Bodur Minarenin Ötesinden
Arkadaşlar,
ilk atölye ödevimizin Yusuf Atılgan boylarından olması sanırım çok garip kaçmayacaktır. Okuduğumuz öykülerin hemen hepsi üzerine çok şey söylemeye, yeniden düşünmeye ve kurgulanmaya değer olduğu halde içlerinden birinin yazma ediminde karakterleri düşünebilmek açısından atölye katılımcasına fazlasıyla imkân sunduğunu düşünüyorum.
"Bodur Minareden Öte" öyküsünün kahramanı iki kişilik bir aşkı tek başına yaşarken okurun içinde bir ukte kalıyor ister istemez. Acaba, diyor acımasız okur, "yazı makinesinin düğmelerine basmaktan bükük parmaklı kadın" nasıl duydu bu öyküyü? Neler hissetti o vapur yolculuklarında, bodur minareye kadar olan takiplerde, beklemelerde? "Kırk yıllık karısının adını unutan adam"a aşık mıydı gerçekten? Yoksa alay mı etti onunla, işsizliğinde bir iş miydi onun kendini bekleyişi? Yoksa bütün bu sırladıklarım zırvaydı da başka bir olay mı vardı bizim tek yanlı gördüğümüz öykünün altında?
Bodur Minareden Öte'yi yeniden yazmayı öneriyorum. Bu kez karşı taraftan, kadının ağzından; hodri meydan!
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Bu ödev için iddialıyım arkadaşlar. Bundan böyle, ödülleri kimseciklere kaptırmayacağım. Şu da bir gerçek tabii, atelye arkadaşlarımın miskin mi miskin oluşları bir nebze kolaylaştıracak işimi. Aha bakın, var mı ses soluk bir Nurten Öztürk'ten, efendime söyleyeyim, Aykut'tan. Aksakal, ödev konusunda kaytarmaya çalışıyor! Kendi gözlerimle okudum yazdığı iletiyi. Narincir, eminim şimdi horul horul uyuyor.
Eren'e verilen ödülün aynısını istiyorum ve alacağım.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
sen yaz, ben keyifle okuyayım yazdıklarını.
evet yazmak konusunda kaytarıyorum ancak yazılınları okumak konusunda çalışkanım valla billa :roll:
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Odev verildiginden beri 1 hafta oldu. Ancak toparlayip bir seyler yazabildim. Sizin guclu kollariniza birakiyorum.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Vallahi, elif'i bekle bekle ben de sıkıldım. En iyisini yaptın yayımlamakla. Ben de tutamayacağım yakında kendimi. Bir sonunu getirebilsem.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Öykünün aslına uyma ya da , orada anlatılan bir ayrıntıya değinme kaygısıyla yazılmış, yukarıya alıntıladığım bölüm bu kadar zorlama olmasaymış, geri kalanı bence çok çok çok güzel olmuş. Eren'in ellerine sağlık.
Barış'a not: Bi sonunu getirebilsem. demiş. İşte ben de ona uğraşıyorum.
Bak beni nasıl da kamçılıyorlar. On bilemediniz on beş dakikaya forumdadır öykü.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Elif Çınar
Ağustos, 2008
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Yazarken bir kronoloji problemi yasadim. Elif'in bu yorumu bana soz konusu problemi cozememis oldugumu gosteriyor (onun soylediklerinin yani sira). Bu acidan tekrar bakmam gerekecek. Yok mu artiran?
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
"Taş Duvarın Berisinde"yi okudum. Ellerine saglik Elif. "Bodur Minareden Ote"nin kahramaninin oykuye bu kadar gec girmesinin oykuyu okuyusum uzerinde etkili oldugunu dusunuyorum. Ama kizcagazin kala kala o "hasta"ya kalmis olmasi uzdu beni. Ben, gercekten gider belki, diye dusunuyordum. Notu Yilmaz'a gonderemese de gider. Bir kez daha okumak istiyorum. Bakalim...
Okurken gozume ilisen yazim yanlislarini -ya da bana ifade bozuklugu gibi gelen seyleri- da asagiya kopyaliyorum.
Zira, artık onun beni eskisi gibi aşkla sevmediğini biliyordum.
Gözümün önünden gitmiyordu Yılmaz'ın gülüşü.
