UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



The Reader

04 Mar 2009
Barış Acar

The Reader'ı izledim. Bence "En İyi Uyarlama Senaryo" ödülünü hak etmiş film. Hatta "En İyi Film"i bile alabilirmiş. Yalnız, özellikle son sahneleriyle Yahudi lobisini biraz kızdırmış olabileğini düşünüyorum.

İzlenmeli!

Kategori:

Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

""
Yalnız, özellikle son sahneleriyle Yahudi lobisini biraz kızdırmış olabileğini düşünüyorum.

Altyazı dergisinde, film hakkında üç yüz Yahudi'nin ölümünden sorumlu kişiye sempati uyandırma çabasının kimi yazarlarca sorunlu bulunduğunu belirten bir not var.


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

The Reader'ı izlerken, özellikle sonlarına doğru, Barış'a şu cümleyi kurduğumu hatırlıyorum(elbette göz yaşları içinde);
Hollywood sinemasının gücü burada işte, bir nazi memuru için sana gözyaşı döktürebiliyor.

Filmin kurgusundan etkilendim. Yarattığı atmosfer, sizi içine çektiği sorular çarpıcıydı. Filme getirilen eleştiriler konusunda Barış'la biraz konuştuk. Abdullah'ın sözünü ettiği Altyazı dergisindeki yazıyı da okuyacağım, eleştiriler yerli ya da yersiz olsunlar film şu duyguyu çok iyi vermiş; hangi konuda keskin bir yargı ve kanıya sahipsek aslında o konu /durum hakkında çok az bilgiye sahibiz...


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Altyazı'daki Enis Köstepen'e ait yazıyı okudum. Güzel eleştirileri var Köstepen'in. Ancak sonunda o da değinmiş; film çok ince bir çizgi üzerinde hareket ediyor ve bence alnının akıyla da çıkıyor bu hareketin sonunda.

Örneğin Hitler üzerine (onun insan yönü üzerine) yapıldığı söylenenfilmi izlerken çok kızmıştım ben de ve Köstepen'inkine benzer eleştirilerim olmuştu. Ama Reader'da iş biraz başka. Keza öykü katliamların sorumlusu olan birini değil, kendisine verilen emirlerin uygulayıcısı olan sıradan birini anlatıyor.

Zygmunt Bauman'ın ünlü deneyindeki gibi, burada önemli olan bu kişilerin empati yetenekleri vb. değil, işle kurdukları zorunluluğa dayalı, hiyerarşik ilişki.

The Reader'ın asıl gücününse müthiş dengeli senaryosunda olduğunu düşünüyorum. Bana bir senaryo dersi gibi geldi bütün film. Dramatik yapı öyle güçlü ki, roman uyarlaması olduğunu hemen fark etmiştim.


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

İyice merak ettirdiniz filmi. İzlemeli...


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

""
İyice merak ettirdiniz filmi. İzlemeli...

Evet, bir an önce izlemeli.


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Barış Acar dedi ki:
Örneğin Hitler üzerine (onun insan yönü üzerine) yapıldığı söylenenfilmi izlerken çok kızmıştım ben de ve Köstepen'inkine benzer eleştirilerim olmuştu. Ama Reader'da iş biraz başka. Keza öykü katliamların sorumlusu olan birini değil, kendisine verilen emirlerin uygulayıcısı olan sıradan birini anlatıyor.

Burada bir yanlış anlaşılmayı önlemek gerektiğini fark ettim. Filmin kadını masum gösterdiğini, dolayısıyla bu eylemi gerçekleştiren birini "akladığını" düşünmüyorum aslında. Onun "dramı", gerçekleştirdiği eylemdeki sorumluluğu ortadan kaldırmıyor. Sadece olayın içeriden bir görünümüne yaklaştırıyor bizi. Keza öykünü baş karakteri (Ralph Fiennes), kadını hiçbir zaman affedemeyeceğini çok güzel açık ediyor oyunculuğuyla ve bu kadın için asıl ceza oluyor.

Neyse çok laf ettim film üzerine; belki izleyen olursa öyle devam ederiz.


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Barış dedi ki:
Neyse çok laf ettim film üzerine; belki izleyen olursa öyle devam ederiz.

