UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Afrika Müziği

01 Ara 2010
Barış Acar

Haksızlık etmemek gerek; Peter Gabriel'in 1990'larda kurduğu Real World Records dünyanın farklı yerlerinde yapılan müziği ansızın hepimizin ayağına kadar getirdi. Albüm kapaklarının alt tarafında farklı renklerden oluşan birkaç çizikle kendini belli eden bu kayıt şirketi sayesinde, Nusret Fatih Ali'den Gasparyan'a, Giora Feidman'a kadar ne kadar çok farklı sesle tanıştık. Diğer bir bakış açısıyla ise şirket, yerel ya da etnik adıyla anılan bu müzikal yapıları ticari dolaşım içine sokarak metalaştırdı. Beğeni ölçütlerine göre sevilecek, alıcısı ve hikâyesi güçlü örnekleri öne çıkardı. Bunu da yadsımak kolay değil. Genesis'in aykırı adamı ya da Passion albümünün muhteşem sesi olarak kalsaydı Gabriel, daha mı iyi bir imgesi olurdu bende, merak etmiyor değilim.

Neyse, sözünü etmek istediğim bu değil. Bir süredir Afrika müziğinin farklı örneklerini dinliyorum. İletinin başına koyduğum Kenyalı müzisyen Ayub Ogada da bunlardan biri. Daha önce çeşitli vesilelerle Ablaye Cissoko ve Victor Deme'den söz etmiştim. Ogada'yı dinlerken yeniden aynı vehme kapıldım; Afrika'nın içlerinden gelen bu ses acaba, şarkıda da dikkatimizi çeken, cicili bicili sound'dan dolayı mı ilgi çekiyor. Yörede yapılan müzik olmasından çok, insanları eğlendirmesinden dolayı mı Ogada'yı tanıyoruz, bize o tanıtılıyor. Kenya'da müzik yapan, kıvamı Fatih Ali ya da Fiedman gibi olup da hikâyesi ya da sound'u albenili olmadığı için görmezden gelinen kimler var? Real World bize "gerçek dünya" yerine bir tür Ajda Pekkan dünyası mı sunuyor gerçekte? Müzikal kolonyalizm denebilir mi Real World'ün yaptığına? (Youtube videosunda da yapılan bu değil mi?)

Niyetim Ogada'ya haksızlık etmek değil; ama albümünü dinlerken bu sorular çakıp durdu zihnimde. Belki de fazla pesimist bir anıma denk geldi.

Kategori:

Re: Afrika Müziği

""
“Kenya'da müzik yapan, kıvamı Fatih Ali ya da Fiedman gibi olup da hikâyesi ya da sound'u albenili olmadığı için görmezden gelinen kimler var? Real World bize "gerçek dünya" yerine bir tür Ajda Pekkan dünyası mı sunuyor gerçekte? Müzikal kolonyalizm denebilir mi Real World'ün yaptığına?”

Son yıllarda, zamanından beri dinlediğim, dinlemekten zevk aldığım tür ve sanatçıların yanında, dünyanın herhangi bir yerinde, kendi sınırlı olanaklarıyla müzik yapmaya çalışan, yaşadığı etnik ve coğrafi yapının özelliklerini, havasını bana hissettirebilecek arayışların içerisine de girdim. Bu yol dışı “takılma” larımda, ilk olarak kolaylıkla benimsenecek yeni ezgilerin ötesindeki arayışlarımda, bölge olarak Afrika, başta İran olmak üzere doğu, Yunan ve Balkan müziği ve kuzey ülkelerinin müzikleri, üflemeli çalgılara duyduğum çok yoğun ilgi nedeniyle de önce Jan Garbarek, Fiedman gibi sanatçılarla klarnet, sonrasında pan flüt ilgi odaklarım oldu.

