UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Tokatlı Cemal

10 Nis 2010
acarcagdas

1

Haberler çadıra ulaştığında kıpkırmızı kesildi Cemal. “Ulan,” dedi, “bu iş bitmeden dönmek yok demedik miydi?” Sağlı sollu çadırlarla daralmış geniş sokağın ne başında, ne sonunda, ne de orta yerindeydi Tokat çadırı. Diğerlerinin arasında, birinin yanında, ötekisinin karşısındaydı. Çevresi plastikle kaplı kapı kasasının üzerinde duran kartondaki allı pullu yazı da olmasa, biri diğerinden ayırt edilir miydi? Cemal belki ayırt ederdi, “bak işte Erzurum çadırı, şeyinden belli...” deyiverirdi de apışıp kalırdık o vakit; “doğru” derdik zar zor, “belli”.

-Kime sordular da kimi gönderiyor bunlar?

O sırada yanındaki İsmet, daha dün demişti karısına telefonda, “artık çözülse de şu iş, dönsek”.

-Dur hele, temelli miymiş gidiş, önce onu öğrenelim.

“Ulan sen de dünden razıymışsın” diye söylendi Cemal, hava almaya dışarı çıktı. İçerisi dışarıya göre öyle pek sıcak değilmiş, sobanın uzağında, kapıya yakın bir yerdeydi zaten, fazla üşümedi. Sokak yine hareketliydi, omuzlardaki yağmurluklar hışır hışır sesler çıkarıyordu sürtündükçe birbirine. Sokağın ucuna televizyoncular birikmişti. “Ulan!” Dönüp diğer tarafa doğru yürümeye başladı, kendi çadırının önünden geçerken kafasını çevirmedi hiç; kimisinin solundan, kimisinin sağından geçerek ilerledi çadırların bittiği yöne doğru, sesler azaldı.

2

Çadırkent’in çadırlarının altında tahtadan platformlar vardı. Aşağıdan betonun, karın soğuğunu yemektense, esen rüzgârı hafif hafif duymak yeğ olduğundan çakılmıştı bu tahtalar üzeri çatlamış ellerce. Tokat çadırının altında ince bir fidan vardı yetmiş sekiz gün önce. Öldü ölecek, kurudu kuruyacak bir fidan...

Şehrin soğuğundan cama kesiliyordu yüzler. Kış ortasında Ankara’da çiçek bitmez. Anaç kuşlarsa sıcaklığıyla can verir yavrusuna. Sabır gerekir hayat yoğurmaya, oturup düşünmek gerekir. Eğlenmek kırk gün kırk geceyse, doğurmak iki kez eğlenmektir.

Tahtalar çakılırken kimse fark etmedi fidanı. Fidan değil, düşüp kalmış, kırılıp atılmış dal parçası sanki. İlk yedi gün değişmedi hâli vaziyeti. Olduğu yerde, cansız yatıyordu. İkinci hafta alıştı sobaların verdiği ılıklığa, yukarıda gidip gelenlerin adımlarına. Devinim, çözdü fidanın donmuş damarlarını, ılgıt ılgıt vuran havasıyla.

3

Ziya Gökalp’ten dolanıp Meşrutiyet’e döndü, oradan Selanik’e. Sırtını Kocatepe’ye verince doğru Kuğulu Park; Tunalı ne kadar egzozsa, Kuğulu o kadar ferahlık. Parkta pek insan yok. Termometre artı ile eksi arasında, bir o yanda, bir bu yanda. Kuğulara soğuk yok, yaz günü gibi dolanıyorlar suyun üzerinde. Daracık kulübelerine nasıl sığıyorlar, nasıl anlaşıyorlar, anlaması zor bir iki oturuşla banklarda.

Cemal şimdi parka girdi. Nereye oturmalı, soldaki yolu takip edip biraz yürüdü müydü varacak arabaların en az göründüğü noktaya. Karşıda ufak tepe, yanında sıcak restoran. Restoran, parktan kalabalık. Park, kuğuları da sayınca restorandan kalabalık. İçerdekiler üşümüyor, sudakiler üşümüyor, Cemal paltosunun en üst düğmesini de ilikledi.

Parktakilerin ne ağacı olduğunu Cemal biliyor da, arkasından gelip geçenler bilmiyor. Ağaçlar engellemiş kar tutmasını bankın, hemencecik oturuyor. Şimdi çay olsa... Çadırda vardı, çadırda İsmet de vardı. “Ulan!”

