UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Yağmurlu Hikâye

10 Şub 2013
turgut

Kapının kolunu sıkıca tutup kendime çektim. Kapalıydı. Cam, buğulanmış; yarı saydam. Bulanık yansımamı seçiyorum; büyükçe bir surat, saç sakal birbirine karışmış, biçimsiz kıvrımlar, dev gibi bir kütle. Parmaklarımın ucuyla anlamsız çizgiler çekiyorum cama; yüzümde derin yarıklar açılıyor sanki. İnadına hepsini aynı noktada kesiştiriyorum; daha derine doğru her biri aynı adımı atıyor; buğu, tamamen silinene kadar.

Bunaldım. Yavaşça birkaç adım ötedeki bakkala yanaşıp kepenklerin arasından duvardaki saate bakıyorum. Erken henüz, en aşağı yarım saat. Sıkkınca duraklıyorum sonra. Ne yapacağım? Yağmur çiselemeye başlıyor. Hafif bir rüzgâr filan. Ansızın turuncu bir şey kıvrılıyor bakkalın camında; iyice sokuluyorum: bir akvaryum, iki cam var aramızda, iki farklı kesinti. Balık, usul usul süzülüyor. Farkında mı? Olmasın. Olmasın daha iyi. Hiç ürkmesin. Bir ân, avcumun içine alıp çırpınışlarını seyretmek ve onu patlatana kadar sıkmayı düşlüyorum. Adice! Alçakça! Tekrar kapıya yöneliyorum.

Yüreğim sancıyor. Düşünmemek gerek. Düşünmemek. Ellerimi gözlerime siper edip burnumun ucunu yapıştırıyorum cama. Konuşmak istiyorum sadece; şu içimdeki kiri dökmek, ferahlamak biraz olsun. Ama yok! Yok! Loş bir ışık, ahşap görünümlü merdivenleri aydınlatıyor. Oysa yeterince konuşmuş olmam gerek. Eylem! Artık eylem! Kalkın, yakıp yıkalım dört yanı!

Bak, yukarısı ışıklı. Kapı açılacak, gireceksin, merdivenleri adımlayıp çıkacaksın. Ya sonra? Onu görene dek birkaç el revolver içime. Korku. Korku değil bu, korkuyu seçmek. Bilinçsizliğin içinde acı bir deneyim açlık. Geri çekiliyorum. Onu görecek miyim? Yahut kısık bir ses, günaydın. Günaydın! Kaçar gibi ineceğim merdivenleri; süratli bir yok oluş. Mümkün olabilecek en tatlı döngü. İnsana var olduğunu hissettiren.

Şimdi ne yapacağım? Salına salına karşı kaldırıma geçip yokuşu tırmanmaya başlıyorum; ellerim ceplerimde, burnumda tozlu, kekremsi bir koku. Ağır aksak aydınlanan caddeden tek tük otomobiller geçmeye başlıyor. Birbiri ardınca sıralanan bir örnek binalara sürtünerek sırtımdaki ağırlığı hafifletmeye çabalıyorum. Kulaklarımda keskin bir uğultu. Yanaklarımı ısıran rüzgârın peşisıra koşuyorum; yapraklarını dökmüş, kirece boyanmış ağaçların sıralandığı küçük bir parka dar atıyorum kendimi.

Salıncakların ve kaydırakların tam karşısında duvarları çatlamış bir binanın önünde bir bank seçip kamburum çıkmış gibi banka çöküveriyorum; en adisinden bir baş ağrısıyla.

Bir çocuk var parkta. Salıncaklardan birinin üstüne çıkmış, öylece duruyor. Bacaklarımı uzatıyorum. Gözlerini yüzüme dikiyor. Taş gibi. Bir süre sonra, iki yana kaldırıyor kollarını; bostan korkulukları gibi kaskatı kesiliyor. Avuçlarımın karıncalandığını hissediyorum.

Serinliyorum.

Kategori:

Re: Yağmurlu Hikâye

""
“Kapının kolunu sıkıca tutup kendime çektim.”
“Yavaşça birkaç adım ötedeki bakkala yanaşıp kepenklerin arasından duvardaki saate bakıyorum.”

Düşündüğüm şu; “çektim”, “çekiyorum” veya “bakıyorum”, “baktım” ; öyküde iki farklı zaman kullanılmış gibi geldi bana. Sadece başlarda bu söz konusu.

Anlatım akıcı ve ilgi çekici. Aklıma sonra şu geliyor; bunalmış, sıkkın bir insan, çevredeki varlıkları ne kadar inceliğiyle, hangi ayrıntılarla görür, gözlemler. Öykünün içinden örnek veremeyeceğim. Bir düşünceydi sadece, esti.

""
“Bunaldım.”

Bunu bunalan bir insan söylemese de başka şekillerde ifede etse? Bunaltı bir sözcüğe indirgenemeyecek kadar uzun, dolambaçlı, katmanlı, boğazsıkan, yertutturmayan bir şey değil mi ki?

""
“Sıkkınca duraklıyorum sonra.”
“Yüreğim sancıyor.”

Bu cümlelere de benzeri şeyler söylenebilir belki. Kararsız iç konuşmalar çoğaltılabilir belki bu aralarda, bilemiyorum.

""
“birkaç el revolver içime.”

Revolver bir silah.
“İçime birkaç el Revolver sıkmalıyım”, veya “birkaç el revolver içime ...” veya başka bir şey daha doğru meramı anlatabilir gibi geldi bana.

""
“Salına salına karşı kaldırıma geçip yokuşu tırmanmaya başlıyorum;”

Sanırım burada bıkkın, yavaş bir yürüyüş ifede edilmek isteniyor. Değilse, insanın kendinden “salına salına yürüyorum” şeklinde söz etmesi biraz bana olmazmış gibi geliyor.

Öykü bence meramını çok iyi anlatıyor. Bunaltı değil belki, ama bir can sıkıntısı, olmuş, olacak şeylerin içe çöreklenişi satır aralarına işlemiş bence.

Turgut’un anlatımına sağlık.