UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Yolculuk (Yasemin'in Seyir Defteri)

02 Eyl 2010
elif cinar

YASEMİN’İN SEYİR DEFTERİ

“Bilincinde olduğumu sanırdım; yolculuklarımızda
gittiğimiz yerlerin aslında olunan değil, geçilen yerler olduğunun. Böylece insanın kendi semtine hiç uğrayamamış/ uğramayacak oluşunun...”
Barış Acar

Bir saat sonra yeni bir yolculuk başlayacak. Yine notlar alacağım kısa kısa. Birbirini ilk kez gören, saatlerce yan yana oturan, bir daha karşılaşıp karşılaşmayacağımı(zı) bilemediğim yolculara dair notlar…
Onların koltukta oturuş biçimlerinden, yanlarında, arkalarında, çaprazlarında oturan yolculara attıkları kısacık bakışlarından, hızla kayıp giden görüntüleri seyre dalmışken yüzlerinde beliriveren dalgınlıklarından, ya da tüm görüntüleri pür dikkat izleyişlerinden, bu yolculuğa niçin çıkmış olabileceklerini kestirmeye çalışacağım. Salt, yolculuk boyunca yapıp ettiklerinden, davranışlarından yola çıkarak ne düşündüklerini, kim ya da ne olduklarını tahmin etmeye çalışmak onlar hakkında doğru bilgilere götürmese de beni, faydalı ve eğlenceli bir oyuna dönüşecek.
Can sıkıntısından, ya da, ayrıntıların peşine düşecek kadar bol vaktim, boş vaktim olduğundan yapmıyorum bunu. Notlar alıp aldığım notları bir anlatıya dönüştürmezsem otobüsteki her hangi bir koltuktan, çağrı düğmesinden, basamaktan, bagaj kapağından bir farkım kalmadığını düşüneceğim. Aynı işin, aynı sıklıkta, aynı biçimde yapılması için programlanmış bir makineye dönüşmekten korkuyorum.
Ayrıntıları göremezsem geride kalan seferin, yapılacak seferden hiçbir farkı kalmayacak. Çünkü, ayrıntıları çıkarırsak her seferin sonunda otobüs nasıl giriyorsa yine öyle girecek gara. Perona milim milim ilerleyecek. Sinir bozucu klakson sesleri, firma çığırtkanlarının bağırtıları, peron önlerine yığılmış koliler, valizler; oradan oraya akıp giden uykusuz, yorgun, telaşlı kalabalıklar…
Yol yorgunu yolcuların kimi üst bölmeden çantalarını, poşetlerini çıkarmaya çalışırken, koridorda sıkışıklık olacak. Saatlerce oturmaktan tutulan kollarını, bacaklarını bir an önce rahatlatmak isteyenler aşağıya inmek için sabırsızlanacak, acele etsinler diye yolu tıkayanlara belli belirsiz söylenecekler.
Otobüs tamamen boşalınca, öndeki koltuklardan birine oturacağım yine. Uykusuzluktan sersemlemiş başıma minder edip kolumu, üç beş dakika önümdeki demire abanacağım. Şimdi ben, garından dışarı adımımı atmadığın bu kente gelmiş mi oldum, diyeceğim kendi kendime. Ayda en az on kez geldiğim, küçük olduğu söylenen bu kentin hiç değilse bir sokağını bilsem diye geçireceğim içimden. Düş kuracağım, düşümde bileceğim. Bu kentin Ayraç adında bir sokağı olsun, diyeceğim. Ayraç Sokağı’nın sonunda, ceviz ağaçlarının arasında kaybolmuş iki katlı, ahşap, sabun kokan bir ev olsun. Orada yaşlı bir teyze yaşıyor olsun. Muzip bir çocuk gibi karşısına çıkıveren güneşin göz kamaştıran parıltısına aldırmadan her gün sabah pencerenin önünde çiçekleriyle laflayan, çiçekleriyle hoş beş ederken arada bir sokağa göz atıp beni bekleyen, havadislerimi can kulağıyla dinleyecek yaşlı bir teyze...
Diyeyim ki, teyzeceğim, geçen seferimde günebakanlarla dolu bir tarla gördüm demiştim ya; yanıma makine alacaktım, o tablo gibi manzaranın fotoğrafını çekecektim hani. Sonraki gün geri dönerken o koca tarlayı kupkuru, bomboş görmeyeyim mi! Günebakanların hepsini, hepsini toplamışlar. O bomboz kuruluğun fotoğrafını çektim yine de. Fotoğrafın arkasına, ne çok şey kaçırıyoruz, diye not düştüm, diyeyim. Tarlanın günebakanlı halini görmeyen o fotoğrafa bakınca kaçırdığı şeyin ne olduğunu ne bilsin, bu sözü neye yorsun, diye sorsun gülümseyerek. Bu soruya bir yanıt beklemediğini bilip dedikodularıma başlayayım ben. Bu