UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Pisi'nin Liberal Seçkisi

07 Nis 2012
Ayşegül Akbay Y...

TSE, (Gelseydik)
Steve’den Commons’da

“Beyaz Önlüklü Kadın”ın ikilemi, Cihan ve “her havaya elverişli” kıyafetiyle karşılaştırıldığında yalnızca küçük bir meseleydi!

Turbo otomobil saatte 140 kilometre hızla bariyere çarptı; sonuç elbette ki kaçınılmazdı. Korkunç bir kazaydı ve sürücü çarpmanın ardından 15 metre ileriye fırladı.
Cihan, cansız bedene baktı ve aklına parlak bir fikir geldi.
***
Sorun birkaç hafta önce başlamıştı. Cihan’ın laboratuar koordinatörü olan Bora, tam da işten çıkıp eve gitmeye hazırlanırken onu ofisine çağırmıştı. Bir çalışanın, alışılagelmiş saatlerin dışında çalışmasına neden olmak kuralların açık bir ihlaliydi ve Cihan, Bora’nın isteyeceği şeyin mutlaka önemli olduğunu anlamıştı. Koordinatörün karşısına oturdu ve nazikçe bir meraklı bakış fırlattı.
“Cihan, önemli bir şey olmasaydı bu saatte seni buraya çağırmayacağımı biliyorsun,” demişti Bora, dudaklarını büzerek.
“Elbette efendim,” diye karşılık vermişti Cihan, bekleyerek.
“Mesele şu ki zor bir durumla karşı karşıyayız.” Bora gözlerini ona kaygı verici bir şekilde dikmişti. “Gayet iyi bildiğin gibi, Tekstil Endüstrisinde, tıpkı dünya üzerindeki diğer bütün ticari işletmelerde olduğu gibi faaliyetlerimizi son elli yıl boyunca hiçbir ekonomik sorunla karşılaşmadan yürüttük.”
“Elbette efendim...”
“Bu işletmelerin herhangi birinde yaşanabilecek finansal bir probleminin, özellikle de bizimki gibi önemli bir endüstride, ne tür sonuçlar doğurabileceğinin de pekala farkındasın.”
“Kesinlikle efendim. Bizimki çok hassas bir denge üzerine kurulu bir ekonomik sistem. Bir işletmenin ekonomik statüsündeki en ufak bir değişiklik...”
Bora, “Aynen öyle!” diyerek masaya doğru eğilmiş ve gözlerini Cihan'a dikmişti. “Buraya, Yönetim Kurulu toplantısından geliyorum. Son üç haftada, kar marjımızın yüzde sıfır nokta üç düştüğü söylendi!”
Cihan'ın yüzü kireç gibi bembeyaz kesilmişti. Yutkunmuş ve derin bir nefes almıştı.
“Bu bilgi kamuoyuyla da paylaşılacak mı, efendim?”
“Tabii ki hayır! Ama bunu ne kadar süre bir sır olarak saklayabileceğimizden emin değilim! Mesele şu ki AY BİLİŞİM LTD. kar marjımızın sürekli düşeceğini söylüyor; ürünlerimizde ciddi bir değişikliğe gitmediğimiz takdirde, gittikçe artan bir hızda dibe vuracakmış!”
Bora, arkasına yaslanıp ellerini kenetlemişti, kendini sakinleştirerek. “Neden böyle bir durumla karşı karşıya kaldığımızı henüz tam olarak bilmiyoruz. Ancak, AY BİLİŞİM LTD. üretim sistemimizde belirli bir değişikliğe gidersek problemin çözülebileceğini söyledi ve bu değişikliğin doğası hakkında bizi bilgilendirdi.”
Bora ayağa kalkmış ve parmağını dokunmatik ekranın üzerine getirmişti. Duvardaki bir panelde altı satış tablosu görüntülenmişti. İkişer ikişer Kış-Yaz ve Bahar-Sonbahar olarak işaretlenmişlerdi. Üçü Ali'ler yani erkekler, üçü de Ayşe'ler yani kadınlar içindi. Her birinde, solda dimdik yükselen, sonra bütün tablo boyunca kusursuz bir şekilde dümdüz ilerleyen ve en sonunda tekrar keskin bir şekilde düşen kırmızı bir çizgi vardı.
