Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Bilimkurgu; edebiyatın önemsenmeyen üveyi. (Sanki bir Ulysses, bir Suç ve Ceza daha az kurgu, daha az daha çok bilimötesiymiş gibi.) Zaman zaman Ursula K. LeGuin, Philip K. Dick, Stanislaw Lem, James G. Ballard, Kurt Vonnegut gibi yazarlar çıkıyor, yapıtlarıyla bu önyargıları tersyüz ediyor.
2000’li yıllarda, birbiri ardına Stanislaw Lem’in eserleri, İletişim Yayınları'ndan basıldı. İlgi görmedi. Birkaç yıl sonra da yok oldu ortadan. Baskıları da yapılmadı. Aden, Ölümlü Makineler, Soruşturma, Fiyasko, Dönüşüm Hastanesi, İnsanın Bir Dakikası, Dünya'da Barış, Gelecekbilim Kongresi, Yıldız Güncesi gibi bir çok eseri sadece kıyıda köşede birkaç sahafın tozlu raflarında unutuldu kaldı.
Lem’in tarzı, eserlerinde, insanla ilgili olanı, derinlemesine felsefi bir yaklaşımla verilmeye çalışmak. Daha önce Uzun Hikaye’de; Stanislaw Lem'in "Gelecekbilim Kongresi" başlığı altında bu konu gündeme geldi.
Öyküyü Yıldız Güncesi adlı kitaptan aldım. Kitaptaki ikinci öykü. Yıldızlararası yolculuk yapan bir bilim adamının günlüklerinden oluşuyor. Öykü, insanlık üzerine (bildiğimiz) bir şeyler anlatıyor. Dili iğneli. Acımasızca insanlığı yargılıyor. Diyeceksiniz ki; insanlık çok yargılandı. Doğru. Ama Lem’inki biraz daha değişik.
--
Stanislaw Lem
"Sekizinci Yolculuk"
Yıldız Güncesi
Çev.: Sevil Cerit
İletişim Yayınları
İstanbul, 2001
s. 35-44
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Öykü beni, "insan türünden olmak" konusunda(çeşitli uçlarda) düşündürdü. Daha uzun bu düşündüklerimi aktarma üzerine çalışıyorum.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Sanırım bilim kurgunun esas sorunu geleceğe dair kurguyu okura aktarmaya çok enerji harcamasında. Canlıların nasıl iletişim kurduğu, bir yerden bir yere nasıl gittiği, bilgiye nasıl ulaştığı gibi sorunlar bugünün teknolojisini şekillendirenler tarafından bile özgüvenle çözülemezken; bu konulara ilgisi amatör seviyede olanlarca anlamlı öngörülerde bulunulmaya çalışılmasını biraz tuhaf buluyorum açıkçası. Bilim kurgu, bu türden sorunlara kafa yormayı bıraktığında (ya da azalttığında) edebiyattaki yeri daha görünür olacak bana kalırsa.
"Kolundaki saat gibi şeyin üstündeki yeşil düğmeye bastı. O düğmeye bastığında uçan arabası onun nerede olduğunu bulup gelebiliyordu." gibi fanteziler ne yazık ki eskimeye mahkum. Eskimiş bir kurgunun altında kalan edebiyatı bulmaya çalışmak da herkesin peşine düşeceği bir macera değil. Bu nedenle, bilim kurgunun "üvey evlat" muamelesi görmesini savunmasam da anlayabiliyorum.
"Sekizinci Yolculuk", Stanisław Lem'in okuduğum ilk öyküsü. Yıldız Güncesi 1957'de yayımlanmış. Öykü, Dünya'nın Birleşmiş Gezegenler birliğine kabul oylamasını konu ediniyor. 1963'ten beri Avrupa Birliği'ne girme çabası içerisinde olan bir ülkenin vatandaşı olarak, Ijon Tichy'nin (anlatıcının adını kitabın diğer öykülerinden öğreniyoruz) Birleşmiş Gezegenler'e üyelik konusundaki cahilliğine şaşırıp kaldım. Gerçi daha sonra bunun bir rüya olduğunu (dolayısıyla her türlü tuhaflığın doğal karşılanması gerektiğini) anladım. Ama, öyküyü baştan sona anlatıcının cahilliğine şaşırarak okudum.
Öykünün insan uygarlığına yönelttiği eleştirinin öyküye iyi entegre edilmemiş olduğunu düşündüm. Canlı türlerinin sınıflandırılmasına ilişkin buluşlardaki mizah ilgi çekici. Anlatıcının bütün insanlık adına çektiği acının da canlı biçimde betimlendiğini düşünüyorum. Ama "Bilgeleriniz uzun zaman önce, gezegensel işbirliğinin ganimet ve egemenlik için mücadele etmekten çok daha kazançlı olduğunu anlamış olmalı!" gibi ifadelerle öykü boyunca süren didaktik hava bence öyküden çok şey götürüyor.
Söz savunmanın
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Yıldız Günce'si 1950'lerde yazılmış. İster istemez bazı şeylerin zamanı içerisinde değerlendirilmesi gerekiyor diye düşünüyorum.
