UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Taşra ve Edebiyat

16 Ağu 2013
Mehmet Sürücü

Varlık dergisinin, Ağustos sayısı konusu, "Taşra ve Edebiyat". Dergide, Mesut Varlık, Abdullah Ataşçı, Necati Mert, Asuman Susam, Ethem Baran gibi yazarlar, Taşra, Edebiyat ilişkisi üzerine düşüncelerini yazmış.

Derginin ilk sayfalarında, "Edebiyatın Taşradan Manifestosu" var. Manifesto konunun ana çizgilerini iyi belirlemiş.

Derginin dosya konusu ilgi çekici. Her ne kadar günümüzde taşra, merkez kavramları en karmaşık zamanlarını yaşıyor olsa da, bir İstanbul'la, Anadolu'daki bir taşra kasabasının, her yönüyle, (zaman, mekan) birbirlerinden farklı olduğunu biliyoruz.

İlgililerin dikkatine.

NOT: Burada, bu başlık altında, Uzun Hikaye'nin de Taşra konusunda düşüncelerini merak ediyorum. Öyle geniş bir alana dağılmış dostların, değişik fikirlerini duymak güzel bir şey.

Kategori:

Re: Taşra ve Edebiyat

İçeriden haber vermiş olayım. Yakında kitabı da geliyor bu sempozyumun. Smile


Re: Taşra ve Edebiyat

Dergide de, Mesut Varlık, sempozyumdaki konuşmaların birkaç aya kadar kitap olarak yayınlanacağından söz ediyor.


Re: Taşra ve Edebiyat

Dergiyi okuyamadım, süreci takip etme şansım oldu. Güzel çalışma olacak gibi görünüyor.


Re: Taşra ve Edebiyat

Abdullah Ataşçı ve Necati Mert'in yazılarını okudum. Yorumlarını sonra yapsam daha iyi olur belki.

Geçmişte Nurdan Gürbilek'in Taşra Sıkıntısı adlı denemesi, bu konuda okuduğum en etkileyici metindi. Bunun yanında Tanıl Bora'nın Taşraya Bakmak adlı derlemesi, taşra ile ilgili düşündürücü yazıların iyi bir toplamıydı. Kitapta, Gürbilek'ten sonra, en özgün ve etkileyici bulduğum, Tuncay birkan'ın "Taşraya Hiç Bahar Gelmez Mi?" adlı denemesiydi.


Re: Taşra ve Edebiyat

taşra hakkında birkaç yalan, yanlış

taşrada her şey, en çok da zaman ağır bir döngüyle ilerler.

geçmişi koruyanı, bozulmayanı, doğalı, içerir, simgeler

her yanda, herkeste sıkışmışlık, bastırılmış duygular, bunalım hakimdir.

mevsim hep sonbahardır. Etrafı her zaman pus, gri bir sis kaplamıştır. karlar çok yavaş erir, bir gün karların nasıl eriyip gittiği fark edilmeden, ağaçların dibindeki sarı, kırmızı, gri, kahverengi(hiçbir zaman yeşil olmayan)yapraklar görülür.

sokaklar hep dardır. o dar sokakların bazıları çıkmazdır. yanlarında her yanını toz, örümcek ağları bürümüş ahşap viranelikler sıralanmıştır.

köpekler hep ya gri, ya bozdur, kuyrukları ya bacaklarının arasında, ya da kesiktir, yanlarından geçen kediye havlamayacak kadar içkin, tembel, uyuzdurlar.

sürecek


Re: Taşra ve Edebiyat

Benim taşram Ankara'ydı. Onun üzerine küçük küçük yazma denemelerim oldu. Bir türlü bitmedi ama...


Re: Taşra ve Edebiyat

sanırım "taşra" sözcüğüyle en çok örtüştürdüğümüz, bizi sıkan, bizi bağlayan, engelleyen, mahrum bırakan, zorlayan (ve benzeri olumsuz kavramlar) bir mekan. Halbuki, en uçta, mekanların bunda ne kadar az etkisi olduğuna varılıyor.(veya bende öyle)


Re: Taşra ve Edebiyat

Ben doğrudan merkezin dışı/ periferi olarak kullanıyorum taşra'yı. Ankara da İstanbul'un ilk taşrası oluyor ister istemez.