“Buraya bakmanı istiyorum,” demişti Bora. “Bunlar, altı takım elbisemizin satış tabloları. Bildiğin gibi, Ali'ler ve Ayşe'ler için ayrı ayrı üçer tip takım elbisemiz var. Sıcak havalar için, soğuk havalar için ve ılık havalar için. Bu takım elbiselerin her biri, dikkatlice hesaplanmış bir süre boyunca kullanılmak üzere tasarlanıyor ve her müşteri yılda yalnızca üç takım elbise satın almaya ihtiyaç duyuyor. Boyutlardaki ufak tefek farklılıklar dışında tamamen aynılar ve esnek kumaşlar sayesinde, bu farklılıklar da asgari düzeyde tutuluyor. Tekstil Endüstrisi bu sistemi kullanarak Standartlaştırmada ve verimlilikte nihai hedefe ulaştı.”
Cihan, düşünceli bir tavırla çenesini ovuşturmuştu. “AY BİLİŞİM LTD. sistemimiz için herhangi bir alternatif sundu mu veya olası bir değişiklikten söz etti mi?”
Bora tekrar yerine oturup masanın üzerinde kollarını kavuşturmuş ve kaşlarını çatmıştı. “İşte sen de tam bu noktada devreye giriyorsun! AY BİLİŞİM LTD. ekonomimizi istikrarlı hale getirebilmemizin tek bir yolunun olduğunu söylüyor: kar marjımızı daha önceki seviyeye yükseltmek ve bu da daha çok standartlaştırma ile sağlanabilir!”
Cihan kaşlarını kaldırmıştı. “Cinsiyetsiz bir gardırop mu diyorsunuz, efendim? Ama bu daha önce denenmişti...”
“Hayır, kastettiğim şey tabii ki de o değil!” diye karşılık verdi Bora, kızgın bir şekilde. “Kastettiğim şey her mevsim giyilebilecek bir takım elbise!”
Cihan işitilebilecek şekilde yutkunmuş ve hiçbir şey söylememişti.
“Bunun ne gibi faydalar sağlayacağını rahatlıkla görebilirsin,” diye açıklamıştı Bora. “Yalnızca iki tip takım elbise üretmemiz yeterli olacak: Ali'ler ve Ayşe'ler için. Fabrikalarımızda hiçbir zaman değişiklik yapmak zorunda kalmayacağımız için bir sürü gereksiz teknisyenden kurtulabiliriz ve daha çok standartlaştırma sayesinde, üretim daha hızlı ve daha ucuz hale gelecek – çok daha ucuz olacak. Gerçi tüketici yılda yalnızca bir takım elbise satın alacak, ama fiyatları biraz artırarak bunu telafi edebiliriz.”
Cihan sonunda konuşma fırsatı bulabilmişti: “Ama, efendim! Her mevsim giyilebilecek bir takım elbise mi? Hem Mersin'in sıcağında hem de Bolu'nun kara kışında eşit ölçüde rahat olacak bir takım elbiseyi nasıl tasarlayabiliriz?”
“Nasıl mı? Nasıl mı?” diye karşılık vermişti Bora, sesini yükselterek ve parmağını doğrultarak. “Araştırmacı kimyager olan sensin Cihan! Bunu bana senin söylemen lazım!”
“Efendim? Ben...”
Bora “Dinle!” diyerek Cihan'ın göğsünü dürtmüştü. “Tekstil Endüstrisi ekonomik olarak istikrarsız hale gelirse, Toplumun başına nelerin geleceğini biliyorsun değil mi?”
“Evet, tabii ki efendim, ama...”