Stanislaw Lem zaten kendi türünde de barınamamış.(Bilimkurgu) kurul onu oy birliğiyle atmış. Bir tek Ursula K. Le Guin arka çıkmış.
Bilimkurgu nedense (mesela Eren'de, yanılmıyorsam Barış Acar'da) okunan türlerin içerisinde, en sonlarda geliyor. Bu tabi ki bir eleştiri değil. Ama o güzelim elmanın bir yanından tat almama gibi geliyor bana.
Daha yoğun anlatıların tercihi.
Aşağıdaki linkte lem hakkında biraz daha ayrıntılı bilgi var.
http://www.gercekedebiyat.com/haber-detay/stanislaw-lem-ve-kemokrasi/367
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
ortaya bir soru: bilimkurgu gelecek hakkında mıdır sahiden?
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Ben bilimkurgunun (iyisinin-bir tek bu türde nedense bu hep vurgulanmak gereği duyuluyor) ne gelecekle, ne de bilimsel veriler üzerine kurulması gerekmediğini düşünüyorum. hatırlarsanız Ursula Le Guin'in Omelas'ı Bırakıp Gidenler adlı öyküsünü okumuştuk. Orada, gelecek, bilim gibi klişelerin uzağında, mutlu, refah yaşayan bir toplum, ve bu refahın, mutluluğun bedeli olarak her zaman karanlık bir hücrede yatması gereken bir çocuk öyküleniyordu.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Tür tartışmasına girmeden bu soruya cevap vermenin güç olduğunu düşünüyorum. Bilim kurgunun içinden bilimi, teknolojiyi ve geleceği çıkardığımızda geriye ne kalıyor? O zaman ona "fantastik edebiyat" denmiyor mu? Bilim kurgunun gelecek "hakkında" olduğunu söyleyemem, ama türü bu bağlamda değerlendiren (ya da suistimal eden) yazarların sayısı da hiç az değil.
Tür tartışmasının dışına çıkarsak, teknolojiye bir arka plan öğesi olmak dışında rol biçmeyen, teknolojiyi açıklamaya değil insan doğasını araştırmaya odaklanan (ki fantastik edebiyatın ve ütopyaların merkezinde "insan doğası" tartışmasının yattığını söylemek yanlış olmaz herhalde) eserlerin daha uzun ömürlü ve ilgi çekici olduklarını düşünüyorum.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Bilimkurgu ve fantastik edebiyat konusunda geride kaldığımı kabul ediyorum. Ama bunu, belirli bir türü "küçümsemek" gibi yorumlamamalı. Le Guin, yıllardır okumak istediğim, ama hep ertelediğim yazarlardan. Sonra, ne zaman bilimkurgu konusu açılsa hemen aklıma gelen Douglas Adams var (ki Lem'i okuyunca Adams'ın ondan esinlendiğini görmemek mümkün değil). Başka yazar önerilerine de açığım. Yeter ki yazar teknolojiyle sürekli ve umutsuz bir güreş halinde olmasın
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Tabi ki böyle bir şey düşündüğümüz yok.
Soru çok yerinde ve yanıtı zor. Aslında bilimkurgunun(bence-yerinde kullanımında) diğer türlerde vurgulanması olanaksız, ütopik ve karşı ütopik insanlık durumlarının işlenmesi bakımından önemi var. Ama daha başta "uçmaya-uçurmaya, üfürmeye" açık olduğundan, eğlencelik, okuyup unutulan bir türe dönüşüvermiş. Veya öyle algılanmış.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Şunu da belirtmeli, edebi eserlerin bu türlemelerle ifadeleri çok yetersiz bence. Örnekleyecek olursam, Kafka'nın böceğe dönüşen Gregor Samsa'sı bir fantazi değil midir aynı zamanda? ama Dönüşüm, eser olarak Fantastik Edebiyat başlığı altında geçmiyor tabi ki.
Bunu şunun için belirttim, Stanislaw Lem, Ursula le Guin gibi daha birkaç yazar, kileşeleşmiş bilimkurgu ve fantastik anlatı kalıplarıyla tanımlanamıyor. Eserleri psikolojik, felsefi, politik bambaşka bakış açıları içeriyor.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
1984 bir ütopik ülkeyi anlatır. Biliyoruz. Büyük birader artık bir simge haline gelmiştir. İçinde gelecekte bilimin değişimleri üzerine kehanetler yoktur. İnsanlar, dev ekranlardan, günün her saati, sürekli izlendiklerini bilirler.
En ünlü eserleri, fahrenheit 451, 2001 uzay macerası, solaris, biz, mülksüzler, yeni dünya, (hangisini unuttum?) insanlığın olası yaşamları üzerine bir düşünme değil midir?
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Tür tartışmalarından çoğunlukla kaçınmaya çalışıyorum. Çünkü sınırlara yaklaşıldığında tartışma oldukça bulanıklaşıyor. Yine de 1984, Fahrenheit 451 ve Biz'i bilimkurgu değil de "distopya" olarak sınıflandırırdım herhalde.