seferimde, adamın biri yanında oturan yolcuyla bir kapıştı sorma diyeyim. Leş gibi soğan kokuyorsunuz, insan yola çıkarken soğan yer mi be adam, diye bir bağırdı. Beriki geri mi durdu, ne yiyeceğimi sana mı soracağım, rahatsız olduysan özel uçak kirala, deyiverdi. Bu ağız dalaşı yumruklaşmaya dönmeden kaptan girdi araya. Rica minnet, ikisini ayrı yerlere oturttu. Yaşlı teyze, soğan kokan tanımadığı o adamı kınamaya hazır, soruversin merakla, sahiden soğan kokuyor muydu adam? Laf aramızda, teyzeciğim diyeyim, soğan, pastırma, parfüm kokularının karışımı bambaşka bir kokusu vardı otobüsün.
Kahverengi lekelerle dolu kuru ellerini burnuma tutup daha yeni okşadım fesleğenleri, doya doya çek içine onu, kötü kokuları unuttursun sana desin. Sabun kokan, fesleğen kokan ellerini çiçek demeti koklar gibi koklayayım. Yüzümü ellerinin arasına alıp dimdik baksın gözlerime, bitti mi, yok mu anlatacak başka şey? O kadar yol gidip geliyorsun, gönlünün kaydığı biri çıkmadı mı karşına, yolundan eğlemedin mi kimseyi, desin. İçimi dökeyim ona, ben anlatayım, o dinlesin.
Sonra, yıkanayım. Teyzemin sabun kokan çarşaflarında uykuya dalayım. Kalktığımda, sallama değil, şöyle, yeni demlenmiş mis gibi bir çay kokusu gelsin burnuma. Kahvaltıyı ben hazırlayayım…
Yeni demlenmiş taze çayın tadını düşününce ağzımın içinde zehir gibi acı bir tat duyumsayacağım, acıktığımı... Düşümü burada kesip ineceğim basamakları. Firmamın bürosunda plastik bardakta çay içeceğim, bir şeyler atıştıracağım. Sonra yeni sefere hazırlayacağım otobüsü.
Elime büyükçe bir çöp poşeti alıp yolculuk boyunca çıkan çöpleri toplayacağım; iki koltuğun arasına sıkışmış peçeteleri, ufalanmış kek, bisküvi parçacıklarını, yere düşmüş, düştüğü yerde bırakılmış plastik kaşık ve bardakları, sakız, şeker, çikolata kağıtlarını, meyve suyu kamışlarını…
Sonra otobüsün yeni yolcuları gelip yerleşecek. Biner binmez, kaç kere mola vereceğiz, diye soracak biri. Soruş biçiminden, yüzündeki mimikten, sigara tiryakisi mi, sevgilisinden yenice ayrılmış, ilk molada telefona sarılacak bir aşık mı, tam saatinde mahkeme salonunda olmak için acele eden bir avukat mı, ya da, hiçbiri değil de, öylesine, laf olsun diye soru soran bir geveze mi, kestirmeye çalışacağım. Koltuk numarasını okuyamayanlar olacak yine. Ellerindeki bileti bana uzatıp falanca numarayı bulamadım, gözlerim pek iyi görmüyor, diyecek. Şunu yukarıyı yerleştiriver evladım, diyecek yaşlı bir teyze, benim darmadağın saçlarıma takılacak bir an bakışları. Son dakika yolcusu, kulağında cep telefonu, adeta bürosundaymış gibi, rahat, bağıra bağıra konuşarak ve hiç telaş etmeden çıkacak basamakları.
Otobüs ağır ağır çıkarken gardan ben bilet kontrolü yapmaya başlayacağım. Gideceği yerin acemisi olanlar inecekleri yerin adını bir kez daha zikredecekler unutmayayım, aklıma kazıyayım diye. Su isteyenler, koltuk kolluğunu kaldıramayanlar, indiremeyenler, havalandırmanın çalışmasını isteyenler… İyi yolculuklar, diyecek bir yolcu yanında oturan tanımadığı yol arkadaşına. Anons yapmak için koridordan öne ilerlerken, bu temenniyi duyup sevineceğim.
Otobüsün en önünde yolculuk edenler, uykuya yenik düşüne kadar, dalgın mı, dikkatli mi, yoruldu mu emin olmak için, şoförden gözlerini ayırmayacaklar. İş seyahatine çıkanlar, bunu, yani otobüsle yolculuk etmeyi sıklıkla yaptıklarından, camın dışındaki görüntülere, içerideki çocuk seslerine, konuşulanlara, çevrelerinde olup biten her hangi bir devinime hiç ilgi göstermeden önlerindeki yola bakarak uykuya dalacaklar.
