UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Bir Diyalog*

19 Oca 2011
Mehmet Sürücü

Gregor Samsa: bir oda düşünün, içinde binlerce kitap kendi kendine yazılıyor, muthiş eserler, ama bir yangında yok olup gidiyorlar, hiç var olmamış gibi, hiçbir şahit yok o kitapların yazıldığına dair, sizce o kitaplar yazılmış mıdır?
Mehmet Surucu: kolay bir soru değil. düşünmem gerek. ama, "boş laf" olmadıkları sürece sonuçta evrensel bir doğrunun tekrar tesbiti, dile getirilmesi, anlaşılması için yazılmışlardır.
aslolan hakkında yazıldıkları değil mi? (düşünüyorum sadece.) önerdiğim bir şey yok. sen ne diyorsun? sormak yanıtlamak kadar kolay olmasa gerek???

Gregor Samsa:
O filmi izlemiştim yıllar once.
Mehmet Surucu:
nasıl buldun?
Gregor Samsa:
oldukça sevmiştim.
Mehmet Surucu:
bu ay izlediğim en iyi film olmaya aday. zaman zaman sana soruyorum ama bana hiç film önermiyorsun. ve bu filmi yıllar önce izlemişsin. bence senin bu konuda iyi bir çalışma yapman gerek. buna benzer kimbilir kaç. filmi bilmeden ölüp gideceğim.
Gregor Samsa:
bu filmi konuşmuştuk, siz izlemeye daha önce de karar vermiştiniz. demek izlememişsiniz
Mehmet Surucu:
Unuttum daha sonra belki. çünkü hiç bir şey anımsamadım.
Gregor Samsa:
ölüp gittikten sonra önemlimi kaç film kaçırmışsınız : )
Mehmet Surucu:
şöyle uygun bir zamnında bana bir liste çıkarsana bu tür filmlerden. izleyip izlemediğimi göz önüne almadan.
önemli tabi ki. düşünsene sen bir su bidonusun ve içinde hala bir parça dolmamış boşluk kalmış..
Gregor Samsa:
yok olup gidecek o bidon hiç var olmamışçasına bugüne kadar çekilen bütün filmleri izleseniz ne olacak , sizden sonrakileri izleme şansınız yok medeniyet belki milyonlarca yıl sürecek
Mehmet Surucu:
büyük olasılık oranlarından bir rahime düşmüşsek, bunu boşlamamak gerekir diye düşündüğümden belki. zaten bu
yaşadığım anda akan suyla ilgili bir sorun.. bilmiyorum belki örnek tam karşılamadı. veya numune(insan bedeni) bu kadar.
Böcük Samsa:
doğmadan önce okuduğunuz ve izlediğiniz kitapların bir anlamı var mı sizin için
Mehmet Surucu:
öyle bir olanak, olasılık olsaydı olurdu.
Gregor Samsa:
o dönemi yok farz ediyorsunuz yani
Mehmet Surucu:
tabi ki. ama yok demekten kastın ne?
Gregor Samsa:
ben sizde desemki daha öncede mevcuttunuz ve o güne kadar yazılmış bütün kitapları okumuştunuz.
Mehmet Surucu:
ben öyle çok şeyler duydum ve okudum ki buna benzer konularda, bana dünyadaki ruhların sayılarının sınırlı olduğunu söyleyenler de oldu, ruhun olmadığını da…
"mevcut" dediğin bu şekliyle değildir. ben olan hangi şekildir? ben bunu biliyorum. başkasını bilmiyorum.
bir filmden nerelere geldik?
Gregor Samsa:
bende ondan bahsediyorum zaten bu yaşamınız sona erdiğinde, izleyip okuduklarınız size birşey ifade edecek mi?
Mehmet Surucu:
şuradan gireyim o zaman...
Gregor Samsa:
yada gerçekten izlemiş okumuş olacakmısınız?
Mehmet Surucu:
en son cevaplarım sence iyi bir köfteyle, iyi bir tavuk buduyla iyi bir filimin, iyi bir kitabın zevk olarak tercih edilebilirliği tartışılabilir mi? farklı tatlar olduğunu biliyoruz tabi ki. ama aynı tartışmayı bir tavuk konusunda yapsak yine aynı şeyleri söyleyebilecek miydin?
Gregor Samsa:
eğer dünyadaki bütün farklı tavukları tadamadan öleceğim deseydiniz söylerdim
Mehmet Surucu:
benim söylemeye çalıştığım olabildiğini tatmaya çalışma çabasıydı.
Gregor Samsa:
benim dediğimde bunun hiçbir anlamı olmadığı
Mehmet Surucu:
niçe'nin bir yerlerden bize sırıttığını düşünüyorum.
Gregor Samsa:
ömür boyu 1 film izlemekle 1 milyon film izlemenin, öldükten sonra bir farkı olmayacağı.
Mehmet Surucu:
veya karamazov kardeşlerdeki bir karakterin. benim söylediğim zaten ölümden sonrası için değildi ki, öncesi içindi...
Gregor Samsa:
benim söylediğimde ölümün sizin isteğinizi anlamsız kıldığı.
Mehmet Surucu:
ama bunun bir anlamı yok ki. istediği kadar anlamsız kılsın. o sonraki durak. ben bu duraktaki manzarayı izliyorum.
Gregor Samsa:
bir oda düşünün, içinde binlerce kitap kendi kendine yazılıyor, muthiş eserler, ama bir yangında yok olup gidiyorlar, hiç var olmamış gibi, hiçbir şahit yok o kitapların yazıldığına dair, sizce o kitaplar yazılmış mıdır?
Mehmet Surucu:
kolay bir soru değil. düşünmem gerek. ama, "boş laf" olmadıkları sürece sonuçta evrensel bir doğrunun tekrar tesbiti, dile getirilmesi, anlaşılması için yazılmışlardır.
aslolan hakkında yazıldıkları değil mi? (düşünüyorum sadece.) önerdiğim bir şey yok. sen ne diyorsun? sormak yanıtlamak kadar kolay olmasa gerek???
Gregor Samsa:
benim ne dediğim açık zaten, hayır yazılmamışlardır,
sizin hayatınız gibi, öldükten sonra hayır yaşanmamıştır.
benim itirazım sizin söylevinizdeki, ölmeden önce ne çok güzel filmi izleyemeyecek olduğunuzdur, bence bunun bir anlamı yok.
kaçırılan yada yakalanan güzel filmlerin. film sembol tabi burada.
Mehmet Surucu:
kaçırılan, yaşanmayan, görülmeyen güzelliklerin ne anlamı olduğu aslında daha derin bir konu değil mi? "Film" tabi ki bir sembol. Belki biz de öyleyiz. bedendeki hücrede bazı atomların kendi aralarında konuştukları belki bu yaptığımız. Aslına bakarsan, ötesine, diğer taraftaki yaşamın varlığına "fit" olmak en kolay yolu belki de.
Gregor Samsa:
izlenilen filmler, okunulan kitaplar, dinlenilen muzikler zaten evrenin bir parçasının diğer parçasına olan merakı, hayranlığı, bir nevi kendi kendine merakı, sevgisi, tutkusu
doğum öncesi hiçliği, ölümden sonra geçmiş yaşamımızı, hatıralarımızı, en nihayet bilincimizi örtecek o hiçlikten hiç çıkmamışızcasına…

