UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Unutkanlık

09 Eki 2012
Mehmet Sürücü

Aşağıdaki metni farklı kişilerin katkısıyla devam ettirebilir miyiz?

Deneysel bir öykü ortaya çıkarmaya çalışmanın tam sırasıdır bence.

"Bazı sabahlar yüzünde nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Nedense bir süredir hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, çirkin köpeklerin tasmalarını asık suratlı, kuru kemikli uzun insanların çekiştirdiği parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdığı ekmek kırıntılarını martılara attığı rıhtım kenarlarında, günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu.

Başka bir gün de yüzünde başka bir şey unutur, bilmeden gün boyu karşılaştığı tanıdıkları, arkadaşları, üzerindeki bu şeyi kendilerine alınıp bazen ona daha sevecen, yakın davranır, bazen de eni konu surat asıp onu onu görmezden gelirlerdi. O, böyle zamanlarda bu yaptıklarına bir anlam veremez, insan işte, bir anı birini tutmuyor, neylersin deyip, yürüyüp giderdi."

Kategori:

Re: Unutkanlık

Ne ki gün içindeki bu umursamaz tavrı, kendine döndüğü, kendi sesini dinlediği zamanlar söner; sokakları, suratına astığı o anlamsız tebessümle ardında bırakırken üstüne çevrilen gözlerin anlatmak istediklerini düşünür, bir türlü çözüme ulaşamazdı.

Yağmurlu bir akşam, pencereden dingin sokağı izlerken ansızın "Bu çözümsüzlüğün bir adı olmalı." dedi ve camdaki akse gözlerini dikip mırıldandı: "Senin bir düşüncen var mı?"


Re: Unutkanlık

Rendekar'ın devamında " umursamaz tavrı" nitelemesi, sanki üst metne uyumsuz gibi geldi bana. Yanılıyor olabilirim. Ama metni nasıl değiştirdiğini, değiştirip değiştirmediğini düşünebilir miyiz?


Re: Unutkanlık

"İnsanların bu tavırlı hallerinin onu pek ilgilendirdiği söylenemezdi. Kış güneşi misali, görünüp kaybolduklarında onlar hakkında ki düşündükleri de kayboluverirdi. Yalnızken edindiği mutluluğa dokunmasınlar yeterdi. Yüzüne yapışıp kalmış gülümsemeyle dolaşmasının nedeni de buydu. Üzüntülü bir yüz ifadesi herkeste merak uyandıracak ve başkalarının işine burnunu sokmayı meslek edinenlerin hedefi olacaktı. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde dikkat çekici bir nokta var mı diye giysilerini, saç şeklini incelerdi."


Re: Unutkanlık

"hakkında ki" değil de; "hakkındaki" olması geremiyor mu?

Ayrıca, "edindiği mutluluğa" bölümündeki "mutluluğu edinmek" kavramı bana biraz anlatmakla yüklendiğini verememiş gibi geldi.

Bunun yanında, akhillaus'un devamıyla anlatılan kişi cinsiyet kazanır gibi oldu. Birinci ve ikinci bölümde cinsiyeti belirgin değildi.

Burada önemli bir noktayı vurgulamak gereği duyuyorum, bundan sonraki devamlarda bu cinsiyetin aksi bir şeylerin eklenmesi uygun olmayacaktır. Bunu biliyoruz. Dolayısıyla tüm eklentiler bir öncekinin içerisindeki gerçekliği hiçe sayan, aksi düzlemlerde gelişmemeli diye düşünüyorum.


Re: Unutkanlık

Mehmet Sürücü dedi ki:
"hakkında ki" değil de; "hakkındaki" olması geremiyor mu?

Ayrıca, "edindiği mutluluğa" bölümündeki "mutluluğu edinmek" kavramı bana biraz anlatmakla yüklendiğini verememiş gibi geldi.

Bunun yanında, akhillaus'un devamıyla anlatılan kişi cinsiyet kazanır gibi oldu. Birinci ve ikinci bölümde cinsiyeti belirgin değildi.

Burada önemli bir noktayı vurgulamak gereği duyuyorum, bundan sonraki devamlarda bu cinsiyetin aksi bir şeylerin eklenmesi uygun olmayacaktır. Bunu biliyoruz. Dolayısıyla tüm eklentiler bir öncekinin içerisindeki gerçekliği hiçe sayan, aksi düzlemlerde gelişmemeli diye düşünüyorum.

"edinmek" "sahip olmak" anlamındaydı.Yazıya az da olsa edebi bir metin katma çabasıydı. Düz bir şekilde "sahip olduğu" da yazılabilirdi.

Kahramanın cinsiyetiyse hala belirgin değil. Devam yazılarında yazar istediği kimliğe sokabilir. Ben böyle bir yükümlülüğün altına girmemek için belirgin özellikler yazmadım.

Yorumlarınız içinse ayrıca teşekkürler Mehmet Bey..