Uyuşmuş gövdemi gezdirdim evin içinde sana yemek pişirmeye devam etmek için.
Yerimden kalkıp herkesle birlikte ben de kapıya doğru ilerledim.
Silahlı adam da oradaydı, onun biraz uzağında.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Eren sağ olsun, hemen okumuş öyküyü de eleştiri bileM yazmış. Yazım yanlışlarıyla ilgili eleştirilerini dosyadaki metinde düzelttim. Tekrar teşekkürler Eren'e. Yeğenime okutmuştum. O okurken güldü, onun eleştirisi doğrultusunda düzelte yapmıştım, Eren'in eleştirilerinden anlaşılan o ki, biraz fazla düzeltmişim.
Bi de, Bodur Minareden Öte'deki mektup bu öykünün sonunda da olacaktı. Taş Duvarın Ötesinde öyküsü için önemliydi. Eklemeyi unutmuşum. Siz okurken mektupda yazılanlar öykünün sonunda varmış gibi düşünün istedim. Artık, mektubu kendi dosyama eklerim.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Benim soylediklerimi bir elestiriden cok "Bodur Minareden Ote" oykusunde tanimlanan cerceveyi tamamlamaya calisan bir cabaya girismis baska birisinin o cercevenin gorunmeyen tarafiyla ilgili naif beklentileri olarak degerlendirmek gerek. Yoksa, elbette, oyku kisisinin oykuye gec girmesi de kiz cagizin ayni "hasta"ya kalmasi da o cerceveyi tamamlayan bakis acisinin inisiyatifinde. Ben, eger elestirecek bir yan bulabilirsem, elestirimi ikinci okumamdan sonraya saklamak istiyorum. Hem yegen begendiyse ben zaten ucuncu pozisyonuna dusmus oluyorum. O yegenle tanismis miydim ben? Deniz miydi adi?
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Eren, metin hakkındaki ilk akla gelen düşücelerini yazmış, diye düzelteyim o zaman. Deniz, değil, ablası okudu, güldü, aslında dalga geçti demeliydim. Deniz, öykü okunurken sıkıldı, öykünün yarısında odayı terk etti, dondurma yemeyi öyküye tercih etti.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Ben eren'in öyküsünü okudum ancak. Onunla ilgili eleştirilerimi de (ilk aklıma gelenleri mi yoksa) yarın yazacağım. Olur mu?
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Olur.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Ben Elif'in öyküsünü okudum öncelikle, çünkü atelye çalışmama başlayıp, çalışmayı bitirebilirsem adı:"yüksek taş duvarın çok berisi" olacak. Belki yardımı olur diye okudum.
Tekrar okumam gerekir,yeterince toparlayamadım. ilk okumada bana yanlışlıkmış gibi gelen bölümü iletiyorum. Alıntı,öykünün akış mantığına terse düşüyor.Daha doğrusu kahramanın mantığına. Kahramanın, içinde bulunduğu duygu durumunda, kocasının, şehri terk edip etmeyeceğini öğrenmek için adamı başka bir yere değil de gara yolluyor, olmasını normal karşılaması gerekir. Aşağıdaki gibi olursa paranoyasından kısmne sıyrılmış oluyor.
"Gözlerime inanamıyordum. Şehri terk edip etmeyeceğimi öğrenmek için adamı gara yolluyor olabilir miydi kocam. Nasıl bu kadar aptal olabilir, diyordum. Şehirden çıkmanın tek yolu bu gar değildi ki! Sonra, o, bavul taşırken ben çoktan yola çıkmış olmaz mıydım… Kocam, bu kadar ahmakça bir şey yapmış olamaz, yoksa ben de mi deliriyorum, diyordum. Çünkü, eğer bu adamı buraya kocam gönderdiyse, bu aptallığı yaptıysa daha başka şeyler de yapabilirdi.
"Kocamın Yılmaz’ı öldürdüğü bir senaryo yazıyordum kafamda ve durmadan aynı görüntüleri izleyip duruyordum. Bunları, bu saçmalıkları düşündüğüme göre ben de aklımı oynatıyor olmalıyım diyordum." Burada iyice çıkıyor duygu durumundan. Daha sonra aynı şeyleri düşünecekmiyim bilmiyorum, aklımdayken değerlendirmeni istedim.
Kadın için üzüldüm.
