Dosya boyutuyla ilgili sorun forum altyapısından değil barındırma hizmetini aldığımız şirketten kaynaklandığı için çözülmesi biraz uzun sürebilir. Bu konuda forum kullanıcılarının hoş görüsüne sığınıyoruz.
eren tarafından Kas 24th, 2008 günü 23:54 sularında gönderildi.
Susuz Yaz, 1960’ da yazılmış; ancak öyküye konu olan olayın 1947’de başladığını okuyoruz. Öyküde tarih verilmesi, öykünün geçtiği yerin ad belirtilerek bazı ayrıntılarla tarif edilmesi, öykü içinde zamana denk düşen bazı olayların bildirilmesi (örn, demokrat partinin iktidara geçimesi) gerçekçi bir dille yazılan öyküyü iyice gerçek kılıyor. Düzçizgisel zamanda ilerleyen öykü olay üzerine kurulmuş. Hatta olay o kadar öne çıkarılmış ki olayı doğrudan ilgilendirmeyen konularda bilgi verilmiyor. Öykü kişilerinin özellikleri bile olayın ihtiyaç duyduğu kadarıyla verilmiş.
Çevre betimlemesi ile başlayan öykünün başında suyun akışına dair verilen ayrıntılar ve bazı betimlemeler, öyküde suyun can yakıcı, keskin bir konu olacağını işaret ediyor:
""
Urla’nın Bademler köyünün kuzeyinde, Ovacık’tan İzmir-Seferihisar şosesine kadar, hafif dalgalarla uzanan toprakları sulayan üç dereden ikisi, yaz ayları gelince kurur, kalın kumlu, çakıllı yataklarıyla kuraklıktan gün günden yanan, kavrulan ovanın yüzüne atılmış iki eski ustura izi gibi kalır.
İlk betimlemeler köy yaşamının akışını da anlatır gibidir. Su havuza dolar, oradan yettiği kadar diğer bahçelere, bostanlara verilir, tekrar dolar ve tekrar… İçe kapalı, kendi yağıyla kavrulan, sakin, rutin, kanaatkar bir yaşam tanımlanır genel olarak. Ve Kocabaş’lar yeni bir havuz yapıp suyu kendi havuzlarına çevirene kadar da bu böyle devam eder.
""
“Ama 947 yazında Kocabaş’lar, kendi bahçelerinde yeni bir havuz yaptırdılar. Sıvası kurutulduğu günün gecesi, suyu, yatağından kendi havuzlarına çevirdiler. O geceden sonra olanlar unutulmadı. “
""
“ Hasan Kocabaş, o gece kolay kolay uyuyamadı.”
Öyküdeki gerilim, önceden hissedilmekle beraber bu noktada yüksek bir doza ulaşıyor, hatta “o gece” vurgusu, hemen o gece olaylar olacağı beklentisine sokuyor okuru ama Hasan’ın uykusuzluğu dışında herhangi bir olay olmuyor. Heyecan biraz sekteye uğruyor. Havuz yapımı önceden başlamış ve bitmiştir, bütün gerilimin suyun bağlandığı gece yaşanması bana biraz garip geldi. Benim bildiğim, köylüler, havuz inşaatında sorun çıkarmalıydılar, en azından bir sataşma falan olmuş mudur? Suyun kesileceği günü beklemek o ana kadar hiç bir şey yapmamış, dememiş olmak köylüler açısından mümkün müdür?
Ve neden daha önce yeten bağ , bahçe Hasan’a birden yetmez olmuştur, zengin olma hevesine kapılmıştır, geceleri uyuyamama pahasına?
Bundan sonra olaylar o kadar canlı devam ediyor ki, yanı başınızda olmuş bir olayı dinler gibi merakla okuyorsunuz öyküyü. Kocabaş’ların Hasan, daha çok ürün yetiştirip, onları köyün dışında pazarlayıp, zengin olmaya heves ediyor, bostan yeri açıp kendi toprağından çıkan suyu da kendi havuzunda toplayıp yetiştirdiği, zeytin, şeftali, kayısı fidelerini oradan sulamak istiyor. Köylünün vereceği tepkiden çekiniyor ama suyun kendi malı olduğundan kuşku duymadığı için de köylüyle karşı karşıya gelmeyi göze alıyor. Kardeşi Osman’ın tutumu çok net değil aslında, arada kalmış gibidir, bu yüzden de köyde gördüğü tepkiden sonra gelip havuzdaki suyu çeviriyor o yana; ama sorulduğunda ağabeyinden yana çıkıyor.
Bu güne dek suyun mülkiyeti kimin olduğuna bakılmadan, hiç öyle bir soru akla gelmeden sulama yapıldığı için, karşı tarafta haklı olduğundan emin. Mahkemeye gidilir, ilçedeki tek avukatı tutar Hasan, mülk onundur, kazanır davayı. Dava hukuk açısından bitmiştir; ancak ortada, okuyucunun aklını karıştıran bir soru kalmış olabilir:
Biz kime hak vereceğiz? Yasalar önünde haklılığını kanıtlamış ve hiçbir yasa dışı yola sapmamış, su sahibi Hasan’a mı, yoksa öteden beri suyu ortak kullanmaya alışmış, suyun birinin mülkiyetinde olduğunu bir türlü kabul etmek istemeyen, anlayamayan, eğer su alamazsa, emekleriyle beraber ekip diktiği her şeyin de heba olacağını bilen Veli Sarı’ya mı? Veli Sarı, gidip suyu Hasan’ın önerdiği gibi kendi toprağında mı aramalıdır, yoksa davasına devam mı etmelidir?
Burada biraz da mülkiyet biçimi tartışılıyor gibidir. 40’lı, 50’li yıllara bakarsak, bireysel anlamda belki bir çok insanın da kişisel mülkiyet mi, toplumsal mülkiyet mi sorusunu tartıştığı, kapitalist, emperyalist- sosyalist bloklaşmanın hız kazandığı bir dönemdir.
Anlatılanlardan, yargının, güvenilmez, ikiyüzlü olduğunu, keyfi davrandığını anlıyoruz. Bu nedenle zaten güvenilmez duruyor oradakiler için, ayrıca gene onlar (veli sarı,,..) haklı çıkacaklarından o kadar eminler ki haksız çıkarıldıkları taktirde, zaten inanmayacaklardır.. Bu nedenle sonuna kadar gideceklerini belirtirler ama, temyize gitme veya bununla ilgili başka bir soru, sorun,direnç görmüyoruz, ta ki Hasan’ın köpeğinin öldürülmesine kadar. Köpeğin öldürülüşü planlanmış gibi değildir ama olayların devamı bunun üzerinden gelişir (yada kolaylaşır). Köpeğin yokluğu, bahçeye girmeyi kolaylaştırır ve ardından Veli Sarı’nın ölümü gelir.
Hasan, ilk davasını kazanmıştır, belki de bunun verdiği güvenle, kendine yeni hedefler edinmiştir kim bilir? Belki de, daha Veli Sarı’yı kimin vurduğunu, vuracağını bilmeden konuyu kafasında kurmuştur. Su’dan sonra Baharı’ da elde etmenin yolunu böyle bulmuştur, kim bilir?
Dava süreci, Osman’ın suçu kabul etmesi, Bahar’ın durumu kabullenişi son derece normal, olağan seyrinde gider, her şey çabucak olur biter. Bu süreçte, Hasan, biraz değişmiştir, daha akıllıdır, öyle geceler boyu düşünüp uykusuz kalmaz olayları çözmek için. Kolay,akılcı yollarla halleder her işi. Uzun zamandır, geceleri tek düşündüğü Bahar’dır, Bahar’ın kalçaları, göğüsleridir.
Osman’ın hapse girmesinden sonra köy, köyde olup bitenler hakkında bize bilgi vermiyor öykü. Konu kapanmış mıdır? Artık olay tamamen, Bahar, Hasan, Osman arasında geçiyor, su davası bitmiş, başka bir dava başlamıştır. Osman’ın cezaevine girişi gibi, sözde ölümü de çabucak kabul edilip benimsenir. En şaşırtıcı olan Bahar’ın tavrıdır. Hiçbir araştırmaya, itiraza yönelmez, onca sevdiği kocasının ölümü konusunda. Sonra, en başından beri güvenmediği ve sevmediği adama teslim olur. Bahar’ın hemen teslim olması yadırgatıcı geliyor. Neden, başka bir yol aramamıştır da, sevmediği hatta nefret ettiği adama teslim olmuştur hem de hemen? Gerçekten başka bir yolu yok mudur? Başından beri sağlam duran, güçlü,kuvvetli, aşık kadına pek yakışan bir tutum değilmiş gibi… Neyse ki öykünün sonunda farklılaşıyor.
Hasan’ın Osman’la ilişkisini, tıpkı diğerleri ile olduğu gibi, güçlü /iktidar olanla olmayanın ilişkisi olarak yorumlamak mümkün.
Öyküde özellikle belirtilen tarih, öykü içinde demokrat partinin geçmesi, anlatılan hikaye, ülkenin sosyo-ekonomik, siyasal gerçeklerine denk düşmekte midir sorusunu akla getiriyor. Bu açıdan baktığımızda o dönemlerde ülkede olup bitenlerle öyküde olup bitenler arsında ilginç parallellikler var.
!947 de Türkiye tek partili dönemdedir, ilçede tek avukat vardır. Türkiye Cumhuriyeti,yeni dünya düzenini ayak uydurma çabası ile özellikle ABD ile sıkı bir dostluk ilşkisiyle, ikili anlaşmalar yaparak dışarıya bağımlılığını artırdığı bir döneme giriyor. 1947' de IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Aynı yıl ABd'den 500 milyon dolar borç istiyor ama ikiyüzmilyon dolar alabiliyor. Bu Hasan'ın havuzunu doldurduktan sonra ortak havuza akıttığı kıt suya benziyor. Gene !950'li yılların başında Nato’ya girmek için Kore'ye asker gönderiyor.. Kore'de kendinin olmayan bir savaşta binlerce Türk askeri ölüyor, kayboluoyor, gazi oluyor. Tıpkı Osman'ın işlemediği bir suçtan yatması gibi...
Halkın bel bağladığı Demokrat parti gelince af çıkıyor, bu Osman için çok umut verici gibi görünse de yalnızca eski sorunlarını büyütmeye yarıyor; eve döndüğünde hem çok sevdiği Baharı, hem ağabeyini kaybedip iki çocukla yalnız kalıyor. Belki de ömrü boyunca işlemediği cinayet için yatacaktır.
Nurten Öztürk tarafından Kas 25th, 2008 günü 19:21 sularında gönderildi.
Nurten'e ayrıntılı incelemesi için teşekkürler. Öykü uzunca olduğundan ben de üzerinde düşünmeyi kolaşlaştırabilmek için kendim için bir özet çıkardım. Özette yer yer yorumlarım da var ama onları ayrı tutmaya gayret ettim. Öncelikle bu özeti aktarayım, daha sonra hem Nurten'in soruları hem de benim aklıma takılanlar üzerinden tartışmaya çalışayım (bu tartışma işini başka bir mesajda yapmayı planlıyorum).
Susuz Yaz
I.
Tekebaşında yazın iyice kuraklaşan toprakların tek su kaynağı Kocabaşlar'ın küçük zeytinliğinin eteğinden kaynayan pazu kalınlığında bir su damarıdır. Kocabaşlar 1947 senesine kadar köylünün iyi kötü anlaşarak paylaştığı bu su kaynağını kendilerinin olduğu iddiasıyla çevirirler ve kendilerine ait bir havuza akıtmaya başlarlar.
II.
Hasan Kocabaş kardeşi Osman ve onun nikahsız eşi Bahar'la birlikte iki bölmeli bir damda yaşamaktadır. Hasan'ın eşi altı ay önce doğum sırasında ölmüştür. O öldüğünden beri eli kadın eline değmemiş olan Hasan cinsel tatmine ulaşamadığı için kardeşiyle eşinin yan bölmeden duyulan sevişmelerine kulaklarını tıkayamaz, zamanla Bahar'ı kendi sevgilisi/ eşi olarak hayal etmeye başlar. Hasan'ı geceleri uykusuz birakan bir başka neden de kendi havuzlarına çevirdikleri su kaynağından gelen sestir. O su sayesinde daha verimli bir bahçeye sahip olmayı uman Hasan birkaç yıl sonra pazara götürülecek yük yük kayısıların, şeftelilerin hayaline dalmaktadır. Bununla birlikte kendi havuzuna çevirdiği suyu önceki yıllarda kullanan köylülerin kendisine karşı değişen tavrından bu su meselesi yüzünden çıkacak tartışmalar da kafasını meşgul etmektedir Hasan'ın.
III.
Veli Sarı akşam suyun sesinin kesildiğini fark edip öfkelenir. Sabah ortak havuzun başına geldiğinde suyun ancak bir karış kadar yükseldiğini görür. Önce Hüseyin Şengül'le karşılaşır. Sonra onlara Ethem'le Musa katılır. Dördü konuşmalarında köyün ahengini Hasan'ın bozduğu sonucuna varırlar. Konuşmada Osman'ın adı geçmez. Bunun üzerine dört kişi Hasan Kocabaş'ın evine giderler. Orada suyun kime ait olduğuyla ilgili sert bir tartışma yaşanır. Hasan suyun kendi bahçesinden çıktığı için kendisine ait olduğunu söyler. Diğer köylüleri temsilen Veli suyun öteden beri hep ortak havuzu doldurmak için kullanıldığını, Hasan suyu bırakmazsa kendi bahçelerinin kuruyacağını söyler. Restleşip ayrılırlar.
Tartışmanın sonucundan mutsuz olan Veli ve arkadaşları durumu muhtara ve ihtiyar heyetine anlatırlar. Muhtar ve ihtiyar heyeti onları haklı bulur. Su düzeninin öteden beri nasılsa şimdi de öyle devam etmesi gerektiğini savunur. Bunun üzerine Veli ve arkadaşları yanlarında muhtar, köy ihtiyar heyetinden iki üye ve köy bekçisiyle birlikte tekrar Kocabaşlar'ın bahçesine giderler. Muhtarın söylediklerine de Veli'nin söylediklerine verdiği karşılığı veren Hasan Kocabaş konunun muhtarı ilgilendirmediğini, Veli ve arkadaşlarının haklarını almak istiyorlarsa mahkemeye gitmelerini söyler.
IV.
Veli ve arkadaşları tartışmanın ertesi gün Urla'ya gidip bir davavekiline başvurarak ona Hasan Kocabaş'ın umuma ait suyun yönünü değiştirerek kendilerini zarara uğrattığı yönünde bir dilekçe yazdırırlar. Bu işe kırk yılını vermiş davavekili mahkemenin nasıl sonuçlanacağını kestiremese de müşterileri elinden kaçırmamak için davayı üstlenir. Ona göre Veli ve arkadaşları için bu davada tek hak ölçüsü vardı: Suya olan ihtiyaçları.