Re: Taşra ve Edebiyat

Burada sanırım her yönüyle bir "olanak" sıralaması söz konusu.


Re: Taşra ve Edebiyat

Daha çok, bir yönetme - yönetilme ilişkisi.


Re: Taşra ve Edebiyat

Biraz açabilir misiniz?

Acaba, "yönetme-yönetilme ilişkisi" tanımından kasıt, yöneten merkez-bölge-yer mi? Bu yönetilende etki kültürel ve sosyal yaşam üzerinde mı?

Böyleyse, "emir kulu", "birisinin emri altında çalışma zorunluluğu" bir çeşit insanın taşrası mı?


Re: Taşra ve Edebiyat

Mutlak Töz blogundaki şu metinden bir alıntı:

""
Heimweh (=”yurt özlemi” ya da “sıla hasreti”) kaybedilen ya da bir şekilde terk edilmiş olan içeri’nin özlemiyken, fernweh (=”uzak özlemi”) ait olunan, kök salınan yerden uzaklaşma, başka bir yerde olma arzusu ile dışarı’nın özlemi olarak beliriyor. İçeri-dışarı, yakın-uzak, içkin-aşkın vs. kavram çiftlerine ulaşıyoruz böylelikle yine. Bunlarsa bize ev, evde-olmak, evsizlik bahsini getiriyor. Bu noktada ev ile yol, bura ile ora arasındaki indirgenemez farkı hesaba katmak gerek. İçeri ile dışarıyı ayrımlaştıran fark oyunu (“diffèrance”) düşünüldüğünde, kapı ve eşik imgelerine ulaşacağızdır. İçeride kalana dışarıyı, dışarıya çıkana ya da dışarıya düşmüş olana (türkçede “gurbete ne zaman düştün?” diye sorulur mesela) içeriyi düşündüren, özleten aralık/sınır cizgisi.

Bu anlamda “geçit ve sınır çizgisi olarak kapı“nın varlığı, içeriyi dışarıya, dışarıyı da içeriye bir özleme ve dolayısıyla bir arzuya dönüştürmektedir. İnsan, içerinin ve dışarının iki-aradalığındadır! Derridacı anlamda kapı‘nın “en son apori” olması belki bu bağlamda yorumlanabilir. Böyle ise, uzak‘ın bir arzu nesnesi olarak anlaşılmasına kapı açmış oluruz.

Taşrayı somut bir mekân olarak kabul ettiğimiz zaman, benim gibi İstanbul'da doğmuş ve hep burada yaşamış birinin taşrası neresidir?


Re: Taşra ve Edebiyat

Dergide şuna benzer bir cümle var; "istanbul'un bir sokağı merkezse, yanındaki sokak taşradır" (Hangi yazıda geçtiğini bulamadım.)

Dışarısı-içerisi bağlamında, "eşik", "eşikten adımını atmak", insanı değiştiriyor. Eşiğin ev tarafındaki insanla, "dışarısı" tarafındaki insan aynı değil.


Re: Taşra ve Edebiyat

Saray (aristokrasi) merkez ve onun dışındaki her yer taşradır (periferi) benim için. Elbette dosyada ele alındığını tahmin ettiğim biçimiyle taşralılık zaman içinde (özellikle de edebiyatta) bir ruh durumuna dönüşmüştür. Yönetici bir ailenin uzaktaki, hiç görmeyeceği tebası olma durumunun bütün Türkiye olarak bizim zihnimizden silinmiş olduğunu söylemek de güç olacaktır.

Bu anlamda, Sürücü'ye katılıyorum, İstanbul'un taşrası yine kendisi, arka sokakları olacaktır. Ötekilik rejiminin eski dildeki karşılığı gibi işler taşra.