Eline sağlık Elif hanım.
eren'in öyküsü için eleştiri
Eren’in diyaloglarını çok başarılı bulduğumu, kişilerini konuştururken yazarın kendi sesini hiç duyurmadan arkada öylece yitip gittiğini, bunun edebiyatta çok zor ulaşılan bir yetenek olduğunu daha önce söylemiştim kendisine (Belki bu kadar detaylandırmamıştım ama tam oldu şimdi). Yukarıdaki diyalog sonrası jestlerin anlatımıyla bu konuda yeni bir adım atıyor bence. Diyaloğu yazarın anlatışıyla bütünleştiriyor. Bence bunun üzerine gitmeli. Edebiyat dünyamızı bunca suskun/ içten konuşan tip sarmışken, bunun değerli olduğunu düşünüyorum.
Jestleri yakalayan gözlemciden iç konuşmaya geçişi çok başarılı buldum.
Eren’in ayakkabı üzerine yoğunlaştığı bu bölümü girişi yeni yazdığında okumuştum. Yeni halinde eskisini değiştirmiş. Bence ayakkabıların neden onu hüzünlendirdiği noktasını biraz kaçırmışız sanki. Benim daha önceki eleştirim yalnızca sözcük seçimineydi.
Üstelik eren’in “ayakkabı”yı seçmesinin tesadüf olmadığını düşünüyorum. Ne de olsa Atılgan “yere kalım kalın basan”lara, “insanların çift ayaklı” oluşuna dertlenen bir yazar. Yazarın izini iyi sürmüş diye düşündüm.
Adamın yüzünün her gün evden çıkışları, intihar düşüncesi vb. hesaba katıldığında yılgın olmaya devam edeceğini düşünüyorum. Kızla buluşmaya gelmesinin sevinci de olsa “diğer insanlar gibi yılgın değil” saptaması biraz aşırı geldi bana Atılgan tiplemesi için.
Kadın ve erkek düşünüşü arasındaki ayrılık üzerinde duran eğlenceli bir anlatım olmuş burası.
***
Genel olarak başarılı bir cevap öyküsü olmuş eren’in öyküsü (adı yok hala sanırım öykünün). Özellikle adamın başlarda “hastalık” sahibi olması çok hoşuma gitti benim. Keşke adamın günden güne iyileşmesi ve bunun kızın sevincine dönüşmesini de okusaydık diye düşündüm.
Üniversite kısmına sıçrama, elif’in de söylediği gibi, biraz hızlı olmuş. Keşke burada adam ve kızın duyguları üzerine biraz konuşsalardı.
Kızın yazdığı onlarca farklı not olması ve bunlardan ilkini bizim okumamız ama adamın bunu hiçbir zaman bilememesi esprisi müthiş güzel olmuş. Ana öyküye hınzır bir ekleme yapmış eren. Bu tip çalışmalarda, görünmeyen kısımlarda olan bitenin canlandırılmasının çok fazla olanak sağlayacağını harika bir örnekle gösteriyor bize.
Kızın arkadaşlarıyla ilişkisi biraz zayıf kalmış gibi geldi öte yandan. Biz nasıl Atılgan’ın kişisinin abisini, yengesini, karısını, dıdısını hepsini tek tek tanıdıysak (ki Atılgan’ın bu konuda en başarılı öyküsü olduğunu düşünüyorum bu öykünün), Sibel ve Çiğdem’e ait detaylar üzerinde de daha çok durulabilirdi. Böylece kızın kimliğine ilişkin daha çok ipucu elde edebilirdik. Yeri gelmişken bu kimliğin de biraz zayıf bırakıldığını düşünüyorum eren tarafından (sanırım en olumsuz eleştirim bu).
Bunca aydır nereye gidip geldi bu kızcağız. Her gün teyzesine yemek taşıyan bir kırmızı başlıklı mı yoksa bir işi gücü var mı, anlamadım. Ailesinin durumu ne, bir anda okula gidivermeyi hangi sosyal koşullar altında düşünüyor? Daha önce niye gitmeyi düşünmemiş (okuldan mezun olunca yani)? Üniversite için duyduğu yeni şeyler heyecanı da biraz yavan ve inandırıcılıktan uzak geldi bana bu yüzden.
Bu yönüyle sadece adam için yaşayan bir tip olarak kalmış eren’in karakteri.