* Diyaloglar oldukları gibi alınmış, sadece ufak tefek harf yanlışları düzeltilmeye çalışılmıştır. “Gregor Samsa adı, duyulanları, bilinenleri ve çağrıştırdıklarıyla değerlendirilmemelidir.

Fotoğraf: Mehmet Sürücü

Kategori:

Re: Diyalog

Nedense, Never Ending Story'nin Morla sahnesini anımsattı bu diyalog bana.


Re: Bir Diyalog*

neden deneyimlerimizin bir ereği olması gerektiğini düşünürüz? mesela "güzel film" izlemeyi, "güzel olmayan film" izlemeden ayıran şey, neden bu filmlerin öldükten sonra işe yarayıp yaramayacağına göre belirlenmek zorundadır... bu düşünce tarzının kardeşinin, "dindar insanın" zihninde yuvalanmış olduğunu düşünüyorum. "dindar insanlar" ve "peygamberler" de deneyimlerinin değerine onun "sonsuzluktaki" işlevine ("sonlu" insan hayatına karşıt olan "sonsuzluk") bakarak karar verirler: filanca kimsenin eylemi, bu eylemin tanrısal istence katkısı ve katılımı oranında önemli ve değerlidir.
burada yaşama bir merkez biçilmekle kalınmaz, bu merkez biçilir biçilmez "yaşamın ötesine" taşınır. yaşamın sona ermesi olarak tasavvur edilen ölüm, tüm değerlerin değerini belirleyen değer olarak her şeyi değersizleştirmeye başlar. bu ise açıkça "ölümün" değer kazanması demektir, diğer herşey "karşısında"...


