UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Sızı

05 Ağu 2013
aykutdalyan

-Anam anam anam! Gelip yardım etsene. Hala dikiliyor orada. Ölüyüm de o zaman gel bari. Yavaş yavaş yavaş. Elimden tut önce. Yavrum çekme öyle hemen. Kolumu çıkaracaksın. Anam anam anam dizleriiim! Uyuşmuş… Duyuyon mu çıtırtıları? Tamam, bırak şimdi.
Yavaş yavaş adımlarını attı. Durdu. Elini beline koyup, geriye doğru esnedi. Nasılda uyuşmuştu her yanı. Tuvalete doğru yöneldi. İşini gördükten sonra dönüp tekrar oturdu her zamanki yerine.
-Ben eskiden böyle miydim? Hasan Ağa deyince âlem susar yarım saat düşünürdü. Şimdi elden ayaktan kesildik. Komanda nerede komanda? Ne anlıyorsan şunlardan. İki tane donu bozuk çıkıp konuşuyorlar akşama kadar. Filim yok mu filim? Ver kız şunu değiştirelim kanalları.
Kızının yanına taşınmıştı, dükkânını kapadıktan sonra. Tek eğlencesi televizyon olmuştu. Damadı genç yaşta ölmüş, torunu gurbette üniversiteye gitmişti. Dükkânını kapadığında yetmiş iki yaşındaydı. Babasız büyümüştü Hasan Ağa. Önceleri köyde dayılarının yanında çalışmış, sonrada şehre taşınmış, orada burada çalışayım derken bir dükkân açmıştı kendine. Hayvan yemi satmıştı ilkin. Sonra işleri büyütmüş, yandaki dükkânı da alarak zahireciliğe başlamıştı. Yanına bir de çırak tutmuştu, ayak işlerinde kullanmak için. Sonraları tek sırdaşı olmuştu çırağı. Malum ya tek başına yaşanmazdı. Herkes onu baş göz etmeye çalışırken o iki tane dost bulmuştu kendisine. Evlerden haberi çırak götürüp getiriyordu. “1940’lar ne de olsa ha deyince telefon açılmıyordu ki!” Çokta parasını yemişti “namussuz” Ama ne çare mecbur verecek ya da göz yumacaktı paranın gitmesine. Bir duyulursa Allah korusun cumaları camiye bile almazlardı onu. Zaten gidip gelip hacca ne zaman gideceksin diyenler türemişti.
-Ajanslar yok mu ajanslar? Bakalım dünya da neler olmuş. Allah bu televizyonu icat eden razı olsun. Onun sayesinde koca dünya ayağımıza geliyor. Dışarı çıkıp ne yapacan? Zaten çıkamıyoz o da ayrı mesele. Kız! Kahve yapta içek. Yahu adamı dinden kitaptan çıkarma. Kahvenin bana ne zararı olacak? Anca bir doktor bellemiş gidiyon. Biz bilmiyoz mu kendimizi? Ben nelerle baş etmiş adamım bununla mı baş edemeyecem?
Bir gün iki kabadayı musallat olmuştu dükkanına. İlle de haraç istiyorlardı. Haraç vermezse eğer, dükkanını talan ettireceklerdi. “Öyle ya ikinci cihan harbi var. İnönü Paşa memlekette ne kadar tahıl varsa toplattı. Ne yapacaktım?” ya malından olacaktı ya parasından. O ikisinden de vazgeçmemiş, bir gece kabadayıların ikisini de temizletmişti. Sonra adamları yakalanmış, adını vermişler böylece hapse girmişti. Yokluğunda dükkanını dayıları işletmişlerdi. Tekrar işinin başına döndüğünde çok şey değişmişti. Bu arada başını tekrar belaya sokmasın diye evlendirmişlerdi onu ama kar etmemişti. Kimse ona karşı ses çıkaramıyor, çıkaranlarda yarım çuval un karşılığında tuttuğu adamlar tarafından temizce dövülüyordu.
-Maskara olduk be! Bİ kahve için mi dır dır dırlanıyon? Ulan kör şeytan… şu ayaklarım şişmeseydi ben yapmasını bilirdim kahveyi. Tut şu elimden tut. Yavaş yavaş! Çekmesene kolumu kızım. Dur bi dönecem dur. Zıkkım olsun senin kahven. Ben yatıyom. Haa! Seslenince çabuk gel. Zaten döşekte döşeğe benzemiyor. Neymiş efendim yeniymiş de daha ne istiyormuşum? Heey gidi hey! Ben nerelerde kaldım senin aklın eriyor mu?