""
Cumalı bu bölümde avukatlık deneyimini kullanıyor. Bu paragraflardan yazarın konu üzerine söylemek istediği çok söz olduğu anlaşılıyor. Öykünün bu bölümünde davavekilinin ağzından kendi düşüncelerini paylaşmasını da buna bağlamak gerektiğini düşünüyorum.
Veli ve arkadaşlarının perişan halini gören hakim dilekçedeki tedbir kararını verip dava süresince suyun eskiden olduğu gibi ortak havuza aktarılmasına karar verir. Bunun üzerinde ertesi gün Urla'ya giden Hasan Kocabaş ilçenin tek avukatına başvurarak suyun tapulu malı olduğunu anlatır. Davayı üstlenen avukat mahkemenin tedbir kararına itiraz için bir dilekçe hazırlar. Bir hafta sonra mahkeme kurulu anlaşmazlığı yerinde incelemek için geldiğinde suyun Kocabaşlar'ın malı olduğuna karar verir. Yapılan incelemede köylülerin bölük pörçük paylaşmış olduğu tarlaların Kurtuluş Savaşı'ndan önce bir Rum'a ait olduğunu havuzun da onun tarafından yaptırıldığı anlaşılır.
""
Burada Kurtuluş Savaşı sonrasında gerçekleştirilen mübadelelere yönelik bir eleştiri de seziyorum. İnsanların topraklarından edilmesi, onlardan kalan toprakların başkaları tarafından paylaşılması, vb.
Mahkeme kararının uygulanması üzerine ağustosun ilk haftası sonunda Veli ve arkadaşlarının tarlaları kurumaya yüz tutar, yeni açılan fasulye, patlıcan çiçekleri kurur.
V.
Ağustos ortasına doğru komşuların çocukları bakkala öteberi almaya giden Osman'a taşla saldırırlar. Husumet çocuklara kadar yayılmıştır. "Ovada kış yaz, gündüzleri büyük havuza akan suyun sesi artık duyulmuyordu. Komşuların husumeti, bu sesin yokluğunun yarattığı boşluk içinde pusuya sinmiş, gittikçe büyüyerek öç alacağı günü bekliyordu." Bakkala gidip dönerken köylülerin gösterdiği tepkiyle karşılaşan Osman komşuların bahçelerinin haline üzülüp bahçeye döndüğünde suyun yönünü ortak havuza doğru çevirir. Ancak su kimseye yetecek gibi değildir. Bu, sadece komşuların Osman'ı iyi Hasan'ı kötü bellemelerine yardımcı olur. Osman'ın suyu ortak havuza akıttığını gören abisi Osman'ı Bahar'ın önünde küçültmek ve kendi gücünü göstermek için yüklendikçe yüklenir. Hasan'la Osman ilk büyük kavgalarını yaparlar. Gözleri önünde bahçeleri kuruyan köylünün sabrı tükenmiştir. Veli, sırası geldiğinde, Hasan'ın ona yaptığını aynen Hasan'a yapıp bahçesini kurutmayı kafasına koyar.
VI.
Güzle birlikte başlayan yağmurlar anlaşmazlığı unutturur. Ocak başında bir gün yanında köpeğiyle oduna giden Veli, Kocabaş'ların erkek köpeğinin kendi dişi köpeğinin peşine takıldığını görür. Bir kuytuda köpeği öldürür. Gün boyu köpeklerini arayan Kocabaşlar namlı köpeklerini bulamazlar. Ertesi gün köpeğin leşini bulduklarında Hasan bunun "düşmanlarının" işi olduğunu anlar. Yeni bir köpek bulup dama alıştırana kadar geceleri damı nöbetleşe beklemeye karar verirler. Bu nöbetler boyunca Osman ilk nöbetten sonra iç bölmede Bahar'la sevişirken Hasan önce Osman'ın tuttuğu savsak nöbetin tedirginliğinden sonra da onların sevişmelerinin sesinden sabahlara kadar uykusuz kalır. Dördüncü gece nöbetinde uyuyakalan Hasan uyandığında iki kişinin aşılıkları budamakta olduğunu fark eder. Silahlarına sarılıp bu işi yapanların peşine takılırlar. Çıkan çatışmada Veli Sarı ölür. İkinci kişinin kim olduğu konusunda kimse bir şey söylemez. Köye jandarma ve savcı gelir. Soruşturma sırasında Veli'yi Hasan'ın kullandığı Gra'dan çıkan kurşunun öldürdüğü anlaşılsa da Hasan Gra'yı kendisinin kullandığını söylemez. Osman da abisini bu şekilde ele vermek istemez. Onun Gra'yı kendisinin kullandığını söylemesini bekler.
VII.
"Bunu düşününce soluğu kesiliyordu. Kimseye güveni yoktu onun! Hayatında güven duygusu nedir bilmemişti. Bahar Osman'a tutkun! Elbette ki çifte Osman'ın elindeydi der, onu ele verir! Osman, sabahtan beri boş yere mi susuyor? Ah ülen nankör, ah ülen hayırsız! Sen çalış çabala, kardeşim de, malına ortak et, o ağzını açıp, ağa sen meraklanma demesin!"
""
Yazarın bu noktadaki müdahalesinden de daha önce Hasan'la ilgili yaptığı değerlendirmelerden de Hasan'a karşı tarafsız olamadığını düşünüyorum. Her adımını çıkar hesabıyla ve bencilce atan, içinde "iyi" namına hiçbir şey taşımayan bir adam olarak çizilmiş Hasan. Metin Erksan'ın senaryolaştırıp yönettiği filmde iki kardeşin adları değiştirilmiş olduğundan filmde Erol Taş'ın canlandırdığı karakterin adı Osman. Necati Cumalı'nın çizdiği bu tiplemeyi Yeşilçam tarihinde en iyi canlandıracak kahramanın Erol Taş olduğu tartışma götürmez herhalde
Tutuklanan abi kadeş hapiste mahkumların söylediklerini düşünürler gece boyu. Hasan bir yolunu bulup suçu Osman'ın üstüne yıkmaya kararlıdır. Günün sabahında Osman'ı bir köşeye çekip onun suçu üstlenmesinin daha uygun olacağını, eğer suçu üstlenirse Bahar'a, doğacak çocuğuna iyi bakacağını sıkıntı yüzü göstermeyeceğine söz verir. Osman teklifi kabul eder.
VIII.
Osman, hapishaneye ziyarete gelen Bahar'ı ifadesinin kendi ifadeleriyle tutması için ikna eder. Yargılama kısa sürer ve Osman'ın 9 yıl hapsine karar verilir. Avukat masrafından kaçınmak isteyen Hasan, Osman'ın cezasının daha da indirilebilmesi için Yargıtay'a gidilmesine yanaşmaz. Avukat şaşırıp ayrılır.
IX.
Bahar'la Hasan köye dönerler. Bahar'ı gördüğü andan itibaren Hasan Osman'a verdiği sözü unutmuş gibidir. İçinde bir heyecandır canlanır. Akşam yatmadan önce Bahar iç odanın kapısının ardına bir dayak yerleştirir. Hasan bozulur. Sonraki günlerde Bahar'a karşı arzuyla karışık bir hınç duymaya başlar. Osman'ı ilk ziyaretlerinden sonraki gece karar verir: "Bahar'ı yumuşatacak, güvenini kazanacaktı önce, sonra da Bahar'a gösterdiği güvensizliği ödetecekti..." Sekizinci ayın sonunda Bahar "Hasan ağa, sen evlensen iyi olur!" der.
X.
Hasan kahvede zeytin bakım memurunu beklerken kulağına okunan bir haber çalınır. Isparta Cezaevi'nde Osman adında bir hükümlü şişlenerek öldürülmüştür. Kendisi de aylardır kardeşine para gönderdiği, mektup yazdığı halde haber alamadığı yalanını söyler. Bunun üzerine kahvede Hasan'ın kardeşi Osman'ın İzmir Cezaevi'nden Denizli Cezaevi'ne oradan da Isparta'ya nakledildiği, orada da şişlenerek öldürüldüğü haberi yayılır. Bunun üzerine Bahar yenik düşer, teslim olur. Hasan arzusuna kavuşmuş Bahar'la aynı yatağa girmiştir.
XI.
Ağasından haber alamayan Osman, Hasan'ın Bahar'a yan gözle baktığından kuşkulanmaya başlar. İçi içine sığmaz.
XII.
Hasan o yıl Ekim başlarında Osman'ın hapisten arkadaşı Süleyman'ı görür. Süleyman çıkmış, Osman'ın iyi olduğunu ama parasızlık çektiğini söylemiştir. Bu karşışlaşma Hasan'ın keyfini kaçırır. Neredeyse Osman'ın öldüğüne kendisi bile inanmıştır. Seçimden sonra çıkan afla birlikte Osman'ın cezası üçte iki oranında azaltılır. 1951 yılının ilk ayı içinde hapisten çıkan Osman mahkum arkadaşlarının aralarında topladığı parayı alıp eve doğru yola koyulur.
""
""
"Bahar'a en küçük bir hınç, en küçük bir kırgınlık yoktu içinde. Bahar'ın elinde para yoktu ki göndersin! Bahar'ın okuması yazması yoktu ki mektup yazsın! Bahar'ın gideceği yeri yoktu ki kaçsın, ağasının elinden kurtulsun!"
Necati Cumalı'nın bütün öykülerinde olduğu gibi burada da kadına dönük sevgi dolu bir yaklaşım var. Ağasına o kadar hınçlanan Osman Bahar'a karşı çok yumuşak, çok anlayışlı olabiliyor. Her şeyi silip atmıyor bir anda.
Osman bahçede önce Bahar'la karşılaşır. Bahar "Seni bana öldü dediler! Seni hapiste öldürdüler dediler." diyerek duruma açıklama getirmeye ve Osman'ı silahlı abisinin üstüne gitmekten vazgeçirmeye çalışır. Osman'ın geldiğini gören Hasan silahını çekip onu durdurmaya çalışır. Hasan'ın silahı ateşler, ama Osman'ı ıskalar, ikinci kez sıkmaya vakit bulamadan Bahar'ın elindeki çiftenin kurşunuyla yüzükoyun yere devrilir.
eren tarafından Kas 25th, 2008 günü 21:52 sularında gönderildi.
Ve neden daha önce yeten bağ , bahçe Hasan’a birden yetmez olmuştur, zengin olma hevesine kapılmıştır, geceleri uyuyamama pahasına?
Bu oldukça güzel bir soru aslında. Bütün bu olayların başlamasına bu neden oluyor. Öyküde bu konuda verilen bir yanıt var: Osman kız kaçırınca bahçenin geliri 3 kişiye ve ileride doğacak çocuklara yetmeyecektir. Bu Hasan'ın yaptığı "akılcı" açıklamadır. Ancak bu, Hasan'ın başkalarının sefaleti uğruna zengin olma hayalini açıklamaz. Bunu yazarın Hasan'a karşı tarafsız olamamasına, onu tek boyutlu bir "kötü" olarak çizmesine bağlıyorum ben (özette de bu konuya değinmeye çalışmıştım). Yanlış bilmiyorsam öykü yaşanmış bir hikâyeye dayanıyor ve Necati Cumalı öykülerinde görmeye alışık olmadığımız kadar tek boyutlu bir insanı gerçek hayatta görüyoruz belki de. Onun bencilliği, hırsları, kimseyi sevememesi yeni ortaya çıkmış şeyler olamaz, ama bu konuda da bilgilendirilmediğimiz için bütün değişim bir gecede yaşanıyormuş gibi hissetmemize neden oluyor sanırım.
""
En şaşırtıcı olan Bahar’ın tavrıdır. Hiçbir araştırmaya, itiraza yönelmez, onca sevdiği kocasının ölümü konusunda. Sonra, en başından beri güvenmediği ve sevmediği adama teslim olur. Bahar’ın hemen teslim olması yadırgatıcı geliyor. Neden, başka bir yol aramamıştır da, sevmediği hatta nefret ettiği adama teslim olmuştur hem de hemen? Gerçekten başka bir yolu yok mudur? Başından beri sağlam duran, güçlü,kuvvetli, aşık kadına pek yakışan bir tutum değilmiş gibi… Neyse ki öykünün sonunda farklılaşıyor.
Bahar'ın başka şansı olduğunu sanmıyorum. Evden kaçmış bir kadının (artık arızalı olduğu için) babasının evine dönemeyeceği kuralının neredeyse kanun hükmünde değer gördüğü bir döneminden söz ediyoruz ülkemizin. Belki tek başına olsa bir yerlere kaçacak, ama cebinde parasının olmadığı düşünülürse kucağında çocuğuyla fazla bir seçenek kalmıyor ona. Yaşadığı köy kendi köyü de değil üstelik. Bunu normalleştirmeye çalışmıyorum elbette, ama o dönem için bunun böyle gerçekleşmiş olması bana tuhaf gelmiyor.
eren tarafından Kas 25th, 2008 günü 22:03 sularında gönderildi.
Ben de eren'e güzel özeti için teşekkür ediyorum. Özet çıkarmak zor bir iş ve az da olsa yorum içeriyor çoğu zaman bana göre.
Susuz yaz'la ilgili muhtemelen daha önce yazılmış yazılar vardır ama ben bulamadım, bulan,bilen varsa bizimle onları da paylaşırsa sevinirim.
Nurten Öztürk tarafından Kas 26th, 2008 günü 22:20 sularında gönderildi.
Nurten öykü üzerine öyle geniş bir inceleme sunmuş ki bana söyleyecek söz bırakmamış. Öykü hakkında aklıma takılan ne varsa nurten dile getirmiş. Bunların içinde öyküyü bitirdiğimde beni en huzursuz eden öykünün bitmemiş yarım ya da eksik kaldığını düşünmemem sebep olan kısmı yinelemeden geçemeyeceğim.