Re: Bir Diyalog*

Doğruların, önemli deneyimlerin bir ömürlük tüketimi olan şeyler olabileceğini, oluşunu kabullenemiyoruz sanırım. İnsan algısı ve kavrayabileceği gerçekler beyin denilen bilinmezle, kısacık bir yaşam süresinde duyuların toparlayabildikkerinin, topladıklarının bir bileşimi değil mi? Düşünmeye çalıştıklarımın tümünün bu dünyaya özgü kavramlar olduğunu farz ediyorum. "doğru" denilen şeyin var olduğunu, en azından olsa bile belirli bileşenlerle ve belirli bir zaman kavramıyla böyle kabul edilebileceğini düşünüyorum. Bunun yanında "gerçek", yaşamsal süremiz boyunca daha kullanabilecğimiz bir şey gibi geliyor bana...


Re: Bir Diyalog*

Bütün bunları düşününce bir noktasından nihilizme ulaşmamak mümkün değil. Aslında varılan nokta nihilizm olduğunda "doğru" veya "yanlış" olarak nitelenen davranış biçimlerinin de fazla bir önemi kalmıyor. Metafiziği ve/veya dinsel inançları yok sayıp yaşamı sadece bedene indirgediğimizde bir filmi izlememiş olmanın, bir kitabı okumamış olmanın veya daha genel bir ifadeyle söylersek yaşamı "yaşanması gerektiği gibi yaşamamış olmanın" kaybının ne olduğu sorusu iyice tartışmalı hale geliyor. Tabi, bu sorulara net yanıtlar bulmak çok kolay değil; ancak Tanrı inancı olan kimselerin olmayanlara göre en çok bu anlamda daha şanslı olduklarını düşünürüm; çünkü onlar bu dünyadaki dünyevi veya dini faaliyetleriyle bir nevi ölümden sonrasına yatırım yaparlar ve bu nedenle kayıp duygusunu yaşamazlar. Ateistlerde bu kayıp duygusu daha yoğun yaşanır. Yine de ateistlerin yaşamlarının değer kazanması tek başına bir varlık olarak insana yatırım yapılmasıyla olabilir. "Doğru" veya "yanlış" seçimlerde insana yapılan yatırım sırasında ve zamana/mekana bağlı olarak belirir.


Re: Bir Diyalog*

oktay dedi ki:
yaşamın sona ermesi olarak tasavvur edilen ölüm, tüm değerlerin değerini belirleyen değer olarak her şeyi değersizleştirmeye başlar. bu ise açıkça "ölümün" değer kazanması demektir, diğer herşey "karşısında"...

"Ölüm"ün değer olarak ortaya çıkışını kısacık özetleyiveren bu satırlar için teşekkürler.

Konunun "doğru" ya da "hakikat" gibi kavramlarla ilintisini görmezden gelmek istiyorum. Bu kavramların taşıyıcısı olduğu tanrısal vahiylerden sonra konuşmak için biraz alan kazanmış oluruz. Bunun yerine "sınır" ve "sınırsızlık" üzerinde durmak daha işlevsel geliyor bana. İstencin sınırsızlığı da tepedeki konum sanırım.


Re: Bir Diyalog*

Şunu demek istedim: Sorunun gelip düğümlendiği yer burası. "İnsan istemeli mi, istememeli mi?"

"İsteme"nin kendisi başlı başına "istememe"nin önüne engel değil mi? Nihilist izleği takip edecek olursak, bu istememe zorlaması değil mi, bizi ahlâksal yargıların boyunduruğunda hayatlar sürmeye zorlayan.

Öyleyse bütün kitapları okumalı, bütün filmleri izlemeli, bütün istemeleri gerçekleştirmeli; öyle değil mi?


Re: Bir Diyalog*

"İsteme" bir oburluğun, bir açlığın kalıplayıcısı sanki. O zaman belki "gerekli","gereksiz" üzerinde de düşünmemiz gerekecek. "Ben" olarak tabi ki.


