da "asıl anlatılan" ve onun tespiti sorunu ortaya çıkıyor. "biçim" ve "içerik" arasındaki muğlaklık ise yazının çözüm olarak sunduğu "yapıtın bütününe yönelmeyi" anlamsız ve işlevsiz kılıyor. aynı durum "saydamlık" meselesinde de var. daha önce ifade ettiğim gibi, saydamlık tasavvuru katmerlenmiş ve kutsanmış içerik demektir. zaten yazının saydamlık fantazmına atfettiği değer de bunu gösteriyor. ezcümle, deneme kapıdan kovduğunu bacadan eve alıyor.

işte dile getirdiğim sorular bu duruma yönelik.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

oktay dedi ki:
ezcümle, deneme kapıdan kovduğunu bacadan eve alıyor.

Buna bir şey diyemiyorum. Özellikle "saydamlık" arayışı sanki aslında başka bir şeyi perdelemek için söylenmiş gibi duruyor gerçekten.

Tam bu noktada benim eleştirim de Sontag'ın "avangard"ı tek bir üslup gibi ele almasına yönelik. Oysa onun farklı veçhelerinde biçim-içerik sorunsalını farklı farklı girişimlerle aşan nice deneyim var.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Aslında Oktay'ın Arşimet Teoremi'yle ilgili yorumunu merak ediyorum. Keza tam da Sontag'ın "saydamlık"ını yakaladığımı sanıyorum orada. Smile


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

saydamlık yakalanamadı; nereden mi biliyorum? n'leri saymaya başladım, oradan. Smile


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Barış Acar dedi ki:
Yukarıdaki sözümün muhattabı tabii ki Sontag’ın “Yoruma Karşı” yazısı. Vapur’u düşünmenin iki yolu var Sontag’a göre: 1- Öyküde vapurun temsil ettiği şeyleri buluruz ve simgeselin alanında edebi olarak dünyanın “derinlikleri”ne dalarız. (Anlatıcıya inanmayız. Onun arkasında duran yazarı sadece bizim saptayabileceğimiz niyetlerle dolduruz. Çocuğun dünyasının üstüne çıkar; onu geride bırakırız.) 2- Vapuru sadece vapur olarak alırız. (Böylece anlatıcıyla aynı kafaya gelmiş oluruz. Onunla bir ve özdeş oluruz. Çocukluğun fantastik dünyasında kaybolabilen bir vapurla yarım yamalak anımsanacak bir seyahate çıkarız. Öyküye onunla aynı düzlemden sorular sorarız.)
http://www.uzunhikaye.org/icerik/leyla-erbil-vapur-1891

1- bir yapıtı okumaya başladığımızda yapıtı okuruz, anlatıcıyı değil...bu, anlatıcının yokluğunda da metnin okunabilmesinin ve ondan bir şey çıkarılabilmesinin olanaklı oluşu ile düşünülmesi gereken bir durumdur.
2-vapuru sadece vapur olarak almanın, anlatıcı ile aynı kafaya gelmek olduğunu nereden bileceğiz? vapurun sadece vapur olabilmesindeki "semiyotik" olanaksızlığı bir yana bırakalım, bu yazarın sahiden ne dediğini bildiğini iddia etmek - vapuru vapur olarak almış demek- anlamına geldiği için "yazarın niyeti" ile "bizim metinden çıkardığımızın" aynı şey olduğunu iddia etmek demektir. yani, 1. ve 2. maddelerle özetlenmiş tutumlar arasında radikal bir fark yoktur. işte benim, sontag kapıdan kovduğunu bacadan alıyor dememin sebebi de buydu.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

oktay dedi ki:

1- bir yapıtı okumaya başladığımızda yapıtı okuruz, anlatıcıyı değil...bu, anlatıcının yokluğunda da metnin okunabilmesinin ve ondan bir şey çıkarılabilmesinin olanaklı oluşu ile düşünülmesi gereken bir durumdur.

Bir edebiyat yapıtında yapıtı, kiminde örtük (tanrı anlatıcı) kiminde açık biçimde (birinci ve ikinci tekil şahıs) anlatıcı "aracılığıyla" okuruz. Yani yapıtla yüzyüzelik dolayımsız değildir (Oktay'a, büyük olasılıkla, yapıtla hiçbir biçimde dolayımsız ilişki kurmak mümkün değildir diyecektir; katılıyorum.). Yazarın bilinçli ya da bilinçsiz kurguladığı bir öznelik konumudur konuşan. Mesele onu görüp görmemek burada daha çok.

oktay dedi ki:
2-vapuru sadece vapur olarak almanın, anlatıcı ile aynı kafaya gelmek olduğunu nereden bileceğiz?