İlk hafta çok üşümüştü Ankara’da. Tokat da soğuktu bu vakit ama Ankara’nınki kır soğuğuydu, yakıyordu. Döner miydi ilk hafta gerisin geri? Yediremediğinden mi, inadından mı, kararından mı? Kimisi pis pis bakıyor Çadırkent’in etrafından dolanırken. Yedikleri lokmaya hınçla bakıyor. “Gidinin açgözlüleri” der gibi ama susarak geçiyorlar. “Aç açın hâlinden anlar” mı? “Aç açın tokluğundan gocunur” mu? Tokun tokluğunda olağandışı pek bir şey yok. Ona reva. Peki ya aç doyunca? “Ulan!”
Kuğuların evi tahtadan, hatları düzgün, içi dar. Dar ama sığıyorlar içeri. Yanyana gelince ısınıyorlar.

Çadırkent de tahtadan, dertme çatma da değil çok şükür, güya geniş; ama dar. Olsun, yanyana gelince biraz daha sıcak.
Artık dönmeli, ne oldu ne bitti kimbilir. Toplanıp gidiyor muyuz, inadım inat kalıyor muyuz? Onlar inat, biz inat, yoldan geçen adam inat.

4

- N’oldu şimdi son durum?
- Toparlanıyoruz.
- Sonra?
- Sonra yine burdayız. (Oysa il sınırında karşılanacaklar bir dahakine)

Tokat çadırı diğerleriyle aynı büyüklükte, naylonları söküldü önce. Ellerin çatlağı biraz daha büyük şimdi, bir saatte kurulan çadırların toplanması iki saati buluyor.

- Hadin Cemal, tut şunun ucundan.

İsmet’e karşılık vermiyor, ağır hareketlerle katılıyor diğerlerine. İlk geldiklerinde sırtındaki paltoyu, gocuğu atmıştı herkes. Şimdi kat kat hepsinin üstü.

- N’oldu şimdi giden yetmiş küsur gün? Çöpe mi?
- Dur bakalım, gelinir gene evelallah.

Bunu yan çadırdan biri söylüyor. “Gelinir mi” diye sormuyor Cemal, susuyor. Zemin kısmı kaldı şimdi sökülecek. Diğer çadırlar da aşağı yukarı aynı hızla ilerliyor. Yarım saate biter bu iş. Çadırın arkasında geçti Cemal, soluklanmaya. Çalışanları izliyor. “N’oldu bu yetmiş küsur gün, boşuna mı?”

Verin paramızı diyerek gelmişti Cemal, sonra “hak” der oldu. Sendikaya önceden de üyeydi ama hakkı burada öğrendi. İsmet yine aynı İsmet, “parama bakarım arkadaş” İsmet. Onun bulunduğu yöne doğru tükürdü. “Boşuna mı şimdi?”

- Hooop, millet şuna bakın, ağaç bitmiş bizim çadırın altından!

Tokat çadırı hemencecik halka oldu. Sağındaki, solundaki, karşısındaki çadırdan da doluştular hemen. Cemal de doğruldu. Neymiş neymiş diye soranların ardına yaklaştı hemen.

- Hani nerde ağaç?
- İşte, işte, şurda.

Tepesi kurumuş bir fidan gördü uzaktan, ufak tefek. Biraz daha yakşacında fark etti alt kısmının yeşilliğini, yeni çıkmış taze yapraklarını. Etraftakiler gülmeye başlamıştı.

- Biz yeşerttik bu ağacı, işçinin eseri, hak arayışın eseri, Tekel işçisinin eseri!

Bunu söyleyeni daha önce görmemişti Cemal. Kafasını salladı, o da gülümsedi. Gözü yarı canlı, yarı ölü fidana daldı sonra. Tekel işçisinin eseri... İsmet’in de mi eseri? İsmet nerde? Göremedi. Tokat çadırının altında yeşermiş bir fidan, tam giderayak hem de. Nasıl olmuş da kurumamış ki orda? Tepesinde biz varız diye mi? İsmet de orada diye mi? Yok, o kuruyan yanı ondandır olsa olsa. Kuluçkaya yatmışız da yetmiş sekiz gün, şimdi mi kalkıp gidiyoruz? İş mi bu şimdi!

Toplanmaya devam ediyor şimdi herkes. İsmet de burada. Çoğu, göz ucuyla fidana bakıyor dönüp dönüp. Cemal ortada yok. Cemal yine Kuğulu’ya doğru yolda. O dönmeyecek. Kuluçkayı bırakmayacak, yeşerecek dalı kurutmayacak. Cemal Ankara’da kalacak. Diğerleri gidebilir. İsmet en önce gitsin hatta. Diğerlerinin çoluk çocuğu. Cemal gitmese de olur. O, diğerleri gelene kadar bekleyecek. Diğerleri, olur da gelemezse Cemal Çadırkent’te olacak. Yokluklarını fırsat bilip fidanı kurutacak Ankara soğuğuna kanacak göz yok onda.