Öyküyü okumaya başladığımda kaskatı kesildim. Okumayı bırkıp evin içinde dolandım dolandım sonra tekrar okumaya oturdum. Bir iki kez tekrarlandı bu durum. Bazen hepimize olur ya; öyle etkileniriz ki okuduğumuz şeyden okumaya devam edemeyiz. Hatta Barış'a "Konu öyle güçlü ki sanki konu kendini zorla yazdırmış. Bu olayın yazılmaması mümkün olamazdı, Cumalı olmasa başka biri bunu mutlaka yazardı," dedim. Derken öykü içinde ilerlemeye devam ettim ama öykü ilerledikçe benim çarpılıp kalmama sebep olan o konu yerini Osman-Bahar-Hasan üçgeninde kitlendi. Önce nasılsa gelecek yaz yeniden su yüzünden bir gerilim çıkacak ve öykünün ağırlığı yeniden bu susuzluğa va yaşam kavgasına dönüşecek, hayatta kalma güdüsünün ne denli güçlü olduğunda düğümlenecek derken kaç yaz geçti ama bir daha su sorunu konuşulmadı. Veli Sarı'nın ölümü köylüyü korkuttu ve geri adım attılar desem hiç gerçekçi olmaz, çünkü zaten susuzluk köylü için bir hayatta kalma mücadelesidir. Hadi diyelim o yazdan sonra zaten yağmurlar iyiydi de su sıkıntısı olmadı. Ama bununla ilgili de bir açıklama yok öyküde. O yaz yaşanan su sıkıntısının birden unutulması öykünün aslında iki farklı öykü olması gerektiğini düşündürüyor bana ve malesef kendi adıma daha güçlü olan kısmının yani su ile ilgili olan kısmının yarım kaldığını düşünüyorum..
nurten aksakal tarafından Kas 27th, 2008 günü 19:50 sularında gönderildi.
Büyük bir zevkle okuduğum; hevesle, hakkında yazmak istediğim ama arkadaşların kafamdakileri yazıya döktüğü bir zamanlamayla bari öykünün filme çekilmiş olduğu (bilmeyen yoktur sanırım) bilgisini paylaşayım. Merak edenler için :Susuz Yaz
Cihan Başbuğ tarafından Kas 28th, 2008 günü 0:55 sularında gönderildi.
Büyük bir zevkle okuduğum; hevesle, hakkında yazmak istediğim ama arkadaşların kafamdakileri yazıya döktüğü bir zamanlamayla bari öykünün filme çekilmiş olduğu (bilmeyen yoktur sanırım) bilgisini paylaşayım. Merak edenler için :Susuz Yaz
Ben aslında tartışma yeni başlıyor gibi hissediyorum. Mesela herkes Necati Cumalı'nın Hasan'a (ağabey) taraflı yaklaştığında, onu kötü göstermeye çalıştığı konusunda (karakterin tek boyutlu oluşunda) hemfikir mi? Ya da Baharı'ın Osman'ın ölüm haberini aldıktan sonraki davranış biçimi konusunda bir konsensüs var mı?
Madem film bahsi açıldı, ben de filmin geçtiğimiz aylarda Nuri Bilge Ceylan'ın Üç Maymun'la En İyi Yönetmen ödülü aldığı Cannes Film Festivali'nde "Klasik Filmler" bölümünde gösterildiğini anımsatayım. Buna bir de Susuz Yaz'ın uluslararası başarıya ulaşmış Türkiye yapımı ilk film olduğunu eklemek şart (1964, Berlin Film Festivali, Altın Ayı). Üstelik hayli ilginç bir hikâyesi var bunun: Nebil Özgentürk'ün kaleminden "Pornografik Susuz Yaz!".
eren tarafından Kas 28th, 2008 günü 1:17 sularında gönderildi.
Ben tartışmanın yeni başladığı konusunda eren'e katılıyorum. Örneğin, aşağıdaki sorunun net bir yanıtı var mı?
""
Bu güne dek suyun mülkiyeti kimin olduğuna bakılmadan, hiç öyle bir soru akla gelmeden sulama yapıldığı için, karşı tarafta haklı olduğundan emin. Mahkemeye gidilir, ilçedeki tek avukatı tutar Hasan, mülk onundur, kazanır davayı. Dava hukuk açısından bitmiştir; ancak ortada, okuyucunun aklını karıştıran bir soru kalmış olabilir:
Biz kime hak vereceğiz? Yasalar önünde haklılığını kanıtlamış ve hiçbir yasa dışı yola sapmamış, su sahibi Hasan’a mı, yoksa öteden beri suyu ortak kullanmaya alışmış, suyun birinin mülkiyetinde olduğunu bir türlü kabul etmek istemeyen, anlayamayan, eğer su alamazsa, emekleriyle beraber ekip diktiği her şeyin de heba olacağını bilen Veli Sarı’ya mı? Veli Sarı, gidip suyu Hasan’ın önerdiği gibi kendi toprağında mı aramalıdır, yoksa davasına devam mı etmelidir?
Nurten Öztürk tarafından Kas 28th, 2008 günü 22:58 sularında gönderildi.
Necati Cumalı'nın davavekilinin ağzından öyküye müdahale ettiğini, kendi düşüncelerini açıklamaya koyulduğunu savunmuştum özetteki yorumumda. Bu konuyu biraz daha açmak istiyorum.
Veli ve arkadaşları Urla'da bir dava vekili bulup davayı üstlenmesini isterler. Öncelikle bilmeyenler için dava vekilinin ne olduğunu, bildiğim kadarıyla, açıklayayım: Yeterli sayıda avukatın bulunmadığı yerlerde vatandaşlara hukuki konularda danışmanlık eden ve onlar adına dava üstlenme yetkisine sahip insanlara dava vekili deniyor. Internet'te yaptığım kısa aramada da bundan daha ayrıntılı bilgiye ulaşamadım henüz. Nasıl bir eğitim şartı arandığını vb. bilemiyorum.
Öyküye geri dönelim. Veli ve arkadaşlarının davavekiline olanları anlattığı bölümü tanrı anlatıcıdan dinliyoruz:
""
Davavekilinin kırk yıla yaklaşan bir meslek hayatı vardı. Hiçbir davaya olur ya da olmaz diyemiyordu artık. Kanunlar, yüksek mahkemelerin kararları ne yolda olursa olsun, deneyleri her davada mahkemeden çıkacak kararı önceden kimsenin kestiremeyeceğine inandırmıştı kendisini. Türlü anlayışta hâkimler görmüştü. Bilgili bilgisiz, duygularına kapılan kapılmayan hâkimler görmüştü. Hattâ bir dediği bir dediğini tutmayan, günü gününe uymayan, delilleri kanının ısındığına başka, gözünün tutmadığına başka türlü yorumlayan, uygulayan hâkimler görmüştü.
Veli ile arkadaşlarının anlattıklarını dinledi. Köylülerin mantığına uygun konuşmayı doğru buldu. anlatılanlara hak verdi. Biliyordu ki, ortada kaçınılmaz bir dava konusu vardı. Kendisi "olmaz, kazanamazsınız" diyecek olsa, Veli ile arkadaşları başka bir davavekilinin kapısını çalacaklar, mutlaka bu davayı açacaklardı. Onlar için bu davada tek hak ölçüsü vardı. Sonunda bu dava kaybedilecek bile olsa, köylüler haklı bulduklarına inanmaktan vazgeçmeyecekler, kabahati hâkime ya da başka bir sebebe yükleyeceklerdi.
Avukat değilim, hukukî konularda da bilgim genel kültürün ötesine gitmez, bu nedenle hukuk ve dava konusunda söylediklerim ahkâm kesmek sınıfına girebilir, uyarmadı demeyin
Veli ve arkadaşlarının başvurduğu dava vekili ile Hasan'ın başvurduğu avukat arasında bir karşıtlık kurulduğunu düşünüyorum. Bu soru, daha önce Nurten'in de sorduğu bir soru etrafında şekilleniyor. Şöyle soruyordu Nurten: "Dava hukuk açısından bitmiştir; ancak ortada, okuyucunun aklını karıştıran bir soru kalmış olabilir: Biz kime hak vereceğiz?" Dava vekili ile avukat arasındaki karşıtlığın işin insanî yönüyle teknik yönünü karşılaştırmak için kurulduğunu düşünüyorum. Kanunî açıdan, dava vekilinin yaptığı bütün o spekülatif değerlendirmelere rağmen, cevap basittir: su, kimin toprağından çıkıyorsa ona aittir. İnsanî açıdansa bu teknik cevabın karmaşıklaştırdığı bir durum çıkar ortaya. İşin teknik tarafı muhtarın, ihtiyar heyetinin, köylülerin büyük çoğunluğunun yaptığı değerlendirmeyi umursamaz görünür. Oysa hukuk (herkesten önce hukukçuların kabul edeceğini sanıyorum) yalnızca teknik bir mesele değildir (o nedenle "kanunî" ile "hukukî" her zaman aynı anlama gelmez). Burada, tekniğin geleneği yıkmasıyla karşı karşıyayız diye düşünüyorum. Gelenek ve görenekler tarafından tanımlanmış düzen, tekniğin (burada hukuk) yardımıyla yıklımakta ve yerine yeni bir düzen kurulmaktadır. Feodal ilişkiler ağının yırtılıp, yerini, geleneğin bakış açısından ahlâksız görünen yeni bir düzene bırakmasına tanık oluruz. Pek çok başka örneğin yanısıra Yaşar Kemal'in pek çok romanında ve Akira Kurosawa'nın filmlerinde bu temayla sık sık karşılaşırız. Yeri gelmişken, o ünlü cümleyi bir kez daha anmakta yarar var: "O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler." O güzel insanlar, o güzel atlara binip giderken geriye insana uymayan, insanı ve emek gücünü metalaştıran bir düzen bırakırlar. "Susuz Yaz"da yaşanan olayları başlatan Hasan'ın birden bire zenginlik sevdasına düşmesi ve hırsla kendisi için koyduğu hedefe doğru ulaşmaya çalışması değil, bu yeni "teknik" düzenin son derece insani bu soruna insani bir cevap verememesidir, kanımca. Necati Cumalı, bunu bir kardeş kavgası (modern bir "Hâbil ile Kâbil" yorumu) biçiminde betimleyerek çapraşıklığı net biçimde görünür hale getirmiştir.
Sorunu böyle ortaya koyunca kime hak vereceğimiz sorusu oldukça tâli bir noktada kalsa da cevaplanması zor bir soru değil bence. Ben, Necati Cumalı'nın da istediği gibi, tekniğin o biçimine karşı insanlığa hak veriyorum. Ortak bir sorun ortak bir çözüme kavuşturulmadığı sürece kimse için çözülmemiştir. O ortak çözüm, Hasan'ın hırslarını doyurmanın bir yolunu bulamıyorsa (diyelim, imece usûlü başka su kaynaklarının bulunup susuzluk çeken diğer köylülerin hizmetine sunulması, herkes için daha mutlu olduğu son) pekâlâ Hasan'ı hırslarıyla baş başa bırakmayı (ve su kaynağını eskiden olduğu gibi paylaşmayı) önerebilir.
eren tarafından Kas 29th, 2008 günü 17:15 sularında gönderildi.
Susuz Yaz üzerine konuşmak kadar , filmin başına gelenleri, filmin akıbetini konuşmak da gerekiyor sanırım... Bu kadar sorun yaşayan, unutulan bir filmi tekrardan çekmek bir yönetmenin aklına gelse ve biz de mutlu olsak...
Yukarıda yapılan tartışmalar ışığında; Hasan tipinin "düz" bir tip olduğuna katılmıyorum. Ya da bizim onu yaşamayan, cansız bir tip olarak algıladığımızı sanmıyorum. Hasan, herkesin yakından tanıdığı tipler kadar kötü ve tipik bir Cumalı karakteri kadar gerçek.
Bahar'ın da -tam olarak eren'in dediği gibi- baba evinden bir daha dönmemek üzere ayrılmış olmanın verdiği buruklukla olaylara tepkisiz kaldığını düşünüyorum.
Cihan Başbuğ tarafından Ara 1st, 2008 günü 14:06 sularında gönderildi.
Sanırım ben de, hayli gecikmiş yorumumu, yukarıdaki notlarla da paslaşacak biçimde, farklı iletiler olarak göndereceğim foruma.
Ancak, öncelikle şunu söylemek zorunda sayıyorum kendimi. Bu öykü altında Nurten ve Cihan'ın da yaptığı gibi, neredeyse bütün başlıklar altında, ilk yorumdan sonra söz alan arkadaşların, kendilerinden önceki iletinin geriye söylenecek söz bırakmadığı konusunda hemfikir olduklarına tanık oluyoruz.
Bunun hem sakıncalı bir hem de yanlış bir düşünüş biçimi olduğunu öne sürüyorum. Sakıncalı, çünkü yeni bir şeylerin ortaya çıkmasını engelliyor bu düşünüş. Genelde bütün örgün eğitimimiz boyunca bilinçaltımıza işlenen "çobanı izle" öğretisinin bir uzantısı olarak görüyorum bunu (Burada kastım kişilere değil, tavrın yolaçabileceği olası sonuçlara elbette, yoksa söz alınması bile bir çabanın içinde olunduğunu gösteriyor kullanıcılarımız için). Bu düşünüş biçimi aynı zamanda yanlış, çünkü hiçkimsenin düşüncesi bir başkanınkisiyle özdeş olamaz. Sonuçta aynı kapıya çıktığını düşünsek bile, onu dile getiriş biçimimiz farklı kılar bizdeki düşünceyi. Zaten zenginlik de, yepyeni ateşler yakacak kıvılcılmlar da bu küçük farklardan gelir.
Bu sebeplerle kullanıcılarımıza öykülere yorum yazarken, üstteki iletiye "den den" koymamalarını, "ben de öyle düşünmüştüm"ün edilgenleştirici etkisi altında yitmemelerini ısrarla öneriyorum. Bu konuda pratik önlemler de alınabilir. Örneğin, henüz kendi yorumumuzu yazmadan önceki yorumları okumayabiliriz. Belki de, kendi yorumumuzu bilgisayarımızda bir word dosyasına yazdıktan sonra diğer yorumları okuyup, metnimize çeşitli katkılar, paslaşmalar, çatışmalar ekleyebiliriz. Bu tür pratik çözümleri, "n" tane kullanıcı sayısı için "n" tane çoğaltabiliriz de (Gerçekten bilimsel denklemler de değişken sayısı neden hep "n" ile ifade edilir merak ettim şimdi ).
Öykü yorumu yine başka bahara kaldı. Esenlikler diliyorum.
Barış Acar tarafından Ara 1st, 2008 günü 14:15 sularında gönderildi.
Estetikte en güzel diye bir kategori yoktur. Yine de yerleşik alışkanlıklar bizi zaman zaman "en"li tanımlamalar yapmaya iter. Böylesi pratikte bir çok sorunu göz ardı ettiğinden, söylenecek söze ulaşmamızı kolaylaştırır. Ben de terinden de olsa bu kolaylıktan yararlanacağım şimdi.
Susuz Yaz, Necati Cumalı'nın en iyi öyküsü değil. Cumalı'nın hatırınızda kalan öykülerini sıralayın deseler, çok çok sonra hatırlardım herhalde bu öyküyü. Ay Büyürken Uyuyamam'ın, Yalnız Kadın'ın öykülerinden sıra Susuz Yaz'a zor gelirdi.