Mehmet Sürücü'nün sorusuna gelince: edebiyat elbette çoğu zaman kurgu ürünüdür, ama her kurguyu "fantastik edebiyat" sınıfına sokacaksak o zaman "fantastik edebiyat" ile "kurgu" kelimeleri eşanlamlı olmaz miydi?
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Burada önmli olan "kurgu" değil galiba. Sonuçta hepsi kurgu. Fantastik kurgu olarak sınıfladığımız eserler, yaşadığımız, bildiğimiz bilimsel gerçek ve kavramların dışındaki dünyaları, mekanları, olguları konu ediniyor. Ejderhalar uçuyor, koca dinazorların ayaklarının altında yerler titriyor.
Bilimkurgu HG Wells,Jules Verne gibi yazarlarla popülerleşti. Öncesinde güliverler, binbir gece masalları, frankensteni'ler, edgar alan poe'lar da bir ayağı bilimde olan kurgulardı.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Gelecekte geçmeyen hatta işin içinde pek bilimin de olmadığı Dünyalı (The Man From Earth) gibi bir film var. Gayet de bilim kurgu.
Küçük bir değişiklik, bir varsayım, büyük bir sorgulama yürütme imkanı veriyor. Türlerin kökeninde bir fark yok galiba, fark neyle yoğrulup evrildiklerinde. Mesela insan Suç ve Ceza'ya polisiye diyemiyor rahat rahat. Sebebi bu sanırım.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Bunun nedeni, bazı türlerde çoğunluğun edebi değeri olabilir mi? Polisiye adı altına alınan eserler, örneğin bir Agatha Christe'nin en bilinen, en iyilerinden olanlarından birisi, Doğu Ekspresinde Cinayet'i okunur, okunduğu sürece bir gerilim, merak, sorgulama içerisinde bırakır. Sonrasında?; sonrasında ne olur?
Burada "edebi değer" kavramı ne ifade ediyor, bunu belki biraz daha didikleyebilirim. Derinlik, insana ait olanı, insanın üzerine olanı daha fazla, daha derinlemesine işleme. Osman'ın verdiği örneği vereceğim, suç ve Ceza'yı, eğer konu sadece bir bunalım, bir sıkıntı, bir maddi çıkmaz sonucu ev sahibini öldürme üzerine kurulsaydı eser, onu sınıflamakta çok fazla sıkıntı çekmezdik. Ama ana olayın arasında öylesine insanca ve yaşama dair şeyler verilmiş ki, her türe bu bir parça "bol" geliyor.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
türlerin kökeninde ortak bir tür olduğu, bur ortak türün farklılaşarak, yorumlanarak evrildiği fikri metafizik düşünceye ait.fark, türü her zaman önceler. yorum, türü her zaman önceler. türlerin kökeni, türlerin kökeni diye bir şeyin olmamasıdır. zira, farkın olmadığı hiç bir yer "bulamazsınız."
türlerin kökende başka bir tür yoktur, ama bir buyurma etkinliği vardır.bu buyurma etkinliği hiç de bir dayanaktan kökenlenmez. tür dediğimiz şey işte bu etkinliğin neticesidir.dolayısıyla tür, oldukça kaba saba kavrayıştan ibarettir. her zaman dar/bol gelmek zorundadır ve esasında onu bol/dar geldiği için yargılamanın bir manası da yoktur. çünkü, bu bol/dar gelme onun varoluş koşuludur.
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Mehmet Sürücü'nün bu ifadesini biraz araştırınca işin burada özetlenene göre biraz daha karmaşık olduğunu fark ettim. İngilizce Wikipedia maddesini çevirip yazarın Vikipedi sayfasına ekledim:
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Eren'e çeviri için teşekkürler. Öykünün başlarında dünya temsilcisi küçük bir hap yuttuğunda tüm yabancıların dillerini anlamaya başlar. ona tuhaf gelen yapıları da olağan gelmeye başlamıştır. Belki bir gün böyle bir "hap" bulunur da, biz de bu dilsizlikten kurtuluruz.
isimle ilgili küçük bir değini var kitabın başlarında;
Re: Stanisław Lem - Sekizinci Yolculuk
Buyurma etkinliğiyle ne kastedildiğini anlamadım. Yazma/ anlatma isteğinin kendisi mi, uçan araba/vampir diye bir şey vardır ve şöyle şöyledir gibi bir varsayım mı, başka bir şey mi?
Herhangi bir sınıflamaya dahil edilmeyen "edebi roman" dediğimiz kitaplar var.(sadece roman da değil aslında, her tür için geçerli bu.) Ortak kökü de(kanon?) bunlar oluşturuyor, kitabı o kitap yapan evrimi de seçilen araçlar sağlıyor.
Suç ve Ceza örneğini verirken de bir dar-bol gelme meselesinden çok kitabın ne olduğunu belirleyenin cinayet ve katilin yakalanmasından başka bir şey olduğunu söylemeye çalışıyordum.
Evet tür ayrımı kaba saba, belirsiz ama var. Hayaletler gibi, öyle var anca.