Şimdi, Kuğulu’da tek başına oturuyor Cemal. Tepesindeki ağacın ne ağacı olduğunu biliyor. Çadırkent’teki ağacı nasıl yaşatacağını da. Varsın İsmet gitsin, İsmet hemen gitsin. Diğerlerinin mazereti de var. Onlar gelir geri. Kalır mı incecik fidan onca zaman tek başına? Cemal bekleyecek. Cemal fidana gözü gibi bakacak.

Kategori:

Re: Tokatlı Cemal

Ay, çok güzel bir öykü bu! Bunu Çağdaş mı yazmış! Şeyden soruyorum, o Ankara'da o kadar uzun kaldı mı ayrıntıları gözlemleyecek kadar, çadırların toplandığı güne tanık oldu mu?
Çadırların toplandığı öğlen ben oradaydım. Cemal vardı, gülüp konuşuyordu ama alınan karara çok öfkeliydi çadırların sökülürken. Bizim çadırı sökmeyelim diye söyleniyordu, en son sökülen üç dört çadırdan biriydi Cemal'in kaldığı çadır. Ve tahta ızgaralar kaldırılınca çıkıveren çadırların ayak basılmayan yerlerinde yemyeşil taptaze küçük küçük fidanlar vardı sahiden.

Ellerine sağlık Çağdaş!


Re: Tokatlı Cemal

Teşekkürler!!! Cemal ismini uydurmuştum oysa, ne de güzel tesadüf!!! Sadece bir on dakika görmüştüm çadırları. O zaman görüşmüştük zaten. Hatırlamaya çalıştım biraz, biraz da Evrensel'de çıkan bir habere göre nasıldır çadırların altı diye tahmin ettim. Gerisi tamamen aklıma eserek uydurduğum şeylerdi. Sevindim! Bir de, tek yanlı bir öykü olmasın, tüm insanlar ne güzel olmasın diye de "İsmet"i kattım işin içine. Nazım Akademisi'nde Adnan Özyalçıner'in öykü atölyesinde verilen ödev için yazmıştım bunu, sizlerle de paylaşayım dedim. İyi etmişim madem. Cheers


Re: Tokatlı Cemal

Çağdaş'ın ellerine sağlık. Cemal, İsmet, kuğular, sokaktan geçenler ve fidan. Hepsi çok canlı, çok güzel. Acaba fidanın öyküye dahil olduğu ikinci bölümle diğer bölümler arasındaki bağlantı daha kuvvetli, daha doğal kurulabilir miydi, diye düşündüm okurken? O ikinci bölüm flash-back yapıp fidanı anlatmasa da fidanın varlığını daha sonra (çadırlar söklürken) öğrensek daha mı iyi olurdu acaba? Bir de restoran yerine "lokanta" da denebilir belki?

Tekrar ellerine sağlık...


Re: Tokatlı Cemal

Teşekkürler öncelikle. İyi ki yüklemişim bu öyküyü buraya.

İki kısımdaki bağımsız "fidan" anlatısını bir yerlerden hatırlayarak denemiştim. "Diğer olaylar oladururken onlardan bağımsız, insanlar onun varlığından habersiz böyle bir varlık var işte" demenin belki de "modası geçmiş" (öyle mi hiç bir fikrim yok, bu açıdan yapay duruyor olabilir, evet, kendi yarım yamalak öykü-bilme geçmişime göre bir hayli yeniydi oysa :oops: ) bir biçimi olarak tercih etmiştim. Hikâyenin içine daha çok geçirilebilir elbette, hele bir deneyeyim.

"Restoran"ı, Kuğulu Park'taki yer için kullanmıştım sanıyorum; oranın, banklarda oturanlara göre görece fiyakalı duruşunu ve canımın çekip de içeri girişimin çok az olmasından hareketle kullanmadım "lokantay"ı. Cevdet Kudret'in çok güzel bir yazısı vardı Bilgi Yayınevi'nden çıkma Dilleri Var Bizim Dile Benzemez kitabında. Tarih, dil ve sınıf ayrımı üzerine bir bölümde karşıaştırıyordu aşevi, lokanta ve restoranı. Onu hatırladım.

Yukarıda bahsettiğim kitabı da şiddetle tavsiye ederim. Türkçe üzerine ne kadar okudunuz bilmiyorum ama dil ve çeviriyle uğraşanlar için, Türkçe'yle uğraşanlar için, "felsefe anlamında dil" okumanın yanısıra "tek tek sözcükler olarak dil/Türkçe" konusunda Ataç ve Kudreti, hatta Ataç ile Kudret tartışmalarını okumak hem zevkli hem zengin!