Kimisi, yol boyunca ne su, ne çay ne de başka bir içecek almayacak. Elinde peçetesi, bir yerlere dokunmamaya özen göstererek oturacak. Yanındaki arkadaşının tüm ısrarlarına rağmen molalarda aşağı inmeyecek. İnse de, birkaç dakika temiz hava alıp hemen dönecek yerine. Uğranılan tesislerin tuvaletlerini asla kullanmayacak. Ben yanındaki yolcuya istediği içeceği ikram ettiğim sıra başıyla bana istemiyorum diye işaret ederken, arkadaşına, yola çıkanların nasıl olup da evlerindeymiş gibi rahatça yiyip içtiklerine, sonra da bu tesislerin tuvaletlerini kullanabildiklerine akıl erdiremediğini anlatacak. Diğeri gülecek ona. Bu konuşmanın devamını kaçırmamak için çay- kahve servisini mümkün olduğu kadar ağırdan alacağım. Arkadaşı, tuvaletleri temiz tutalım kampanyası başlatmayı önerecek. Beriki üst perdeden bir, amaaaan, diyecek arkadaşının kendisiyle dalga geçtiğine sinirlenip. Arkama dönünce yakın koltuklarda oturanların da sesin sahibine baktığını göreceğim. Öteki, bildik espriyi yineleyecek, şşşt, bağırma, şoförü uyandıracaksın!
Üniversite öğrencisi olduğunu düşündüğüm yolcular, koltuğa oturur oturmaz, müzik dinledikleri aleti ses ayarı, parça seçimi için bir müddet kurcaladıktan sonra mutlaka, dizlerinden birini öndeki koltuğa dayayıp kollarını göğüslerinde düğümleyecekler. Diz dayamak için doğru noktanın neresi olduğunu henüz keşfedemeyenler, bu oturuş biçiminin ön koltukta oturan yolcuyla tartışmalarına neden olacağını bilmeyecek. Çok geçmeden, önde oturan yolcu koltuğuna baskı yapan dizden rahatsız olduğunu, bacağını koltuğundan çekmesini söyleyecek. O da bacaklarını koridora çıkaracak. Geçişimi engellediği için bu kez ben uyaracağım. Küçük boşluğa sığmayan bacaklar yolculuk boyunca huzursuz kıpraşıp duracak.
Kimi, yanına aldığı kitabı açacak hemen; üstteki düğmelerle uğraşıp lambayı yakmaya çalışacak, gazete sayfalarının hışırtıları duyulacak. Çocuk ağlaması, kahkaha, bu kahkahaya yakın oturan birinden ayıplayan bir bakış… Mikrofonu elime alıp o bilinen konuşmayı yapacağım. Kapatmamış olanlar cep telefonlarını kapatacak birer birer; sessize alan vurdumduymazlar da olacak yine.
Kolonya servisi yaparken, koridor tarafında oturan, yukarıdaki bölmeye koyduğu çantasında bir şeyler arayacak. Aradığını bulup yerine oturması için, elimde kolonya şişesi, bir kaç dakika bekleyeceğim. Çantasını karıştırırken otobüsün arkasına göz gezdirdiğini, yerine oturduktan az sonra koridorun karşı tarafındaki camdan dışarıya, dışarıdaki bir görüntüye baktığını, geçip geride kalan görüntü her neyse, başını arkaya çevirip o şeyi büyük bir dikkat ve ciddiyetle takip ettiğini sonra bakışlarının küçük bir kavis çizerek otobüsün arka koltuklarında bir yerlerde noktaladığını, aynı hareketi belli aralıklarla birkaç kez tekrarladığını fark edeceğim. İşte bu küçücük ayrıntı, tüm seferlerin birbirinin aynı olmadığının ispatıdır diyeceğim. Kolonya servisi için arka koltuklara geldiğimde ben de ayrımına varacağım orada bulunan büyüleyici güzellikteki masmavi gözlerin.
Su isteyen bir yolcuya suyunu uzatırken onunla göz göze geleceğim. Bir yıldız kaydığında, ulaşılamaz uzaklıktaki o yıldızın kaydığını görmek nedeni kestirilemeyen bir sevinç yaşatır ya insana, yolcunun gözlerinde gördüğüm parıltıya sevineceğim. Orada olduğumuzu, var olduğumuzu hissedeceğim çünkü. Otobüsteki her hangi bir koltuktan, çağrı düğmesinden, basamaktan, bagaj kapağından bir farkımın olmadığını düşündüren boş, ölü bakışlarla karşılaştığımda öyle uzayacak öyle uzayacak ki gözümde yol, öyle uzakta kalacak ki varacağımız yer, şu uzak yıldızlardan da uzak gelecek. Bir an önce ışıkların sönmesini bekleyeceğim. Işıkların söndüğü, yolcuların yüzlerindeki ayrıntıların, mimiklerin seçilemediği loşluğu… Diyeceğim ki kendi kendime, görmesem de olur sadece varacağı yeri önemseyen yolcunun yüzünü. Yanından geçerken içimden bağıracağım o yolcuya, heey, diyeceğim, yol, iki yer arası değildir, yer, iki yol arasıdır.(*)