Şehirde bir han vardı. Şehrin zenginleri akşamları hana gider, aleme dalarlardı. Hasan Ağa durur mu? O da giderdi elbet. Çoğu kez çakır keyif olur, hanın en güzel odalarından birinde, o akşam bahtına hangi güzel çıkarsa onunla kalırdı. Kapıyı kilitlemeyi unutmaz, tabancasını da her zaman hazırda tutardı. Ne olur ne olmaz? İkinci cihan harbi bitmişti ama bu kez de “demirkıratlar” çıkmıştı piyasaya. Bayar’a karşı saygı duyuyordu duymasına ama Menderes’i hiç sevememişti. “Yedi memleketin paralarını, dağıttı parasını üye olan soysuzlara!” derdi hep. Seçimlere yaklaştıkça ufak tefek başlayan kavgalar iyice artmıştı. Köyündeki tüm hasımları Demokrat Partili olmuştu, kendisine inat. Ama göreceklerdi günlerini. “Evvel Allah bu ülkenin ordusu var.”
-Kız gelsene. Üzerimi ört. Kolumdan çekemiyom yorganı. Kireçlemede neyse. Kolumu kımıldatamaz oldum. Anana benzedin sen de iyice. Allah rahmet eylesin de o da senin gibi nursuzdu. Onun yüzünden ben bu hallere geldim. Eve giremezdim suratını görmeyim diye. Kız yüzümü örtme diyom. Boğacan mı adamı? Senin gücün yetmez ya onu yapmaya. Ama umuyom doğrusu. Herkes ölümümü bekliyo. Allah almadı ki canımı.
Handı hapisti derken bir türlü huzur bulamamıştı hayatta. Sanki birileri sürekli arkasındaydı. Hele de Demokrat Parti iktidara gelince iyice azıtmışlardı işi. Hacca ne zaman gidiyorsun diye soranlar, “Komonistler camiye gelmesin” diye bağırır olmuştu. “Düne kadar kıçları açıktaydı şimdi para gördü elleri itlerin, azgınlıkları bundan” diyordu hep. “Bundan sebep havlayıp duruyorlar.” Sonraları adı iyice komüniste çıkmıştı. “Ben Halk Partiliyim, komonist değilim” dese de kar etmemişti. Zaten bir de Özal’a oy verdiğine inandıramamıştı kimseyi.
1970’lerin sonuydu. Yaşı altmışı geçmişti. Dükkandan evine doğru giderken birileri koşarak arkasından gelmiş, sırtına odunla vurup yere yıktıktan sonra tekmeleye tekmeleye dövmüşlerdi. O günden sonra üç kişi ile dolaşmaya başlamıştı dükkanını kapatana kadar.
-Kııız! Anam anam anam. Bakmaz ki eşşeğin dölü. Anaam ölüyom. Ölünce gelseydin bari. Ayağımı indir yataktan aşağı. Kaldır beni kaldır. Yavaş. Tamam git. Ben biraz yatakta oturacağım. Uykum gelince çağırırım seni.
Anjiyodan sonra uyku tutmaz olmuştu. Annesi de aynı duruma düşmüştü. “İrsi mi nedir? Karı tak diye gittiydi.” Kendisi hapisteyken dükkânını işleten dayılarını malını çalmakla suçlamış annesi de kardeşlerini koruyunca annesine küsmüş, cenazesine bile gitmemişti. “Ahı mı tuttu karının ne? Ahını ödedim amma daha da ne olacak?”
İki çocuğu vardı Hasan Ağa’nın. Yanında yaşadığı kız hariç bir de oğlu olmuştu. Oğlunu üniversite okutmak için Ankara’ya yolladığında Ankara otogarında dövüp yollamışlardı geriye. Oğlu ikinci defa Ankara’ya gittiğinde cesedi dönmüştü geriye. “Bulamadık kimler yaptı? En azından öcünü alsaydık.” Diye dövünüp duruyordu. Bu olay aklına gelince göz yaşlarını tutamıyordu. Hatta bir defasında televizyondaki dizilerden birinde de benzer bir olay görmüş, kendini tutamamıştı. Kızı fark edince kendini toparlamaya çalışmış, benimle alay eder düşüncesiyle kızıyla üç gün konuşmamıştı.
Derin bir nefes aldı oturduğu yatakta. “Bir de şu sızı peşimi bıraksa” dedi içinden. Sağ tarafına doğru yattı sonra. Yorganı üzerine çekmeye çalıştı ama kolundaki kireçleme buna izin vermedi. Kızına seslenecek oldu… vazgeçti. Bırak uyusundu. Zaten sabah az kalmıştı.