Anlatıcının oynadığı oyuna katılmanın böyle olduğunu varsayacağız elbet.

oktay dedi ki:
...bu yazarın sahiden ne dediğini bildiğini iddia etmek - vapuru vapur olarak almış demek- anlamına geldiği için "yazarın niyeti" ile "bizim metinden çıkardığımızın" aynı şey olduğunu iddia etmek demektir. yani, 1. ve 2. maddelerle özetlenmiş tutumlar arasında radikal bir fark yoktur. işte benim, sontag kapıdan kovduğunu bacadan alıyor dememin sebebi de buydu.

Yazarın yapıtı üzerine tam olarak hakimiyetinden söz etmek olanaksız olsa bile bu onun oraya bir anlamı bilinçli olarak sokmak istemediğini ya da bizim bu "sokuşturulmuş" anlama ulaşamayacağımızı göstermez. Sontag da bu oyunu bizim kadar biliyordu bana kalırsa. Dolayısıyla örneğin Vapur öyküsü için Sontag'ın itirazının soyut bir kuramdan çok "özgürlük imgesi", "Cumhuriyet simgesi", "kadın metaforu" gibi praksiste ortaya çıkan kestirme cevaplara ("anlam"a, özellikle de "belirli bir anlam"a) dönük olduğunu sanıyorum.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

"yazar, metnin dışında mıdır?" diye bir soru sorsam sanırım demek istediğim anlaşılacaktır."öznel dolayım" tasavvurunda "nesnel olana" erişimin ancak bir "öznellik" ile gerçekleştiği söylenir.bu hala sürecin yanlış anlaşılması, yani sonuçların(nesne, özne gibi sonuçların) bir kurucu ya da sebep gibi tasavvur edilmesi yüzünde gerçekleşir. yazarın bilinçli veya bilinçsiz kurguladığı öznellik konumu, metnin içinde olmak zorunda olduğu için açıkça tespit edilemez. zaten eğer tespit edilebilseydi sontag'ın bu denemeyi yazmasına ya da eleştiri nasıl olmalıdır sorusunun sorulmasına dahi gerek kalmayacaktı. çünkü, artık sahiden de orada "o metinden" başka bir şey olmayacaktı yani sadece "yazarın söylediği şey" olacaktı.dolayısıyla da "sorun" çözülmeyecek çünkü hiç ortaya çıkmamış olacaktı. ancak, bu metnin nasıl bir metin olacağını bilemeyiz, hatta tahayyül dahi edemeyiz. çünkü hayal gücümüz her halükarda o dili konuşmamaktadır, hayal edilen her şey halihazırdaki dilin imkanlarını kullanmak durumundadır.

bir metindeki anlam, ulaşılan bir anlam olamamaktadır. bir anlama ulaşıldığı söylemek yine sebepler ile sonuçların yer değiştirilmesi sayesinde gerçekleşir; yani metafizik bir düşünme tarzı ile... bir metinin anlamı her zaman yaratılan anlamdır, ulaşılan değil. bir anlama ulaştığımızı söylediğizde, var olan bir anlamı keşfettiğimizi (yani buradaki örnekte yazarın öznel konumunu) söylemiş oluruz. oysa, öznel konum her zaman zaten metnin içindedir yani, o metin içinde üretilir ve bunun için de hiç de tutarlı bir karaktere sahip değildir.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Barış Acar dedi ki:
...örneğin Vapur öyküsü için Sontag'ın itirazının soyut bir kuramdan çok "özgürlük imgesi", "Cumhuriyet simgesi", "kadın metaforu" gibi praksiste ortaya çıkan kestirme cevaplara ("anlam"a, özellikle de "belirli bir anlam"a) dönük olduğunu sanıyorum.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