Bu kadar laf ediyor olman ya da olmam filmin üzerine konuşulacak çok şey olmasından mı? iki gündür filmi düşünüyorum, kadını, söylediklerini, söylemediklerini.. Kadın için üzülmüş olmamı haklı çıkaracak bir sebep bulmaya çabalıyorum, kendimi savunabilmek için gerekçeler arıyorum. Bazen başa dönüp kadına değil o anlara geri döndürülemez zamanın geride bıraktıklarına üzülüyorum diyorum. Lütfen filmi izleyin biraz daha konuşalım film üzerine.


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

The Reader zorla bana bir yazı yazdırdı. Reader (Okuyucu) ve Der Untergang (Çöküş) karşılaştırması üzerinden bireylik ve kurumlaşma arasındaki çatışmaya odaklanan bir yazı... Düşüncelerinizi bekliyorum.

The Reader - Baris Acar.pdf (NOT: Yazıyı, kimi yanlışları düzelterek, yeniden yükledim.)

EkBoyut
The Reader - Baris Acar.pdf 137.59 KB

Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Bu başlığın en çok konuşulan filmini izledim ve Barış Acar'ın ilgili yazısını okudum. Söylenecek herşey söylenmiş zaten... Birey olmayan bireylerin toplulukların fikri, duyuşu, ideolojisiyle yaşadığı gerçeğini gözler önüne sermiş film... Herkes izlemeli


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

Nihayet "The Reader" filmini seyrettim. Film, ilk başlarda bana "Notes on a Scandal" filmini anımsatsa da ikinci yarısı diyebileceğimiz bölümünde, bambaşka bir konu -Yahudi soykırımı- üzerinden ilerliyor. Filmde can alıcı bir sahne, yönetmenin sanırım amacını ortaya koyuyor:

Hukuk profesörü, derste iken öğrencilerine "Suçluları yargılarken ahlakî değerlerimizi değil yasaları göz önünde bulundurarak hareket etmeliyiz." türünden bir tümce kuruyor. Ardından da " Bu yasalar da o dönemin yasaları olmalı." diyor.

Bireyin yasal sorumlulukları, kendi dönemindeki yasalarla sınırlandırılmıştır, kabîlinden bir anlam çıkıyor son ifadeden. Burada filmdeki yargılama sürecine dair önemli ipuçları ve tezatlar var. Öncelikle ilk cümleye katılmamak elde değil. Bunun yanında biri, insanlıkdışı bir eyleme giriştiğinde düşünmesi gereken o dönemdeki onu kuşatan yasaları mı yoksa kendi vicadını ve etik değerleri mi? Sonuçta yasalar her zaman eksikleriyle, kapalı alanlarıyla varolagelmiştir. Yasalar bizim eksiklerimizi kapatmaz; biz yasaların eksiklerini kapatmaya çalışırız. Bir Nazi subayının döneminde yaşanan soykırımı, "Yasalarda böyle bir sınırlama yoktu." diyerek haklı çıkarmaya çalışması anlaşılır şey değil.

Buradan hareketle yönetmen, o dönemde "alıklık dercesinde safça ve cahilce" bu işe girişen yığınla insana bir kılıf bulmaya çalışıyor.


Re: Şu Sıralar İzlediklerimiz, Okuduklarımız Üzerine

"The Reader"filmi üzerine Abdullah ve Cihan'ın dile getirdiği yasa ahlak ikliğinden daha derinde bir çelişki barındırdığı düşünüyorum. Bence bu görünen yüz, üzerinde film için en az durulması gereken şey. Ben daha çok yasaların, zamanında yapılmamış fedakarlığın bellkelerde bıraktığı vicdan azabından kurtulmak için bir suçlu aradığının altının çizilmesi gerktiğini düşünüyorum. Hele de Abdullah'ın

""
Buradan hareketle yönetmen, o dönemde "alıklık dercesinde safça ve cahilce" bu işe girişen yığınla insana bir kılıf bulmaya çalışıyor.
ifadesinde bu suçu safça işleyen insanları aklamaya bir girişim olarak yorumlamıyorum. Barış buradaki suçlama ve yargılama eylemlerinin kişilere mi yoksa kurumlara mı, cezanın emri verenlere mi yoksa uygulyanlara mı hak olduğunu inceleyen yazılarını tekrarlamak istemiyorum. Barış'ın tezine ek olarak o dönem nazi kamplarında çalışan ve görevlendirilenlerden daha çok savaştan kaçan başka ülkelere sığınan, yahudi olmadığı için bu zulme maruz kalmayan ancak olan bitene sessiz kalan almanların, başka başka ülkelerde ülke bu olayları görmezden gelen herkesin suçlu olduğu düşünüyorum. Çünkü gerçekleşen şeyler bunların gerçekleşmesine izin veren herkesin suçudur. Toplum, işler yoluna girdiğinde kendi rahatını kaçırmadan film izler gibi izlediği olayların belleğinde yarattığı suçluluktan bir günahkar bulup onu yargılayarak kurtulabilir ancak.