Müzik sınıflamalarında genellikle; “etnik” hanesinde yer alacak çok iyi çalışmalar dinledim. Anouar Brahem, Aziza Mustafa Zadeh, Rabih Abou Khalil, Eleni Karaindrou, Ana Alcaide, Ensemble Galatia, Anastasia (Anastacia değil), Zbigniew Preisner, Djivan Gasparyan, Manolis Lidakis, Nicos, Vasilis Saleas gibi daha sıralaması uzun sürecek bir liste oluşturur bunlar.

Şuraya getirmek istiyorum sözü, dinleti olarak iyi bir şeyin peşinde olmak, öncelikle bir arayış kriterleri gerektiriyor. Bu kaynakların bol, sınırlarının alabildiğince geniş olduğu ortamlarda seçici olabilmek ve sindirilebilecek kadarını elinde bulundurmak önem kazanıyor diye düşünüyorum. Arayışlarımızın bize sunulanın, önümüze konanın ötelerine geçmesi gerek bence.

Yazdıklarımın, Barış Acar’ın sözünü ettiği konunun uzağında olduklarının farkındayım. Sadece düşündüklerimi paylaşmak istedim.


Re: Afrika Müziği

Yorumlarınız konunun bir boyutunu güzel aydınlatıyor aslında. Eskiden çok sınırlı olanaklarla yapılmaya çalışılan bu tip araştırmalar günümüzde epey kolaylaştı. Bununla birlikte tanıtım/ pazarlama kıskacı altında (belki popüler kültür çevreninin baskısı nedeniyle demeli) benim vurgu yaptığım geçmişteki problemler değişmeden kaldı.

Aslında "etnik müzik" tanımının kendisi bile bir tür oryantalist yaklaşımdan alıyor suyunu. Ekşi Sözlük sayfasında güzel tanımlamış birisi:

""

batili beyaz insan yaptiginda muzik oluyor, digerleri yapinca etnik muzik oluyor.(Kaynak)

Yerli olmadan yereli bilebilme lüksü (bir tür antropolojist yanılgı) bu tanımı yapmamıza izin veren, sanırım. Sonuçta dinlediğimiz müziğin o yöreye ait mi, yoksa o yöreden pazarlanabilir müzik mi olduğu sorusu açıkta kalıyor.


Re: Afrika Müziği

Barış, bugün konuşurken Afrika müziği hakkındaki kaygılarından bahsetti. Ben de haksız sayılamayacağını düşünüyorum. Çünkü gerçek anlamda geleneksel ve yerel müzikler o kültürde doğmamış ve o yöreden gelmeyen insanların kolaylıkla dinleyebileceği şeyler değildir. Kendi ülkemizde bile Doğusu ve Batısıyla farklı yaşantı içerikleri, farklı kültürleri anlamayı zorlaştırıyor. Tek kanallı dönemde, televizyon kanallarında yer alan otantik çalışmalar (üzerinde derleme yapılmamış olanlar) çok da büyük kitleler tarafından tercih edilmezdi. Oysa 80'ler ve özellikle 90'lardan sonra hem lümpen yaşantı içerisinde hem de entelektüel gençlik içinde, halk müziği dinlediğini düşünürken tümüyle yeniden arrange edilmiş, yapıbozuma uğrayarak mutasyon geçirmiş bir müzik revaçta oldu, "dinlenir" hale geldi.

Dünya genelinde baktığımızda Nusret Fatih gerçekten güzel bir örnek. Pakistan'da yaşayan dört kavvali ailesinden birini temsil etmekte. Bu müzikler, Batılı bir dinleyiciye, Pakistan kültürü içerisinde, Pakistan'ın klasik müziğiyle çok benzer geldiği halde, içlerinde büyük yapısal farklar barındırmakta. Bu farklar sesin ve müziğin kullanılış biçimiyle oluşuyor. Yine Batılı bir dinleyicinin bu müziklerin çoğunun emprovize olduğu düşünmesine karşın, onlar bunların doğaçlama olmayıp geleneksel müzik cümlelerinden ve müzik yapılarından oluşmuş kalıpları olduğunu söylemektedir.