şimdilik, soyut-somut; kuram - praksis karşıtlıklarındaki çıkmazı bir yana bırakacağım mecburen...yoksa yine "kuramsalcılık" ile itham edileceğimi seziyorum.sontag'a devam edeyim öyleyse:

itirazın neye dönük olduğu herkesin malumu.itiraz edilen durum, itiraz edilmesi gereken bir durum zaten. benim göstermeye çalıştığım şey, itirazın nasıl da itiraz ettiği şeyi "gizleyerek" çözüm olarak sunduğu ile ilgili. yukarıda yazdığım mesaj buna ilişkindir. başlıkta, başından beri yazıklarım bu duruma işaret etmeye çalışıyor.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Zaten kavramlara değil olgulara vurgu yapmaya çalışıyorum Oktay? Neden Vapur'a yakıştırılan "özgürlük imgesi", "Cumhuriyet simgesi", "kadın metaforu" anlamları üzerine yorum yapmaktan kaçınıyorsun?


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Ben Sontag'ın işaret ettiği şeyi öykü üzerinde saptamaya ve bunun üzerinden bir tartışma yürütmeye çalıştıkça sen her adımda başka bir adla araçsallaştırmaya çalıştığım kavramları açıklamanın ya da onlarla hesaplaşmanın derdine düşüyorsun. (İtham değil bu, aynı olgu üzerine konuşmaya çalışma girişimi.)


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

"kavram" - "olgu" karşıtlığının bir çıkmaz olduğunu senin "olgulara" vurgu yapmaya çalıştığını gördüğüm için dile getirdim zaten. Ama bunu aynı mesajda değindim sebeplerden dolayı burada deşmemeye karar verdiğimi söylemiştim.
Vapur'a yakıştırılan "özgürlük imgesi", "Cumhuriyet simgesi", "kadın metaforu" anlamları üzerine yorum yapmaktan kaçındığımı nasıl söyleyebilirsin? bak ne diyorum senin 2. kez alıntıladığın mesajaına dair : "(sontagvari) itirazın neye dönük olduğu herkesin malumu.itiraz edilen durum(yani vapura yakıştırılan anlamlar), itiraz edilmesi gereken bir durum zaten." devam ediyorum: "benim göstermeye çalıştığım şey, itirazın nasıl da itiraz ettiği şeyi "gizleyerek" çözüm olarak sunduğu ile ilgili."
bunun açıklaması da kendisineden önce (daha önceki mesajımda) gelmiş ama daha kısa ve açık bir şekilde ifade etmeye çalışayım: "özgürlük imgesine", "Cumhuriyet simgesine", "kadın metaforu"na indirgemek yanlış, ama vapurun vapur olduğunu söylemek de öyle.zaten bir öyküdeki vapur, vapur da olsa başka bir şey de olsa zaten metaforiktir,imgeseldir ya da simgeseldir(artık adına her nedersen) yani eleştirini "senin söylediklerin metinde yok, sonradan eklediğin metaforlar bunlar." diyerek temellendiremezsin. çünkü metinde metaforlardan başka bir şey bulunmaz.eğer eleştirini bu şekilde temellendirmeye çalışırsan da, eleştirdiğin konuma kayıverirsin. (bunun sebebi de "biçim" ve "içerik" muğlaklığı...)
sontag kabaca diyor ki, yazara(vapura) inanmıyorlar da yazarın söylediklerinin altındaki gizli olduğunu düşündükleri yani sonradan uydurdukları anlama(özgürlük,cumhuriyet,kadın vs..) inanıyorlar. vapur vapurdur işte, gerisi "yorumdur"... sanki vapurun vapur olduğunu söylediğimizde "yorum" söz konusu değilmiş gibi... "bunun dışında", sanki yazar vapur dediğinde vapur demek zorundaymış gibi... 10. baskı : sontagvari eleştiri; "vapur, vapurdur." dediğinde eleştirdiği konumda buluyor kendisini. Smile


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Nihayet aynı limana yük indirmeye başladık.

oktay dedi ki:
(sontagvari) itirazın neye dönük olduğu herkesin malumu.itiraz edilen durum, itiraz edilmesi gereken bir durum zaten.

Benim deşmeye çalıştığım zaten "herkesin malumu" olan bu sorun. Çünkü görülen o ki bu öyle hiç de herkesin malumu değil. 1960'da böyleydi, ne yazık ki bugün de böyle.