(*)ARUOBA, Oruç. Yürüme, Metis Yayınları, 2006: 123

Bu öykü, İnisiyatif Sanat Dergisi'nin 5. sayısında yayınlanmıştır.

Kategori:

Re: Yolculuk (Yasemin'in Seyir Defteri)

Öyküyü bir yere kadar, otobüse binen bir yolcunun izlenimleri, anlatımı olarak algıladım. Bunun birkaç nedeni vardı. Belki de en önemli nedeni, bendeki; “otobüsün şoförü, içindeki görevliler, yardımcı şoför, muavinler yolculuk yapmaz, onlarınki sadece bir iş” önyargısından kaynaklanandı. Bir başka nedeni de sabah oluşunun bendeki dikkatsizliği, dalgınlığı. Bir süre sonra okuduklarımı bir yolcunun bakışları, yaklaşımıyla algılamamda bazı sorunlar fark etmeye başladım. Muavin otobüsün içindeki çöpleri toplamaya başladığında bu duygu en üst seviyeye ulaştı. (Neredeyse öykünün yarısı. Pes artık bu kadar da dikkatsizlik! Diyecekleri duyar gibiyim.) Bir sorun vardı… Tekrar baştan okumaya döndüm. Daha öykünün başındaki anlatıcının kimliğini ortaya koyan;

""
“Notlar alıp aldığım notları bir anlatıya dönüştürmezsem otobüsteki her hangi bir koltuktan, çağrı düğmesinden, basamaktan, bagaj kapağından bir farkım kalmadığını düşüneceğim. Aynı işin, aynı sıklıkta, aynı biçimde yapılması için programlanmış bir makineye dönüşmekten korkuyorum.”

Gibi ipuçlarını fark ettim. O zaman anlatılanlardaki bazı şeyler daha bir yerine oturdu.

Benim başka türlü düşünmeme neden olan bir şey daha vardı muavin’in daha baştaki notlar alma merağı.

""
“Birbirini ilk kez gören, saatlerce yan yana oturan, bir daha karşılaşıp karşılaşmayacağımı(zı) bilemediğim yolculara dair notlar…”

Sonuçta doğru, iyi, zevkli bir okuma “yolculuğu” için sanırım sapabildiğimiz yanlışlardan geri dönebilmekten, dikkatten geçiyor. Yoksa o güzelim anlatıdan alabildiğimiz parça parça anlamsızlıklar olup çıkıyor.