Ellerine sağlık erenciğim; büyük bir keyifle okudum öykünü.
Şimdi sıra geldi elif’e!
NOT: Eleştirideki gecikme için özür. Kendi öyküm sarpa sardı da iyice. :roll:
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
elif, öykünü az önce okudum. Sanırım önce sindirmeliyim. Tüylerim hâlâ diken diken.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Elif'e ve Baris'a gorusleri ve elestirileri icin tesekkur ederim. Umarim yakinda baska arkadaslar da oykude gordukleri eksikleri (ya da kisaca oykuyle ilgili dusuncelerini) paylasirlar. Bir bu bir de "Sozcuk"ten "Oyku"ye bolumunde yazdigim var elestiriler isiginda duzenlenmesi gereken. Okuldaki gibi olmuyor burada. Odevi verip kurtulamiyor insan. O kadar yerinde elestiriler geliyor ki, duzeltme, degistirme ihtiyaci hissediyor. Ama benim tembellestigim yer de burasi. Zamaninda "yarim birakmayacagim oykuye baslamam bile," deyisim bundandir. Bakalim ne kadar zamanda toparlayabilecegim bu iki odevi. Hocalarin en istekli ogrencilerden birine biraz musamaha gostermesini talep ediyor olabilirim, emin degilim Ama soz, yazilan oykulerle ilgili dusuncelerimi elimden geldigince cabuk aktaracagim foruma.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Eren'in öyküsü üzerine;
Ne güzel diyaloglar yazıyorsun eren, bayıldım girişteki konuşmalara, sanki yanda çay içerken kulak misafiri oldum Çiğdem'le Sevim'e.
yüksek olkula gitme kararını burada öğrenmiş olmak sanki zorlama gibi olabilir gerçekten ancak ben;
bölümünü okuduğumda; diğer erkeklerden faklılığıyla, kızın yaşamakta olduğu hayatta bir arıza, bozulma yaratarak başka bir yaşantının arzulanmasına vesile olduğunu arkadaşına anlatamayacağını ya da onun anlayamayacağını düşünüp bu sebeplede geçiştirmiş olabileceğini düşündüm.
son olarak;
eren, öykü kişisini kurgularken bodur minareden öte'deki aylak'ın(bu sıfat ona yakıştı mı aşık mı demeliydim?) vapurda görüp peşine takıldığı kız hakkında yanıllmamış olduğuna güvenmiş. Çünkü Sevim, tıpkı öyküdeki gibi sakin, uysal ve sevgi dolu.
ellerine sağlık, keyifle okudum.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden eren'e
öyküde "ayakkabıları" güçlendiren bir ifade ve oldukça etkileyici. Gidişi haklı gösterebilecek güzel bir nedenin de kolayca tanımlanmasına olanak sağlıyor:
"
Şu durumda kahramanın ayakkabılarını kendinin almasını beklerdim şahsen.
eren eline sağlık. Zevkle okudum. Özellikle Vapurdan iniş bölümünü heyecanla okudum, zira merak etmiştim acaba kız ne hissetmiştir? Tam karşılık olmuş ve inandırıcı. :
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Elif'in öyküsü üzerine;
Yaratıtğı karakter ve beklentilerin dışında gelişen kurgusu karşısında yaşadığım şoku ve peşinden duyduğum hayranlığı üzerimden attığımda öyküyü tekrar okuyacağım.
Şimdilik söyleyebileceğim şey, Elif bu öyküyle "bir olayda kaç kişi varsa o kadar da hikaye vardır" savını çok güzel desteklemiş doğrusu.
Hatta, okuyucuyu da hikayenin bir parçası/ kişisi kabul edersek, bu öyküde okuyucuya da ayrı bir algı kapısı sonuna kadar açılmış, ancak;
bölümünde kadının da her şeyi yanlış anladığını okuyucuya deklare ederek o kapı okuyucunun suratına çarpmış, okuyucu hikayenin dışına itelemiş (Kendimi itelenmiş hissettim).
Bu bölüm öyküyü zayıflatıyor demiyorum ama ben bu açıklamanın yer almamasını, en azından bu kadar alenen ifade edilmemesini kendi adıma yeğlerdim. Galiba bazı okuyucuların da o mektubun 'kadının Yılmaz'ına' ulaştırabildiğini sanmasını istedim.Kimilerinin buna inanmaya ihtiyacı olabilir.