Öte yandan, kalın kafalılığımı bir basamak yukarı taşımak konusunda kararlıyım:

oktay dedi ki:
zaten bir öyküdeki vapur, vapur da olsa başka bir şey de olsa zaten metaforiktir,imgeseldir ya da simgeseldir

"Simgeselin dışı yoktur" diye ünleyen Jakobson'a inanıyorum ve arttırıyorum. İki simgesellik biçimi birbiriyle özdeş midir? (İzninizle, özdeşliğin olanağını bir süre arkakapıda bırakmak istiyorum.) Demem o ki; Vapurun özgürlüğü simgelemesiyle sadece bir vapuru simgelemesi arasında bir fark yok mu? Eğer varsa Sontag birinci tür anlama/ yoruma karşı çıkarken aslında bir anlamlandırma kipine mi karşı çıkıyor? Neden ikinci tipi birinciye "kıyas"la yeğliyor? Bunlar üzerine düşünmeye değer sorular. (Eğer iki simgesellik tipi arasında ayrım yoksa vay avangardın haline!)


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

herkesin malumu derken, ikimizi kastettim. daha çok da kendimi, çünkü Mar 12th, 2013 günü 13:59 mesajında eski mesajını alıntılayarak bu duruma dikkat çekmek istemiştin. ben de "o durum zaten herkesin malumu" demek durumunda kaldım. uzatmayayıp diğer konuya geçmek niyetindeyim ama yazmaya başlamak için yeterli motivasyona sahip değilim şu anda. mesele komplike, pek çok önemli hususla ilgili(mesela saussurecü "gösterge"nin durumu ki, "biçim"("gösteren") "içerik"("gösterilen") meselesi olarak düşünülmeli). üzerine epey şey söylenmesi gereken meseleler bunlar ama benim yazmaya başlamak için yeterli enerjim yok, bunun için kısa yazmaya çalışacağım. "simgeleme":"ne neyi simgeliyor" ki burada? "sadece vapuru simgeleyen vapur" olabilir mi ? ya da saydamlığın olanaklılığına dair ne söylenebilir? aslında az çok bunlara dair şeyler söylendi yukarıda yazılanlarda. kendisine doğrudan hiç değinilmemiş olan ise "avangard" meselesi..onu sana bırakmak niyetindeyim..

özdeşlik İzninizle, özdeşliğin olanağını bir süre arkakapıda bırakmak istiyorum denildiğinde değil, "sadece vapuru simgeleyen vapur" denildiğinde yani saydamlık fantazmına kapılındığında sürekli olmak üzere -yani bir süre için değil,sürekli olarak- bir sorun olmaktan çıkarılmış oluyor. "sadece vapur olan vapur",işte özdeşlik budur, metafizik budur.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Avangard kozunu oynamak istemem bu yüzden. Keza nesnenin kendisini (temsilin sınırlarını aşarak/ genişleterek ya da oyunun kendini ima ederek) işaret eden onlardı. (Yeni-roman geleneği de buna eklenebilir mi edebiyat alanında; düşünmeli.)

Vapurun vapuru işaret etmesi (resmin sadece kendini temsil etmesi) sorunlu bir konu elbet. Ama vapurun özgürlüğü temsil etmesinden daha sorunlu değil bana kalırsa.

Bu nokta üzerinde kalıp Sontag'ın itirazının neye yöneldiğini daha iyi anlayabiliriz sanıyorum.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

"sadece vapur olan vapur" düşüncesi, "biçimin" "içerik" karşısında itibar kazanması olarak sunuluyor bize. böylce; eleştiride, yorumda bir "denge" sağlanıyor ve biz de yapıta yöneldiğimizde "yazarın" konumuna yerleşerek yapıtı onun gözleri ile görebiliyoruz. "somut", "soyut" karşısında değer kazanıyor; "denge" sağlanınca doğru okuma gerçekleşiyor. burada şuna dikkat çekmek elzem: "biçim" ve "içerik"; "somut" ve "soyut" ancak sürece sonradan eklenen kavramlar olmalarına rağmen; sanki yorumun kendisinden kökenlendiği unsurlarmış gibi sunuluyor. işte tam da bunun için, sontag saydamlık fantazmından öte bir eleştiri ya da değerlendirme ortaya koyamıyor.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

son yazdığım mesaj Mar 13th, 2013 günü 14:46'da yazdığım mesaja ilavetendir, senin 15:06 sularında gönderdiğine cevaben değil, henüz onu okumadım.