Filmde gençliğini David Kross'un daha sonrasında Ralph Fiennes'in canlandırdığı Michael Berg'in kadının okuma yazma bilmediğini dolayısıyla o emri veren kişinin o olmadığını söyleyememesiyle de eşleştirebiliriz olan bitenlere kendi rahatımız için nasıl da göz yumduğumuzu.


Re: The Reader

Bugün, başlıkları ayırma işiyle artık iyice gözlerim şaşı olmuşken bu film hakkında ne çok şey söylenmiş olduğunu görüp akşam izlemeye karar vermiştim. Filmi biraz önce izledim. Barış'ın birey-kurum ilişkisi bağlamında yaptığı değerlendirmelerin gerçekten zihin açıcı olduğunu düşünüyorum. Yazıdan özellikle şu cümlenin altını çizmek istiyorum:

""
Sonuçta bu faşizmin kimliksizleştirmeye çalıştığı onun (ve onun gibi binlercesinin) kişiliğine bir saygının ifadesi olarak da okunabilir.

(Bu arada yazının son cümlesindeki "insanın bir kez daha galebe çalındığı" kısmı "insanın bir kez daha galebe çaldığı" biçiminde olmalı.)

Filmin ele aldığı mesele bayağı dikenli bir arazide olduğu için, kırıp dökmeden yol almak gerçekten önemli. Ben de filmin bu konuda başarılı olduğunu düşünüyorum.

Ben, filmin başka bir yanına, bir Holywood yapımı olması meselesine değinmek istiyorum.

nurten aksakal dedi ki:
The Reader'ı izlerken, özellikle sonlarına doğru, Barış'a şu cümleyi kurduğumu hatırlıyorum (elbette göz yaşları içinde);
Hollywood sinemasının gücü burada işte, bir nazi memuru için sana gözyaşı döktürebiliyor.

Bu konuda Nurten'e katılamıyorum. Hollywood'un kalıplaşmış anlatı tekniklerinin çok sıkıcı, hattâ bunaltıcı olduğunu düşünüyorum. Düpedüz belirli bir anlamı, duyguyu dikte eden tembel işi sahneler beni bir filmin atmosferine sokmaktansa iyice filmin dışına, anlatının uzağına atıyor. Hani neredeyse benim gözümde bu türden çekim ve sahneler bir yabancılaştırma etkisine dönüşmüş durumda. Filmde de beni en çok rahatsız eden bu anlatım tekniği oldu. İki aşığın bisikletle kır gezisine gittikleri şu sahne filmi izlerken beni benden aldı:

Ben kendimi bildim bileli her Hollywood filminde bu sahneyi izlemekten bıktım, onlar neredeyse yüz senedir bu sahneyi çekmekten bıkmadılar. İzleyiciyi salak yerine koyan böyle bir sinema dilinin kullanıldığı bir filmi ancak "bitse de gitsek" diyerek izleyebiliyorum.


Re: The Reader

Sanırım Nurten'in kastettiği farklı bir şey. Hollywood'un gerçekten başarılı olduğu bir alan var: O da bireyi dilediği gibi manipüle edebilmek. Bunu da bazen Eren'in gösterdiği gibi en basit anlamıyla melodram ya da katharsis yapısı kullanarak yapıyor, çoğu zaman da Eisenstein'in ve Rus sinemasının sinema dünyasına katkısı olan "kurgu masası"nda insanın evrenselliğinin ustaca yeniden yaratılmasıyla başarabiliyor.

Bir örnekle bunu açmaya çalışayım:

Bugün, bundan on altı yıl önce okuduğum okulun bahçesindeydim. Öğrencilerin arasına oturmuş bir şeyler içerken, aynen Eren'in yukarıda anlattığı Hollywood katharsisindeki gibi, eski ve yeni görüntülerin üst üste bindiğini, boşluğa dalarak geçmişle bugünü birleştirmeye çalıştığımı gördüm/ düşündüm. Nesneler bulanıklaştı, zaman yavaşladı, sesler birbirine karışmaya başladı. Bir türlü kurtaramadım kendimi bu duygu durumundan. Acaba beni böyle düşündüren gerçekten benim hayalgücüm müydü, yoksa kültür endüstrisi tarafından kodlanmış bir alımlama mekanizması harekete geçerek bana bu tür bir imge tarafından manipüle edilen bir duygu dünyası mı sunuyordu?

