Yıllar önce Nahid Sırrı Örik'in "kıskanmak" adlı romanını okuduğumda bu kitaptan mükemmel bir film çekilir demiştim. Murathan Mungan'nın bir çok öyküsünü okurken de benzer duygular hissederim.
Şimdi bu kitaptan uyarlanan bir filmi izleyeceğim için, özellikle de onu Zeki Demirkubuz çektiği için çok heyacanlıyım.
nurten aksakal tarafından Kas 3rd, 2009 günü 16:48 sularında gönderildi.
Kıskanmak 6 Kasım'da gösterime giriyor Ankara'da sanırım.
Bir edebiyat öğretmeni bana Andrew Jolly okumamı önerdi. Seni İçime Gömdüm'ü okuyabilirsin dedi. Ben de bugün hem bu kitabı hem de Murat Özyaşar'ın (2009, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü de, 2009, Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü de kazanan Ayna Çarpması kitabını aldım.
elif cinar tarafından Kas 5th, 2009 günü 1:23 sularında gönderildi.
Sonunda Zeki Demirkubuz'un son filmi "Kıskanmak"ı izledim. Film, romanla yer yer örtüşse de kimi yerlerinde romandan ayrılıyor. Bu yaklaşımı da iki yönden olumlu buluyorum:
İlkin edebiyatın olanaklarıyla sinemanın olanakları, anlatım biçimleri çok farklı. Görüntüyle birkaç saniyede gösterilebilen bir durum birkaç sayfada anlatılabilir veya anlatılamaz. Aynı şekilde bir tümceyle betimlenebilen bir sahnenin görüntüyle anlatılması olanaksızlaşabilir. İki türün araçları farklı olduğundan yönetmenin farklı bir tutum benimsemesini doğal karşılıyorum. İkincisine gelirsek, her yapıtın kişiler üzerindeki etkisi ayrı ayrı olacağından bu yapıtın yorumu da hâliyle farklılaşacaktır. Sanatın özü de burada yatıyor kanımca. Her okumada, her benlikte değişik bir yankı uyandıracaktır. Bundan ötürü roman uyarlamalarında (yorumlarında desek daha doğru olacak) yönetmenin çıkardığı anlamların farklı olması gerekir. Böylece karşılaştığımız bir yorum olacağından filmi bu gözle değerlendirmek gerekir.
Biraz doğaçlama bir yazı oldu. Belki sonraki iletilerimde film üzerinde durma fırsatı bulurum.
abdullah şahin tarafından Kas 12th, 2009 günü 20:51 sularında gönderildi.
Az önce Kıskanmak filminden çıktım. Üzerine uzun uzadıya yazmak isterim. Ama dönem filmi çekmek konusunda sıkıntıları olduğunu bildiğimiz Demirkubuz için cüretkâr bir deneme olmuş. Üstesinden geldiğini de düşünüyorum. Ne ki, Erik Satie'nin "Gnossiennes No 1"ini filmde kullanmasaydı çok daha mutlu olurdum. O parçanın o dönemde Türkiye'de alımlanmasının imkânsız olduğunu, hele de bir ev toplantısında çalınamayacağını düşünüyorum. (Belki de bu muhteşem parça o kadar çok filmde kullanıldı ki, artık midem kaldırmıyor daha fazlasını.)
(Belki de bu muhteşem parça o kadar çok filmde kullanıldı ki, artık midem kaldırmıyor daha fazlasını.)
Bu parçayı o kadar çok seviyorum ki ne zaman hangi ortamda çalarsa çalsın kendimi kaptırmadan edemiyorum. Bununla beraber Barış'ın film için bu parçanın ağır olduğu görüşüne katılıyorum.
abdullah şahin tarafından Kas 13th, 2009 günü 23:51 sularında gönderildi.
Filmin başlangıcında İstiklal Marşı okunurken marşın besteye oturmadığı "-larda yüzen al sancak" kısmında kesilerek tangoya geçiş yapılması.
Mükerrem'le Seniha'nın hesaplaştığı konuşmada Seniha'nın yüzünün bir tarafının gölgede kalması.
Seniha'yı oynayan Nergis Öztürk'ün performansı.
Dilin sadeleştirilmemesi: Son zamanlarda moda olduğu gibi eski dilin yenisine çevrilmemesi, filmi Shakespeareyen bir havaya oturtmuş. Bazı sahnelerde "Romeo ve Juliet" izler gibi izledim filmi.
Hasibe Eren'in canlandırdığı Kalfa kadının "aslanım, kadınım"lı konuşmaları.
Evde hizmetlilerin yaşantısıyla ev sahiplerinin yaşantısının bıçak gibi kesilmiş olması.