Bir öyküden çok, bir kısa roman olarak duyuyorum Susuz Yaz'ı. Belki de geliştirilmemiş, geliştirilmeyi bekleyen bir roman.
Bunun sebepleri çeşitli. Öncelikle bir çok alt öykü, öykücük barındırıyor içinde Susuz Yaz. Bahar'ın ailesinden kaçmasının öyküsü, Osman'la Bahar'ın aşkının öyküsü, Hasan'ın ölen karısının öyküsü, Veli Sarı'nın öyküsü (onun yanında Ethem'in, Musa'nın, Hüseyin'in öyküleri), dava vekilinin öyküsü... Sadece kişilerin öyküleri değil, abisiyle Osman'ın fundalığı temizlemelerinin öyküsü, sığırtmaç çocukların öyküsü, hapishane öyküleri... İlle de hepsi de anlatılsın diye bir şart yok elbet. Ancak yine de Cumalı'nın diğer öykülerine bakıldığında çok daha fazla detay verdiğini, o öyküleri de anlatmak için müthiş bir istek duyduğunu biliyoruz. Susuz Yaz'da doğa bile diğer Cumalı öykülerinin yanında (Karşıki Tarla'yı, Göz Açmak'ı düşünelim) eksik anlatılmış gibi.
Bu anlamda Nurten'in ve Eren'in değindiği gibi, karakterlerin eksikli anltıldığını düşünüyorum ben de. Ama yalnızca Hasan'ın değil, tüm karakterlerde aynı eksiklik duygusunu yaşıyorum. Cumalı insan anlatmayı çok severken bu öyküde durum anlatmayı öne almış (Tanrının Kırlarında'da olduğu gibi) görünüyor. Bu da karakterleri hızlı geçmesine, okuyucuya tanış kılmamasına, yaşarlıklarının azalmasına neden olmuş.
Bu konuda son olarak, Veli Sarı'nın öyküsünü gerçekten çok merak ettiğimi söyleyebilirim.
Metnin içine girersek:
""
Tekebaşı'ndan pazu kalınlığında çıkar dediğimiz suyun hızı, yaz ilerledikçe diner. Su, temmuz ortalarında bilek kalınlığına iner, ağustosun çıktığı günlerde ise neredeyse parmak kadar kalır.
Buradaki doğanın antropomorfik yorumu çok başarılı. Doğaya özgü en basit durumlar bile insan ölçek alınarak hesap ediliyor.
""
Hasan, iç bölmeyi Osman'la Bahar'a verdi. Kendi yatağını, bekarlığında Osman'ın yattığı, kapıdan yana bölmeye taşıdı.
Bu kısım suyun bölüşümüyle ilgili kısımla paralellik taşıyor diye düşünüyorum. Odaların bölüşümü nasıl gereklilikler temel alınarak yapılıyorsa (ve aslında Hasan'ın bunda da gözü varsa) su bölüşümü için de aynı şey geçerli. Yaşamın kendisin dayattığı zorunlulukları görmezden geliyor Hasan, onun doğal akışına müdahale ediyor.
"Orta malı" olan havuz ve bunu yaptıran Rum'la ilgili kısma gelecek olursak. Eren'in saptamasının burada önemli olduğunu düşünüyorum. Sorun mülkiyetle ilgili bir dava iken, bize hınzır bir şekilde o mülkün aslında başka birine ait olduğunu göstererek önemli bir vurgu yapıyor Cumalı. Gizliden, tarihsel bir saptama yapıyor: O su aslında kimsenin malı değil, yalnızca siz yanında yöresinde dolanıp onun üzerinde hak iddia ediyorsunuz, ama bilmiyorsunuz ki, siz gideceksini su kalacak burada, diyor.
Buradan mülkiyetle ilgili başka bir soruna değinecek olursak, çok emin değilim ama benim bildiğim günümüzde sulama amaçlı da olsa bütün yer altı suları devlete aittir. Kişisel kullanımını ve mülkiyeti yasaktır. Belki o zamanlar kanun değişikti. Ama buradan çıkarak sorunun en makul çözümüne ulaşılabileceğini de düşünüyorum (bu sayede Veli'yi de, Hasan'ı da, Osman'la Bahar'ın kör talihini de kurtarabilirdik). Burada sorumlu devlettir. Çünkü insanlara suyu getirmek için kurulmuş bir organizasyon olarak yapması gerekeni yapmamıştır. İnsanlardan vergi alıyorsa, onları onlar adına yönetiyorsa, Adalet Ağaoğlu'nun Yüksek Gerilimi'ndeki kanaletlerden bu yöremize de birkaç hat çekmekle görevli ve bu sorunun kökünden çözülmesinden de birinci dereceden sorumludur. Oysa yine Cumalı'nın müthiş isabetli bir seçimle isim vererek vurguladığı gibi, Demokrat Parti iktidarı sorunu bu şekilde çözmek yerine, kardeşin kardeşi vurmasına göz yummuştur (Bu noktadaki Habil Kabil meselesine vurgu yaptığı için Eren'e teşekkür ediyorum. Keza Cumalı dinsel mitolojiyle çok yakından ilgileniyor öykülerinde.).
""
Osman, büyük havuzun üst başından geçen yoldan köye doğru ilerlediği sırada, oralarda dolaşan sığırtmaç çocukları gördü. Çocuklardan biri yerden bir taş aldı. Yayılan hayvanlara fırlatıyormuş gibi, Osman'a doğru savurdu.
Buradaki saptama, mülkiyet olgusu sonucunda insanın nasıl insanlıktan çıkabileceğinin ve herhangi bir hayvana dönüşeceğini göstermesi açısından çok önemli sayıyorum.
""
Durmadan kendisine hakim bey diyen Hasan'ın yanlışını savcı düzeltmek zorunda kaldı:
- Ben Savcıyım. Mahkemeye çıkınca hakim bey dersin...
Yukarıda değindiğim gibi karakterlerin tek yanlı çizilmelerinin yanında çok başarılı saptamaları var Cumalı'nın. Örneğin Osman'ın Veli Sarı'nın ölünün başında jandarmalarla konuşurken tutulup kalması, Hasan'ın cinayetini kendi kendine üstlenmesi gerektiğini düşünmesi... Bahar'ın artık kapının arkasına dayak sürmemesi... Ama bunun yanında Hasan için öyküde sadece bir cümleyle anılan;
kısmı hiçbir şekilde altı dolmayan bir anlatım. Bunun gerekçelerini ve sürecini bilmediğimiz için okuyucu olarak sadece buyruk biçiminde kabul etmek kalyor bize.
Bunun dışında öykünün sonuç kısmının çok hızlı bağlandığını düşünüyorum. Hani bilmesem, film senaryosu için yazılmış diyeceğim öyküye. O kadar seri ve aksiyona dayalı gelişiyor ki, etkisini hissedemiyorsunuz. Sadece içiniz acıyor, sonra kirp diye kesiliyor öykü.
Bize de Cumalı'ya teşekkürler etmek kalıyor geriye.
Barış Acar tarafından Ara 1st, 2008 günü 18:48 sularında gönderildi.
nurten öztürk şöyle yazdı:
Ben tartışmanın yeni başladığı konusunda eren'e katılıyorum. Örneğin, aşağıdaki sorunun net bir yanıtı var mı?
""
Bu güne dek suyun mülkiyeti kimin olduğuna bakılmadan, hiç öyle bir soru akla gelmeden sulama yapıldığı için, karşı tarafta haklı olduğundan emin. Mahkemeye gidilir, ilçedeki tek avukatı tutar Hasan, mülk onundur, kazanır davayı. Dava hukuk açısından bitmiştir; ancak ortada, okuyucunun aklını karıştıran bir soru kalmış olabilir:
Biz kime hak vereceğiz? Yasalar önünde haklılığını kanıtlamış ve hiçbir yasa dışı yola sapmamış, su sahibi Hasan’a mı, yoksa öteden beri suyu ortak kullanmaya alışmış, suyun birinin mülkiyetinde olduğunu bir türlü kabul etmek istemeyen, anlayamayan, eğer su alamazsa, emekleriyle beraber ekip diktiği her şeyin de heba olacağını bilen Veli Sarı’ya mı? Veli Sarı, gidip suyu Hasan’ın önerdiği gibi kendi toprağında mı aramalıdır, yoksa davasına devam mı etmelidir?
Eren bu konuya şöyle bir yorum getirmiş:
""
Sorunu böyle ortaya koyunca kime hak vereceğimiz sorusu oldukça tâli bir noktada kalsa da cevaplanması zor bir soru değil bence. Ben, Necati Cumalı'nın da istediği gibi, tekniğin o biçimine karşı insanlığa hak veriyorum. Ortak bir sorun ortak bir çözüme kavuşturulmadığı sürece kimse için çözülmemiştir. O ortak çözüm, Hasan'ın hırslarını doyurmanın bir yolunu bulamıyorsa (diyelim, imece usûlü başka su kaynaklarının bulunup susuzluk çeken diğer köylülerin hizmetine sunulması, herkes için daha mutlu olduğu son) pekâlâ Hasan'ı hırslarıyla baş başa bırakmayı (ve su kaynağını eskiden olduğu gibi paylaşmayı) önerebilir.
Yukarıdaki iletimde buna kendi adıma cevap vermeye çalıştığımı düşünüyorum. Bence bu sorun sosyolojik anlamda kişi-kişi ilişkisi düzeyinden çıkıp, kişi-toplum ilişkisi düzeyine yükselmiştir. Dolayısıyla çözümü, tarafların birbirlerine müsamaha göstermelerinde değil (ki öyküde böylesi bir tavır içinde olan Osman'ın akıbetinin nice olduğuna hepimiz şahit oluyoruz), toplumsal bir çözüm yolunun aranmasında buluyorum. Şöyle ki;
""
Burada sorumlu devlettir. Çünkü insanlara suyu getirmek için kurulmuş bir organizasyon olarak yapması gerekeni yapmamıştır. İnsanlardan vergi alıyorsa, onları onlar adına yönetiyorsa, Adalet Ağaoğlu'nun Yüksek Gerilimi'ndeki kanaletlerden bu yöremize de birkaç hat çekmekle görevli ve bu sorunun kökünden çözülmesinden de birinci dereceden sorumludur. Oysa yine Cumalı'nın müthiş isabetli bir seçimle isim vererek vurguladığı gibi, Demokrat Parti iktidarı sorunu bu şekilde çözmek yerine, kardeşin kardeşi vurmasına göz yummuştur.
Barış Acar tarafından Ara 1st, 2008 günü 18:58 sularında gönderildi.
Barış yazdı;
Bir öyküden çok, bir kısa roman olarak duyuyorum Susuz Yaz'ı. Belki de geliştirilmemiş, geliştirilmeyi bekleyen bir roman.
Susuz yaz'ın bir roman projesi olabileceği fikrine ben de katılıyorum. Sanki Cumalı buna daha uzun soluklu bir anlatı olacakmış gibi başlamış, karakterleri ve olayı sakince kurgulamış ama neden sonra olaylarda bir ivedilik göstermiş, sanki bir an önce bitirmek istemiş gibi...
nurten aksakal tarafından Ara 3rd, 2008 günü 0:48 sularında gönderildi.
Filmi izleyeli uzun zaman oldu, o nedenle pek çok şeyi unutmuşum. Ancak Susuz Yaz filmiyle ilgili şu adresteki yazıdan, senaryoda öyküdeki boşlukların doldurulduğuna ilişkin bir izlenim edindim. Film bildiğim kadarıyla yalnızca VCD formatında bulunuyor. Belki tartışmayı senaryoyu da içerecek biçimde genişletmenin vakti gelmiştir. Ne dersiniz?
eren tarafından Ara 4th, 2008 günü 16:29 sularında gönderildi.
Filmi ben de seyretmedim ama eren'in de bahsettiği gibi, film zaman zaman değişikliklere uğrayarak( belki bu söz fazla abartı olur) ya da farklı yorumlanarak öyküyle farklılaşmalar yaratmış. Zaten filme çekilen her eserin başına gelen de bu değil mi? Üniversitede öğrenciyken, Diğerleri ( The Others, başrolünde Nicole Kidman'ın oynadığı) filmi gösteriliyordu ve bir Hocamız: "Filmin roman halinde tamamen katolik dini eğitim, savaş zamanı insanların dini eğilimlerindeki artış vb anlatılmış" demişti. Yani din eleştirisi( katolik bakış açısı) üzerine kurulu bir eser tamamen gerilim üzerine kurulan bambaşka bir türe dönüşmemiş mi? Keşke Susuz Yaz'ı izleyebilsek de üzerine konuşabilsek...
Cihan Başbuğ tarafından Ara 4th, 2008 günü 17:42 sularında gönderildi.
Barış yazdı;
Bir öyküden çok, bir kısa roman olarak duyuyorum Susuz Yaz'ı. Belki de geliştirilmemiş, geliştirilmeyi bekleyen bir roman.
Susuz yaz'ın bir roman projesi olabileceği fikrine ben de katılıyorum.
Ben de aynı duyguyu yaşadım Susuz Yaz'ı okurken:Uzatılmamış kısa bir roman. Cumalı, Öykü diye başlamış, öykü kalsın diye de, önüne çıkan dalı budamış, deyim yerindeyse sakat bırakmış romanı.
Tabi bütün bunlar bir yana, sırf Osmanı ve Osman'la direk ilişkili olayları da anlatmak istemiş olabilir. Eren'in dediği gibi Osmanı kötü çizmiş, yazın dünyasının Erol Taş'ı olmaya aday Osman, Osman'ı yazmak için yazmış gibi.
Yada canı böyle istemiştir, düz bir çizgide bir olay, adı ne olursa o olsun.
Nurten Öztürk tarafından Ara 5th, 2008 günü 14:38 sularında gönderildi.
Bir avukat olan Necati Cumalı'nın öyküye müdahalesini davanın kanunen haklı tarafını temsil eden ilçenin tek avukatının ağzından değil de daha mutevazı bir konumdaki davavekilinin ağzından yapmasını ilginç bulmuştum. Lâkin geçen zaman içerisinde konuyla ilgili kalem oynatmaya vakit bulamadım. Cumalı'nın bu tavrını neye yormak gerek sizce?
eren tarafından Ara 8th, 2008 günü 23:13 sularında gönderildi.
Eren yazdı;
Bir avukat olan Necati Cumalı'nın öyküye müdahalesini davanın kanunen haklı tarafını temsil eden ilçenin tek avukatının ağzından değil de daha mutevazı bir konumdaki davavekilinin ağzından yapmasını ilginç bulmuştum. Lâkin geçen zaman içerisinde konuyla ilgili kalem oynatmaya vakit bulamadım. Cumalı'nın bu tavrını neye yormak gerek sizce?