“O halde, Yönetim Kurulu'nun dengeyi korumak için her şeyi göze alabileceğini tahmin edebilirsin! Sen bizim baş endüstriyel kimyagerimiz olduğuna göre, bütün yük senin omuzlarında! Her mevsim giyilebilecek bir takım elbiseyi nasıl üretebileceğimizi bilmek istiyoruz ve bunu fazla vakit kaybetmeden bilmek istiyoruz. Uzun lafın kısası, Cihan, bize bunu nasıl yapabileceğimizi sen söyleyeceksin! Anladın mı?”
Cihan, mutsuz bir şekilde başını sallamıştı: “Evet efendim, anladım.”

Cihan ertesi gün eşine laboratuarda normal mesai saatlerinin dışında da çalışmasının gerekebileceğini söyledikten sonra işe gitmişti. Her türlü kuralsızlık fikri, bir kadını endişelendirmeye yeterliydi ve Seçil de doğal olarak şüpheci bir tipti. Sürekli dırdır edip duruyordu ve zaman zaman Cihan'ın bireysel eğilimlere sahip olduğunu ima edebilecek kadar ileri gidebiliyordu.
Cihan, eşinin utanç verici bir biçimde Bora'yı arayıp durumu öğrenmek isteyeceğini biliyordu, ama hiçbir önemi yoktu.
Asıl problem, her mevsim giyilebilecek bir takım elbise tasarlamaktı.
Cihan, araştırmayı aynı anda birkaç koldan yürütmek için projede asistanları arasında görev dağılımı yapmıştı. Her gün bir yetkili gelip projenin nasıl ilerlediğini kontrol etmek için etrafta dolaşıyordu ve Cihan başarısız olması durumunda nelerin olabileceğini gayet iyi biliyordu. Toplumun bütün ekonomik istikrarı, her mevsim giyilebilecek bir takım elbise tasarlamasına bağlıydı ve geceleri gözüne uyku girmemeye başlamıştı.
Sonunda, işe yararmış gibi görünen bir çözüm geliştirmişti.
Geliştirdiği çözümü anlatmak için Bora’yı aramıştı ve Bora vakit kaybetmeden onu görmek için laboratuara inmişti.
“Bu mu?” diye sormuştu, çuval bezinden bir mendilmiş gibi görünen kumaşı eline alarak.
Cihan boğazını temizlemişti: “Ama bu ilk örnek, efendim. Elbette ki birkaç özelliğini daha keşfettikten sonra daha iyi bir kumaş elde edebilmemiz mümkün ve biraz da ağartılınca...”
“Evet, evet.” demişti Bora, sabırsız bir biçimde başını sallayarak. “Peki neymiş bu kumaşı o kadar özel kılan?”
“Yepyeni bir fiber türünden yapıldı, efendim...”
“Hangi anlamda yeni?”
“Size bunun hakkında daha çok teknik veri sunabilirim, efendim, ama bu fiber ile diğer geleneksel fiber tipleri arasındaki fark, bunun termostatik oluşu.”
“Termostatik ile neyi kastediyorsun?”
“Temel olarak, fiberin çapı ısıyla ters orantılı. Hava sıcaklığı arttıkça fiber büzüşüyor, düştükçe ise genişliyor. Böylece, soğuk havada iyi derecede izolasyon sağlayan sıkı bir kumaşa sahip oluyorsunuz; sıcak havada ise havalandırmayı sağlayan gevşek bir kumaşa...”
Bora başını sallamış ve kumaşı tekrar laboratuar masasına bırakmıştı. “Kulağa fena gelmiyor.”
“Efendim, üzerinde birkaç test daha yapmamız gerekiyor ve bunu kıyafetlerde kullanmanın güvenli olup olmadığına karar vermeden önce saha deneyi de yapmamız gerekecek...”
Bora, Cihan'ın omzuna dokunmuştu: “Deneyin, Cihan.”
“Efendim?”
Bora kaşlarını çatmıştı: “Düşündüğünüz kadar çok vaktimiz yok. Tasarladığınız takım elbiseye hemen ihtiyacımız var. Laboratuarda daha fazla vakit kaybetme lüksümüz yok. Aşağıda bu kumaştan bir Standart takım elbise yapabilecek arkadaşlar var ve bunu senin denemeni istiyorum. Hem de hemen bugün!”