Re: Unutkanlık

Cinsiyetinin belli olduğunu ben düşündüm. Bunu da bana düşündüren, "sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde dikkat çekici bir nokta var mı diye giysilerini, saç şeklini incelerdi" bölümüydü. Şimdi tekrar tekrar okuduğumda, bunun bana neden bir erkeği değil de bir kadını düşündürttüğünü söylemem çok zor. Belki de anlatılan kişinin cinsiyetini bir an önce bilebilme, belirleme takıntısı veya başka bir şey.

""
Devam yazılarında yazar istediği kimliğe sokabilir.

Belki de cinsiyetini belirlemeyle nelerin değişeceğini, değişmesi gerektiğini düşünmek gerek.


Re: Unutkanlık

Mehmet Sürücü dedi ki:
Rendekar'ın devamında " umursamaz tavrı" nitelemesi, sanki üst metne uyumsuz gibi geldi bana. Yanılıyor olabilirim. Ama metni nasıl değiştirdiğini, değiştirip değiştirmediğini düşünebilir miyiz?

Esasen "umursamaz tavır" nitelemesini kullanırken "O, böyle zamanlarda bu yaptıklarına bir anlam veremez, insan işte, bir anı birini tutmuyor, neylersin deyip, yürüyüp giderdi." cümlesini düşünmüştüm çünkü karakter burada çevresindeki insanların bu tavırlarını sorgulamaktan uzak bir profil çizer gibi görünmüştü gözüme. Ancak bu noktada anlatılmak istenenden farklı bir şekilde algılamış olabilirim.

Bunun dışında bir önerim var: herhangi bir karışıklık yaşanmaması için sizin yazdığınız ilk metin sürekli güncellenmeli. Bu sayede hem yorumlar daha sağlıklı yapılabilir hem de metnin tamamının nasıl bir seyir aldığı görülebilir.


Re: Unutkanlık

""
Bazı sabahlar yüzünde nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Nedense bir süredir hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, çirkin köpeklerin tasmalarını asık suratlı, kuru kemikli uzun insanların çekiştirdiği parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdığı ekmek kırıntılarını martılara attığı rıhtım kenarlarında, günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu.

Başka bir gün de yüzünde başka bir şey unutur, bilmeden gün boyu karşılaştığı tanıdıkları, arkadaşları, üzerindeki bu şeyi kendilerine alınıp bazen ona daha sevecen, yakın davranır, bazen de eni konu surat asıp onu onu görmezden gelirlerdi. O, böyle zamanlarda bu yaptıklarına bir anlam veremez, insan işte, bir anı birini tutmuyor, neylersin deyip, yürüyüp giderdi.

Ne ki gün içindeki bu umursamaz tavrı, kendine döndüğü, kendi sesini dinlediği zamanlar söner; sokakları, suratına astığı o anlamsız tebessümle ardında bırakırken üstüne çevrilen gözlerin anlatmak istediklerini düşünür, bir türlü çözüme ulaşamazdı.

Yağmurlu bir akşam, pencereden dingin sokağı izlerken ansızın "Bu çözümsüzlüğün bir adı olmalı." dedi ve camdaki akse gözlerini dikip mırıldandı: "Senin bir düşüncen var mı?

İnsanların bu tavırlı hallerinin onu pek ilgilendirdiği söylenemezdi. Kış güneşi misali, görünüp kaybolduklarında onlar hakkında ki düşündükleri de kayboluverirdi. Yalnızken edindiği mutluluğa dokunmasınlar yeterdi. Yüzüne yapışıp kalmış gülümsemeyle dolaşmasının nedeni de buydu. Üzüntülü bir yüz ifadesi herkeste merak uyandıracak ve başkalarının işine burnunu sokmayı meslek edinenlerin hedefi olacaktı. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde dikkat çekici bir nokta var mı diye giysilerini, saç şeklini incelerdi.

Şu ana kadar eklelen bölümlere bilrikte tüm parça yukarıda. Bütününü okuyarak içinde duygu ve anlam sorunu yaratan yerler olup olmadığına bakabiliriz.

Metni aynı kişinin yazdığını düşünürsek bu belki daha kolay olur. Nereleri elden geçirilmeli, nasıl devam edilebilirin gereği gibi geliyor bana.

İlk parçanın olay ve duygu yaratan ana kavramı nedir; birisinin sabah(veya günün herhangi bir saatinde) yüzünde unuttuğu anlamlı bir şeyle sokağa çıkması, bu anlamı başka insanların üzerlerine alınmaları, o kişinin bu alındıklarına gösterdikleri tepkilere bir anlam verememesi.

Burada özetlediğim şeyi yazdığım verememiş de olabilir.

Düşünmeye, değiştirip üretmeye devam edelim bence.

Rendekar'a teşekkürler.


Re: Unutkanlık

Ben, esasen metni okuduğum zaman bu gülümsemenin bir çeşit "dışavurum" olduğunu (hatta akhillaus'un eklediği kısım farklı bir noktadan hareket etmeseydi kafkaesk bir niteliğe dahi büründüğünü) düşünmüştüm ancak bu dışavurumun temeline ilişkin bir çıkarıma ulaşamamıştım.