Bu soruya, sinema bağlamında da, vereceğim yanıt, "Bu iki yönün birleşiminin, hayalgücünün kurgu masasında yapılmış yerinde bir çözümlemeyle manipüle edici yönde kullanılmasının belirleyici etkisi var," şeklinde olacak. Hollywood'un başardığını düşündüğüm şey bu; eğer ki insani bir olgunun kişiyi insanlıktan çıkartacak şekilde pespaye biçimde sürekli tekrar edilmesine başarı denebilirse.


Re: The Reader

Barış Acar dedi ki:
Hollywood'un başardığını düşündüğüm şey bu; eğer ki insani bir olgunun kişiyi insanlıktan çıkartacak şekilde pespaye biçimde sürekli tekrar edilmesine başarı denebilirse.

Hah işte, onu diyorum ben de Smile


Re: The Reader

Öncelikle Barış'a "Hollywood'un gücü" olarak tanımladığım şeyi vurguladığı için teşekkür ederim. Ayrıca seyirciyi salak yerine koyan, defalarca tekrarından kaçınılmayan ve naylon bir ortak bilinç yaratan sahnelerin insanın, film izleme keyfini kaçırdığı konusunda da Eren'e katılıyorum.


Re: The Reader

Genellemeler bence her zaman bazı riskler taşır. Özellikle olumsuz genellemeler, olumlu, iyi şeylerin arada kaynamasına neden olabilecek ön yargıları oluşturabilir.
Bu nedenle de ben diyorum ki; genellemeleri çok dikkatli kullanmalıyız. "istisnalar kaideyi bozmaz" diyebiliriz. Ama belki de; bir filmin iyi olup olmadığına; içeriğine, anlatımına, iletisine bakarak, onları sağlıklı bir gerçekçilikle değerlendirecek kişisel donanıma ulaşarak yapmakta daha çok yarar var bence.


Re: The Reader

Mehmet Sürücü dedi ki:
Genellemeler bence her zaman bazı riskler taşır. Özellikle olumsuz genellemeler, olumlu, iyi şeylerin arada kaynamasına neden olabilecek ön yargıları oluşturabilir.
Bu nedenle de ben diyorum ki; genellemeleri çok dikkatli kullanmalıyız. "istisnalar kaideyi bozmaz" diyebiliriz. Ama belki de; bir filmin iyi olup olmadığına; içeriğine, anlatımına, iletisine bakarak, onları sağlıklı bir gerçekçilikle değerlendirecek kişisel donanıma ulaşarak yapmakta daha çok yarar var bence.

Önceki iletimden benim filmi olumsuz değerlendirdiğim anlaşılmasın. Şuradaki yazımda filmin tartıştığı olgu ve dili üzerinde detaylı olarak durmuştum.


Re: The Reader

Barış Bey o yazdıklarımın nedeni şuydu; "Hollywood Filmleri" tanımlaması o sektörün bindebir de olsa çok değerli birkaç film ortaya çıkardığında, önyargılarla bazı algılarımızı kapatmışsak, bunları görememe, izleyememe durumunda kalabileceğimiz düşüncesidir. Tabi ki sizin filmle ilgili yorumunuz, düşünceniz söz konusu değil yazdıklarımda. Zaten yazılanların (belki de benim bir yanlış anlamamdan kaynaklanmış da olsa) bir genellemeye uzandığını düşünmemdi.
Sağlıcakla


Re: The Reader

Genellemeler konusundaki görüşlerinize tümüyle katılıyorum.

Hollywood ya da, daha doğru bir isimlendirmeyle, popüler kültür ürünü filmleri ifade eden "ana akım" sineması cepheleşme yaratacak kadar karşı durduğum bir alan değil. Bu alan içinde ya da onun olanaklarından ustaca yararlanarak sanatını ortaya koyan pek çok yönetmen, senarist, oyuncu vb. önemli kimlikler var. Böylesi bir genellemeyi kullanma nedenim pratik bir gereksinimden kaynaklanıyor: Avrupa sinemasının ya da "art house" diye nitelenen sanat sinemasının insana dair evrensel problemlere ve sinemanın doğasına odaklanan araştırmacı tutumuna karşın, popüler kültür ürünü filmlerin bu dünyanın yarattığı olanakları kendi lehine ustaca kullanarak insani duyguları sömürecek şekilde sürekli aynı öğünü sofraya sürmesi.