Cihan'ın ağzı açık kalmıştı: “Bugün! Ama...”
“Ama yok, Cihan, ama yok! Birkaç gün giyip dene; işe yarar olduğunu söylersen derhal üretime geçeceğiz.”
Böylece, Cihan o gece endişeli bir biçimde ve yeni bir takım elbisenin içinde evinin yolunu tutmuştu.

İlk iki gün her şey yolunda gitmişti. Cihan takım elbiseyi giymeye devam ediyordu ve Bora termostatik kumaşın toplu üretimi için ön hazırlıkların yapılmasında ısrarcıydı.
Derken, Cihan'ın hayatında önemli bir değişikliğe yol açacak iki etken belirmişti.
Bunların ilki, büyük bir endişe duymasıydı. Cihan, neden endişelendiğini tam olarak bilmiyordu, ama zihninin bir köşesinde, yeni fiberin karmaşık moleküler yapısı hakkında onu rahatsız eden bir şey vardı.
İkinci etken ise Seçil'in dırdır etmeyi sürdürmesiydi. Belki de Cihan ne üzerinde çalıştığını ona anlatabilseydi, Seçil neden bu kadar endişeli olduğunu anlayabilirdi. Ama Cihan ona durumu anlatmadı, Seçil de anlamadı.
Bir gün sonra Cihan eve dönmüş ve yemeğini yemişti. Seçil yine tartışma çıkaracak bir konu bulmuştu ve tartışmanın en ateşli kısmında, Cihan'a ağır bir harekette bulunmuştu.
“Cihan,” demişti, “Sanırım farklı görünüyorsun!”
Cihan'ın omuzlarındaki yükle birleştiğinde, bu hareket bir süre Seçil'e gözlerini dikmesine ve sonra da arkasını dönüp sessizce evi terk etmesine yetmişti.
Ne de olsa, gerçekten farklı olsa bile birinin yüzüne karşı biraz olsun farklı olduğunu söylemek bağışlanamaz bir hakaretti.
Cihan tek başına uzun bir akşam yürüyüşü yapmıştı ve sonunda altı çeşit bira, sürekli bir eğlence programı ve gürültülü bir grubun olduğu o yerlerden birine gitmişti. Cihan içeriye girerken çok farkında değildi, ama içeri girdikten sonra isim etiketleri dışında hiçbir şey giymeyen striptizcileri izlerken buradan kolay kolay ayrılamayacağını anlamıştı.
Oda, nefes alıp vermeye ancak yetecek kadar havalandırılıyordu. Sıcak ve bunaltıcı atmosfer, müşterilerin susuzluluğunu artırmak umuduyla özellikle korunuyordu.
Daha sonra durup düşündüğünde, felakete nemin neden olduğuna kesin olarak karar vermişti, ama felaketi yaşarken nelerin olup bittiği hakkında en ufak bir fikri bile yoktu.
Bütün bildiği, garsona üçüncü birayı işaret ettiği, garsonun posta pulu desenli masalar arasından geçerek geldiği, siparişini vermek için ona baktığı, garsonun da kişisel olmayan bir şekilde ona baktığıydı. Sonra o çığlık kopmuştu.
Garsonun çığlık attığını fark etmesi biraz zaman almıştı ve o arada çevresindeki masalardan da bağrışmalar yükselmişti. Erkekler ve kadınlar, herkes Cihan'dan uzaklaşmak için bir yarışa girmişti.
Göz açıp kapayıncaya dek, tam bir arbede çıkmıştı, sonra ışıklar gitmişti ve Cihan'ın çıkış kapısını bulup kendini karanlık caddeye atacak kadar aklı yerindeydi.
Ve sonra Cihan kendini incelemiş ve korkunç gerçeğin farkına varmıştı.

Cihan'ın toplumundaki temel kavram, standartlaştırma sözcüğünde ifadesini buluyordu. Standartlaştırmanın kökeni, ilk Sanayi Devrimine dayanıyordu; erkeklerin, birbiriyle tıpatıp aynı olan binlerce mal üretmenin çok daha verimli olduğunu ilk keşfettiği günlere...