Bu noktada, Mehmet Sürücü'nün yorumunu merak ediyorum. Karakteri oluştururken, bu gülümseyişin nasıl bir noktadan hareket ettiğini düşündünüz acaba?


Re: Unutkanlık

Ben bu parçayı, Füruzan'ın Parasız Yatılı adlı kitabındaki, İskele Parkında adlı öyküsünde okuduğum bir cümleden türettim. Şöyleydi cümle;

"Deniz eri, yüzünde unuttuğu gülümsemesiyle, saygılı öylece bekliyordu."s.72

Sonra şunu düşündüm; gün boyu yüzünde bir anlam, bir duyguyu unutup, onunla dalgın dalgın dolaşan bir adam.

Alıntı: Füruzan.Toplu öyküler-Toplu Romanlar. YKY


Re: Unutkanlık

""
Bazı sabahlar yüzünde nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Nedense bir süredir hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, çirkin köpeklerin tasmalarını asık suratlı, kuru kemikli uzun insanların çekiştirdiği parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdığı ekmek kırıntılarını martılara attığı rıhtım kenarlarında, günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu.

Başka bir gün de yüzünde başka bir şey unutur, bilmeden gün boyu karşılaştığı tanıdıkları, arkadaşları, üzerindeki bu şeyi kendilerine alınıp bazen ona daha sevecen, yakın davranır, bazen de eni konu surat asıp onu onu görmezden gelirlerdi. O, böyle zamanlarda bu yaptıklarına bir anlam veremez, insan işte, bir anı birini tutmuyor, neylersin deyip, yürüyüp giderdi.

Ne ki, gün içindeki bu unutuşlar, kendine döndüğü, kendini dinlediği zamanlar daha bir yüksek sesle konuşur; sokakları, insanları, suratındaki o yersiz, anlamsız, farkında olmadığı tebessümüyle ardında bırakırken, üstüne çevrilen gözlerin anlatmak istediklerini düşünür, bir türlü olan biteni bir anlama vardıramazdı.

Bir akşam, pencereden dingin, sokağı izlerken ansızın "Bunun bir adı olmalı." dedi ve camdaki akse gözlerini dikip mırıldandı: "Senin bir düşüncen var mı?

İnsanların bu tavırlarının onu pek etkilediği de söylenemezdi. Kış güneşi misali, görünüp kaybolduklarında onlar hakkında ki düşündükleri de kayboluverirdi. Yalnızken mutluydu, ona dokunmasınlar yeterdi. Yüzünde bilmediği, unutulmuş gülümsemelelerle, hüzünlerle, acılarla dolaşmasının nedeni yoktu. Üzüntülü bir yüz ifadesi herkeste merak uyandırıyordu. Başkalarının işine burnunu sokmayı kendine iş edinenler de vardı. Birkaç kez, beklemediği bir yerde, yüzü bir aynanın üzerine düştüğünde, yüzündeki bu yersiz, bilinmedik, unutulmuş ifaderi, ifade bile denemeyecek kırıntıları görmüş, kendisi bile buna bir anlam verememişti. Yüz bir kum sandığı gibiydi. Elinizi üzerinde gezdirdiğinizde ufak tefen engebeler düzlenirdi, düzlenmesi gerekirdi. Sokağa çıkarken yüzündeki anlamların, bilgilerin, duyguların silinmesi, düzlenmesi gerekirken, bazı yerleri silinmeden, iliştirilmiş anlamlarla kalakalıyordu. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde unutulmuş, silinmemiş, gizlenmemiş bir duygunun kalıntısı var mı diye yüzünü, giysilerini, saçlarını uzun uzun incelerdi.

Rendekar ve akhillaus'un yazdıklarını kendi gözlüğümle düzenledim. tabi ki bu yaptığım doğru değil. Deneysel bir öykünün ortaya çıkmasının yolu bu değil. Ama belki benim hissettiğim duygu kırıntılarını hissettirebilir.


Re: Unutkanlık

Kesinlikle doğru bir çalışma olmuş. Çünkü başlangıçla ilgili kimi tutarsızlıklar vardı ki bu, metnin gerektiği gibi akışına engel teşkil edecekti.

Ancak bir noktaya temas etmem gerekir. Ben, "Yağmurlu bir akşam, pencereden dingin sokağı izlerken ansızın 'Bu çözümsüzlüğün bir adı olmalı.' dedi ve camdaki akse gözlerini dikip mırıldandı: 'Senin bir düşüncen var mı?' kısmını yazarken -şu an fark ettiğim- bir hataya düşmüşüm ve yeterli bir açıklıkla belirtmemişim. Orada bahsi geçen 'camdaki akis' karakterin kendisi değil, evindeki başka bir şahıstır. Bu şahsın kim olduğunu da metnin seyrinin ilginçleşmesi adına başka bir kişinin yapmasının doğru olacağını düşünmüştüm.

Ola ki bu, istediğim gibi anlaşılamadı, arzu ederseniz, o kısmı çıkartabiliriz. Çünkü göze çarpan bir kopukluk söz konusu.


Re: Unutkanlık

Ben kendine-camdaki aksine- söylediğini düşündüm.