Öykünün genel olarak beni etkilediğini kalemine bir kez daha hayran bıraktığını tekrarlamalıyım.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
"Tas Duvarin Berisinde"yi bir kez daha okudum. Ilk okudugumda anlamadigimi dusundugum yerler vardi. Simdi fark ediyorum ki atlamisim o okuyusumda. Simdi pek cok sey yerine oturdu. Kizcagizin gunduz dusleri gormesi, okuru da buna inandirmassi, ustelik okurum zaman zaman "Bu iste bir tuhaflik var, ama ne" diye kuskuya dusmesine zemin hazirlanmis olmasi, buna ragmen en sonda cocuk "Abla orada sadece bir adam bekliyor" diyene kadar bu anlasilmazligin surdurulebilmis olmasi guzel. Abla ucmus
Bu ikinci okuyusumda gozume carpan bazi baska noktalari daha paylasayim istedim. Belki o bizim goremedigimiz dosyada baska degisikliklere vesile olurlar
Adamin ofkesi sirketin "uygulamasi" yerine patrona, suratsiz muhasebe mudurune ya da dogrudan sirkete yonelse daha iyi hissedecegim (simdi elde mendil agliyorum, inanmazsiniz).
Sanki evden ise gidislerinde "belki bugun gorebilirim" umudu olurmus gibi geldi bana. Boyle zamanlarda insan olmayacagini bildigine bile umut baglar, gozlerini diker, bekler diye dusunurum.
Burada bir zaman kaymasi var gibi hissettim ilk okudugumda. Sonra sozu edilen hastaligin psikolojik oldugunu anlayinca gecti o his. Yine de burada yasananlarin ("Affet beni, diyordu, bacağımı kırdığım için beni affet…" ve "İstediğin kadar uğraş, diyordum, beni bu evde tutamayacaksın.") tam olarak bacak kirildiktan ne kadar sonra gerceklestigini anlayamiyorum. Tam da Yilmaz'la karsilastigi donemde mi, ondan sonra mi yoksa ondan once mi? Belki de o kadar onemli degil ne zaman oldugu...
Simiti denize degil de martilara dogru atmak daha keyiflidir. Martilar havada yakalar simit parcasini ve uzaklasirlar hemen arkasinda simiti paylasmayi uman bir grup martiyla. Atan da onlarin bu gosterisini keyifle izler.
"Bodur" ifadesinin takip edilenin (Bodur Minareden Ote'de ve Tas Duvarin Berisinde'de) vardigi noktayla baglantili kullanimi hosuma gitti. Bu simetriyi sevdim.
Tekrar ellerine saglik. Ikinci kez severek okudum.
Not: "Bodur Minareden Ote"de adi verilmeyen ancak "Tas Duvarin Berisinde"de Alsancak Gari oldugu aciklanan garin neye benzedigini arastirdim. Simdilerde hangi trenler ugruyor, pek bilmiyorum, ama Turkiye'nin ilk demiryolu olan Izmir-Aydin demiryolunun bir ucu bu garmis. Internet'te bir de fotografini buldum:
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Baris'in oykusunu de hala bekliyoruz sanirim. Devlet buna bir sey yapmasi lazim.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Eren kızacak ama başladığımdan bu yana çok yol kat edemedim öyküde. Birkaç farklı gelişim yazdım, sonra beğenmeyip hepsini sildim.
Hiç değilse giriş kısmını aktarayım da buraya, ileride yazmak için itici güç olsun yeniden.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Elif'in öyküsünü sevme nedenim, her şeyden önce, verilen bir ödevde olsa, kendi öyküsünün atmosferini kurarken etraftaki engellerden, sınırlamalardan, tahmin edilebilirlikten bunca rahat sıyrılması. Bodur Minareden Öte'yi alıyor. Oradaki sınırlarmaları görüyor ama onları bir çırpıda, doğallıkla ikinci plandaki sorunlar haline getiriyor. Her şeyden önce anlatmak istediği şey var Elif'in önünde. Onu anlatmak için ne gerekiyorsa yapacak. Bu yüzden herhangi bir sınırlama onun için çok bir şey ifade etmiyor. Doğrudan karakterin gözlerinin içine bakıyor Elif ve onun ne demek istediğini anlıyor. Bırakıyor her şeyi ve rahat adımlarla karakteri takip ediyor. Onun kendisini götürmesini bekliyor. Bu konuda çok azimli ve sabırlı. Sonunda da karakteri yazarını istediği durağa kadar getiriyor, helalleşip ayrılıyorlar sanki.
