UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Yazma Havası

09 Ara 2013
Mehmet Sürücü

Yazma bir uğraş. Zaman zaman “yazma havasına” girip, çeşitli nedenlerle bunu kaybediyorum. Bu genelde bir zorunluluktan, farklı bir işe yöneldiğimde oluyor.

Burada “yazma havası” olarak tanımladığım duruma, her ne kadar kişilere göre erişimi farklı araç ve yollarla ulaşıldığı düşünülse de, herkesçe uygulanabilecek yöntemlerinin olması gerekmiyor mu?

Sorun şu; bundan bir ay önce öyle çok, çeşit “yazma hava”ları çalıyordu ki içimde, anlatması kolay değil. Köye gittim. Çalıştım, toprakla, zeytinle uğraştım, yoruldum. Bitti. Döndüm. Oturdum eski, “yazma havaları”mın resitallerini çaldıkları yere, ara ki bulasın. Yok.

Onların bende, bir yerlerde olduklarını biliyorum. Neredeyseler bulmam gerek. Gelmelerini beklemenin bir yol olduğunu sanmıyorum. Önce ne aranıyorsa, bulunabileceği yere gidip orada aramam gerektiğini biliyorum. Yazdıklarımı okuyorum. Üzerlerinde düşünüyorum. Onlarla cebelleşirken hangi kitapları okumuşsam onlara bakıp, tınılarına uygun müzikler dinlemeye çalışıyorum.

Olmuyor. Ya yanlış yerde arıyorum, ya da üzerine çöken katman(bir ay içinde yaşadığım) onları çok fazla örttü. O zaman bu katmanla uğraşmam, yaşadıklarımın etkisini inceltmem gerekiyor.

Bunu değişik şekillerde yapabilirim. En iyi bildiğim yolu uyguluyorum, unutmaya çalışıyorum. Yok. Zaten “unut” tuşu yok yaşamda. Olsa da basmadan önce düşünmem gerekmez mi, Bir şeyler sıvanmış üzerime, bunlar bir şeylere dönüştürülemez mi? Ufak ufak didikleyip, neler çıkabileceği üzerinde düşünüyorum. Doğa ile insanın cebelleşmesinin tanıklığı, soğuk, koşuşturan, çalışan insanlar, verilen emek, yorgunluk. Küçük küçük şeyler karalıyorum. Çektiğim fotoğraflara bakıyorum. Sazları rüzgardan dağılmış, brandası çürümüş bir çardağın fotoğrafına bakarken bir terkedilmişlik, bir hüzün havası alıyorum, bunu yıkıyorum birkaç sözcüğün üzerine. Kahvede, tarlada, zeytin toplarken, çalışan insanların arasında, bir şeyler karalamışım küçük defterime, onları okuyorum. Her gün konuşulan sözcükler var; lodos, poyraz, yağmur, soğuk, zeytin, onları düşünüyorum.

Birkaç sözcük ilişiyor gözüme, “istakoz seven kunduz”, köy kahvesi, kahvedeki yaşlı balıkçıyı anımsıyorum. Bir saate yakın anlattığı, istakozlarına dadanan kunduzla kavgasını yarım yamalak dinlerken, bu üç sözcüğün içimde sözcük sözcük cümle cümle açtığı tünellerde ilerlediğimi anımsıyorum. Notlarıma yeni bir başlık atıyorum; “istakoz seven kunduz”, iyi bir ökü adı olabilir mi?

Beni sıradan, günlük “mod”dan çıkaran yazarlarım var. Onları okuyorum. Bazen de bambaşka, uzak, kafa dağıtıcı şeyler yapmayı deniyorum; saçma, beş para etmez bir film izliyorum. Filmi izlemeye zaman ayırdığım için kızıyorum kendime. Ama olsun. İzliyorum yine de.

Günlük yaşamımı olabildiğince düzlemeye çaba gösteriyorum. Pazarda iki saat en ucuz portakalı, marulu aramıyorum. Alıyorum bir şeyler. Elektrik, gaz, su faturasını, Amma da çok harcamışım, bunu azaltmak için ne yapsam, sapaklarına dolanmadan ödüyorum. Günler geçiyor.

Kitaplara, sözcüklere dalıyorum. Olabildiğince de kedimle, mağramda kalmaya çalışıyorum. Bir şeyler incelirken, ben de bir yerlerde kalmıyorum.

Sonuçta her şeyin bir(çok) diğer kapısı var.

