UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Soğan

28 Kas 2012
Mehmet Sürücü

Akşamdan hazırladım götüreceklerimi. Ekmek, ızgara, şarap, tuz, soğan, kibrit, yedek sigara, eski bir kilim. Sadece sabah geçerken İlyas'tan balık alacağız.

Erken kalktım. Malzemeleri mobiletin selesine yerleştirdim. Pedalına birkaç defa kuvvetle bastım. Soğuk, tek silindir motor öksürtülerle çalıştı. Bindim. Gaz verdim. Ok gibi fırladı.

Evinin önünde birkeç kez kornaya bastım. Birazdan gözleri şiş Sali geldi. Arka oturağa yerleşti.

Yarım saat sonra tarladaydık.

Meretin amortisörleri patlak. Taşlık yolda kemiklerimizi domuz çiğnemiş ceviz etti.

Erkendi daha. Hemen işe başlamaya gerek yok. Çardağın altına uzandık biraz.

Uyuyakalmışız. Yüzüme vuran güneşin sıcaklığıyla uyandım.

Sito’yu tekmeleyip, yollu bir küfür savurdum. Korkuyla ayağa fırladı. Eline çapanın birini tutuşturdum. Birini de ben aldım. Gözümüze kestirdiğimiz yeri kazmaya koyulduk.

Yarım saat sonra, yüzünden terler akarak,

“Burası uygun değil.” dedi.

“Nereden biliyorsun”

“Sarımsak her yerde olmaz. Daha kuytu bir yer ister.”

“Neresi kuytu? Her yan açık, dikili ağaçsız, çorak bir yer işte.”

“Olsun. Her yerde daha kuytu bir yer olur.”

“Ne yapalım?”

“Üstümüzü çıkaralım. Tarlayı dolaşalım. Nerede daha az esinti varsa, orası kuytudur.”

Terden sırılsıklam gömlekleri çıkarıyoruz. Çardağın direğine asıyoruz. Kazdığımız yeri bırakıyoruz. Sito alt ben üst yanından başlıyoruz daha kuytu yeri aramaya.

Sıcak. Çok sıcak. Adım atmaya üşeniyorum. Aranır gibi yapıyorum.

Uzaktan el ediyor. Yanına gidiyorum.

“Tamam” diyor, “Burası. Burası uygun.”

Umurumda değil.

“Neredeyse öğlen olacak. Ateş yakalım.” Diyorum.

Etraftan bulabildiğimiz çalı, çırpıyı çardağın kenarına yığıyoruz.

Yerden alevler yükseliyor. Ateş iyice koyulaşıyor.

Çıtırtılarla yanan ateşe uzak duruyoruz.

Balıkları çabucak paklayıp, ızgaraya diziyorum. Ben o işi yaparken Sito, şişenin mantarını, küçük bir burguyla, her zamanki ustalığıyla açıyor. Şişeyi dikip, iki dolu çekiyor, bana uzatıyor.

Izgarayı korların üzerine koyduktan sonra, şişeyi alıp dikiyorum. Şarap ısınmış. Yakıyor.

Izgaradaki kızarmış, pişmiş balıkları gazetenin üzerine silkeliyorum. İnce bir kokuyla dökülüyorlar.

Sofrada kesik soğan görmeyince Sito’ya soruyorum;

“Hani? Soğanları kesmemişsin?”

“Sen almadın mı soğan?”

“Yoo!”

Bir an kalakalıyoruz. Birbirimizin yüzlerine bakıyoruz.

Balıklar soğuyacak. Soğuyunca bir şeye benzemez. Rezil olacak güzelim balık.

Ne o, ne ben, balığı soğansız yemeyiz. Balığı atarız da yemeyiz.

Kalkıyor.

Dün ektiğimiz altı soğanın ikisini söküyor.

Dörde bölüp, balıkların yanına, gazetenin üzerine koyuyor. Oturup, irice bir balığı, kılçığıyla ağzına atıyor. Ardından da bir parça soğan...

Akşamı kahvede tarla sahibi, “Yarın tarlaya gelmeyin artık.” diyor.

28.11.2012 / Bandırma

Kategori:

Re: Soğan

Hikâyenin dumanı üstünde anlaşılan. Çok güzel ama sanki biraz dinlenmesi gerekiyor.