Dolayısıyla dinleyici için yerel müzikler, World Music başlığı ve furyası adı altında dinleyiciye lezzetli soslarla çeşnilendirilip kolay dinlenilebilir hale getirilir. Gerçekte çoğumuzun bölgenin özelliklerini bilmeden anlamlandırmadığı şeyler sahnede ya da icra anında olup biter. Bunları söylerken, Doğulu ve Batılı müzisyenlerin bir arada iş yapmasına karşı çıkmak niyetinde değilim. Geçmişten bu yana takip ettiğim, Jan Garbarek'in başlattığı, Nusret Fatih'le ya da Zakir Hussain'le yürüttükleri (zaman zaman John McLaughlin'in hızlı parmaklarıyla dahil olduğu) performanslarda herkesin kendi enstrümanı üzerindeki uzmanlığını konuşturarak bir haz peşinde olduğu görülebilir. Oysa müziğin sadece dinlenir değil aynı zamanda izlenen bir şey olduğunu düşündüğümden, Doğulu müzisyenlerin gözlerindeki hazla Batılı müzisyenlerin gözlerindeki haz birbirinden çok farklı gelmiştir bana. Batılı müzisyenler kendi müzikal varoluşlarını yüceleştirirken, Doğulu müzisyenler müziğin içinde kaybolarak kendilerini var ederler. Dolayısıyla anlaşılma ve kendini satma dertleri Batılı dünyadakinden çok farklıdır. Batılı dinleyiciler bu müziği ancak Batılı müzisyenlerin gördüğü gözle dinleyebilirler.

Etnik denilen şey, ancak ve ancak yerine giderek ve sadece dinleyerek değil, bu müziğin icrasına katılarak, kendi anlamlarımızla oradan ortak bir anlam çıkarmakla mümkün olabilir.


Re: Afrika Müziği

Emre Tandoğan'ın düşündürücü tesbitleri var.

Bazı bölümlerin daha genişletileren tartışılabileceğini düşünüyorum.
Öncelikle şu saptamaya değinmeden edemedim;

""
"Etnik denilen şey, ancak ve ancak yerine giderek ve sadece dinleyerek değil, bu müziğin icrasına katılarak, kendi anlamlarımızla oradan ortak bir anlam çıkarmakla mümkün olabilir."

Bilgi ve içinde, yerinde olmak her şeyde olduğu gibi müziği de daha çok kendimize, dinletimize yakın yapabilir. Ama bazı sorunlar var; olanak ve zaman gibi. Bunun yanında, müziği ne kadar bilmek gerekir? Tanıdığım müzik icrası yapan arkadaşlarla beraberliklerimizde gözlemlerdiğim bir bir yanları vardı; tüm parçayı perfesyonelce, tüm tekniğiyle kavradıkları için, notalarının, icralarının ayrıntılarına takılıp kalabiliyor, bezen alması gereken tadı dahi alamayabiliyorlardı.

Toparlayacak olursam;

Müzik ap ayrı bir sanatsal alan. Burada birey olarak müziğin yaşamımızdaki yerini sanırım gerçekçi olarak değerlendirebilirsek, bu sınırsız yönelmelerde daha doyurucu, farklı müziklere yollar oluşturabiliriz. Ben onu dinlemek için çok fazla bilgiye gerek olmadığını düşünüyorum. (Klasik müzik gibi bazı türlerin dinlenmesi mutlaka daha derinliğine bilgiler gerektirir.)Bu konudaki beğenimiz bir anlamda çocukluğumuza uzanan kültürel şartlanmaların çoğunlukla güdümünde olmakta. Bunların üzerine çıkabilmek için ben, öncelikle "farklı sesler, değişik tınılar aramak, bunları duymaktan tanımlaması kolay olmayan tatlar almak" gibi bir şeylerin kendimizde filizlenmesi gerektiğini düşünüyorum.