Öykünün gerçeklik ve sanrı dozunu çok sevdim. Gerçeklik, Atılgan'ın öyküsündeki atmosferi çok iyi takip etmesinden kaynaklanıyordu. Onun öyküsünde adamın kızı bıraktığı yerden yokuşu tırmandırıp, çocukların top oynadığı sahanın tepesinden adamı izletmesi başka nasıl açıklanabilir.
Sanrı durumu ilmek ilmek örülürken; adamın bacağını kırması öyküsüyle iki hastalığın okurun kafasında iç içe girmesinin sağlanması, adamın sorgulamalarından tutunda ağlamalarına kadar her şeyin öykünün sonuyla birlikte yepyeni bir anlama bürünüvermesi muhteşemdi.
Tam ve doğru anlayıp anlamadığımdan emin olamadım ama, bir yandan bana sanki adamın başından geçmiş eski maceraların (ya da bir maceranın) kadının üzerinde yarattığı etkinin sonuçları gibi de geldi kadının bu hale gelmesi. Kafasında Yılmaz'ı yaratması, onu sokak sokak dolaştırması...
Ee, sıra artık nurten öztürk'e geldi sanki: Bekliyoruz.
NOT: Ödev bir ayını doldurmak üzere. Yeni ödev için ben kolları sıvadım.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Elif'in öyküsünü tekrar okudum eleştirilerim konusunda ilk okuduğum gibi düşünüyorum. Ben ilk hızlı başladıdımdıdı çalışmaya,sona geldim tıkandım, ilk bıraktığım gibi kaldı. Olmazsa yarın kaldığı gibi yüklerim, affınıza sığınarak.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Barış çalışmasını tamamlarsa çok iyi olacak zannımca. Asıl öykü ile nasıl bir bağlantı kuracak bilmiyorum ama yaşlılık ve yalnızlık üzerine çok etkileyci ve sahici bir başlangıç olmuş kanımca.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Tamam, kanınca ve zannınca öyle olacak da öykün nerede? :twisted:
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Barış'ın öyküsü üzerine birşeyler yazmak için öykünün tamamlanmasını beklemiştim, ancak öykünün devamının gelmesi bir hayli gecikecek gibi görünüyor.
Öyküde ortancalar üzerine kurulan görsel ifadeler diğer öğelerinde anlatımını güçlendirmiş;
yine ortancaların varlığıyla olup bitmekte olan sevimsiz şeyleri ortancaların varlığıyla dengelemeye çalışmış;
Aynı görevi minarenin yanında uzayıp giden serviye de yüklüyor. Muhtemelen olağandan kısa olması dolayısıyla "bodur minare" olarak adlandırılan bu minareyi yanındaki bir ağaçla serviyle niteliyor. Servi ince ve yüksek bir ağaç olduğu için minare olduğundan da kısa görünecektir ve daha da bodur olacaktır ama o yine de "servili minare" olmuş bu öyküde.
Re: Bodur Minarenin Ötesinden
Aslında bu kadar zaman geçtiğine göre daha "tam" bir çalışma vermeliydim ama yapamadım. Ödevimi böyle veriyorum. Çok ara vermişim geri dönemedim çalışmanın içine.
Minare
İskeleden denize doğru yürürken, nedense kasabadaki demiryolu geliyor aklıma. Sonra uçsuz bucaksızlık. Raylar dağın eteğinden çıkıp dümdüz ovaya gidiyordu, burası dağın eteğinden denize. Deniz dümdüz mü? Akşamları eve dönüşte rayların üzerinden karşıya geçerken, tam da tren yaklaşmışken,, ayağım demirlerin arasına sıkışsın istiyordum. O gittiği için değil, gitmeden once de bunu sık sık istedim. Ayağımda topuklu ayakkabı varken ayakkabılarımı aralara soka soka yürüyordum. Topuğum sıkışsa, sıkışsa da ayağımı çıkarıp kaçamasam. Ya da o tuhaf sesi -“guuk” mu diyor, “düüüt” mü?- duymasam, gelip arkadan çarpıverse tren. Ama şimdi ayağım takılır, tökezlerim diye korkuyorum. Deniz olmaz, korkarım karanlık derinlikten. Belki bir kere suya girip yüzmüş,azıcık dalmış olsaydım kolay olurdu.