Mükerrem'in gece gezmeleri sırasında kameranın bir kişiden bir diğerine bayrak teslimi gibi geçişi.
Ailenin film izlemeye davet edildiklerinde oynayan filmin "kocasını aldatan kadınlar" benzeri bir ismi olması.
Sevmediklerim:
Filmin afişi: Romanın ruhundan ve anlatmak istediğinden tümüyle uzak olduğunu düşünüyorum. Sanki Seniha'nın kıskandığı Mükerrem'miş gibi bir hava yaratıyor; oysa filmin sonundan biliyoruz ki bu hiç de böyle değil.
Bora Cengiz'in canlandırdığı "dandy" tipinin oturmamış olması.
Mükerrem'in Nüshet'le yaptığı konuşmanın ansızın gelişmesi.
Erik Satie'nin, Halit Bey sahilden madene çıkarken başlayıp ev içindeki dinletiyle birleşmesi.
Romanda varolduğunu bildiğim Seniha'nın abisiyle olan gerilimli ilişkisinin filme yeteri kadar yansımaması: Filmin en büyük kusurunun da bu olduğunu düşünüyorum. Keza "kıskanmak" terimini en güzel açıklayan Oruç Aruoba'nın "ilişkinin tek taraflı yozlaşması" ifadesi Örik'in romanının mihenk taşı. Sevginin nefretle karışması ve bunun, örneğin, konakta cisimleşmesi romanın asıl vurucu yerleri olsa gerek.
Barış Acar tarafından Kas 14th, 2009 günü 11:05 sularında gönderildi.
Malûm, filmleri DVD'leri çıkmadan izleyemiyorum. Kıskanmak'ı da ancak bugün, biraz önce izleyebildim. Daha önce söylenenlere ne eklenebilir diye yorumlara da şöyle bir göz attım. Bakalım...
Şimdi, bu notu yazarken Albinioni'nin Adagio in G Minor'ünü Herbert von Karajan'ın (Berlin Flarmoni Orkestrası) yorumuyla dinliyorum. Belki siz de dinlemek istersiniz:
Hem bu eseri hem de Erik Satie'nin Gnossienne No. 1'ini çok severim. Oysa, ben de Barış gibi fimdeki müzik kullanımının pek özenli yapılmadığı kanaatindeyim. Bunun, filmin merkezine Seniha'yı almamasıyla da ilgili olduğu düşüncesindeyim. Romanı henüz okuyamadığım için genel olarak "hikâye"den ve bu hikâyenin Demirkubuz tarafından anlatılmasından söz edeceğim. Hikâyenin Seniha karakterini merkezine almasının dramatik yapısını güçlendireceğini düşünenlerdenim. Tek bir kişinin psikolojik tahlilini yapmak, onun duygu ve düşüncelerini başarıyla aktarmak sinema için oldukça zorlu bir iştir, bunu kabul ediyorum. Hele ki bu duygular yıllarca kişinin içinde sinsice bekleyip ortaya çıkmak için doğru anı kollamışlarsa. Yine de Seniha karakterinin "ezik" görüntüsünün, onun abisi ve Mükerrem'den çok "kalfa"lara yakın olmasının filme çok şey kattığını düşünüyorum. Zaten eninde sonunda işten atılacak olan aşçıyı hemen işten atıp bahşiş olarak da geçinmelerine 6 ay yetecek kadar bir para vermesi dikkate değerdi.
Filmde Mükerrem'in aşk macerası geniş yer bulmuş, öte yandan Mükerrem'in Nüshet'e duyduğu aşk daha çok "onursuzluk" gibi anlaşılıyor. Mükerrem'i pek anlayamıyor, onun Nüshet'in aşağılamalarına karşın neden hâlâ peşinden koştuğuna, kendisini bir fahişe gibi gördüğü halde neden hâlâ geceleri evden kaçıp onun yanına gittiğine pek anlam veremiyoruz. Onu anlayamayınca filmin o yanı da biraz eksik kalıyor bence.
Filmdeki diyalogların büyük ölçüde romandan alındığını tahmin ediyorum. Buna rağmen, Demirkubuz'un diyaloglarını diğer filmlerinde de sıkıntılı bulduğum için Kıskanmak'ta da diyalogların pek akıcı, sıradan olmaması dikkatimi çekti. Demirkubuz'un birer makaleden fırlamış gibi görünen cümleler konusunda biraz düşünmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ben de Barış gibi Demirkubuz'un bu "dönem filmi"nin üstesinden alnının akıyla çıktığını düşünüyorum. Zaten pek fazla sayıda olmayan dış çekimlerin, ve o dönem için normal olduğunu tahmin edebileceğimi karanlığın beni filmin atmosferine çekmekte yardımcı olduğunu söyleyebilirim.
eren tarafından May 9th, 2010 günü 15:13 sularında gönderildi.