Cumalı avukatların halk arasında "adı üstünde, bir işe avu katan adam" olarak nitelendirilmesinden dolayı pek güvenilir kimseler olarak görülmediğini düşünerek olayın hukuk önünde kimden yana tavır alacağını daha güvenilir birine söyletmek istemiş olabilir belkide....
nurten aksakal tarafından Ara 12th, 2008 günü 17:48 sularında gönderildi.
Eren sordu:
Bir avukat olan Necati Cumalı'nın öyküye müdahalesini davanın kanunen haklı tarafını temsil eden ilçenin tek avukatının ağzından değil de daha mutevazı bir konumdaki davavekilinin ağzından yapmasını ilginç bulmuştum. Lâkin geçen zaman içerisinde konuyla ilgili kalem oynatmaya vakit bulamadım. Cumalı'nın bu tavrını neye yormak gerek sizce?
Bana daha çok bir rastlantıymış gibi geliyor buradaki seçim ya da sıralama olarak köylünün ilk önce davavekiline ulaşacak olmasının yarattığı bir tercih. Bunun dışında belirgin bir tercih olup olmadığına çok emin değilim. Varsa da Nurten'in yorumu akla yakın. Cumalı kendini kurumdan çok insana yakın duyduğu için yapıyor olmalı bu tercihi.
Senaryoyla ilgili Eren'in verdiği linke ancak bakabildim (link). Murat Çelenligil'in "ikinci çevrim"le neyi kast ettiğini anlamadım. İlk başta bahsettiği Otobüs Yolcuları senaryosunu Vedat Türkali'nin yazdığı bambaşka bir film.
Senaryoyla ilgili asıl konuşma ise, kanımca, filmin gösterimden sonra başlayacak diye umuyorum (Ee, Cannes'daki kadar olmasa da bizim de kendimizce olanaklarımız var. Yakında bir organizasyon yaparız bunun için. Duyanlar davetlimizdir.).
Barış Acar tarafından Ara 14th, 2008 günü 11:32 sularında gönderildi.
Klasik yeşilçam filmidir bu film. Severim. Öykünün Necati Cumalının olduğunu bilmiyordum. Bugün bir şey ifade ediyormu orada anlatılanlar bunu sormalıyız bence? Bence etmiyor. Artık öyle bir dünya yok. Zaten köylü bile kalmadı artık memlekette. Dolayısıyla böyle bir senaryonun yeniden filme çekilebileceğini düşünemiyorum. Abikardeş aynı kadına aşık, tarlayı sulamaya su yok, o zaman kalkıp İstanbula yerleş, taşı toğrapı altın, sen de sebeplenirsin elbet. Ya da evde internet bağlıdır artık, Sims'ten bir boru hattı döşetirsin tarlana olur biter.
İğneci tarafından Ara 23rd, 2008 günü 11:19 sularında gönderildi.
Cümlenin içerdiği anlamla ilgilenemiyorum eğer yazım yanlışı varsa, arada bir gözden kaçıyor, yazım yanlışlarına takılmayayım diyorum ama olmuyor.
İğneci dedi ki:
Klasik yeşilçam filmidir bu film. Severim. Öykünün Necati Cumalının olduğunu bilmiyordum. Bugün bir şey ifade ediyormu orada anlatılanlar bunu sormalıyız bence? Bence etmiyor. Artık öyle bir dünya yok. Zaten köylü bile kalmadı artık memlekette. Dolayısıyla böyle bir senaryonun yeniden filme çekilebileceğini düşünemiyorum. Abikardeş aynı kadına aşık, tarlayı sulamaya su yok, o zaman kalkıp İstanbula yerleş, taşı toğrapı altın, sen de sebeplenirsin elbet. Ya da evde internet bağlıdır artık, Sims'ten bir boru hattı döşetirsin tarlana olur biter
Bugün bir şey ifade ediyor mu, orada anlatılanlar bunu sormalıyız demiş İğneci, zaten köylü bile kalmadı artık memlekette diye de eklemiş. Cumalı yaşadığı döneme tanıklık etmiş. Şimdi o dönemin tarih olması anlatılanların değerini, önemini azaltır mı? Günümüzde kentleşme ve onun getirdiği sorunlarla boğuşan insanların yaşadıklarını konu edinen öykülerden daha az önemli değil. Tanığı olduğu zamanı görmezden gelip mütemadiyen köy öyküleri yazan birinin yazdıkları eleştirilebilir belki.
İğneci yaşanılmışı yok sayalım mı diyor? Sanki hiç olmamış gibi... İğneci'nin düşüncesinden hareket etsek bile, yani, köy yaşamının tamamen ortadan kalktığını varsaysak, mesela bir yetmiş yıl sonrakı insanlar için ne çok önem kazanır bu öyküler, romanlar, filmler...
Biz tarihi tarih kitaplarından değil mitolojiden, masallardan, romanlardan vs öğrenmiyoru muyuz?
elif cinar tarafından Ara 24th, 2008 günü 1:03 sularında gönderildi.
Susuz Yazı büyük bir istekle izledim. Öykünün verdiği inandırıcılığı, gerçekliği ne yazık ki filmde hiç mi hiç bulamadım. Filmde karakterler Necati Cumalı'da olduğu gibi gerçek değil. Hepsi "düz" tipler. İyiler çok iyi, kötüler çok kötü. Özellikle Hasan, öyküde böyle çizilmemişti. Tamam kötü bir karakterdi ama zaman zaman onun da insanca yanlarını, isteklerini, merhametini görmek mümkündü öyküde. Amam filmde öyle mi?..
Filmde yer alan ama öyküde olmayan "köyün delisi" tiplemesi, filmde o kadar fazla ki neredeyse Bahar'dan çok görüyoruz bu karakteri. Elinde gulyabaniye benzer bir sırık-kukla durmadan köyün ve filmin içinde geziniyor. Bir de bu "köyün delisi" kıza Hasan'ın tecavüzü var filmde. Öyküde ise bu tip bir tecavüz geçmiyor.
Dönemim seks filmi furyasından mıdır nedir, Bahar'la Bayram'ın sevişme sahneleri o kadar basit,fazla gösteriliyor ki neredeyse "erotik film" katogorisinde diyebileceğiz bu filme...
Filmi izlerken hep aklımdan bu film tekrardan çekilse diye düşündüm durdum. Aslında filmle ilgili daha yazacak çok şey var... Diğer izleyenlerin de yorumlarından sonra bu konuyu daha da açabiliriz.
Cihan Başbuğ tarafından Oca 5th, 2009 günü 15:38 sularında gönderildi.
Cihan'ın izlediği 1974 çekimi olan Susuz Yaz. İlginçtir hiçbir fim veritabanında bu çekime ait bilgi bulunmuyor. Genellikle 1963 yılında Metin Erksan'ın çektiği Susuz Yaz'ın bilgilerine ulaşıyoruz. Onun da kopyasına ulaşmak çok zor. Film geçen senelerde Cannes'da yeniden gösterildi ama anladığım kadarıyla Türkiye'de ne DVD ne de başka bir formatta yeniden basımı yapıldı.
Barış Acar tarafından Oca 5th, 2009 günü 18:21 sularında gönderildi.
Susuz Yaz Filmi' nin Türkiye ve Dünya televizyon yayın hakları ile DVD-VCD hakları satışa sunulmaktadır. Yayın haklarının ticari amaçlı kullanımı için, aşağıdaki form aracılığıyla veya adresine email göndererek bize ulaşabilirsiniz. (Kaynak)
eren tarafından Oca 7th, 2009 günü 18:52 sularında gönderildi.
Re: Susuz Yaz
Dosya boyutuyla ilgili sorun forum altyapısından değil barındırma hizmetini aldığımız şirketten kaynaklandığı için çözülmesi biraz uzun sürebilir. Bu konuda forum kullanıcılarının hoş görüsüne sığınıyoruz.
Re: Susuz Yaz
Susuz Yaz, 1960’ da yazılmış; ancak öyküye konu olan olayın 1947’de başladığını okuyoruz. Öyküde tarih verilmesi, öykünün geçtiği yerin ad belirtilerek bazı ayrıntılarla tarif edilmesi, öykü içinde zamana denk düşen bazı olayların bildirilmesi (örn, demokrat partinin iktidara geçimesi) gerçekçi bir dille yazılan öyküyü iyice gerçek kılıyor. Düzçizgisel zamanda ilerleyen öykü olay üzerine kurulmuş. Hatta olay o kadar öne çıkarılmış ki olayı doğrudan ilgilendirmeyen konularda bilgi verilmiyor. Öykü kişilerinin özellikleri bile olayın ihtiyaç duyduğu kadarıyla verilmiş.
Çevre betimlemesi ile başlayan öykünün başında suyun akışına dair verilen ayrıntılar ve bazı betimlemeler, öyküde suyun can yakıcı, keskin bir konu olacağını işaret ediyor:
İlk betimlemeler köy yaşamının akışını da anlatır gibidir. Su havuza dolar, oradan yettiği kadar diğer bahçelere, bostanlara verilir, tekrar dolar ve tekrar… İçe kapalı, kendi yağıyla kavrulan, sakin, rutin, kanaatkar bir yaşam tanımlanır genel olarak. Ve Kocabaş’lar yeni bir havuz yapıp suyu kendi havuzlarına çevirene kadar da bu böyle devam eder.
Öyküdeki gerilim, önceden hissedilmekle beraber bu noktada yüksek bir doza ulaşıyor, hatta “o gece” vurgusu, hemen o gece olaylar olacağı beklentisine sokuyor okuru ama Hasan’ın uykusuzluğu dışında herhangi bir olay olmuyor. Heyecan biraz sekteye uğruyor. Havuz yapımı önceden başlamış ve bitmiştir, bütün gerilimin suyun bağlandığı gece yaşanması bana biraz garip geldi. Benim bildiğim, köylüler, havuz inşaatında sorun çıkarmalıydılar, en azından bir sataşma falan olmuş mudur? Suyun kesileceği günü beklemek o ana kadar hiç bir şey yapmamış, dememiş olmak köylüler açısından mümkün müdür?
Ve neden daha önce yeten bağ , bahçe Hasan’a birden yetmez olmuştur, zengin olma hevesine kapılmıştır, geceleri uyuyamama pahasına?
Bundan sonra olaylar o kadar canlı devam ediyor ki, yanı başınızda olmuş bir olayı dinler gibi merakla okuyorsunuz öyküyü. Kocabaş’ların Hasan, daha çok ürün yetiştirip, onları köyün dışında pazarlayıp, zengin olmaya heves ediyor, bostan yeri açıp kendi toprağından çıkan suyu da kendi havuzunda toplayıp yetiştirdiği, zeytin, şeftali, kayısı fidelerini oradan sulamak istiyor. Köylünün vereceği tepkiden çekiniyor ama suyun kendi malı olduğundan kuşku duymadığı için de köylüyle karşı karşıya gelmeyi göze alıyor. Kardeşi Osman’ın tutumu çok net değil aslında, arada kalmış gibidir, bu yüzden de köyde gördüğü tepkiden sonra gelip havuzdaki suyu çeviriyor o yana; ama sorulduğunda ağabeyinden yana çıkıyor.
Bu güne dek suyun mülkiyeti kimin olduğuna bakılmadan, hiç öyle bir soru akla gelmeden sulama yapıldığı için, karşı tarafta haklı olduğundan emin. Mahkemeye gidilir, ilçedeki tek avukatı tutar Hasan, mülk onundur, kazanır davayı. Dava hukuk açısından bitmiştir; ancak ortada, okuyucunun aklını karıştıran bir soru kalmış olabilir:
Biz kime hak vereceğiz? Yasalar önünde haklılığını kanıtlamış ve hiçbir yasa dışı yola sapmamış, su sahibi Hasan’a mı, yoksa öteden beri suyu ortak kullanmaya alışmış, suyun birinin mülkiyetinde olduğunu bir türlü kabul etmek istemeyen, anlayamayan, eğer su alamazsa, emekleriyle beraber ekip diktiği her şeyin de heba olacağını bilen Veli Sarı’ya mı? Veli Sarı, gidip suyu Hasan’ın önerdiği gibi kendi toprağında mı aramalıdır, yoksa davasına devam mı etmelidir?
Burada biraz da mülkiyet biçimi tartışılıyor gibidir. 40’lı, 50’li yıllara bakarsak, bireysel anlamda belki bir çok insanın da kişisel mülkiyet mi, toplumsal mülkiyet mi sorusunu tartıştığı, kapitalist, emperyalist- sosyalist bloklaşmanın hız kazandığı bir dönemdir.
Anlatılanlardan, yargının, güvenilmez, ikiyüzlü olduğunu, keyfi davrandığını anlıyoruz. Bu nedenle zaten güvenilmez duruyor oradakiler için, ayrıca gene onlar (veli sarı,,..) haklı çıkacaklarından o kadar eminler ki haksız çıkarıldıkları taktirde, zaten inanmayacaklardır.. Bu nedenle sonuna kadar gideceklerini belirtirler ama, temyize gitme veya bununla ilgili başka bir soru, sorun,direnç görmüyoruz, ta ki Hasan’ın köpeğinin öldürülmesine kadar. Köpeğin öldürülüşü planlanmış gibi değildir ama olayların devamı bunun üzerinden gelişir (yada kolaylaşır). Köpeğin yokluğu, bahçeye girmeyi kolaylaştırır ve ardından Veli Sarı’nın ölümü gelir.
Hasan, ilk davasını kazanmıştır, belki de bunun verdiği güvenle, kendine yeni hedefler edinmiştir kim bilir? Belki de, daha Veli Sarı’yı kimin vurduğunu, vuracağını bilmeden konuyu kafasında kurmuştur. Su’dan sonra Baharı’ da elde etmenin yolunu böyle bulmuştur, kim bilir?
Dava süreci, Osman’ın suçu kabul etmesi, Bahar’ın durumu kabullenişi son derece normal, olağan seyrinde gider, her şey çabucak olur biter. Bu süreçte, Hasan, biraz değişmiştir, daha akıllıdır, öyle geceler boyu düşünüp uykusuz kalmaz olayları çözmek için. Kolay,akılcı yollarla halleder her işi. Uzun zamandır, geceleri tek düşündüğü Bahar’dır, Bahar’ın kalçaları, göğüsleridir.