Şu cümlede bir sorun var gibi geldi bana,

""
“Salt, yolculuk boyunca yapıp ettiklerinden, davranışlarından yola çıkarak ne düşündüklerini, kim ya da ne olduklarını tahmin etmeye çalışmak onlar hakkında doğru bilgilere götürmese de beni, faydalı ve eğlenceli bir oyuna dönüşecek.”

Bir insanın “yapıp ettikleri” aynı zamanda “davranışları” demek değil mi? Veya başka bir sözcük mü konmalıydı “davranışlarından” sözcüğünün yerine.

Öykü tabi ki çok güzeldi. Baştan sona kadar defalarca üzerinde düşünülmüş bir emeğin, çalışmanın ürünü olduğu ne kadar da aşikâr.

Teşekkürler Elif Çınar. Diline sağlık.


Re: Yolculuk (Yasemin'in Seyir Defteri)

elif cinar dedi ki:
Elime büyükçe bir çöp poşeti alıp yolculuk boyunca çıkan çöpleri toplayacağım; iki koltuğun arasına sıkışmış peçeteleri, ufalanmış kek, bisküvi parçacıklarını, yere düşmüş, düştüğü yerde bırakılmış plastik kaşık ve bardakları, sakız, şeker, çikolata kağıtlarını, meyve suyu kamışlarını…
Sonra otobüsün yeni yolcuları gelip yerleşecek. Biner binmez, kaç kere mola vereceğiz, diye soracak biri. Soruş biçiminden, yüzündeki mimikten, sigara tiryakisi mi, sevgilisinden yenice ayrılmış, ilk molada telefona sarılacak bir aşık mı, tam saatinde mahkeme salonunda olmak için acele eden bir avukat mı, ya da, hiçbiri değil de, öylesine, laf olsun diye soru soran bir geveze mi, kestirmeye çalışacağım. Koltuk numarasını okuyamayanlar olacak yine. Ellerindeki bileti bana uzatıp falanca numarayı bulamadım, gözlerim pek iyi görmüyor, diyecek. Şunu yukarıyı yerleştiriver evladım, diyecek yaşlı bir teyze, benim darmadağın saçlarıma takılacak bir an bakışları. Son dakika yolcusu, kulağında cep telefonu, adeta bürosundaymış gibi, rahat, bağıra bağıra konuşarak ve hiç telaş etmeden çıkacak basamakları.
Otobüs ağır ağır çıkarken gardan ben bilet kontrolü yapmaya başlayacağım. Gideceği yerin acemisi olanlar inecekleri yerin adını bir kez daha zikredecekler unutmayayım, aklıma kazıyayım diye. Su isteyenler, koltuk kolluğunu kaldıramayanlar, indiremeyenler, havalandırmanın çalışmasını isteyenler… İyi yolculuklar, diyecek bir yolcu yanında oturan tanımadığı yol arkadaşına. Anons yapmak için koridordan öne ilerlerken, bu temenniyi duyup sevineceğim.
Otobüsün en önünde yolculuk edenler, uykuya yenik düşüne kadar, dalgın mı, dikkatli mi, yoruldu mu emin olmak için, şoförden gözlerini ayırmayacaklar. İş seyahatine çıkanlar, bunu, yani otobüsle yolculuk etmeyi sıklıkla yaptıklarından, camın dışındaki görüntülere, içerideki çocuk seslerine, konuşulanlara, çevrelerinde olup biten her hangi bir devinime hiç ilgi göstermeden önlerindeki yola bakarak uykuya dalacaklar. .(...)

Başından beri alışkanlıkların kesintiye uğramasını, olağanın dışında olanı ayrıcalıklandıran “görevli-gezgin”, görevi ile gezginliğini olağan ve olağan dışı ile paralellik içerisinde, yani bir öteleme ile birbirinden ayırt ediyor. İlginç olan “gezgin-görevli” bunu bir “başka“ için yapıyor görünüyor. Fakat burada “gezgin-görevli” sadece “başkayı nesneleştirmesini” gizlemektedir.