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Barış Acar dedi ki:
Bunca yıldır "biçim"e karşı canhıraş mücadele vermiş olan, hâlâ da bu mücadelenin önemini anlatan ben şimdi ne oluyor da biçime bu kadar değer veriyorum. Hepsi Sontag'ın suçu mu, yoksa toptan şuursuzluk mu? Belki de üçüncü bir yol vardır.

bu kaçınılmaz değil mi zaten. "biçim" ve "içeriğin" sınırlarının asla ve asla çizilemeyecek olması bunu kaçınılmaz kılıyor. dediğim gibi, "biçim" ve "içerik" sadece sonradan uydurulan sonuçlardan ibaret. süreç çözümlerken merkeze alındıklarında ortaya kaçınılmaz olarak sorunlar çıkacaktır. zaten, diyalektik rol değişimleri ile ilgilenir derken bunu kastediyorum. karşıtlıklar arasındaki rol değişimlerine takılıyor diyalektik düşünce, ki zaten diyalektik dediğimiz şey son kertede bu rol değişiminin yönetilmesi işlemi değil midir? peki ya karşıtların türetildiği "ilkenin", yöntemin kendisi ne olacak? yani, diyalektiğin ta kendisi ne olacak...


Re: Susan Sontag - Against Interpretation (Yoruma Karşı)

Susan Sontag'ın yazısında yoruma neden karşı çıktığını kavradım ve hak verdim. Fakat, yorumun karşısına koyduğu (ve yine de bir çeşit yorumu kaçınılmaz olarak içeren) önerisini tam olarak anlayamadım. Biraz şuradan ipucu alabildim:

""
İdeal olarak, yorumculardan başka bir yolla kaçınmak da mümkündür: Yüzeyi bütünleşmiş ve tertemiz, akışı hızlı, seslenişi doğrudan yapıtlar oluşturmak; öyle ki yapıt sonunda… neyse o olsun.

Buna örnek olarak aklıma son dönemde okuduğumuz Ölü öyküsü geldi. Öyle ki, beni diğer iki öyküden daha çok etkilemesine rağmen, var olan rasyonel aklın çözümleme yöntemlerine, "Düşünce'ye" alışkın zihnim eseri "yorumlayacak" sözleri bulmakta zorlandı, zorlanıyor. Sitenin diliyle söylersem, "yorum gönderemiyorum!":)

Ama, mesela aşağıdaki alıntıda verdiği örnekleri bilmediğim için, tam olarak ne önerdiğini anlayabildiğimi söyleyemem:

""
Bir sanat yapıtının görünüşünü gerçekten doğru, zekice ve sevgiyle betimleyen eleştiri de aynı ölçüde değerli olacaktır. Bunu başarmak, biçimsel çözümleme yapmaktan çok daha güçtür. Manny Farber’in bazı film eleştirileri, Dorothy Van Ghent’in “Dickens’ın Dünyası: Todgers’ın Pansiyonundan Bir Görünüş” adlı denemesi, Randall Jarrell’ın Walt Whitman üzerine denemesi burada anlatmaya çalıştığım türün az bulunur örnekleridir. İçine girip orasını burasını karıştırmadan sanat yapıtının duyumsal yüzeyini aydınlığa kavuşturabilen denemelerdir bunlar.

Ölü ne kadar yoruma kapanabilmişse, Vapur da bir o kadar yoruma "çanak tutacak" şekilde yazılmış bence. Vapur'u sadece Vapur olarak ele almaya izin vermiyor sanki.

""
"Vapur"un da içinde bulunduğu ikinci kitabı Gecede(1968) yayımlandığında Cumhuriyet gazetesine ilan vererek "İnsanı Marxist ve freud'cu açıdan ele al[dığını]" belirten Erbil, XX. yüzyıla damgasını vuran bu iki düşünürün birlikte anılmasından hoşlanmayanların tepkisiyle karşılaşmıştır. (Leyla Erbil'de Etik ve Estetik kitabında Sema Bulutsuz'un yazısından, s.65)

Elbette ki yazarın niyeti ve amacı belirleyici olmamalı. Ama Vapur gibi, bariz metaforların yönlendirdiği bir öyküyü okuduktan sonra, metaforları çözümlemekten kaçınınca nasıl bir bütünlüklü değerlendirme yapılacağını da bulamadım.