Kaza olsa kimse fazlaca üzülmez diye düşünüyordum, her şey daha kolay olur. Gerçi kim üzülürdü ki? Geldiğimden bu yana sadece ilk gün gözlerime bakarak merakla kocamı soran, ondan beri bir kez olsun konuşurken yüzüme bakmamış olan ağabeyim mi? Yoksa iri, memelerini, hoplata hoplata dolaşıp, ağabeyimin sevdiği yemekleri yaparken, bulaşığı köpürte köpürte yıkarken, kolundan çok kıçını sallayarak toz alırken bana “ kadın olsaydın da kocana sahip çıksaydın” a getirerek kadın olmanın inceliklerini anlatmaya çalışan, geldiğimin üçüncü gününden bu yana ütü yapmaktan soğumuş, her ütü yapışımda bi kucak çamaşırı “sana zahmet”diyerek önüme yığan yengem mi? Gene de kaza olsa daha iyiydi. Diğer türlü, annem hayattaysa üzülürdü, üzülür müydü? Mutlaka üzülürdü, Üzüleceğeine gore, hatırlamadığım zamnlarda beni kucağına yatırıp sevmiş olmalı. Saçlarımı örüp “büyüdüğünde kızımı zengine değil sevdiğine vereceğim” demiş olmalı. Öyle demeli. Adı da “ Huriser” olmalı, duyduğumdan beri unutmadım:Huriser! Tam anne adı.
Vapurlar ne tuhaf düdük çalıyor, ergen martılar gibi.. Martılar ergen oluyor mu? Olsa bence böyle bağırır,erkek ergen martılar:cırlak cırlak. İnsanın dikkatini dağıtıyor,kendisiyle başbaşa kalmasını engelliyor.
Dolmuşuna ilk binişimdi. Iki haftadır hep yaptığım gibi, olmayacağını bildiğim iş görüşmelerinden birine gidiyordum. O kadar beklemiştim ki sıkılmıştım bu defa binmeliyim deyip, iki elimi sallayarak kendimi acil bir biçimde gelen dolmuşun önüne atmıştım, işe yaramıştı.Gülümseyerek durmuştu, bir deliyi idare eder gibi gülümsemişti, tatlı bir deliyi. Gülümseyişinde bir başkalık vardı, bir derinlik…İçime işlemişti gülümseyişi. İnerken plakasına bakmış aklıma yazmıştım. O da arkamdan mı bakmıştı ne, sanki plakayı iyice göreyim diye de yavaştan almıştı. Yengem fısıltılı iken bile gürültülü sesiyle ağabeyime ne diyordu” Dul kadınla yaşlı adam bir başka eve sığmazmış. N’olacak bu kızın hali?” Ben dul muyum şimdi? Sığmaz mı, sığdırılmaz mı? “Sığmaz” derken bunu mu demek istiyordu? Gelişimin üçüncü haftasında daha ilk görüşümde bir dolmuşçunun plakasını almış duraklarda onu takip ediyordum. Erkenden çıkıp bazen üç-dört durak ileri yürüyor, dakikalarca hatta saatlerce bekliyordum. Bir bilseler günümün çoğunu onunla gidip gelmek için harcadığımı. Yengem ne kadar haklıymış,”sığmaz” darken. Sığmıyorum.