Re: Bir Diyalog*

Mehmet Sürücü dedi ki:
"İsteme" bir oburluğun, bir açlığın kalıplayıcısı sanki.

Burada sözünü ettiğim "isteme"ye daha önce Oktay, Bekleyiş öyküsü üzerine notlarında değinmişti.

""
Türkçe’de isteme, istenç, irade, niyet sözcükleriyle karşılanmaya çalışılan Will, der Wille, boulêsis, voluntas, volitio sözcükleri, eyleyen bir varlık olarak insanın ve hatta evrenin yapısını aydınlatmak amacıyla felsefe tarihi boyunca en sık başvurulan sözcüklerden biridir. Ancak Husserl’in de belirttiği gibi, isteme (der Wille) sözcüğünün dar anlamıyla arzu etme (Begehren) ve istek duyma ile (Wunsch) karıştırılması, kavramın yaşadığı en önemli talihsizliklerden biridir. Locke’un İnsanın Anlama Yetisi Üzerine Bir Soruşturma’nın hemen başında değindiği, felsefe tarihinde problemler çokluğunun arkasında aynı sözcüğe farkına varmadan farklı anlamlar yüklenmesi olduğu olgusu Will, der Wille sözcüğü için de doğrudur. Hatta bu durum isteme (will) sözcüğü için özellikle geçerlidir. Sözcük, günlük dilde, bir şeyi isteme anlamına geldiği gibi, İngilizce’de vasiyet anlamına dahi gelmektedir. Böylece farklı dillerde bu kadar zengin bir anlam içeriğine sahip bir sözcüğün Türkçe’ye nasıl çevrileceği önemli bir sorun haline gelir. Örneğin der Wille, Will sözcüğü, bağlamına bağlı olarak Türkçe’ye isteme, istenç, istem, irade hatta niyet olarak çevrilmektedir. Bu bağlamda, Türkçe’ye çevirisi yapılan filozofun will sözcüğü ile ne kastettiğine dikkat etmek özelikle önem kazanmaktadır. Söz gelişi Schopenhauer söz konusu olduğunda der Wille’yi “irade” sözcüğüyle karşılamak Schopenhauer’in “der Wille” ile anlatmayı istediği noktaya, –“dünyanın anlamı”na– zarar verir. (Kaynak)

Benim kastettiğim "isteme" de Schopenhauer'in yapıtlarına yayılmış bulunan kavrama yakın duruyor.

""
Schopenhauer felsefesinin özünü istem kavramı oluşturur. İstem en gelen anlamı ile seçim yapma yetimizdir. Schopenhauer, bireyin seçim yapma yetisi olan istemi evrenin merkezine yerleştirerek, nihai gerçekliği istem olarak belirler. İnsanı, bilen özne olarak tanımlayan Schopenhuer’e göre istem bilgiyi olanaklı hale getirir. (Kaynak)


Re: Bir Diyalog*

"İnsan istemeli mi, istememeli mi?"

soru sormayı önemsiyorum. sanırım bunun için de bir soruya cevap vermeden önce, soruyu sorguya çekmeyi seviyorum. bana öyle geliyor ki, bu soru iki farklı şeyi soruyormuş gibi yaparken bizi kandırıyor. demek istediğim, bir kişi bu soruya cevap verdiği anda - seçeneklerden hangisine evet dediği sonucu değiştirmeksizin - "istemelinin" tarafından konuşmuş olur. çünkü "insan istemeli" diyen de, "istememeli diyen" de "seçim yapmış" olur ve artık o "istemiş olduğunu" a priori onaylar.

bunun dışında, "seçme", "özgürlük" , "irade", "isteme" gibi kavramlar "bulunuş metafiziğinin" damgasını taşıdıkları için üzerinde incelikli çalışmalar yapılmadan kullanılması benim için riskli olan kavramlar. çünkü bu kavramlar her zaman "dolaysız bir özneye" gönderme yapabilen, dual yapıları daha ne olduğunu anlamadan çatıp bize bunu kabul ettirebilen kavramlar olarak ortaya çıkıyorlar. bunun için en güzel örneklerden birinin heidegger'in varlık ve zamanı olduğunu düşünüyorum. söz konusu eser boyunca, heidegger tüm çabasına rağmen bu "onto-teolojik" kavramlara kendisini kaptırmaktan alıkoyamaz.