Kategori:

Re: Sızı

Sızı’yı okurken, neden bilmem adamın konuşmaları bana öykünün içinde, bütüne ait bir parça gibi gelirken, yazarın anlattığı yaşamöyküsü ile ilgili parçalar metindışı bir eklenti gibi geldi. Yaşlı adamın konuşmaları(sızlanmaları) gerçekçi, kişiliğinin ip uçlarını veren ince bilgilerle yüklü. Belki yaşamöyküsü bu konuşmaların arasına yedirilirse, bir daha farklı bir vuruculuk elde edilebilir.

Aşağıda kendimce yazım hatası olarak gördüğüm ve, “bu cümle böyle denense, acaba?” tarzında notlar var. (Bunlar sadece öneridir.)

""
“orada burada çalışayım derken bir dükkân açmıştı kendine”

orada burada çalıştıktan sonra bir dükkan açmıştı kendisine

""
Nasılda uyuşmuştu her yanı.

Anlatıcının her şeyi bildiği tavrından biraz kaçınmak için, bu cümle olmasa, veya hiç olmasa diyorum. Öykünün sonuna doğru da bu tarz anlatım yine beliriyor. “Bir de şu sızı peşimi bıraksa” dedi içinden. Gibi. Mesela bunu içinden değil seslendirse daha uygun görünür gibi geliyor bana.

Yorganı üzerine çekmeye çalıştı ama kolundaki kireçleme buna izin vermedi.

“kireçleme buna izin vermedi” yerine, “çekmeye çalıştı ama çekemedi” dendiğinde okuyucuya da bir kendi eklentisini yapmaya fırsat tanınmış olur. Zaten yaşlı adamın kireçlenme sorunu, eklem yerlerinde güç kaybı olduğu öncesi anlatılarda vurgulanıyor.

Paragraflar belirgin olarak aayrılsa daha uygun olur. Yaşlı adamın konuşmasıyla yaşam öyküsünün, diğer anlatılanların başlangıçları daha belirginleşir.

""
“Sonraları tek sırdaşı olmuştu çırağı.”

Öykünün içinde fazla bir anlam oluşturamadım cümleden. Ya üstü örtülü bir anlamı var, ya da gerkeğe biraz uzak, patron, yanında çırak çalıştıranın çırakla sırdaş olması doğal, rastlanan bir şey değil çünkü.

""
“telefon açılmıyordu ki!”

Bulunmuyordu ki!, veya başka bir şekli.

""
ikinci cihan harbi

İkinci Cihan Harbi, büyük harfle.

Öyküsünü paylaştığı için Aykut Dalyan’a teşekkür ederim. Anlatımınıza sağlık.


Re: Sızı

Sürücü güzel söylemiş. Aykut'un öykülerinde benim de en çok takıldığım her şeyi bilen anlatıcı oluyor. İşin kötüsü konuşmalar o kadar güzel akıyor ki insanın tutup bu tanrı anlatıcıyı bir temiz dövesi bile geliyor.

Sızı'nın motifi de öykünün anlatımı da çok güzel, sadece çalışma istiyor.