Sabahın sekiziydi. Bir önceki gibi durağın biraz gerisinde durup onu kolladım, plakayı görünce hızla fırladım. Sabahın sıkışıklığında nasıl olduysa oturabildim hem de en öne, itile itile gidip oturuvermişim. Parayı uzatırken, eline değilde yüzüne baktım bu defa, o bakmadı.benden yana hiç. Uzun kaşları, traşlı yüzü, giyimi, uzağa bakan gözleri, …Diğer dolmuş şoförlerine benzemiyor. Bozuklukları başparmağıyla eline yayarken “ neresi” dedi. “Neresi hanfendi” yada “Neresi abla”değil, “Neresi?” artık beni tanıyor, üstelik yüzüme bakamıyor. (Bu, kendimizden gizli tanışıklık ikimizi de tedirgin ediyor nedense.) Bi an duraksadım,neresiydi? Elimde evden çıkarken her gün elime tutuşturduğum adres kağıdına, iyice buruşmuş olan kağıda öylesine bakıp aceleyle, son durak, dedim. Yol boyu dalmışım gibi yapıp onu inceledim. Ayakkabıları spor tarzda yeni, henüz ayağının şeklini almamış güzel bir kahve rengi. Iyi diyorum içimden ayakkabı zevki güzel, (bir erkeğin ayakkabı sı pis ve zevksizse ondan uzak durmalı). Elleri ince, uzun ama kadın eli gibi değil etsiz.damarlı, İçi kuruluktan kavlamış derileri beyaz pul pul olmuş. Belli ki hiç krem sürmemiş eline. Vitesi elinin içiyle ileri iterken parmak bitimindeki nasırları iyice ortaya,çıkıyor sarı,sarı. elindeki çizgiler derin, keskin; çıplak sarp kayalıkları andırıyor,elinin içi, tutmak istesen tutamazsın sanki, kayıverir elinden. Ama yüzünde yok öyle derin çizgiler. . Vites değiştirmediği zamanlar elini yana sarkıtıyor. Öyle boş.avuç içi bana dönük. Ben de sarkıtsam mı elimi acaba? İnerken, iyi günler, dedim, cevap vermedi mi, ben mi duymadım.
Öbür gündü, dolmuşu yakaladım. Bu defa öncekilerin aksine durağın arkasında saklanmadım, kuyruğun en önündeydim. Önümde durur durmaz, heyecan birden hücum etti bedenime. Beceriksizce, tökezleyerek çıktım üç merdiveni. Önce aceleyle öne , sonra, aynı aceleyle, arkaya yürüdüm, bu arada çantamı kurcalıyor,etrafımdakilerden yerli yersiz özür diliyordum. Ufak bir frenle elimdekiler yere saçıldı.herkes yerden bişeyler toplarken, o aynadan bakıyor olmalı. Yüzüm kıpkırmızı. Bu fren gelinmeyen iki günün hesabı mıydı ne?
Akşam dönerken bilerek kaçırdım dolmuşu,sabah da. Yarın da kaçırırım. Belki öbür gün de… Kaçırmasam ne olacak ki? Onunla evlenip mutlu mesut bir yuva mı kuracağız? Belki bir yuva kurarız. Dolmuşun arkasına “mutluyuz” yada “evleniyoruz” diye yazarız. Şöyle bir dolaşırız mahallede. Birkaç gün yada birkaç ay merakla bekleriz akşamları, Ben onun nasıl uyuduğunu merak ederim, sabah kalktığında alacağı gürbüz hali. Çalışmam artık, o istemez çalışmamı. Akşama kadar onu beklerim, yemek yaparım, bulaşık,çamaşır, haftasonu akraba ziyaretleri; gitmeler,gelmeler. Onun akrabaları önceleri istemez beni, -kimbilir niye ayrılmış kocasından, gencecik oğlanı aldı- sonar alışırlar. Öğretmen oluşum hoşlarına gider, çocuklarının ödevlerini sorarlar, dertlerini anlatırlar.Sonra da çocuk yaparız benim yaşım geçmeden, olsun diye acele ederiz.Hem gittikçe suskunlaşan eve neşe olur, diye. Sonra ne olur bilmiyorum; ama artık o, şikayet etmeye başlar, ben, der, bana, der. Bir kap yemek, iki gülen göz yeter der, bunu çok görme bana,der. Ben? Bana neyin yeteceği kimsenin konusu olmaz, benim bile. belki bu yüzden istesem de gülümseyemem. Gitmek isterim. Yorgun argın kapıyı açarken gene “nasıl gitti bu gün görüşmeler, olumlu bir sonuç var mı” sorusunun ağırlığı çöküyor üzerime. Hiç bir zaman olumlu bir sonuç olmayacağını bildiğimden olsa gerek, bu soru beni pek rahatsız ediyor. Gerçi cevabım hazır:”bakalım, net bişey yok şimdilik; ama en kısa zamanda…”