Osman’ın hapse girmesinden sonra köy, köyde olup bitenler hakkında bize bilgi vermiyor öykü. Konu kapanmış mıdır? Artık olay tamamen, Bahar, Hasan, Osman arasında geçiyor, su davası bitmiş, başka bir dava başlamıştır. Osman’ın cezaevine girişi gibi, sözde ölümü de çabucak kabul edilip benimsenir. En şaşırtıcı olan Bahar’ın tavrıdır. Hiçbir araştırmaya, itiraza yönelmez, onca sevdiği kocasının ölümü konusunda. Sonra, en başından beri güvenmediği ve sevmediği adama teslim olur. Bahar’ın hemen teslim olması yadırgatıcı geliyor. Neden, başka bir yol aramamıştır da, sevmediği hatta nefret ettiği adama teslim olmuştur hem de hemen? Gerçekten başka bir yolu yok mudur? Başından beri sağlam duran, güçlü,kuvvetli, aşık kadına pek yakışan bir tutum değilmiş gibi… Neyse ki öykünün sonunda farklılaşıyor.
Hasan’ın Osman’la ilişkisini, tıpkı diğerleri ile olduğu gibi, güçlü /iktidar olanla olmayanın ilişkisi olarak yorumlamak mümkün.
Öyküde özellikle belirtilen tarih, öykü içinde demokrat partinin geçmesi, anlatılan hikaye, ülkenin sosyo-ekonomik, siyasal gerçeklerine denk düşmekte midir sorusunu akla getiriyor. Bu açıdan baktığımızda o dönemlerde ülkede olup bitenlerle öyküde olup bitenler arsında ilginç parallellikler var.
!947 de Türkiye tek partili dönemdedir, ilçede tek avukat vardır. Türkiye Cumhuriyeti,yeni dünya düzenini ayak uydurma çabası ile özellikle ABD ile sıkı bir dostluk ilşkisiyle, ikili anlaşmalar yaparak dışarıya bağımlılığını artırdığı bir döneme giriyor. 1947' de IMF ve Dünya Bankasına üye oluyor. Aynı yıl ABd'den 500 milyon dolar borç istiyor ama ikiyüzmilyon dolar alabiliyor. Bu Hasan'ın havuzunu doldurduktan sonra ortak havuza akıttığı kıt suya benziyor. Gene !950'li yılların başında Nato’ya girmek için Kore'ye asker gönderiyor.. Kore'de kendinin olmayan bir savaşta binlerce Türk askeri ölüyor, kayboluoyor, gazi oluyor. Tıpkı Osman'ın işlemediği bir suçtan yatması gibi...
Halkın bel bağladığı Demokrat parti gelince af çıkıyor, bu Osman için çok umut verici gibi görünse de yalnızca eski sorunlarını büyütmeye yarıyor; eve döndüğünde hem çok sevdiği Baharı, hem ağabeyini kaybedip iki çocukla yalnız kalıyor. Belki de ömrü boyunca işlemediği cinayet için yatacaktır.
Re: Susuz Yaz
Nurten'e ayrıntılı incelemesi için teşekkürler. Öykü uzunca olduğundan ben de üzerinde düşünmeyi kolaşlaştırabilmek için kendim için bir özet çıkardım. Özette yer yer yorumlarım da var ama onları ayrı tutmaya gayret ettim. Öncelikle bu özeti aktarayım, daha sonra hem Nurten'in soruları hem de benim aklıma takılanlar üzerinden tartışmaya çalışayım (bu tartışma işini başka bir mesajda yapmayı planlıyorum).
Susuz Yaz
I.
Tekebaşında yazın iyice kuraklaşan toprakların tek su kaynağı Kocabaşlar'ın küçük zeytinliğinin eteğinden kaynayan pazu kalınlığında bir su damarıdır. Kocabaşlar 1947 senesine kadar köylünün iyi kötü anlaşarak paylaştığı bu su kaynağını kendilerinin olduğu iddiasıyla çevirirler ve kendilerine ait bir havuza akıtmaya başlarlar.
II.
Hasan Kocabaş kardeşi Osman ve onun nikahsız eşi Bahar'la birlikte iki bölmeli bir damda yaşamaktadır. Hasan'ın eşi altı ay önce doğum sırasında ölmüştür. O öldüğünden beri eli kadın eline değmemiş olan Hasan cinsel tatmine ulaşamadığı için kardeşiyle eşinin yan bölmeden duyulan sevişmelerine kulaklarını tıkayamaz, zamanla Bahar'ı kendi sevgilisi/ eşi olarak hayal etmeye başlar. Hasan'ı geceleri uykusuz birakan bir başka neden de kendi havuzlarına çevirdikleri su kaynağından gelen sestir. O su sayesinde daha verimli bir bahçeye sahip olmayı uman Hasan birkaç yıl sonra pazara götürülecek yük yük kayısıların, şeftelilerin hayaline dalmaktadır. Bununla birlikte kendi havuzuna çevirdiği suyu önceki yıllarda kullanan köylülerin kendisine karşı değişen tavrından bu su meselesi yüzünden çıkacak tartışmalar da kafasını meşgul etmektedir Hasan'ın.
III.
Veli Sarı akşam suyun sesinin kesildiğini fark edip öfkelenir. Sabah ortak havuzun başına geldiğinde suyun ancak bir karış kadar yükseldiğini görür. Önce Hüseyin Şengül'le karşılaşır. Sonra onlara Ethem'le Musa katılır. Dördü konuşmalarında köyün ahengini Hasan'ın bozduğu sonucuna varırlar. Konuşmada Osman'ın adı geçmez. Bunun üzerine dört kişi Hasan Kocabaş'ın evine giderler. Orada suyun kime ait olduğuyla ilgili sert bir tartışma yaşanır. Hasan suyun kendi bahçesinden çıktığı için kendisine ait olduğunu söyler. Diğer köylüleri temsilen Veli suyun öteden beri hep ortak havuzu doldurmak için kullanıldığını, Hasan suyu bırakmazsa kendi bahçelerinin kuruyacağını söyler. Restleşip ayrılırlar.
Tartışmanın sonucundan mutsuz olan Veli ve arkadaşları durumu muhtara ve ihtiyar heyetine anlatırlar. Muhtar ve ihtiyar heyeti onları haklı bulur. Su düzeninin öteden beri nasılsa şimdi de öyle devam etmesi gerektiğini savunur. Bunun üzerine Veli ve arkadaşları yanlarında muhtar, köy ihtiyar heyetinden iki üye ve köy bekçisiyle birlikte tekrar Kocabaşlar'ın bahçesine giderler. Muhtarın söylediklerine de Veli'nin söylediklerine verdiği karşılığı veren Hasan Kocabaş konunun muhtarı ilgilendirmediğini, Veli ve arkadaşlarının haklarını almak istiyorlarsa mahkemeye gitmelerini söyler.
IV.
Veli ve arkadaşları tartışmanın ertesi gün Urla'ya gidip bir davavekiline başvurarak ona Hasan Kocabaş'ın umuma ait suyun yönünü değiştirerek kendilerini zarara uğrattığı yönünde bir dilekçe yazdırırlar. Bu işe kırk yılını vermiş davavekili mahkemenin nasıl sonuçlanacağını kestiremese de müşterileri elinden kaçırmamak için davayı üstlenir. Ona göre Veli ve arkadaşları için bu davada tek hak ölçüsü vardı: Suya olan ihtiyaçları.
Veli ve arkadaşlarının perişan halini gören hakim dilekçedeki tedbir kararını verip dava süresince suyun eskiden olduğu gibi ortak havuza aktarılmasına karar verir. Bunun üzerinde ertesi gün Urla'ya giden Hasan Kocabaş ilçenin tek avukatına başvurarak suyun tapulu malı olduğunu anlatır. Davayı üstlenen avukat mahkemenin tedbir kararına itiraz için bir dilekçe hazırlar. Bir hafta sonra mahkeme kurulu anlaşmazlığı yerinde incelemek için geldiğinde suyun Kocabaşlar'ın malı olduğuna karar verir. Yapılan incelemede köylülerin bölük pörçük paylaşmış olduğu tarlaların Kurtuluş Savaşı'ndan önce bir Rum'a ait olduğunu havuzun da onun tarafından yaptırıldığı anlaşılır.
Mahkeme kararının uygulanması üzerine ağustosun ilk haftası sonunda Veli ve arkadaşlarının tarlaları kurumaya yüz tutar, yeni açılan fasulye, patlıcan çiçekleri kurur.
V.
Ağustos ortasına doğru komşuların çocukları bakkala öteberi almaya giden Osman'a taşla saldırırlar. Husumet çocuklara kadar yayılmıştır. "Ovada kış yaz, gündüzleri büyük havuza akan suyun sesi artık duyulmuyordu. Komşuların husumeti, bu sesin yokluğunun yarattığı boşluk içinde pusuya sinmiş, gittikçe büyüyerek öç alacağı günü bekliyordu." Bakkala gidip dönerken köylülerin gösterdiği tepkiyle karşılaşan Osman komşuların bahçelerinin haline üzülüp bahçeye döndüğünde suyun yönünü ortak havuza doğru çevirir. Ancak su kimseye yetecek gibi değildir. Bu, sadece komşuların Osman'ı iyi Hasan'ı kötü bellemelerine yardımcı olur. Osman'ın suyu ortak havuza akıttığını gören abisi Osman'ı Bahar'ın önünde küçültmek ve kendi gücünü göstermek için yüklendikçe yüklenir. Hasan'la Osman ilk büyük kavgalarını yaparlar. Gözleri önünde bahçeleri kuruyan köylünün sabrı tükenmiştir. Veli, sırası geldiğinde, Hasan'ın ona yaptığını aynen Hasan'a yapıp bahçesini kurutmayı kafasına koyar.
VI.
Güzle birlikte başlayan yağmurlar anlaşmazlığı unutturur. Ocak başında bir gün yanında köpeğiyle oduna giden Veli, Kocabaş'ların erkek köpeğinin kendi dişi köpeğinin peşine takıldığını görür. Bir kuytuda köpeği öldürür. Gün boyu köpeklerini arayan Kocabaşlar namlı köpeklerini bulamazlar. Ertesi gün köpeğin leşini bulduklarında Hasan bunun "düşmanlarının" işi olduğunu anlar. Yeni bir köpek bulup dama alıştırana kadar geceleri damı nöbetleşe beklemeye karar verirler. Bu nöbetler boyunca Osman ilk nöbetten sonra iç bölmede Bahar'la sevişirken Hasan önce Osman'ın tuttuğu savsak nöbetin tedirginliğinden sonra da onların sevişmelerinin sesinden sabahlara kadar uykusuz kalır. Dördüncü gece nöbetinde uyuyakalan Hasan uyandığında iki kişinin aşılıkları budamakta olduğunu fark eder. Silahlarına sarılıp bu işi yapanların peşine takılırlar. Çıkan çatışmada Veli Sarı ölür. İkinci kişinin kim olduğu konusunda kimse bir şey söylemez. Köye jandarma ve savcı gelir. Soruşturma sırasında Veli'yi Hasan'ın kullandığı Gra'dan çıkan kurşunun öldürdüğü anlaşılsa da Hasan Gra'yı kendisinin kullandığını söylemez. Osman da abisini bu şekilde ele vermek istemez. Onun Gra'yı kendisinin kullandığını söylemesini bekler.
VII.
"Bunu düşününce soluğu kesiliyordu. Kimseye güveni yoktu onun! Hayatında güven duygusu nedir bilmemişti. Bahar Osman'a tutkun! Elbette ki çifte Osman'ın elindeydi der, onu ele verir! Osman, sabahtan beri boş yere mi susuyor? Ah ülen nankör, ah ülen hayırsız! Sen çalış çabala, kardeşim de, malına ortak et, o ağzını açıp, ağa sen meraklanma demesin!"
Tutuklanan abi kadeş hapiste mahkumların söylediklerini düşünürler gece boyu. Hasan bir yolunu bulup suçu Osman'ın üstüne yıkmaya kararlıdır. Günün sabahında Osman'ı bir köşeye çekip onun suçu üstlenmesinin daha uygun olacağını, eğer suçu üstlenirse Bahar'a, doğacak çocuğuna iyi bakacağını sıkıntı yüzü göstermeyeceğine söz verir. Osman teklifi kabul eder.
VIII.
Osman, hapishaneye ziyarete gelen Bahar'ı ifadesinin kendi ifadeleriyle tutması için ikna eder. Yargılama kısa sürer ve Osman'ın 9 yıl hapsine karar verilir. Avukat masrafından kaçınmak isteyen Hasan, Osman'ın cezasının daha da indirilebilmesi için Yargıtay'a gidilmesine yanaşmaz. Avukat şaşırıp ayrılır.
IX.
Bahar'la Hasan köye dönerler. Bahar'ı gördüğü andan itibaren Hasan Osman'a verdiği sözü unutmuş gibidir. İçinde bir heyecandır canlanır. Akşam yatmadan önce Bahar iç odanın kapısının ardına bir dayak yerleştirir. Hasan bozulur. Sonraki günlerde Bahar'a karşı arzuyla karışık bir hınç duymaya başlar. Osman'ı ilk ziyaretlerinden sonraki gece karar verir: "Bahar'ı yumuşatacak, güvenini kazanacaktı önce, sonra da Bahar'a gösterdiği güvensizliği ödetecekti..." Sekizinci ayın sonunda Bahar "Hasan ağa, sen evlensen iyi olur!" der.
X.
Hasan kahvede zeytin bakım memurunu beklerken kulağına okunan bir haber çalınır. Isparta Cezaevi'nde Osman adında bir hükümlü şişlenerek öldürülmüştür. Kendisi de aylardır kardeşine para gönderdiği, mektup yazdığı halde haber alamadığı yalanını söyler. Bunun üzerine kahvede Hasan'ın kardeşi Osman'ın İzmir Cezaevi'nden Denizli Cezaevi'ne oradan da Isparta'ya nakledildiği, orada da şişlenerek öldürüldüğü haberi yayılır. Bunun üzerine Bahar yenik düşer, teslim olur. Hasan arzusuna kavuşmuş Bahar'la aynı yatağa girmiştir.
XI.
Ağasından haber alamayan Osman, Hasan'ın Bahar'a yan gözle baktığından kuşkulanmaya başlar. İçi içine sığmaz.
XII.
Hasan o yıl Ekim başlarında Osman'ın hapisten arkadaşı Süleyman'ı görür. Süleyman çıkmış, Osman'ın iyi olduğunu ama parasızlık çektiğini söylemiştir. Bu karşışlaşma Hasan'ın keyfini kaçırır. Neredeyse Osman'ın öldüğüne kendisi bile inanmıştır. Seçimden sonra çıkan afla birlikte Osman'ın cezası üçte iki oranında azaltılır. 1951 yılının ilk ayı içinde hapisten çıkan Osman mahkum arkadaşlarının aralarında topladığı parayı alıp eve doğru yola koyulur.