Eren'e teşekkürler. Parça çok tanıdık gelince biraz araştırayım dedim.
İtalyan besteci Albinioni'nin "Adagio Sol Minor" adlı eserinin orijinali İkinci Dünya Savaşı'nda Dresden Kitaplığı'nda yanmış, daha sonra (org partisyonunun bulunmasıyla) araştırmacılar tarafından gün yüzüne çıkartılarak seslendirilmiş ve birçok filmde ana tema olarak kullanılmasıyla da üne kavuşmuş. İnternette kısa bir araştırmayla bu filmlerden bazılarının şunlar olduğunu öğrendim: Les dimanches de Ville d'Avray, Le procès, [url=http://en.wikipedia.org/wiki/Gallipoli_(1981_film)]Gallipoli[/url]...
İşin ilginci pek de parlak olmayan bir yorumla da olsa Jimi Morrison da, sonuna küçük bir şiir ekleyerek, bu besteyi yorumlamış:
Barış Acar tarafından May 9th, 2010 günü 20:13 sularında gönderildi.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
"Kıskanmak" Türk roman tarihinde hak ettiği ilgiyi ve değeri bulamamış önemli yapıtlardan biridir. Demirkubuz sayesinde umarım daha çok okunur.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Yıllar önce Nahid Sırrı Örik'in "kıskanmak" adlı romanını okuduğumda bu kitaptan mükemmel bir film çekilir demiştim. Murathan Mungan'nın bir çok öyküsünü okurken de benzer duygular hissederim.
Şimdi bu kitaptan uyarlanan bir filmi izleyeceğim için, özellikle de onu Zeki Demirkubuz çektiği için çok heyacanlıyım.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Kıskanmak 6 Kasım'da gösterime giriyor Ankara'da sanırım.
Bir edebiyat öğretmeni bana Andrew Jolly okumamı önerdi. Seni İçime Gömdüm'ü okuyabilirsin dedi. Ben de bugün hem bu kitabı hem de Murat Özyaşar'ın (2009, Haldun Taner Öykü Ödülü'nü de, 2009, Yunus Nadi Öykü Ödülü'nü de kazanan Ayna Çarpması kitabını aldım.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Harika.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Sonunda Zeki Demirkubuz'un son filmi "Kıskanmak"ı izledim. Film, romanla yer yer örtüşse de kimi yerlerinde romandan ayrılıyor. Bu yaklaşımı da iki yönden olumlu buluyorum:
İlkin edebiyatın olanaklarıyla sinemanın olanakları, anlatım biçimleri çok farklı. Görüntüyle birkaç saniyede gösterilebilen bir durum birkaç sayfada anlatılabilir veya anlatılamaz. Aynı şekilde bir tümceyle betimlenebilen bir sahnenin görüntüyle anlatılması olanaksızlaşabilir. İki türün araçları farklı olduğundan yönetmenin farklı bir tutum benimsemesini doğal karşılıyorum. İkincisine gelirsek, her yapıtın kişiler üzerindeki etkisi ayrı ayrı olacağından bu yapıtın yorumu da hâliyle farklılaşacaktır. Sanatın özü de burada yatıyor kanımca. Her okumada, her benlikte değişik bir yankı uyandıracaktır. Bundan ötürü roman uyarlamalarında (yorumlarında desek daha doğru olacak) yönetmenin çıkardığı anlamların farklı olması gerekir. Böylece karşılaştığımız bir yorum olacağından filmi bu gözle değerlendirmek gerekir.
Biraz doğaçlama bir yazı oldu. Belki sonraki iletilerimde film üzerinde durma fırsatı bulurum.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Filmi merak ediyorum etmesine ya, şu sıralar hiç Demirkubuz havamda sayılmam.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
"Kıskanmak" filmiyle ilgili güzel bir yazı:
Kıskanmak
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Az önce Kıskanmak filminden çıktım. Üzerine uzun uzadıya yazmak isterim. Ama dönem filmi çekmek konusunda sıkıntıları olduğunu bildiğimiz Demirkubuz için cüretkâr bir deneme olmuş. Üstesinden geldiğini de düşünüyorum. Ne ki, Erik Satie'nin "Gnossiennes No 1"ini filmde kullanmasaydı çok daha mutlu olurdum. O parçanın o dönemde Türkiye'de alımlanmasının imkânsız olduğunu, hele de bir ev toplantısında çalınamayacağını düşünüyorum. (Belki de bu muhteşem parça o kadar çok filmde kullanıldı ki, artık midem kaldırmıyor daha fazlasını.)