İyi geceler.


Re: Tokatlı Cemal

Aman, Bay Barış görmesin şimdi, yukarıdaki alıntımı

""
Kudret, C. Dilleri Var Bizim Dile Benzemez, Ankara, Bilgi Yayınevi, 1986, s. 102
olarak değiştireyim.


Re: Tokatlı Cemal

Öyküyü ancak okuyabildim. Vay! Thumb Up

Bu aralar sık sık "vay" çıkıyor benden. Şaşkınlıkla sevinç arası, kıskançlıkla hayranlık arası... Öykünün dokusunu sıkı işlemişsin Çağdaş; ellerine sağlık. Hani benim gibi kulp takmasını seven bir adam bile diyecek söz bulamadıysa; ne diyeyim. Sanırım öyküde gerilimin en üst noktaya çıktığı şurayı çok sevdim:

""
Onlar inat, biz inat, yoldan geçen adam inat.

Vay! Here


Re: Tokatlı Cemal

Öykü çok canlı dolayısıyla sıcak bir öykü. Orada gidip gitmeme konusunu kendisiyle tartışan, farklı düşünenlere gücenen insanın Cemal'in dünyasını ne güzel anlatmış. Sokakta çadırda yaşayıp yalnız kalmak isteyen biri herhalde gene bir parka gider, başka nereye gitsin ki? Bu ayrıntı bile oldukça canlı. Öyküde geçen adlar (İsmet, Cemal) da çok hoşuma gitti, ad bazen tek başına öykünün atmosferini belirleyecek güçte olabiliyor. Burada da özellikle öykünün adı çadırlara, oranın çeşitliliğine dair çağrışımlar uyandırıyor ( çadırları görmeyenlerde aynı etkiyi yaratır mı bilmiyorum).
Cemal'in açısından anlatılan öyküde yer yer anlatıcı ve Cemal yer değiştirmiş gibi öykü aktarılırken, bu öyküye daha çok girmemi, öyküyü hissetmemi sağladı. Ama bir kaç cümle var ki yazarın sesini duydum fazlasıyla. Örn:

""
Tokun tokluğunda olağandışı pek bir şey yok.

Çağdaş'ın gözünden kaçıp benimkine takılanlar. Utangaç
""
Kuğuların evi tahtadan, hatları düzgün, içi dar.
Burada kuğuların hatları düzgün, içi dar gibi bir anlam çıkıyor.
""
Yokluklarını fırsat bilip fidanı kurutacak Ankara soğuğuna kanacak göz yok onda.
Bu cümle de de bir aksaklık var kanımca.
""
...ağaç bitmiş bizim çadırın altından!
Burada çadırın "altından" mı, "altında" mı demeliyiz? Ben "altında" demeliyiz diye düşünüyorum.
Çağdaş'ın eline sağlık. Alkış


Re: Tokatlı Cemal

Çağdaş'ın canlı anlatımına da bir E pes yani benden. Sınıf farkını vermek konusunda restorant daha ayırıcı olduğundan yerinde olmuş kanısındayım. Kuğulu parkı gördüm sayesinde Ziya Gökalp Meşrutiyet derken de sokakta Cemalle bir tırmandım Kuğulu Parka çıkan yokuşumsu yolu. Gitmedim çadırların oraya ama gördüm Çağdaş sayesinde slogan kokmayan insanca ama bir sürü slogansı metinden de güzeldi umudun yeşermesi bir nevi arkadaşı olan İsmet'e küskünlüğü yediremeyişi "ben parama bakarım İsmet" ne güzel bir anlatım şekli. Barışçım boynuz diyorum kulağı diyorum =))


Re: Tokatlı Cemal

Ben de çok beğendim ÇAşdaş'ın öyküsünü. Öyküde geçen "platform" kelimesini düşünüyorum nicedir? Sözcüğün yerine ne önerilebilir diye Düşünceli


Re: Tokatlı Cemal

Eline sağlık Çağdaş..Sımsıcak bir öyküydü....Tekel işçilerinin direnme coşkusunu bir kez daha hissettim...adeta gözlerimin önüne geldi Cemal...
teşekkürler


Re: Tokatlı Cemal

Teşekkürler, "platform" diye ne diyebilirm diye düşünüp düşünüp bir cevap bulamamıştım ben de. "Tahta döşemeler" denebilir belki. "Üzerine çadırlar kurulsun diye geçici olarak yerleştirilmiş tahta döşemeler" nasıl mesela?