Re: Bir Diyalog*

nihilizm konusunda ise nietzsche'yi anmadan geçmek olmaz.(özellikle de shopenhauer'in de adı anılmışken) nihilizmi nietzsche, diğer kavramlardada yaptığı gibi "çok bağlamlı" kullanıyor.nihilizm tıpkı derrida'nın "çifte okumaları"nda olduğu gibi (örneğin "platon ve farmakoloji" üzerine olan) aktif(yaşamsal) ve pasif(çürümeye dair olan, dekadans) olarak tasavvur ediliyor. bu bağlamda tamamlanmamış bir çalışma olan ve iki yayınevince türkçeye çevrilmiş olan "güç istenci" yapıtının ilk kısmına bakılabilir.


Re: Bir Diyalog*

oktay dedi ki:
çünkü "insan istemeli" diyen de, "istememeli diyen" de "seçim yapmış" olur ve artık o "istemiş olduğunu" a priori onaylar.

Smile

oktay dedi ki:
çünkü bu kavramlar her zaman "dolaysız bir özneye" gönderme yapabilen, dual yapıları daha ne olduğunu anlamadan çatıp bize bunu kabul ettirebilen kavramlar olarak ortaya çıkıyorlar.

Öznelik ya da aşkınlık (http://en.wikipedia.org/wiki/Transcendence_(philosophy)) üretmekten ziyade, Schopanhauer'in İsteme ve Tasarım Olarak Dünya'da anlattığı ikiye bölündüğünde iki parçası da kendini tamamlayarak hayatta kalan ateş böceğini (?) zorluyor aklım.


Re: Bir Diyalog*

"tamlık", "eksiklik", "boşluk" gibi kavramların da açıkçası "seçme", "özgürlük" , "irade", "isteme" gibilerinden farklı olamdığını düşünüyorum.

bu arada işaretlediğin "isteme ve tasarım olarak dünya" kitabını aldığımda ve ön sözünü okuduğumda, kitabı ön sözünü okumadan aldığım için kızmıştım . çevirmen kitabın tümünü çevirmediğini söylüyor. eğer kitabı edinmek isteyen olursa, bilgisi olsun istedim.


Re: Bir Diyalog*

Yine aynı duyguyu hissediyorum sanırım. Barış'la Oktay benim için az çok "çizgim ötesi" olan kavramlara girince, sadece okurken sözcükleri görebiliyorum. Baştan suya (konuya) daldığımız yere filmi sardırır gibi geri dönme olanağımız olsa, bu tartışılan konuları (daha doğrusu anlamak istediğimiz) sokaktaki adamın (ben oluyorum o da) anlayabileceği bir dile (basitliğe demiyorum, konu basit değil çünkü) döküp, anlaşılır kılmanın başka bir yolu yok mudur acaba? "Sen anlamıyorsan, biz ne yapabiliriz? Anlamaya çalış da denilebilir tabi ki." Bunu da anlayışla karşılayabilirim.

Felsefe, en azından bu haliyle felsefe bana çok ağır ve dolambaçlı geliyor. Kitaplığımda "Varlık ve Zaman" 2009 yılından bu yana duruyor. Birkaç kez dalmaya çalıştım. Üstten deniz gibi görünen, balıklama daldığınızda beton bir zemin olduğunu anladığım deneyimler yaşadım. "Kılavuzu"nu aldım. Bir gelişme sağladığımı söyleyemem. Bazı kitapların bizim için sırasının gelmesini beklememiz gerektiğini biliyorum. Belki bazılarının sırasının hiç gelmeyeceğini de.

Neyse. Fazla "dedikodu"ya girdim sanırım.


Re: Bir Diyalog*

Mehmet Sürücü dedi ki:
Yine aynı duyguyu hissediyorum sanırım. Barış'la Oktay benim için az çok "çizgim ötesi" olan kavramlara girince, sadece okurken sözcükleri görebiliyorum.

Anladığımız ya da ortaklaştığımız vehmiyle hareket ettiğimiz kavramlardan ötesi yok. Dolayısıyla hiçbir yaklaşımı "çizgi ötesi", hiçbir konuyu "anlamak için külliyat devirmeli" diye ele almamalı. Kavramlarla hareket ettikçe onlar yeni yeni yüzler açıyorlar insana.

Baki olan, hareket etmek. Smile