Re: Unutkanlık

Mehmet Sürücü dedi ki:
Ben kendine-camdaki aksine- söylediğini düşündüm.

Evet, bir kopukluk olduğunu sonradan anladım. Geç bir saatte paylaştığım için yeterli bir açıklığa büründürme fırsatı bulamamıştım.


Re: Unutkanlık

Bir şey çıkartmaktan ziyade, bence onu nasıl daha farklı, iyi bir şeye dönüştürebiliriz vaya onu ilerideki bir iyi şeyin öncülü yapabiliriz bunu hedeflesek daha iyi olur gibi geliyor bana.

Tabi nasıl isterseniz. Çıkarılabilir de.

Ama en azından bu sözün başka birisine söylendiğini kabul edelim biraz. Nerelere götürür bu yordamı?


Re: Unutkanlık

Ben, öncelikle "dudakta asılı tebessüm"ün çıkış noktasının irdelenmesinin daha mühim olduğunu düşünüyorum; elbette, eğer deneysel bir çalışma olması gibi bir amaçla ilerleyeceksek bunu tamamen gözardı edebilir, farklı sonuçlara da ulaşabiliriz bu sayede.

Bu duyguyu gerekirse kişiye unutturan ancak ondan sıyrılmasına da bir türlü izin vermeyen şey ne olabilir? Bu doğrultuda, karakterin bu duygunun adını koymasını istediği kişi kim?

Bu gülümseme bir çağrışım yarattı bende. Montaigne'in denemelerinden bir alıntı paylaşmak istiyorum.

""
Demokritos ve Herakleitos öyle iki filozoftu ki, Demokritos, insanlığın durumunu anlamsız ve komik bulduğu için halk arasına hafif bir tebessüm ve alaycı bir ifade ile çıkarmış. Herakleitos ise, insanlığın durumuna acıdığı ve üzüldüğü için daima asık bir yüz ve yaş dolu gözlerle dolaşırmış.

Montaigne - Denemeler - Kum Saati Yayınları, sayfa 41
- Şu an için daha detaylı bir baskısına ulaşamadığım için buradan alıntıladım. Metnin devamına ulaşmak isteyenler için makalenin adı 'Ağlama ve Gülme'

Belki karakterimizin yüzündeki bu gülümseme, bir anlamda umutsuzluğun ironik bir dille ele alınışıdır ve camda aksi görünen kişi -hadi asık suratlı diyelim bu kişi için- karamsarlığın simgesidir.

İnsanların karaktere karşı aldığı tavrı ise 'anlamak' temeline yorabiliriz belki. Karakterin buna bir mana verememesi ne olabilir? Sanırım, imgenin sınırlarını gereğinden farklı noktalara çektim. (: Öyküyü biraz da bu açıdan yorumlamak istedim aslında.

Sizin fikriniz nedir?

not: yorumda, yanlış bir anlama yorulabilecek bir cümlede ufak bir değişiklik yaptım.


Re: Unutkanlık

İnsanlığın durumunu anlamsız ve komik bulduğu için halk arasına hafif bir tebessüm ve alaycı bir ifade ile veya insanlığın durumuna acıdığı ve üzüldüğü için daima asık bir yüz ve yaş dolu gözlerle dolaşmak bir bilinç ve tavır-dışavurum sonucu bence.

Buradaki, öykümüzeki(doğmaya çalışan) kahramanın bu anlamda iki seçeneği olabilir, ya bunu "yüzünde anlamlar unutmayı" bilerek yapıyordur-bunu hala kendisi bilmiyordur-veya biliyordur, ya da dışarıya, insanlara topluma bir ileti olarak yapmıyordur. hangisi öyküyü daha derinleştirir, neler katar?

Tabi burada kişinin bu düzlemdeki bir varlığı da başlı başına toplumsal, yaşamsal bir aykırı duruş, bir tepki olarak verilebilir.

Düşünmeye devam.


Re: Unutkanlık

Ben, bu noktada, karakterin topluma vermek istediği bir iletisinin olduğunu düşünmemekle birlikte bu tebessümü topluma -toplumun iteklemesi ile- karşı alınan bir konumun tezahürü olarak görüyorum. Ya da, belki de başka bir açıdan yol alınmalı; karakteri bu tebessüme iten bireysel-yaşamöyküsel sebepler irdelenmeli. Daha sonra toplumsal yansımasına da el atılabilir.

Belki de metnin yeterince belirgin olmaması aklıma ister istemez Melville'in Kâtip Bartleby'sini getirdi.


Re: Unutkanlık

"Bu kadar dikkat etmesine rağmen, hayatında hiç olmadığı ve olamayacağı kahramanlara büründüğü, mutlu rüyalarından arta kalan bir tebessümü yada her sabah tek bir bardağa çay koymanın verdiği hüzünlü yüz ifadesini, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu.

Ayaklarına dolaşan sadık bir köpeğin sevgi gösterisine, farkında olmadan başını okşayarak karşılık verir gibi kendisini bekleyen bu yüzlerden birini takınırdı. İfadalerine sadıktı. Tebessümle selam verdiği, rafları boşalmış bir mahalle bakkalının, ardından savurduğu küfür, onu hüzünlendiremediği gibi çaldıkları şekerleri paylaşan çocukların mutluluğuda onu gülümsetemezdi."


Re: Unutkanlık

Sayın Mehmet Sürücü, öyküyü düzenlemeniz iyi olmuş. Bu okuyucuya okuma bütünlüğü kazandırıyor. Bu nedenle, ben öykünün tamamını alıp üzerinde devam etmek yerine, bütünlüğü bozmamaya çalışarak yukarıdaki gibi devam etmeyi düşünüyorum. Siz uygun düzenlemelerle yerleştirebilirsiniz.


Re: Unutkanlık

""
Bazı sabahlar yüzünde nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Nedense bir süredir hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, çirkin köpeklerin tasmalarını asık suratlı, kuru kemikli uzun insanların çekiştirdiği parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdığı ekmek kırıntılarını martılara attığı rıhtım kenarlarında, günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu.

Başka bir gün de yüzünde başka bir şey unutur, bilmeden gün boyu karşılaştığı tanıdıkları, arkadaşları, üzerindeki bu şeyi kendilerine alınıp bazen ona daha sevecen, yakın davranır, bazen de eni konu surat asıp onu onu görmezden gelirlerdi. O, böyle zamanlarda bu yaptıklarına bir anlam veremez, insan işte, bir anı birini tutmuyor, neylersin deyip, yürüyüp giderdi.

Ne ki, gün içindeki bu unutuşlar, kendine döndüğü, kendini dinlediği zamanlar daha bir yüksek sesle konuşur; sokakları, insanları, suratındaki o yersiz, anlamsız, farkında olmadığı tebessümüyle ardında bırakırken, üzerine çevrilen bakışların anlatmak istediklerini düşünür, bir türlü bir anlama vardıramazdı.

Bir akşam, pencereden dingin, sokağı izlerken ansızın "Bunun bir adı olmalı." dedi ve camdaki akse gözlerini dikip mırıldandı: "Senin bir düşüncen var mı?

İnsanların bu tavırlarının onu pek etkilediği de söylenemezdi. Kış güneşi misali, görünüp kaybolduklarında onlar hakkında ki düşündükleri de kayboluverirdi. Yalnızken mutluydu, ona dokunmasınlar yeterdi.

Yüzünde bilmediği, unutulmuş gülümsemelelerle, hüzünlerle, acılarla dolaşmasının amacı yoktu. Üzüntülü bir yüz ifadesi herkeste merak uyandırıyordu. Başkalarının işine burnunu sokmayı kendine iş edinenler hep vardı.

Birkaç kez, beklemediği bir yerde, yüzü bir aynanın üzerine düştüğünde, yüzündeki bu yersiz, bilinmedik, eski, uzak zamanların ifaderini, ifade bile denemeyecek kırıntıları görmüş, çok şaşırmıştı. Bir an sanki birisi yüzünü çalmış, bir şey yüzünü işgal etmiş gibi gelmişti.

Yüz bir kum sandığı gibiydi. Elinizi üzerinde gezdirdiğinizde ufak tefen engebeler düzlenirdi, düzlenmesi gerekirdi. Sokağa çıkarken yüzündeki anlamların, duyguların silinmesi, düzlenmesi gerekirken, bazı yerleri silinmeden, iliştirilmiş anlamlarla kalakalıyordu. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde unutulmuş, silinmemiş, düzlenmemiş bir duygunun kalıntısı var mı diye yüzünü, giysilerini, saçlarını uzun uzun incelerdi.

İstemese de bir gün hayatında hiç olmadığı ve yaşamadığı duyguların ifedelerinin taşıyıcısına dönüşeceğinden korkuyordu.

Mutlu bir rüyaladan, yağmurlu bir günün oluklu saçlara vuran ilk damlalarından, herkesten önce fark ettiğini bilmediği, kışsonu, bir erik, kayısı fidanının dallarında içten içe süren bahardan arta kalan bir tebessümü ya da her sabah tek bir bardağa çay koymanın, delinen çoraptan sağa sola göz süzen, tırnağı uzamış bir ayak parmağının, akşamları, mavi badanalı evlerin üzerine düşen sokak lambalarının karanlık gölgelerinin hüzünlü yüz ifadesini, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu. Onları fark etmememiş gibi yapar, bu ilgisiz tavrı kapının dibindeki fesleğene, kasımpatılara bakarmış gibi yaparak sürdürmeye çalışırdı. Ayaklarına dolaşan sadık bir köpeğin sevgi gösterisine, farkında olmadan başını okşayarak karşılık verir gibi kendisini bekleyen bu yüzlerden birini takınırdı.

Bezen de bunların arasına karışmış, kollektif bir havuzun ifadeleri gibi duran, yabancıladığı ileşgenler gördüğünü sanıyordu. Yaşananların artıntıları, kalıntıları, imleri kendilerini yüzlerde, bendenlerin bir yerlerinde neden taşıtmak istesinler? Varlıklarının, sürmelerinin bir yüzle, bir bedenle ilişikleri neydi ki?

İfadelerine sadıktı. Tebessümle selam verdiği, rafları boşalmış bir mahalle bakkalının, bastonu kararmış, tutamağı incelmiş ihtiyarın, çaldıkları şekerleri paylaşan çocukların ardından savurduğu küfürleri duymazdı bile.

akhillaus'un son katkısının da eklenmiş şekli yukarıdaki.

akhillaus'un son eklediğine bu kadar çok serpinti yapacağımı düşünmemiştim başlarken. yazdıkları genel havayı bütünleyen, uyumlu şeylerdi bana göre.

Sanırım bir paragraf olarak yazmak istediklerimi bir karışım haline getirdim.

Özür dilerim.

Bu adaptasyon işini bırakmak en iyisi galiba. İlerleme çok "teksesli" oluyor.

İyi bir şey yapmıyormuşum duygusu veriyor bana. Bu da bu güzel deneyden olabildiğince almak istediğim, ve aldığım tadı topallatıyor.


Re: Unutkanlık

Çalışmanızı gıptayla izledim. En kısa zamanda bütünüyle yeniden okuyup yorumlarımı yazacağım.

Adaptasyon/ düzenleme ise siteye yolu düşen okur için çok önemli bence; bu yüzden çok iyi olmuş. Ellerinize sağlık.


Re: Unutkanlık

Özellikle son paragrafta akhillaus'un eklediğininin çok uzağındaymışsınız gibi hissettim ben. Bu yüzden eklenenlerin orijinal kalması gerekli gibi. Yeni paragraflar ekleyenlerin ise zorda olsa yazının bütününe uymaya çalışması gerekiyor. İyi bir şey yapmıyormuşum duygusu ekleyen kişiye haksızlık yaptığınız hissinden kaynaklanıyor bence.


Re: Unutkanlık

""
Mutlu bir rüyaladan, yağmurlu bir günün oluklu saçlara vuran ilk damlalarından, herkesten önce fark ettiğini bilmediği, kışsonu, bir erik, kayısı fidanının dallarında içten içe süren bahardan arta kalan bir tebessümü ya da her sabah tek bir bardağa çay koymanın, delinen çoraptan sağa sola göz süzen, tırnağı uzamış bir ayak parmağının, akşamları, mavi badanalı evlerin üzerine düşen sokak lambalarının karanlık gölgelerinin hüzünlü yüz ifadesini, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu. Onları fark etmememiş gibi yapar, bu ilgisiz tavrı kapının dibindeki fesleğene, kasımpatılara bakarmış gibi yaparak sürdürmeye çalışırdı. Ayaklarına dolaşan sadık bir köpeğin sevgi gösterisine, farkında olmadan başını okşayarak karşılık verir gibi kendisini bekleyen bu yüzlerden birini takınırdı.

Bezen de bunların arasına karışmış, kollektif bir havuzun ifadeleri gibi duran, yabancıladığı ileşgenler gördüğünü sanıyordu. Yaşananların artıntıları, kalıntıları, imleri kendilerini yüzlerde, bendenlerin bir yerlerinde neden taşıtmak istesinler? Varlıklarının, sürmelerinin bir yüzle, bir bedenle ilişikleri neydi ki?

İfadelerine sadıktı. Tebessümle selam verdiği, rafları boşalmış bir mahalle bakkalının, bastonu kararmış, tutamağı incelmiş ihtiyarın, çaldıkları şekerleri paylaşan çocukların ardından savurduğu küfürleri duymazdı bile.

1. "Mutlu bir rüyaladan, yağmurlu bir günün oluklu saçlara vuran ilk damlalarından, herkesten önce fark ettiğini bilmediği, kışsonu, bir erik, kayısı fidanının dallarında içten içe süren bahardan arta kalan bir tebessümü ya da her sabah tek bir bardağa çay koymanın, delinen çoraptan sağa sola göz süzen, tırnağı uzamış bir ayak parmağının, akşamları, mavi badanalı evlerin üzerine düşen sokak lambalarının karanlık gölgelerinin hüzünlü yüz ifadesini, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu."

Cümle çok uzun gibi geldi bana. okuyanı yoruyor ve söylenmek istenenin net bir şekilde kavranmasını ve gözde canlandırılmasını engelliyor.

2."rüyaladan" "rüyadan" mı? "rüyalardan" mı?

3."yağmurlu bir günün oluklu saçlara vuran ilk damlalarından, herkesten önce fark ettiğini bilmediği, kışsonu, bir erik, kayısı fidanının dallarında içten içe süren bahardan arta kalan bir tebessümü"

Burada düzeltilmesi gereken çok şey var gibi. İçinden çıkamadım.

4. "her sabah tek bir bardağa çay koymanın, delinen çoraptan sağa sola göz süzen, tırnağı uzamış bir ayak parmağının, akşamları, mavi badanalı evlerin üzerine düşen sokak lambalarının karanlık gölgelerinin hüzünlü yüz ifadesini, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu"

"delinen çoraptan sağa sola göz süzen, tırnağı uzamış bir ayak parmağının,"

Hüzünlü yüz ifadesinin nedeni soyut ve duygusal iken bu cümle birden somutluk kazandırıyor.

5."Bezen de bunların arasına karışmış, kollektif bir havuzun ifadeleri gibi duran, yabancıladığı ileşgenler gördüğünü sanıyordu. Yaşananların artıntıları, kalıntıları, imleri kendilerini yüzlerde, bendenlerin bir yerlerinde neden taşıtmak istesinler? Varlıklarının, sürmelerinin bir yüzle, bir bedenle ilişikleri neydi ki"

Konudan kopup gitmiş. Tek başına kalmış ve başka bir şeyler anlatmak ister gibi.

6. "İfadelerine sadıktı. Tebessümle selam verdiği, rafları boşalmış bir mahalle bakkalının, bastonu kararmış, tutamağı incelmiş ihtiyarın, çaldıkları şekerleri paylaşan çocukların ardından savurduğu küfürleri duymazdı bile"

a)Kim kime küfür savuruyor anlayamadım.

b)Ben, ilk paylaşımda,sabahları takındığı yüz ifadesine sadakatini anlatabilmek için, halinden memnun olmayan hüzünlü bir adama (bakkal)gösterilen mutlu yüz ifadesiyle, şeker aşırabildikleri için mutlu olan çocukların mutluluğuna ortak olamadığını belirterek, sadakat fikrini perçinlemek istemiştim.

Son eklentimizi baştan sona gözden geçirmekte fayda var sanırım.


Re: Unutkanlık

Haklısınız.
İsterseniz o bölümü herkes kendisi düzeltmeye çalışsın. Veya çıkarılmasını düşündüğü yerleri çıkarsın-eklesin. Büyümeye uğraşırken dağıldık(dağıttım) galiba. Yazım sorunlarını düzeltmek zor değil. Uzun cümleleri kısaltmak ve bazı yerleri tekrar gözden geçirmek gerekiyor.


Re: Unutkanlık

"Yüz bir kum sandığı gibiydi. Elinizi üzerinde gezdirdiğinizde ufak tefen engebeler düzlenirdi, düzlenmesi gerekirdi. Sokağa çıkarken yüzündeki anlamların, duyguların silinmesi, düzlenmesi gerekirken, bazı yerleri silinmeden, iliştirilmiş anlamlarla kalakalıyordu. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde unutulmuş, silinmemiş, düzlenmemiş bir duygunun kalıntısı var mı diye yüzünü, giysilerini, saçlarını uzun uzun incelerdi."

1. Kum sandığı, zorlama bir benzetme olmuş. Ayrıca kum sandığı gören kaç insan vardır okurlar arasında. Ben bu terimi ilk kez duyuyorum. "Kumsal" yada "kum havuzu" olabilirdi. Daha işlevsel kelimeler.

2. "Yüz bir kum sandığı gibiydi" bu bir genelleme ise "Yüz bir kum sandığı gibidir." olmalı. Değil ise "Yüzü bir kum sandığı gibiydi." olmalı. ama cümlenin devamından bunun bir genelleme olduğu kanısı ortaya çıkıyor.

3. İmla hatalarıyla birlikte bir düzeltme yapmaya çalışacağım. İzninizle...

"Yüz bir kum havuzu gibidir. Elinizi üzerinde gezdirdiğinizde ufak tefek çıkıntılar düzeliverir. Yine de, bazı yerleri silinmeden, iliştirilmiş anlamlarla kalakalır. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde unutulmuş, silinmemiş, düzlenmemiş bir duygunun kalıntısı var mı diye yüzünü, giysilerini, saçlarını uzun uzun incelerdi.


Re: Unutkanlık

Evet bu daha yerinde oldu.

Ben son bölümle uğraştım. Sadeleştiremedim. Sadeleştire kırpa, özgün haline yaklaşınca, onun daha uygun olacaını düşündüm. Bu son şekliyle ekleyelim bakalım ne olacak?

""
Bazı sabahlar yüzünde nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Nedense bir süredir hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, çirkin köpeklerin tasmalarını asık suratlı, kuru kemikli uzun insanların çekiştirdiği parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdığı ekmek kırıntılarını martılara attığı rıhtım kenarlarında, günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu.

Başka bir gün de yüzünde başka bir şey unutur, bilmeden gün boyu karşılaştığı tanıdıkları, arkadaşları, üzerindeki bu şeyi kendilerine alınıp bazen ona daha sevecen, yakın davranır, bazen de eni konu surat asıp onu onu görmezden gelirlerdi. O, böyle zamanlarda bu yaptıklarına bir anlam veremez, insan işte, bir anı birini tutmuyor, neylersin deyip, yürüyüp giderdi.

Ne ki, gün içindeki bu unutuşlar, kendine döndüğü, kendini dinlediği zamanlar daha bir yüksek sesle konuşur; sokakları, insanları, suratındaki o yersiz, anlamsız, farkında olmadığı tebessümüyle ardında bırakırken, üzerine çevrilen bakışların anlatmak istediklerini düşünür, bir türlü bir anlama vardıramazdı.