Kategori:

Re: Yazma Havası

"...dünyanın neresinde olursa olsun, ister Doğu’da ister Batı’da, cemaatlerinden kopup kendilerini kitaplarla bir odaya kapatan yazarlar geleneğinin bir parçası olarak görmek isterim kendimi. Benim için hakiki edebiyatın başladığı yer kitaplarla kendini bir odaya kapatan adamdır."* demiş Orhan Pamuk, Nobel konuşmasında. Bu 'yazma havası' üzerine ben de sık sık düşünüyorum. Sanırım 'eski moda' yazarlara, yani Pamuk'un konuşmasında birkaç kez andığı gibi 'odasına kapanan' ve tek başına, yeni âlemler yaratan, hikâyeler anlatan yazarlara imrendiğim için öteki her şey yapmacık geliyor.

"Bir şeyler incelirken, ben de bir yerlerde kalmıyorum." demiş Mehmet Sürücü, ne kadar da doğru! Odasına kapanan bir 'yazar' dışarı çıktığında neleri inceltmiştir veya unutmaya çalışmıştır o âna değin, neleri başarabilmiştir?

* Konuşmanın tamamına şu adresten ulaşılabiliyor.


Re: Yazma Havası

Turgut’un vurguladığı, ‘odasına kapanan yazar’ konusuna bir parça değinmek istiyorum.

Yazma, doğurmaya kadar uzanan bir zincir. En son, yumurtlayacak tavuğun kümese girip, yumuşak samanların üzerine yatnasına benzetilebilir belki bir parça. Ama, deniz kadar olmasa da, insanın “çokça su” olması için kendisine akan dereler, sular, üzerine yağan yağmurları olması da gerekiyor. Kazanın kaynamasını istiyorsak altına sürekli odun atmalı. Bütün bu sözü dolandırmalar; Bu testinin toprağı, insanların arasında kalarak, insan içine karışarak çıkınlanabilir demeye getirmek aslında. Yaşamdan, dünyadan, insandan kopuk yazılamaz mı? Tabi ki yazılabilir. Ama bu ne kadar saydığımız kavramlara yakın olur.

Cemil Kavukçu’nun denemelerini topladığı, Örümcek Kapanı adlı kitapta, “içeriden yazmak” kavramından söz ediliyor. İskeledeki oltacıyı, oltanın ucuna yem takmayı deneyimleyerek yazmak olarak algılıyorum ben bunu. Tekrar vurgulamam gerek, bunun yazmanın tek ve doğru yolu olduğunu öne sürmüyorum. Yazmayı artık yaşamının bir parçası haline getirmiş kişinin, bu olgunun yaşamındaki gereğine göre de değişebilecek bir şey bu. Öncelikle, “ben ne için yazıyorum”, “yazmak yaşamımda ne anlam taşıyor” soruları özel yanıtlara uzandığı için.

Yazma bende, zamanla açılmış koca bir boşluğu, bir parça, ince, şeffaf bir tülle örtmeye yarıyor galiba. Birkaç bün, iki üç sayfa yazıyla, yazıya takıldığım bir sözcükle uğraşmak, son yıllarda alıştığım bir sigara, içki, uyuşturucu bağımlılığı gibi değil, çok farklı bir şey. Bir bağımlılık olup olmadığını henüz bilmiyorum. Ama en çok günlük yaşamımı değiştirdiğini gördüm, yaşıyorum. Yazmayı bir sığınak, boş zaman değerlendiricisi olarak görmüyorum. Bir korunak değil çünkü. Hatta tersi bile söylenebilir; İnsanı insanın önüne çıplak çıkmaya kışkırtıyor.

Milyarlarca insan var, yaşam katlanan sayılardan akıyor. Yazma uğraşı, sadece insanın bakışının odak ayarını yapıyor. Bunu nereye yönelteceği, deklanşöre nerede basacağı ona kalmış.

Sorular;
_Neden yazmalı?
_Nerelerde olup, nerelerden geçip dolmalı?
_Nerede yazmalı?
_Yazmalı mı?
_Yazmanın yerine ne konulabilir?


Re: Yazma Havası

Yazının doğası belki de yeniden yaratmaya dayanıyor. Bunun için deneyimleri de süzmek mümkün yeniden deneyimlemek de... Lakin bu yaban aklımla bir detayımı eklemek isterim.
Beşparmak dağında pre-hitit dönemine ait bir mağarada duvarda bir düğünü anlatan resimler görmüştüm. Resimlerdeki insan figürleri öyle groteskti ki Smile Kadını yuvarlak karın bölgesiyle anlatıyordu mesela. Bunun dışında anatomi açısından tipik olan tek şey yoktu. T kafalar yer yer demir oksite bandırılmış el izleri. Tamamiyle kopuk ve yabancı bir gösterim. Apayrı bir tarihsel bağlam. İlkel dönemlerde tarihsel davranmak taklitin içinde pek çok estetik progresyonla birlikte erimiş diye düşündüm. Günümüzdeyse her biri bir disipline evrildi. Yazma uğraşımı bugünün metodik birikimiyle o ilkel güdüye yaklaştırmak istiyorum ben de. Yanımda defter taşıyorum Wink