Uzun Hikâye FM'de parçanın farklı yorumlarını vermiştim. Anımsamayanlar için yine bir link koyayım: youtube
Gayet sevimli bulduğum özgün bir yorumu için: link
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Bu parçayı o kadar çok seviyorum ki ne zaman hangi ortamda çalarsa çalsın kendimi kaptırmadan edemiyorum. Bununla beraber Barış'ın film için bu parçanın ağır olduğu görüşüne katılıyorum.
Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine
Kıskanmak filmi hakkında
Sevdiklerim:
Sevmediklerim:
Re: Zeki Demirkubuz - Kıskanmak
Malûm, filmleri DVD'leri çıkmadan izleyemiyorum. Kıskanmak'ı da ancak bugün, biraz önce izleyebildim. Daha önce söylenenlere ne eklenebilir diye yorumlara da şöyle bir göz attım. Bakalım...
Şimdi, bu notu yazarken Albinioni'nin Adagio in G Minor'ünü Herbert von Karajan'ın (Berlin Flarmoni Orkestrası) yorumuyla dinliyorum. Belki siz de dinlemek istersiniz:
Hem bu eseri hem de Erik Satie'nin Gnossienne No. 1'ini çok severim. Oysa, ben de Barış gibi fimdeki müzik kullanımının pek özenli yapılmadığı kanaatindeyim. Bunun, filmin merkezine Seniha'yı almamasıyla da ilgili olduğu düşüncesindeyim. Romanı henüz okuyamadığım için genel olarak "hikâye"den ve bu hikâyenin Demirkubuz tarafından anlatılmasından söz edeceğim. Hikâyenin Seniha karakterini merkezine almasının dramatik yapısını güçlendireceğini düşünenlerdenim. Tek bir kişinin psikolojik tahlilini yapmak, onun duygu ve düşüncelerini başarıyla aktarmak sinema için oldukça zorlu bir iştir, bunu kabul ediyorum. Hele ki bu duygular yıllarca kişinin içinde sinsice bekleyip ortaya çıkmak için doğru anı kollamışlarsa. Yine de Seniha karakterinin "ezik" görüntüsünün, onun abisi ve Mükerrem'den çok "kalfa"lara yakın olmasının filme çok şey kattığını düşünüyorum. Zaten eninde sonunda işten atılacak olan aşçıyı hemen işten atıp bahşiş olarak da geçinmelerine 6 ay yetecek kadar bir para vermesi dikkate değerdi.
Filmde Mükerrem'in aşk macerası geniş yer bulmuş, öte yandan Mükerrem'in Nüshet'e duyduğu aşk daha çok "onursuzluk" gibi anlaşılıyor. Mükerrem'i pek anlayamıyor, onun Nüshet'in aşağılamalarına karşın neden hâlâ peşinden koştuğuna, kendisini bir fahişe gibi gördüğü halde neden hâlâ geceleri evden kaçıp onun yanına gittiğine pek anlam veremiyoruz. Onu anlayamayınca filmin o yanı da biraz eksik kalıyor bence.
Filmdeki diyalogların büyük ölçüde romandan alındığını tahmin ediyorum. Buna rağmen, Demirkubuz'un diyaloglarını diğer filmlerinde de sıkıntılı bulduğum için Kıskanmak'ta da diyalogların pek akıcı, sıradan olmaması dikkatimi çekti. Demirkubuz'un birer makaleden fırlamış gibi görünen cümleler konusunda biraz düşünmesi gerektiğini düşünüyorum.
Ben de Barış gibi Demirkubuz'un bu "dönem filmi"nin üstesinden alnının akıyla çıktığını düşünüyorum. Zaten pek fazla sayıda olmayan dış çekimlerin, ve o dönem için normal olduğunu tahmin edebileceğimi karanlığın beni filmin atmosferine çekmekte yardımcı olduğunu söyleyebilirim.
Re: Zeki Demirkubuz - Kıskanmak
Eren'e teşekkürler. Parça çok tanıdık gelince biraz araştırayım dedim.
İtalyan besteci Albinioni'nin "Adagio Sol Minor" adlı eserinin orijinali İkinci Dünya Savaşı'nda Dresden Kitaplığı'nda yanmış, daha sonra (org partisyonunun bulunmasıyla) araştırmacılar tarafından gün yüzüne çıkartılarak seslendirilmiş ve birçok filmde ana tema olarak kullanılmasıyla da üne kavuşmuş. İnternette kısa bir araştırmayla bu filmlerden bazılarının şunlar olduğunu öğrendim: Les dimanches de Ville d'Avray, Le procès, [url=http://en.wikipedia.org/wiki/Gallipoli_(1981_film)]Gallipoli[/url]...
İşin ilginci pek de parlak olmayan bir yorumla da olsa Jimi Morrison da, sonuna küçük bir şiir ekleyerek, bu besteyi yorumlamış: