UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Türk Şiirinde Otobiyografi

21 Eyl 2010
Cihan Başbuğ

Fransızca kökenli olan “otobiyografi” sözcüğü “bir kişinin kendi hayatını anlattığı yazı, özyaşamöyküsü” dür. Yazınımızda ise özyaşamöyküsü denilince akla hemen bu türün düz yazı örnekleri geliyor. Ama biz yazınımızdaki “otobiyografik şiirleri” yada farklı bir söyleyişle “şiir şeklinde yazılmış otobiyografileri” inceleyeceğiz. Bu yazının kenarlarını, köşelerini belirlemek yazının da hedefini, inceleme alanını belirlemek olacaktır. Çünkü konumuz şairin kendi kendini anlatması, ya da kendinden bahsetmesi değildir. Eğer bu tip bir “ucu açıklık” bırakacak olursak, araştırma alanımıza hemen hemen tüm şiirler girerdi.Çünkü şairin/yazarın; yarattığı her tipte, şiirde yada metinde , kendini anlatıp anlatmadığı konusu çoğunlukla tartışma konusu olmuştur.

Bu tartışmaları içine almadan, sadece “şiirimizdeki otobiyografi”ye dönecek olursak, bu konuda karşımıza çıkan ilk şiirlerden biri A.Hamit Tarhan’ın “Şair-i Azam” şiiridir. Bilindiği gibi şairi azam, şairin bizzat kendisidir. Şair “Gurbetten Bir Ses” ismiyle takdim ettiği bu şiirde Viyana’da uzun süredir yokluk ve sefalet çektiğini;

/…/

""
Cepler delik az çok.
Lakin ne zarar var ki delikten düşecek yok
Bir korkusu vardır:
Meyhanelerin saat-i tatili pek erken…
Bir kirli paçavrayla gezer,
Mendilidir o.
Lastikleri bir başkasınındır ki yürürken,durmaz ayağından kaçar ekser.
Serpuşu ne festir, ne külahtır, ne sarıktır

dizelerinde biraz da alaycı ve abartılı bir şekilde anlatır. Şair yatacak yer bulamamakta,üzerindeki paltosu sefaletten renk değiştirmekte,gündüz giydiği elbise ile gece de gezmekte, hatta onunla –meyhaneler erken kapanmazsa- uyumaktadır. İnsanların, onun şair olduğuna inanmaları için bin şahit gerekir…Fakat şiir bütün olarak incelendiğinde, şiire tam bir otobiyografik şiir diyemeyiz. Şiirde, sadece şairin hayatının Viyana’da geçen bölümü konu ediliyor.

Büyük Ozan Aşık Veysel “Genç Yaşımda Felek Vurdu Başıma” şiirinde de hayatının hep hayalle, sabırla, umut etmekle geçtiğini anlatıyor. Şairin gözünü kaybetmesinden bahsettiği tek şiirinde, ayrıca gözünü kaybetmesiyle yaşadığı derin buhranı, içe dönüşü, bizlere aktarıyor. Bu içe dönüşü yıkan şey ise onu ve felsefesini tanımamızı sağlayacak olan sazıyla tanışmasıdır. Şair “onbeş yaşında,yavaş yavaş sazını düzen edecektir.” Büyüyüp “kara yazısıyla” karşılaşan ozan hayatın tüm yanlarını tadacak, hatta aşık olacaktır:

""
/…/
Bir vefasız zalım yare bağlandım
Tarih üçyüz otuz beşte evlendim
Sekiz sene bir arada eğlendim
Zalim kafir yetim koydu kuzumu

Fakat bu aşkında da “kara yazısı” ortaya çıkacak, ve kendinden beklendiği üzere yaşam üzerine son derece derin ama bir o kadar da yalın açılımlarını bizlerle paylaşacaktır:
/…/
Veysel der dünyaya ben niye geldim
Her zaman ağladım ne zaman güldüm
Gönlüme teselli kendimde buldum
Sabır teskin ettim özümü.

“Halk şiirinden, bulunduğu dönemin ölçütlerinin çok dışında yazan zamanının en doğurgan şairlerinden” olan M. Emin Yurdakul’un “Benim Ömrüm” şiirinde de şairin bu türe epey yaklaştığını söyleyebiliriz.

""
Genç çağdaydım, kendimi bir dikenli yolda buldum;
Hıçkırıklar işittim, gül ve bülbül bağlarından
Felaketler topladım, Anadolu dağlarından;
Uzun saçlı aşıklar diyarında şair oldum.

Ezgi koydum, ahlarla, figanlarla Türk şiirine
Öz dilimle haykırdım, “ey milletim,uyan!” diye;
Viran yurdum dolaştım, bir şehirden bir şehrine;
Saç ve sakal ağarttım ben de , Vatan Vatan diye.

Sadeliği, anlaşılırlığıyla “Öz dilinde haykıran” şair, “Benim Ömrüm” şiirinde ufak yaşlardan beri Anadolu’da sarp yollarda, aşıkların türkülerini dinleyerek yürümektedir. Bu yollardan geçtikçe de sesini yükseltebilmiş, şair olabilmiş, şiirine Anadolu’nun acılarını ve ezgilerini koyabilmiştir..
Yine, yakın dönemlerde eserler kaleme alan Ziya Osman Saba’ nın “Ben de” şiirinde de benzer bir anlatım vardır. Fark; şiirde geçmişe özlem duygusunun , şiirin ana duygusu olmasıdır.

""
/…/
Ben de mektepte okurdum
Küçük mektepli!
Bugün ilk hatıramda
İlk gün,ilk ders, ilk hece…
/…/
Beri yanda günler akar giderdi.
Benim de bir anne üstüme titrer
Bir baba benimle iftihar ederdi.

“Birinci Dünya savaşı yıllarında doğmuş, çocukluk veya ilk gençlik dönemlerinde Kurtuluş Savaşı’nı görmüş, yoksulluk ve acılar içinde büyümüş” olan Cahit Külebi’de de bu türe epey yaklaşırız:

""
1917 senesinde
Topraklarında doğmuşum,
Anamdan emdiğim süt
Çeşmenden tarlandan gelmiş
Şair “ uçurtmalar uçurmuş, koca koca kamyonlara binmiş, büyük şehirlere okumaya gitmiştir”. Okuma macerasını, aşkını, ahbaplar edinişini naçar dolaşışını anlatır şiirinde.
/…/
Ağladığım senin içindir
Güldüğüm senin için;
Öpüp başıma koyduğum
Ekmek gibisin!

Fakat bu şiirde de yazımızın başından bu yana değindiğimiz diğer şiirlerde olduğu gibi farlı bir duygu anlatılmakta (Yurt Sevgisi )ve bu otobiyografik anlatı bir araç olmaktadır. Orhan Veli’nin “Ben Orhan Veli” şiiri ise işte tam bu noktada imdadımıza yetişir:

""
Ben Orhan Veli,
”Yazık oldu Süleyman Efendiye”
Mısra-ı meşhurunun mübdii…
/…/
Evvela adamım, yani
Sirk hayvanı falan değilim.
Burnum var, kulağım var,
Pek biçimli olmamakla beraber.
Kendini anlatırken yaptığı benzetmelerle,o dönemde pek alışık olunmadığı için yadırgansa bile “garip” yergileriyle uzun süre adından söz ettirir şair:
/…/
Ne başımda bulut gezdiririm,
Ne sırtımda mühr-ü nübüvvet.
Ne İngiliz kıralı kadar
Mütevazıyım,
Ne de Celal BAYAR’ın
Ahır Uşağı gibi aristokrat.

Şair ayrıca “Lakırdılarım” şiirinde de devam eder kendini anlatmaya. 1914’te doğdum, / 15’te konuştum;/ Hala konuşuyorum” la başlayan şiirin bu kısmı “Ben Orhan Veli” şiirinin devamı yada öncesi izlenimini verir. Halbuki iki şiir arasında üç yıllık bir zaman farkı vardır. Belki de şair “Lakırdılarım”da başladığı özyaşamöyküsünü yetersiz bulmuş ve başlı başına bir otobiyografi yazmayı düşlemiştir…

Orhan Veli’nin “Ben Orhan Veli” şiirinden yıllar sonra, ondan daha fazla ses getiren; içinde bütün bir ömrün mücadelelerini, hapisliklerini, ülkesini terk etmek zorunda kalmanın burukluğunu, aldatmayı, itirafları – hem de alabildiğine cesaretle-, yasakları anlatan Nazım Hikmet’in ““Otobiyografi” şiiri”1961 yılı 1 Eylülünde Doğu Berlin’de” kaleme alınmıştır. Otobiyografi şiirinde büyük bir hüzünle ve iç çekişle şahit olduğumuz hayat mücadelesinin yanında hafızamızda yer eden ve şiirlerine yapıştırılan maddeci yaftasını içini doldurarak reddeden şu dizeleri kaleme almıştır:

""

/…/
kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

İdeolojik kutuplaşmaların gittikçe keskinliğini arttığı Dünyada,uğruna kitaplarca şiir yazdığı insanlarından(!) gelen yaklaşım son derece ikiyüzlüdür:

""

/…/
otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
Ama yine de o attığı her adımda onları düşünmeye devam edecektir:
/…/
Bindim trene uçağa otomobile
Çoğunluk binemiyor
Operaya gittim
Çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın…

Şair yaşanılan onca şeye rağmen -tüm şiirlerinde de olduğu- gibi içindeki umudu hiç kaybetmez:

""
…bugün Berlin’de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir.

Nazım Hikmet’in otobiyografi şiirinden, onu ustası gören başka bir şairin, Hasan Hüseyin Korkmazgil’in “Alacakaranlıktaki Kimlik” şiirinde de alışık olduğumuz bir dilin, alışık olduğumuz bir anlatımın içinde buluruz kendimizi. Şair doğumuyla birlikte yakasına yapışan yoksulluğu, sefaleti dile getirir yaşamını anlattığı şiirinde.

""
gürün’de doğdum
allahın bol
yoksulluğun kol gezdiği
babanın gurbet
ananın ağıt düzdüğü
ve öküzün örümcekle çiftleştiği yerlerin birinde doğdum
arttı kaşık
bir eklendi
artmadı bulgur

Şair , ekmek kavgası içinde başladığı hayatının tutsak günlerini, düşlerle savrulmuş çocukluğuna rağmen, bilgiye, mücadeleye, kitaplara adanmış yaşamının yol ayrımlarını paylaşır bizimle:

""
/…/
ey kitaplar
ey bilgeler
benim tepetakla öğütçülerim
“ben bu yolun kangısına gideyim?”

Bir başka otobiyografik şiiri olan “İşte Özüm, İşte Sözüm” de devam eder kendini anlatmaya Hasan Hüseyin… Mücadeleyle, bilgiyle yetişip olgunlaşan şair, bu arada da kendini yaşlanmış bulur. Fakat yaşamını dolduran bu mücadele, onda hiçbir zaman bir serzeniş, bıkkınlık değildir; aksine büyük bir aşktır.

""
/…/
yıllar yıllar üstüne yıkıldı geçti
ben bilemem yaşım kaç
ateşi ateşle söndürmenin aşkına düştüm
hititli kabartmalar benden daha genç

Otobiyografik şiirler arasında imge açısından en zengin olanı, en yüksek seslisi ise Ahmet Erhan’ın “Obiyografi” şiiridir. Diğer şiirlerden farklı olarak, şair; çocukluğundan ve gençliğinden sunduğu kapalı kesitlerde yaşamını özetlemiştir. Şair yalnız bir çocukluk geçirmiştir ve bu yalnızlığını “eve hep geç saatlerde gelen” baba imgesinin eksikliğinde aramak mümkündür.

""
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi
Eve hep geç saatlerde gelen babaların ayakizlerinden
yükselen buğu
Bir yaprağın dalına dokunamadığı yerde büyüyen
boşluk…
Şair önünü görememiştir yaşamı boyunca, umarsızdır, “bir kibritin sigara karşısındaki ömrü” kadar.
/…/
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Nereye gideceğini yitirmiş yol, uçurum, dağ, bayır, çöl
Bir kuşun kanadından çıkan kav
Bir kibritin ömrünün bir tek sigarayla sınırlı olması

Şiirde alkolik baba imgesi sık sık çıkar karşımıza. Bununla beraber artık şair topluma yabancılaşmıştır. Duyarlılığı toplumca anlamsız, beyhude görülür. Görecelilikler yüzünden, dönüşümlerin bir türlü gerçekleşemediği toplumda aklında hep barındırır o malum çelişkiyi.

""
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş
hali
Her şeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi
Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde
Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken
Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme

Toplum cahildir, kabadır; ve bu cahillik bu düzenin bir sonucudur. Birbirlerinden beslenen “parmak damgasının mülkiyete yettiği” bir düzen…

""
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda
Yüreğini kağıtlara basmanın bedeli
Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü
çarıştırdığı
Yaşamın konuşulan en eski lehçesi
Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç

Kategori:

Re: Türk Şiirinde Otobiyografi

Kendini anlatmak kolay değil. Sanırım kendini tanımanın zor olmasından da kaynaklanıyor biraz da. Ama bir "şey" için sözcükleri bir araya getirmeye çalışıyorsak, buna kendimiz de bulaşıyor, kendimiz de karışıyoruz çoğunlukla.
Kalemine, emeğine sağlık Cihan Başbuğ.