Dikkat edilirse “görevli –gezginin yolcuları” büyük ölçüde tek tiplik göstermektedir. “Görevli-gezgin” sanki “olağanı olağanlığıyla tüketmiş” gibi konuşmaktadır, “olağanlık” kendi üzerine kapanmış ve kendisi ile özdeş bir konuma alınmıştır. Yolcular belirli kategoriler içerisinde toparlanmışlardır. “Görevli-gezgin” görevli yanı ile bu kategorilere dahildir. Bu kategoriler olağan/olağan dışı yarılmasını tahsis etmekle görevlidirler. Bu aslında şu anlama gelmektedir, “görevli-gezgin” görevliliği ile gezginliğini de kategoriler biçiminde konumlandırarak “görevliliğindeki olağan dışını” bir şiddete maruz bırakmaktadır. Başka bir ifadeyle “görevli-gezgin” olağan dışı için bir olağanlık tasavvuru geliştirmiştir.

“Görevli-gezgin” otobüsün bir parçası olmakla eşleştirdiği olağanlık ile “nesneleştirmeyi” ve bu sayede “özneleşmeyi”, yani “nesneleştirme üzerinden özneleşmeyi” varlık ile ilişkilendirmektedir. Tabiki burada “görevli-gezgin” nesneleştirme yapmıyormuş gibi görünür. Dahası nesneleştirme sanki varlık ile (öznelik ile) hiç ama hiç ilişkili değilmiş yanılsaması yaratılır. varlıklaşma işlemi, “olağan” üzerinden değil, “olağanın” karşısına konulan “olağan-üstü” üzerinden gerçekleştirir.bu “olağanın” bir kez daha yok sayılması, pasivize edilmesidir.

elif cinar dedi ki:
Çantasını karıştırırken otobüsün arkasına göz gezdirdiğini, yerine oturduktan az sonra koridorun karşı tarafındaki camdan dışarıya, dışarıdaki bir görüntüye baktığını, geçip geride kalan görüntü her neyse, başını arkaya çevirip o şeyi büyük bir dikkat ve ciddiyetle takip ettiğini sonra bakışlarının küçük bir kavis çizerek otobüsün arka koltuklarında bir yerlerde noktaladığını, aynı hareketi belli aralıklarla birkaç kez tekrarladığını fark edeceğim. İşte bu küçücük ayrıntı, tüm seferlerin birbirinin aynı olmadığının ispatıdır diyeceğim. Kolonya servisi için arka koltuklara geldiğimde ben de ayrımına varacağım orada bulunan büyüleyici güzellikteki masmavi gözlerin.
Su isteyen bir yolcuya suyunu uzatırken onunla göz göze geleceğim. Bir yıldız kaydığında, ulaşılamaz uzaklıktaki o yıldızın kaydığını görmek nedeni kestirilemeyen bir sevinç yaşatır ya insana, yolcunun gözlerinde gördüğüm parıltıya sevineceğim. Orada olduğumuzu, var olduğumuzu hissedeceğim çünkü.

öte yandan bu "olağan/olağan dışı" çekişmesine yine bir "olağan" son verir. yani "olağan" bir yolcu birden "olağandışılaşmaktadır". peki bu "olağandışılık" kayıt altına alındığında onu "olağanlaşmaktan" korumak mümkün müdür? "yolun" "yere" üstünlüğünden -bu "olağandışının" üstünlüğüdür- "yolun yerleşmesini" önleyerek bahsetmek nasıl mümkün olur?


Re: Yolculuk (Yasemin'in Seyir Defteri)

İyi bir gözlem sonucu oluşturulmuş bir öykü. Keyif ve beğeniyle okudum. Kendimi bir anda yolculuk yaparken buldum. Yine de anlatım beni biraz rahatsız etti. Öykünün iddası, yargısı, hüzünü ve karamsarlığı biraz fazla kaçmış. Yolculukların neşeli tarafını biraz daha çok görebilseydim harika olacaktı.
Ellerine sağlık elif


Re: Yolculuk (Yasemin'in Seyir Defteri)

Öncelikle Elif'i tebrik etmeliyim. Ben öyküyü çok beğendim. Modern yazındaki, yabancılaşma ve algı farklılığını hissettim. Ya da bireyin ötelkiliğini. Yolcunun diğerlerinden ayrılan hassasiyetleri, farklılığı okuyucuya son derece içten aktarılmış. Seçilen cümlelerde de Mehmet'in bahsettiğinden başka bir eksiklik yok.