Osman bahçede önce Bahar'la karşılaşır. Bahar "Seni bana öldü dediler! Seni hapiste öldürdüler dediler." diyerek duruma açıklama getirmeye ve Osman'ı silahlı abisinin üstüne gitmekten vazgeçirmeye çalışır. Osman'ın geldiğini gören Hasan silahını çekip onu durdurmaya çalışır. Hasan'ın silahı ateşler, ama Osman'ı ıskalar, ikinci kez sıkmaya vakit bulamadan Bahar'ın elindeki çiftenin kurşunuyla yüzükoyun yere devrilir.
Re: Susuz Yaz
Re: Susuz Yaz
Ben de eren'e güzel özeti için teşekkür ediyorum. Özet çıkarmak zor bir iş ve az da olsa yorum içeriyor çoğu zaman bana göre.
Susuz yaz'la ilgili muhtemelen daha önce yazılmış yazılar vardır ama ben bulamadım, bulan,bilen varsa bizimle onları da paylaşırsa sevinirim.
Re: Susuz Yaz
Nurten öykü üzerine öyle geniş bir inceleme sunmuş ki bana söyleyecek söz bırakmamış. Öykü hakkında aklıma takılan ne varsa nurten dile getirmiş. Bunların içinde öyküyü bitirdiğimde beni en huzursuz eden öykünün bitmemiş yarım ya da eksik kaldığını düşünmemem sebep olan kısmı yinelemeden geçemeyeceğim.
Öyküyü okumaya başladığımda kaskatı kesildim. Okumayı bırkıp evin içinde dolandım dolandım sonra tekrar okumaya oturdum. Bir iki kez tekrarlandı bu durum. Bazen hepimize olur ya; öyle etkileniriz ki okuduğumuz şeyden okumaya devam edemeyiz. Hatta Barış'a "Konu öyle güçlü ki sanki konu kendini zorla yazdırmış. Bu olayın yazılmaması mümkün olamazdı, Cumalı olmasa başka biri bunu mutlaka yazardı," dedim. Derken öykü içinde ilerlemeye devam ettim ama öykü ilerledikçe benim çarpılıp kalmama sebep olan o konu yerini Osman-Bahar-Hasan üçgeninde kitlendi. Önce nasılsa gelecek yaz yeniden su yüzünden bir gerilim çıkacak ve öykünün ağırlığı yeniden bu susuzluğa va yaşam kavgasına dönüşecek, hayatta kalma güdüsünün ne denli güçlü olduğunda düğümlenecek derken kaç yaz geçti ama bir daha su sorunu konuşulmadı. Veli Sarı'nın ölümü köylüyü korkuttu ve geri adım attılar desem hiç gerçekçi olmaz, çünkü zaten susuzluk köylü için bir hayatta kalma mücadelesidir. Hadi diyelim o yazdan sonra zaten yağmurlar iyiydi de su sıkıntısı olmadı. Ama bununla ilgili de bir açıklama yok öyküde. O yaz yaşanan su sıkıntısının birden unutulması öykünün aslında iki farklı öykü olması gerektiğini düşündürüyor bana ve malesef kendi adıma daha güçlü olan kısmının yani su ile ilgili olan kısmının yarım kaldığını düşünüyorum..
Re: Susuz Yaz
Büyük bir zevkle okuduğum; hevesle, hakkında yazmak istediğim ama arkadaşların kafamdakileri yazıya döktüğü bir zamanlamayla bari öykünün filme çekilmiş olduğu (bilmeyen yoktur sanırım) bilgisini paylaşayım. Merak edenler için :Susuz Yaz
Re: Susuz Yaz
Ben aslında tartışma yeni başlıyor gibi hissediyorum. Mesela herkes Necati Cumalı'nın Hasan'a (ağabey) taraflı yaklaştığında, onu kötü göstermeye çalıştığı konusunda (karakterin tek boyutlu oluşunda) hemfikir mi? Ya da Baharı'ın Osman'ın ölüm haberini aldıktan sonraki davranış biçimi konusunda bir konsensüs var mı?
Madem film bahsi açıldı, ben de filmin geçtiğimiz aylarda Nuri Bilge Ceylan'ın Üç Maymun'la En İyi Yönetmen ödülü aldığı Cannes Film Festivali'nde "Klasik Filmler" bölümünde gösterildiğini anımsatayım. Buna bir de Susuz Yaz'ın uluslararası başarıya ulaşmış Türkiye yapımı ilk film olduğunu eklemek şart (1964, Berlin Film Festivali, Altın Ayı). Üstelik hayli ilginç bir hikâyesi var bunun: Nebil Özgentürk'ün kaleminden "Pornografik Susuz Yaz!".
Re: Susuz Yaz
Ben tartışmanın yeni başladığı konusunda eren'e katılıyorum. Örneğin, aşağıdaki sorunun net bir yanıtı var mı?
Re: Susuz Yaz
Necati Cumalı'nın davavekilinin ağzından öyküye müdahale ettiğini, kendi düşüncelerini açıklamaya koyulduğunu savunmuştum özetteki yorumumda. Bu konuyu biraz daha açmak istiyorum.
Veli ve arkadaşları Urla'da bir dava vekili bulup davayı üstlenmesini isterler. Öncelikle bilmeyenler için dava vekilinin ne olduğunu, bildiğim kadarıyla, açıklayayım: Yeterli sayıda avukatın bulunmadığı yerlerde vatandaşlara hukuki konularda danışmanlık eden ve onlar adına dava üstlenme yetkisine sahip insanlara dava vekili deniyor. Internet'te yaptığım kısa aramada da bundan daha ayrıntılı bilgiye ulaşamadım henüz. Nasıl bir eğitim şartı arandığını vb. bilemiyorum.
Öyküye geri dönelim. Veli ve arkadaşlarının davavekiline olanları anlattığı bölümü tanrı anlatıcıdan dinliyoruz:
Avukat değilim, hukukî konularda da bilgim genel kültürün ötesine gitmez, bu nedenle hukuk ve dava konusunda söylediklerim ahkâm kesmek sınıfına girebilir, uyarmadı demeyin
Veli ve arkadaşlarının başvurduğu dava vekili ile Hasan'ın başvurduğu avukat arasında bir karşıtlık kurulduğunu düşünüyorum. Bu soru, daha önce Nurten'in de sorduğu bir soru etrafında şekilleniyor. Şöyle soruyordu Nurten: "Dava hukuk açısından bitmiştir; ancak ortada, okuyucunun aklını karıştıran bir soru kalmış olabilir: Biz kime hak vereceğiz?" Dava vekili ile avukat arasındaki karşıtlığın işin insanî yönüyle teknik yönünü karşılaştırmak için kurulduğunu düşünüyorum. Kanunî açıdan, dava vekilinin yaptığı bütün o spekülatif değerlendirmelere rağmen, cevap basittir: su, kimin toprağından çıkıyorsa ona aittir. İnsanî açıdansa bu teknik cevabın karmaşıklaştırdığı bir durum çıkar ortaya. İşin teknik tarafı muhtarın, ihtiyar heyetinin, köylülerin büyük çoğunluğunun yaptığı değerlendirmeyi umursamaz görünür. Oysa hukuk (herkesten önce hukukçuların kabul edeceğini sanıyorum) yalnızca teknik bir mesele değildir (o nedenle "kanunî" ile "hukukî" her zaman aynı anlama gelmez). Burada, tekniğin geleneği yıkmasıyla karşı karşıyayız diye düşünüyorum. Gelenek ve görenekler tarafından tanımlanmış düzen, tekniğin (burada hukuk) yardımıyla yıklımakta ve yerine yeni bir düzen kurulmaktadır. Feodal ilişkiler ağının yırtılıp, yerini, geleneğin bakış açısından ahlâksız görünen yeni bir düzene bırakmasına tanık oluruz. Pek çok başka örneğin yanısıra Yaşar Kemal'in pek çok romanında ve Akira Kurosawa'nın filmlerinde bu temayla sık sık karşılaşırız. Yeri gelmişken, o ünlü cümleyi bir kez daha anmakta yarar var: "O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler." O güzel insanlar, o güzel atlara binip giderken geriye insana uymayan, insanı ve emek gücünü metalaştıran bir düzen bırakırlar. "Susuz Yaz"da yaşanan olayları başlatan Hasan'ın birden bire zenginlik sevdasına düşmesi ve hırsla kendisi için koyduğu hedefe doğru ulaşmaya çalışması değil, bu yeni "teknik" düzenin son derece insani bu soruna insani bir cevap verememesidir, kanımca. Necati Cumalı, bunu bir kardeş kavgası (modern bir "Hâbil ile Kâbil" yorumu) biçiminde betimleyerek çapraşıklığı net biçimde görünür hale getirmiştir.
Sorunu böyle ortaya koyunca kime hak vereceğimiz sorusu oldukça tâli bir noktada kalsa da cevaplanması zor bir soru değil bence. Ben, Necati Cumalı'nın da istediği gibi, tekniğin o biçimine karşı insanlığa hak veriyorum. Ortak bir sorun ortak bir çözüme kavuşturulmadığı sürece kimse için çözülmemiştir. O ortak çözüm, Hasan'ın hırslarını doyurmanın bir yolunu bulamıyorsa (diyelim, imece usûlü başka su kaynaklarının bulunup susuzluk çeken diğer köylülerin hizmetine sunulması, herkes için daha mutlu olduğu son) pekâlâ Hasan'ı hırslarıyla baş başa bırakmayı (ve su kaynağını eskiden olduğu gibi paylaşmayı) önerebilir.
Re: Susuz Yaz
Susuz Yaz üzerine konuşmak kadar , filmin başına gelenleri, filmin akıbetini konuşmak da gerekiyor sanırım... Bu kadar sorun yaşayan, unutulan bir filmi tekrardan çekmek bir yönetmenin aklına gelse ve biz de mutlu olsak...
Yukarıda yapılan tartışmalar ışığında; Hasan tipinin "düz" bir tip olduğuna katılmıyorum. Ya da bizim onu yaşamayan, cansız bir tip olarak algıladığımızı sanmıyorum. Hasan, herkesin yakından tanıdığı tipler kadar kötü ve tipik bir Cumalı karakteri kadar gerçek.
Bahar'ın da -tam olarak eren'in dediği gibi- baba evinden bir daha dönmemek üzere ayrılmış olmanın verdiği buruklukla olaylara tepkisiz kaldığını düşünüyorum.
Re: Susuz Yaz
Sanırım ben de, hayli gecikmiş yorumumu, yukarıdaki notlarla da paslaşacak biçimde, farklı iletiler olarak göndereceğim foruma.
Ancak, öncelikle şunu söylemek zorunda sayıyorum kendimi. Bu öykü altında Nurten ve Cihan'ın da yaptığı gibi, neredeyse bütün başlıklar altında, ilk yorumdan sonra söz alan arkadaşların, kendilerinden önceki iletinin geriye söylenecek söz bırakmadığı konusunda hemfikir olduklarına tanık oluyoruz.
Bunun hem sakıncalı bir hem de yanlış bir düşünüş biçimi olduğunu öne sürüyorum. Sakıncalı, çünkü yeni bir şeylerin ortaya çıkmasını engelliyor bu düşünüş. Genelde bütün örgün eğitimimiz boyunca bilinçaltımıza işlenen "çobanı izle" öğretisinin bir uzantısı olarak görüyorum bunu (Burada kastım kişilere değil, tavrın yolaçabileceği olası sonuçlara elbette, yoksa söz alınması bile bir çabanın içinde olunduğunu gösteriyor kullanıcılarımız için). Bu düşünüş biçimi aynı zamanda yanlış, çünkü hiçkimsenin düşüncesi bir başkanınkisiyle özdeş olamaz. Sonuçta aynı kapıya çıktığını düşünsek bile, onu dile getiriş biçimimiz farklı kılar bizdeki düşünceyi. Zaten zenginlik de, yepyeni ateşler yakacak kıvılcılmlar da bu küçük farklardan gelir.
Bu sebeplerle kullanıcılarımıza öykülere yorum yazarken, üstteki iletiye "den den" koymamalarını, "ben de öyle düşünmüştüm"ün edilgenleştirici etkisi altında yitmemelerini ısrarla öneriyorum. Bu konuda pratik önlemler de alınabilir. Örneğin, henüz kendi yorumumuzu yazmadan önceki yorumları okumayabiliriz. Belki de, kendi yorumumuzu bilgisayarımızda bir word dosyasına yazdıktan sonra diğer yorumları okuyup, metnimize çeşitli katkılar, paslaşmalar, çatışmalar ekleyebiliriz. Bu tür pratik çözümleri, "n" tane kullanıcı sayısı için "n" tane çoğaltabiliriz de (Gerçekten bilimsel denklemler de değişken sayısı neden hep "n" ile ifade edilir merak ettim şimdi ).
Öykü yorumu yine başka bahara kaldı. Esenlikler diliyorum.
Re: Susuz Yaz
Estetikte en güzel diye bir kategori yoktur. Yine de yerleşik alışkanlıklar bizi zaman zaman "en"li tanımlamalar yapmaya iter. Böylesi pratikte bir çok sorunu göz ardı ettiğinden, söylenecek söze ulaşmamızı kolaylaştırır. Ben de terinden de olsa bu kolaylıktan yararlanacağım şimdi.
Susuz Yaz, Necati Cumalı'nın en iyi öyküsü değil. Cumalı'nın hatırınızda kalan öykülerini sıralayın deseler, çok çok sonra hatırlardım herhalde bu öyküyü. Ay Büyürken Uyuyamam'ın, Yalnız Kadın'ın öykülerinden sıra Susuz Yaz'a zor gelirdi.
Bir öyküden çok, bir kısa roman olarak duyuyorum Susuz Yaz'ı. Belki de geliştirilmemiş, geliştirilmeyi bekleyen bir roman.
Bunun sebepleri çeşitli. Öncelikle bir çok alt öykü, öykücük barındırıyor içinde Susuz Yaz. Bahar'ın ailesinden kaçmasının öyküsü, Osman'la Bahar'ın aşkının öyküsü, Hasan'ın ölen karısının öyküsü, Veli Sarı'nın öyküsü (onun yanında Ethem'in, Musa'nın, Hüseyin'in öyküleri), dava vekilinin öyküsü... Sadece kişilerin öyküleri değil, abisiyle Osman'ın fundalığı temizlemelerinin öyküsü, sığırtmaç çocukların öyküsü, hapishane öyküleri... İlle de hepsi de anlatılsın diye bir şart yok elbet. Ancak yine de Cumalı'nın diğer öykülerine bakıldığında çok daha fazla detay verdiğini, o öyküleri de anlatmak için müthiş bir istek duyduğunu biliyoruz. Susuz Yaz'da doğa bile diğer Cumalı öykülerinin yanında (Karşıki Tarla'yı, Göz Açmak'ı düşünelim) eksik anlatılmış gibi.