Re: Afrika Müziği

""
“Doğulu müzisyenlerin gözlerindeki hazla Batılı müzisyenlerin gözlerindeki haz birbirinden çok farklı gelmiştir bana. Batılı müzisyenler kendi müzikal varoluşlarını yüceleştirirken, Doğulu müzisyenler müziğin içinde kaybolarak kendilerini var ederler. Dolayısıyla anlaşılma ve kendini satma dertleri Batılı dünyadakinden çok farklıdır. Batılı dinleyiciler bu müziği ancak Batılı müzisyenlerin gördüğü gözle dinleyebilirler.”
Emre Tandoğan

Buradaki genellemeye katıldığımı söyleyemeyeceğim. Doğulu müzisyenler ile Batılı müzisyenler tanımlamaları bence biraz yüzeysel duruyor.

“Batılı müzisyenler kendi müzikal varoluşlarını yüceleştirirken…” saptamasında, batının her şeyi olduğu gibi, müziği, müzisyeni de bir pazarlama nesnesi olarak gördüğümü belirtmem gerekir. Ama “müziğ(n)in içinde kaybolarak” sanat yapan müzisyenlere her yönde rastlayabileceğimize inanıyorum. Bazı yerlerde daha az, bazı yerlerde daha çok…


Re: Afrika Müziği

Anlatmak istediğimi netleştirebilmek için örnek üzerinden gitmek faydalı olacak. Afrika'nın farklı bir bölgesinden bir örnek vereyim.

Dhafer Youssef Kuzey Jazz'ından Jan Garberek vb. sanatçılarla beraber iş yapmış. Hint müziğinden de beslenen bugünkü müzikal arkaplanını oluşturan ise Tunus'taki medrese eğitimi sırasında gizlice dinlediği jazz parçaları olmuş.

Yukarıda örneklediğim Tarannoum parçası dikkatle dinlenirse, müzisyenlerin çalma esnasındaki farklılıkları hemen ortaya çıkar. Ses ya da enstrüman kullanma yöntemleri farklı algılama biçimlerini örnekliyor. Batılı müzisyen aldığı eğitimden dolayı, nereye hangi sesi ve hangi çalma biçimini yerleştireceğini bilerek işe başlar. Bu teknik donanıma sahiptir. Bundan dolayı da sürekli bu kasadan beslenir. Arkaplanı ayrıştırarak bası ve piyanoyu takip edersek, bu enstrümanların vokalin yarattığı unsurlar olmayıp diğer jazz motif dağarcığından beslendiğini görürüz. Bu virtüöziteler hızlı bir hareket silsilesinde ve bedenin/ parmakların eğitilmişliğiyle dikkat çekiyor. Oysa uta ve vokal yapıya bakarsak, bu sanatçıların dertlerinin kendi uzuvlarına hakimiyet olmadığını fark ederiz. Böyle bir kontrol olmadığı gibi buna gerek de yoktur.

Vokalde opera eğitimine sahip bir sanatçı olmuş olsa idi, bas ve piyanodaki gibi, nerede kafa, nerede gırtlak ve nerede göğüs sesini kullanacağı bilgi ve sistematiğiyle, doğru sesleri doğru yerlere yerleştirecekti. Elbette bu sanatçı da işin içine kendi rengini katmasını bilecekti. Ancak Youssef'a baktığımızda sürecin hislerle ilerleyen bir yapıda olduğunu görürüz. Sanatçının almış olduğu toplumsal, geleneksel ve ailevi eğitim, kişi üzerinde baskın olan algının sistemsel değil, sezgiyle temellenmiş olduğunu gösterir. Burada kişi öğrenmez, inanır; ve inandığını harekete geçirir. Anlatmaya çalıştığım Batılı müzisyenle aradaki "kendini kaybetme" durumunun farklılığı buradan gelir.


Re: Afrika Müziği

Öte yandan bu sanatçının kendini varedebilmesi için ancak Batılı sanatçılarla beraber hareket etmesi gerekmektedir. Müziğinin satışta değer görmesi için Batılı müzik piyasası tarafından manipüle edilmesi gerekir. Barış'ın anlatmaya çalıştığı da böyle bir şey sanıyorum.