Az sonra bitecek ve herkesin dağılacağı geçici bir birlikteliktir yolculuk. Asansörde bir yabancıyla olan kısa süreli birliktelik ise bunun öz halidir. Kısa sürede onu anlama, tanıyabilme, gözlemleme şansı yakalar herkes.

""
Elime büyükçe bir çöp poşeti alıp yolculuk boyunca çıkan çöpleri toplayacağım; iki koltuğun arasına sıkışmış peçeteleri, ufalanmış kek, bisküvi parçacıklarını, yere düşmüş, düştüğü yerde bırakılmış plastik kaşık ve bardakları, sakız, şeker, çikolata kağıtlarını, meyve suyu kamışlarını…

Bu bölümü çok sevdim. Duyarlı, hassas ya da titiz birinin (sonuç olarak gelişmiş insanı çiziyor bence bu ayrıntılar) başkalarının çöpleriyle baş başa kalışı. Kapının önünü süpürme konusu, baştan beri konuşulagelir. Sen ne kadar kapının önünü süpürsen de komşudan gelenle kirlenir ya sokağın...

Aynı "ayrı"lık insanların mola yerlerinde iştahla yemek yemeleri bölümünde de var. Yazar bunu anlayamamakta. Nasıl olur da birilerinin önünden geçemediği yerler, diğerleri için son derece normal halde seyreder. Bunlar yaşamdan kareler...Eleştirilerin katılmadığım kısımlarınddan biri de dilin öyküye girmemize gereken yardımı sağplayamamış olması kısmına. Aksine bu yabancılığı, bu ayrılığı son derece başarılı hissettirmiş Elif.


Re: Yolculuk (Yasemin'in Seyir Defteri)

Öykünün, bana göre, başarısı ve asıl "zor"u zaman kipinde gizli. Gelecek zaman kipinde yazılmış bir öyküde kendini ve ötekini anlatmak, bunu da melankolinin tuzağına düşmeden yapmak güç iş. Elif, burada anlatıcı karakterini yaratırken, onun düş ve düşünce dünyasını yaratırken bu "zor"u göğüslüyor. Bu, öyküyü güçlü kılıyor.

"Yolculuk"ların devamını yazmak istediğini biliyorum Elif'in. Keşke yazsa, çabucak yazsa, okusak.


Re: Yolculuk (Yasemin'in Seyir Defteri)

Elif'in eline sağlık.

""
Otobüsteki her hangi bir koltuktan, çağrı düğmesinden,

"herhangi" biçimde yazılması gerekmez mi? 3 yerde "her hangi" diye yazılmış.

Öykünün ilk dikkat çeken yanı ayrıntıların zenginliği. Yer ile yol arasında kurulan ilişki yalnızca bir karşıtlık değil aynı zamanda bir benzerlik ilişkisi gibi göründü bana. Bu ikisi arasındaki karşıtlığın yapay bir karşıtlık olduğunu düşündüm öyküyü okuduktan sonra.

Öyküde iki alıntı yapılmış: Barış Acar'dan alıntılanan prolog ve Oruç Aruoba'dan alıntılanan son cümle. Bunlardan biri olmasa da olurmuş gibi geldi bana.

Beni en çok düşündürense Yasemin'in kim olduğu sorusuydu. Öyküye adını veren Yasemin'den adıyla hiç söz edilmiyor öyküde. Biraz zorlama olabilir ama şöyle bir çıkarım yapıyorum: okuduğumuz Yasemin'in seyir defterinden bir yapraksa eğer, öykünün anlatıcısı olan muavin pek de yalnız sayılmaz. Onu anlayan, onun gibi düşünen bir yolcu da var demek ki otobüste. Belki de arka sıralardaki ışıltılı mavi gözlerin sahibi olan Yasemin bu yolcu. Ona cesaret veren, onunla iletişime geçen, yolculukta notlar alıp aldığı notları bir anlatıya dönüştürmezse otobüsteki herhangi bir koltuktan, çağrı düğmesinden, basamaktan, bagaj kapağından bir farkı kalmadığını düşünecek bir yolcu. Muvain anlatıcıysa, Yasemin de yazar olmalı...