Bir akşam, pencereden dingin, sokağı izlerken ansızın "Bunun bir adı olmalı." dedi ve camdaki akse gözlerini dikip mırıldandı: "Senin bir düşüncen var mı?

İnsanların bu tavırlarının onu pek etkilediği de söylenemezdi. Kış güneşi misali, görünüp kaybolduklarında onlar hakkında ki düşündükleri de kayboluverirdi. Yalnızken mutluydu, ona dokunmasınlar yeterdi.

Yüzünde bilmediği, unutulmuş gülümsemelelerle, hüzünlerle, acılarla dolaşmasının amacı yoktu. Üzüntülü bir yüz ifadesi herkeste merak uyandırıyordu. Başkalarının işine burnunu sokmayı kendine iş edinenler hep vardı.

Birkaç kez, beklemediği bir yerde, yüzü bir aynanın üzerine düştüğünde, yüzündeki bu yersiz, bilinmedik, eski, uzak zamanların ifaderini, ifade bile denemeyecek kırıntıları görmüş, çok şaşırmıştı. Bir an sanki birisi yüzünü çalmış, bir şey yüzünü işgal etmiş gibi gelmişti.

Yüz bir kum havuzu gibidir. Elinizi üzerinde gezdirdiğinizde ufak tefek çıkıntılardüzeliverir. Yine de, bazı yerleri silinmeden, iliştirilmiş anlamlarla kalakalır. Sırf bu yüzden sabahları aynanın karşına geçer, üzerimde unutulmuş, silinmemiş, düzlenmemiş bir duygunun kalıntısı var mı diye yüzünü, giysilerini, saçlarını uzun uzun incelerdi.

İstemese de bir gün hayatında hiç olmadığı ve yaşamadığı duyguların ifedelerinin taşıyıcısına dönüşeceğinden korkuyordu.

Bu kadar dikkat etmesine rağmen, hayatında hiç olmadığı ve olamayacağı kahramanlara büründüğü, mutlu rüyalarından arta kalan bir tebessümü yada her sabah tek bir bardağa çay koymanın verdiği hüzünlü yüz ifadesini, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu.

Ayaklarına dolaşan sadık bir köpeğin sevgi gösterisine, farkında olmadan başını okşayarak karşılık verir gibi kendisini bekleyen bu yüzlerden birini takınırdı. İfadalerine sadıktı. Tebessümle selam verdiği, rafları boşalmış bir mahalle bakkalının, ardından savurduğu küfür, onu hüzünlendiremediği gibi çaldıkları şekerleri paylaşan çocukların mutluluğuda onu gülümsetemezdi.


Re: Unutkanlık

Çalıştığım son şekil şuydu;

""
Mutlu bir rüyadan, oluklu saçlara vuran yağmur damlalarının verdiği huzurdan, kışsonu, bir erik fidanının dallarında içten içe süren bahardan arta kalan bir tebessümü ya da her sabah tek bir bardağa çay koymanın hüzününü, sokak kapısında kendisini beklerken bulurdu. Onları fark etmememiş gibi yapardı. Ayaklarına dolaşan sadık bir köpeğin sevgi gösterisine, farkında olmadan başını okşayarak karşılık verir gibi kendisini bekleyen bu yüzlerden birini takınırdı.
İfadelerine sadıktı. Tebessümle selam verdiği, rafları boşalmış mahalle bakkalının, bastonlu ihtiyarın, çaldıkları şekerleri paylaşan çocukların ardından savurdukları küfürleri duymazdı bile.

Burada, akhillaus'un metninde, "Bu kadar dikkat etmesine rağmen" bölümü sanki bana metne uyumlu değil gibi gelmişti. Hala bu konuda bazı çekincelerim var. Bu konuda bir düşüncesi olan var mı?


Re: Unutkanlık

"Bazı sabahlar yüzünde nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Nedense bir süredir hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, çirkin köpeklerin tasmalarını asık suratlı, kuru kemikli uzun insanların çekiştirdiği parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdığı ekmek kırıntılarını martılara attığı rıhtım kenarlarında, günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu."

"Bazı sabahlar, yüzüne nereden iliştiği belirsiz, eğreti bir gülümsemeyle evden çıkardı. Bir süredir, nedense hep geceleri yağan yağmurun ıslattığı sokaklarda, asık suratlı, kuru, kemikli ve uzun insanların tasmalarını çekiştirdiği, çirkin köpeklerin dolaştığı parklarda, kırmızı yüzlü sarhoşların şaraba batırdıkları ekmek kırıntılarını martılara attıkları rıhtım kenarlarında ve günlerdir hiçbir trenin geçmediği tren rayları boyunca, üzerinde unuttuğu o gülümsemeyle dolaşır dururdu."


Kendimce bazı düzeltmeler yapmamda sakınca yoktur umarım. Deneye yanıla en güzeli hedeflediğimize göre...


Re: Unutkanlık

Tabi ki yok.
İsterseniz biraz daha düzeltmelerle uğraştıktan sonra ekleyelim son şeklini.