Bu anlamda Nurten'in ve Eren'in değindiği gibi, karakterlerin eksikli anltıldığını düşünüyorum ben de. Ama yalnızca Hasan'ın değil, tüm karakterlerde aynı eksiklik duygusunu yaşıyorum. Cumalı insan anlatmayı çok severken bu öyküde durum anlatmayı öne almış (Tanrının Kırlarında'da olduğu gibi) görünüyor. Bu da karakterleri hızlı geçmesine, okuyucuya tanış kılmamasına, yaşarlıklarının azalmasına neden olmuş.
Bu konuda son olarak, Veli Sarı'nın öyküsünü gerçekten çok merak ettiğimi söyleyebilirim.
Metnin içine girersek:
Buradaki doğanın antropomorfik yorumu çok başarılı. Doğaya özgü en basit durumlar bile insan ölçek alınarak hesap ediliyor.
Bu kısım suyun bölüşümüyle ilgili kısımla paralellik taşıyor diye düşünüyorum. Odaların bölüşümü nasıl gereklilikler temel alınarak yapılıyorsa (ve aslında Hasan'ın bunda da gözü varsa) su bölüşümü için de aynı şey geçerli. Yaşamın kendisin dayattığı zorunlulukları görmezden geliyor Hasan, onun doğal akışına müdahale ediyor.
"Orta malı" olan havuz ve bunu yaptıran Rum'la ilgili kısma gelecek olursak. Eren'in saptamasının burada önemli olduğunu düşünüyorum. Sorun mülkiyetle ilgili bir dava iken, bize hınzır bir şekilde o mülkün aslında başka birine ait olduğunu göstererek önemli bir vurgu yapıyor Cumalı. Gizliden, tarihsel bir saptama yapıyor: O su aslında kimsenin malı değil, yalnızca siz yanında yöresinde dolanıp onun üzerinde hak iddia ediyorsunuz, ama bilmiyorsunuz ki, siz gideceksini su kalacak burada, diyor.
Buradan mülkiyetle ilgili başka bir soruna değinecek olursak, çok emin değilim ama benim bildiğim günümüzde sulama amaçlı da olsa bütün yer altı suları devlete aittir. Kişisel kullanımını ve mülkiyeti yasaktır. Belki o zamanlar kanun değişikti. Ama buradan çıkarak sorunun en makul çözümüne ulaşılabileceğini de düşünüyorum (bu sayede Veli'yi de, Hasan'ı da, Osman'la Bahar'ın kör talihini de kurtarabilirdik). Burada sorumlu devlettir. Çünkü insanlara suyu getirmek için kurulmuş bir organizasyon olarak yapması gerekeni yapmamıştır. İnsanlardan vergi alıyorsa, onları onlar adına yönetiyorsa, Adalet Ağaoğlu'nun Yüksek Gerilimi'ndeki kanaletlerden bu yöremize de birkaç hat çekmekle görevli ve bu sorunun kökünden çözülmesinden de birinci dereceden sorumludur. Oysa yine Cumalı'nın müthiş isabetli bir seçimle isim vererek vurguladığı gibi, Demokrat Parti iktidarı sorunu bu şekilde çözmek yerine, kardeşin kardeşi vurmasına göz yummuştur (Bu noktadaki Habil Kabil meselesine vurgu yaptığı için Eren'e teşekkür ediyorum. Keza Cumalı dinsel mitolojiyle çok yakından ilgileniyor öykülerinde.).
Buradaki saptama, mülkiyet olgusu sonucunda insanın nasıl insanlıktan çıkabileceğinin ve herhangi bir hayvana dönüşeceğini göstermesi açısından çok önemli sayıyorum.
Yukarıda değindiğim gibi karakterlerin tek yanlı çizilmelerinin yanında çok başarılı saptamaları var Cumalı'nın. Örneğin Osman'ın Veli Sarı'nın ölünün başında jandarmalarla konuşurken tutulup kalması, Hasan'ın cinayetini kendi kendine üstlenmesi gerektiğini düşünmesi... Bahar'ın artık kapının arkasına dayak sürmemesi... Ama bunun yanında Hasan için öyküde sadece bir cümleyle anılan;
kısmı hiçbir şekilde altı dolmayan bir anlatım. Bunun gerekçelerini ve sürecini bilmediğimiz için okuyucu olarak sadece buyruk biçiminde kabul etmek kalyor bize.
Bunun dışında öykünün sonuç kısmının çok hızlı bağlandığını düşünüyorum. Hani bilmesem, film senaryosu için yazılmış diyeceğim öyküye. O kadar seri ve aksiyona dayalı gelişiyor ki, etkisini hissedemiyorsunuz. Sadece içiniz acıyor, sonra kirp diye kesiliyor öykü.
Bize de Cumalı'ya teşekkürler etmek kalıyor geriye.
Re: Susuz Yaz
Eren bu konuya şöyle bir yorum getirmiş:
Yukarıdaki iletimde buna kendi adıma cevap vermeye çalıştığımı düşünüyorum. Bence bu sorun sosyolojik anlamda kişi-kişi ilişkisi düzeyinden çıkıp, kişi-toplum ilişkisi düzeyine yükselmiştir. Dolayısıyla çözümü, tarafların birbirlerine müsamaha göstermelerinde değil (ki öyküde böylesi bir tavır içinde olan Osman'ın akıbetinin nice olduğuna hepimiz şahit oluyoruz), toplumsal bir çözüm yolunun aranmasında buluyorum. Şöyle ki;
Re: Susuz Yaz
Susuz yaz'ın bir roman projesi olabileceği fikrine ben de katılıyorum. Sanki Cumalı buna daha uzun soluklu bir anlatı olacakmış gibi başlamış, karakterleri ve olayı sakince kurgulamış ama neden sonra olaylarda bir ivedilik göstermiş, sanki bir an önce bitirmek istemiş gibi...
Re: Susuz Yaz
Filmi izleyeli uzun zaman oldu, o nedenle pek çok şeyi unutmuşum. Ancak Susuz Yaz filmiyle ilgili şu adresteki yazıdan, senaryoda öyküdeki boşlukların doldurulduğuna ilişkin bir izlenim edindim. Film bildiğim kadarıyla yalnızca VCD formatında bulunuyor. Belki tartışmayı senaryoyu da içerecek biçimde genişletmenin vakti gelmiştir. Ne dersiniz?
Re: Susuz Yaz
Filmi ben de seyretmedim ama eren'in de bahsettiği gibi, film zaman zaman değişikliklere uğrayarak( belki bu söz fazla abartı olur) ya da farklı yorumlanarak öyküyle farklılaşmalar yaratmış. Zaten filme çekilen her eserin başına gelen de bu değil mi? Üniversitede öğrenciyken, Diğerleri ( The Others, başrolünde Nicole Kidman'ın oynadığı) filmi gösteriliyordu ve bir Hocamız: "Filmin roman halinde tamamen katolik dini eğitim, savaş zamanı insanların dini eğilimlerindeki artış vb anlatılmış" demişti. Yani din eleştirisi( katolik bakış açısı) üzerine kurulu bir eser tamamen gerilim üzerine kurulan bambaşka bir türe dönüşmemiş mi? Keşke Susuz Yaz'ı izleyebilsek de üzerine konuşabilsek...
Re: Susuz Yaz
Ben de aynı duyguyu yaşadım Susuz Yaz'ı okurken:Uzatılmamış kısa bir roman. Cumalı, Öykü diye başlamış, öykü kalsın diye de, önüne çıkan dalı budamış, deyim yerindeyse sakat bırakmış romanı.
Tabi bütün bunlar bir yana, sırf Osmanı ve Osman'la direk ilişkili olayları da anlatmak istemiş olabilir. Eren'in dediği gibi Osmanı kötü çizmiş, yazın dünyasının Erol Taş'ı olmaya aday Osman, Osman'ı yazmak için yazmış gibi.
Yada canı böyle istemiştir, düz bir çizgide bir olay, adı ne olursa o olsun.
Re: Susuz Yaz
Bir avukat olan Necati Cumalı'nın öyküye müdahalesini davanın kanunen haklı tarafını temsil eden ilçenin tek avukatının ağzından değil de daha mutevazı bir konumdaki davavekilinin ağzından yapmasını ilginç bulmuştum. Lâkin geçen zaman içerisinde konuyla ilgili kalem oynatmaya vakit bulamadım. Cumalı'nın bu tavrını neye yormak gerek sizce?
Re: Susuz Yaz
Cumalı avukatların halk arasında "adı üstünde, bir işe avu katan adam" olarak nitelendirilmesinden dolayı pek güvenilir kimseler olarak görülmediğini düşünerek olayın hukuk önünde kimden yana tavır alacağını daha güvenilir birine söyletmek istemiş olabilir belkide....
Re: Susuz Yaz
Bana daha çok bir rastlantıymış gibi geliyor buradaki seçim ya da sıralama olarak köylünün ilk önce davavekiline ulaşacak olmasının yarattığı bir tercih. Bunun dışında belirgin bir tercih olup olmadığına çok emin değilim. Varsa da Nurten'in yorumu akla yakın. Cumalı kendini kurumdan çok insana yakın duyduğu için yapıyor olmalı bu tercihi.
Senaryoyla ilgili Eren'in verdiği linke ancak bakabildim (link). Murat Çelenligil'in "ikinci çevrim"le neyi kast ettiğini anlamadım. İlk başta bahsettiği Otobüs Yolcuları senaryosunu Vedat Türkali'nin yazdığı bambaşka bir film.
Senaryoyla ilgili asıl konuşma ise, kanımca, filmin gösterimden sonra başlayacak diye umuyorum (Ee, Cannes'daki kadar olmasa da bizim de kendimizce olanaklarımız var. Yakında bir organizasyon yaparız bunun için. Duyanlar davetlimizdir.).
Re: Susuz Yaz
Klasik yeşilçam filmidir bu film. Severim. Öykünün Necati Cumalının olduğunu bilmiyordum. Bugün bir şey ifade ediyormu orada anlatılanlar bunu sormalıyız bence? Bence etmiyor. Artık öyle bir dünya yok. Zaten köylü bile kalmadı artık memlekette. Dolayısıyla böyle bir senaryonun yeniden filme çekilebileceğini düşünemiyorum. Abikardeş aynı kadına aşık, tarlayı sulamaya su yok, o zaman kalkıp İstanbula yerleş, taşı toğrapı altın, sen de sebeplenirsin elbet. Ya da evde internet bağlıdır artık, Sims'ten bir boru hattı döşetirsin tarlana olur biter.
Re: Susuz Yaz
Cümlenin içerdiği anlamla ilgilenemiyorum eğer yazım yanlışı varsa, arada bir gözden kaçıyor, yazım yanlışlarına takılmayayım diyorum ama olmuyor.
Bugün bir şey ifade ediyor mu, orada anlatılanlar bunu sormalıyız demiş İğneci, zaten köylü bile kalmadı artık memlekette diye de eklemiş. Cumalı yaşadığı döneme tanıklık etmiş. Şimdi o dönemin tarih olması anlatılanların değerini, önemini azaltır mı? Günümüzde kentleşme ve onun getirdiği sorunlarla boğuşan insanların yaşadıklarını konu edinen öykülerden daha az önemli değil. Tanığı olduğu zamanı görmezden gelip mütemadiyen köy öyküleri yazan birinin yazdıkları eleştirilebilir belki.
İğneci yaşanılmışı yok sayalım mı diyor? Sanki hiç olmamış gibi... İğneci'nin düşüncesinden hareket etsek bile, yani, köy yaşamının tamamen ortadan kalktığını varsaysak, mesela bir yetmiş yıl sonrakı insanlar için ne çok önem kazanır bu öyküler, romanlar, filmler...
Biz tarihi tarih kitaplarından değil mitolojiden, masallardan, romanlardan vs öğrenmiyoru muyuz?
Re: Susuz Yaz
İğneciye sataşmak istemem ama bu film klasik bir yeşilçam filmi mi yoksa türk sinamasında bir klasik mi?
Re: Susuz Yaz
Susuz Yazı büyük bir istekle izledim. Öykünün verdiği inandırıcılığı, gerçekliği ne yazık ki filmde hiç mi hiç bulamadım. Filmde karakterler Necati Cumalı'da olduğu gibi gerçek değil. Hepsi "düz" tipler. İyiler çok iyi, kötüler çok kötü. Özellikle Hasan, öyküde böyle çizilmemişti. Tamam kötü bir karakterdi ama zaman zaman onun da insanca yanlarını, isteklerini, merhametini görmek mümkündü öyküde. Amam filmde öyle mi?..
Filmde yer alan ama öyküde olmayan "köyün delisi" tiplemesi, filmde o kadar fazla ki neredeyse Bahar'dan çok görüyoruz bu karakteri. Elinde gulyabaniye benzer bir sırık-kukla durmadan köyün ve filmin içinde geziniyor. Bir de bu "köyün delisi" kıza Hasan'ın tecavüzü var filmde. Öyküde ise bu tip bir tecavüz geçmiyor.
Dönemim seks filmi furyasından mıdır nedir, Bahar'la Bayram'ın sevişme sahneleri o kadar basit,fazla gösteriliyor ki neredeyse "erotik film" katogorisinde diyebileceğiz bu filme...
Filmi izlerken hep aklımdan bu film tekrardan çekilse diye düşündüm durdum. Aslında filmle ilgili daha yazacak çok şey var... Diğer izleyenlerin de yorumlarından sonra bu konuyu daha da açabiliriz.
Re: Susuz Yaz
Bildiğim kadarıyla bu filmin hikayesi de bir filimlik konu, acaba senin izlediğin Susuz Yaz hangi versiyonuydu?
Re: Susuz Yaz
Söyleyeyim:
Susuz Yaz. Yön: Yılmaz Duru / Senaryo: Sabah Duru / Oyuncular: İrfan Atasoy, Deniz Erkanat, Hamiyet Yakı, Danyal Topatan
Re: Susuz Yaz
Cihan'ın izlediği 1974 çekimi olan Susuz Yaz. İlginçtir hiçbir fim veritabanında bu çekime ait bilgi bulunmuyor. Genellikle 1963 yılında Metin Erksan'ın çektiği Susuz Yaz'ın bilgilerine ulaşıyoruz. Onun da kopyasına ulaşmak çok zor. Film geçen senelerde Cannes'da yeniden gösterildi ama anladığım kadarıyla Türkiye'de ne DVD ne de başka bir formatta yeniden basımı yapıldı.
Re: Susuz Yaz
Berlin film festivalinde ödül alan "Susuz Yaz" Metin Erksan'nın çektiği ve Bahar karakterini Hülya Koçyiğit'in oynadığı versiyonuydu.
Re: Susuz Yaz