Elbette bu konu tek tek yönetmenler, hatta filmler özelinde ve karşılaştırmalı bir biçemle ele alındığında gerçek anlamda ne demek istediğimi anlatacak sonuçlar verebilir bize. Bu filmle ilgili yaptığım çalışma da bir parça bu kırılma anına odaklanıyor aslında.


Re: The Reader

Çöküş'ü izlediğimi sanıyorum ama düşündüğümde filme dair hiçbir şey hatırlamadım, izlemedim mi yoksa?.. İzlememiş olsam da içeriğini biliyorum -en azından artık- burada yazılanlardan dolayı. Barış'ın "Okuyucu ve Çöküş'ün Perspektifinden Birey Kurum İlişkisi"yazısında sözü edilen filmlere çok ayırt edici bir noktadan baktığını ve bu bakışını da açık bir dille anlattığını düşünüyorum. Yazıyı iki filmi bir arada görmek çok kıymetli buldum yalnız bir konuda;"sosyolojinin susması gerek"tiği konusunda, birey-kurum ilşkisi söz konusu olduğunda sosyolojinin susması gerektiği konusunda Barış'a katılamıyacağım; tam tersi daha çok konuşması gerektiğini düşünüyorum,bunu psikolojiye yüklemek sorunu daraltmak olmaz mı?


Re: The Reader

Nurten Öztürk dedi ki:
...yalnız bir konuda;"sosyolojinin susması gerek"tiği konusunda, birey-kurum ilşkisi söz konusu olduğunda sosyolojinin susması gerektiği konusunda Barış'a katılamıyacağım; tam tersi daha çok konuşması gerektiğini düşünüyorum,bunu psikolojiye yüklemek sorunu daraltmak olmaz mı?

Altyazı dergisi yazıyı yayımlarken de aynı noktada bir soru sormuştu; tartışmıştık. Çok kritik bir laf aslında ettiğim. Dolayısıyla kısa bir yol yok bu düşüncemi anlatmaya çalışmanın. Yalnızca, girizgâh anlamında, kısaca şunu söyleyebilirim: Sosyolojik bakış hep tarihsel gecikmişlikle hareket eder. Olayların birbiri ardına nasıl dizildiğinin bilgisiyle neden-sonuç ilintileri kurarak, istatikler yaparak varolanı yeniden biçimlendirir. Ancak olaylar olmaktayken sosyoloji basiretsizdir; hiçbir aklı başında sosyolog, örneğin bir devrim sürecinde, şimdi şöyle bir yol izlemeliyiz demez (Amerika'da ve sosyal-psikoloji alanında böyle çalışmalar var; ancak bunların da derdinin ortamı manipüle etmek olduğunu düşünüyorum. Comte'un çalışmalarının tarihe yön vermek gibi bir karakter taşıdığı düşünülürse aslında sosyolojinin geneline yayılabilecek tehlikeli bir yaklaşımdır da bu. Zaten sosyolojinin doğumuna ilişkin de böyle bir şerh hep düşülür: Zaten bütün sosyal bilimlerin içinde tarihsel-toplumsal analiz varken neden sosyloji gibi ayrı bir disipline gereksinim duyuldu ki?). Dolayısıyla, insan ruhunu anlamak, o andaki karar mekanizmalarını çözümlemek sosyolojinin ellerine bırakılırsa epey kuru ve gerçekte kişinin içinde bulunduğu duruma dair hiçbir şey söylemeyen analizler çıkar ortaya. Bu film de İkinci Dünya Savaşı'na ilişkin böylesi bir yönün iyi altını çiziyor kanımca.


Re: The Reader

Barış, sözünü ettiğin tartışma, dergide bir şekilde yer alıyor mu, baktım ama göremedim?


Re: The Reader

Nurten Öztürk dedi ki:
Barış, sözünü ettiğin tartışma, dergide bir şekilde yer alıyor mu, baktım ama göremedim?

Derginin içeriğinde yer almıyor. Yayın kuruluyla metin üzerinden yaptığımız bir tartışmaydı.