Verimlilik ekonomik öngörülebilirlik anlamına geliyordu ve öngörülebilirlik de istikrar demekti. Böylece, standartlaştırma dünyanın yeni endüstriyel ekonomisinin düsturu haline gelmişti.
Böylece, zaman içerisinde hemen her ürün standartlaştırıldı. Bir kol saatindeki en küçük cıvatalar ve vidalardan, otomobil plakalarından tutun, giyim tarzlarına kadar üretilen her şey katı bir biçimde standart hale getirilmişti.
Elbette ki bu yapıda öngörülemeyen yegane etken insan unsuruydu. Bu nedenle, mantıksal yanıt da standartlaştırılmış müşteriydi.
Trend, hiç şüphesiz Yeşilçam'da başladı. Sinematografi Sanatı, çok geçmeden Sinema Endüstrisine dönüştü ve doğal olarak bir endüstrinin verimli olması şarttı.
Yeşilçam'ın önde gelenleri, yeni film yıldızlarında risk marjını düşürmenin en iyi yolunun keyfi bir ölçüt yaratmak olduğuna karar vermiştiler. Potansiyel yıldızlar bu standarda göre değerlendirilebilecekti.
Cihan, kadında güzellik standardının Ayşe adında bir kadınla temsil edildiğinin, erkek standardının ise Ali adında bir adamda temsil edildiğinin pek farkında değildi.
Sonra, Yeşilçam tarafından seçilen yeni kadın yıldızların hepsi mümkün olabildiğince çok Ayşe'ye benzedi ve erkek yıldızlar da Ali gibi görünenler arasından seçildi. Birinin burnu hafif yamuksa veya kulakları büyükse, ufak çaplı bir estetik ameliyatla problem derhal çözüme kavuşturuluyordu. Bir kadın yıldızın saçları kahverengiyse, peroksit ile saçlarını açmak her zaman mümkündü.
Ve zamanla bir film yıldızını diğerinden ayırmak gittikçe daha güç hale gelmişti.
Standart, ideal hale getirilmiş yüzler ve bu yüzlerin sahiplerinin standartları, ideal hale getirilmiş kişisel tarzları toplumsal olarak bir modaya dönüşmüştü. Modern kozmetik malzemeler ve kolayca gerçekleştirilebilen estetik ameliyatlarla, modaya uygun erkekler ve kadınlar toplumda ideali taklit etmeye başlamıştı.
Standart yüze sahip olmak yalnızca bir moda olmaktan çıkmıştı ve bunu yapmamak bir yakışıksızlık olarak görülmeye başlanmıştı. Toplumsal uyumluluk mümkün olabildiğince teşvik edilmişti ve bunun sonucunda, standart hale getirilmiş ve davranışları öngörülebilir bir müşteri modeline hiçbir zaman olmadığı kadar yaklaşılmıştı.
Bu, çözümü güç problemler de yaratabilirdi, çünkü bütün kadınların ve bütün erkeklerin tıpatıp aynı kıyafetler giymesi ve aynı yüzlere sahip olması, insanları birbirinden ayırt etmeyi olanaksız hale getirebilirdi ki bu da standartlaştırılmış bir dünyada bile arzu edilebilir bir durum değildi.
Standart yüzle birlikte, insanların kendilerini asgari düzeyde bireyselleştirebilmesi için isim etiketleri geliştirilmişti.
Bu isim etiketleri, boyna renkli plastik bir bantla takılıyordu; beyaz plastik bir kart olan etiket, boynun sağ tarafına geliyordu. Etikette, altın sarısı renkte isim, adres ve Vatandaşlık numarası yer alıyordu.
Ve bu etiketler her zaman takılıyordu.
İsim etiketi, bir kişinin tanımlanabileceği tek yoldu. O olmadan, herkes bir başkasının yerine geçebilirdi. Bu nedenle de halka açık yerlerde etiket olmaksızın dolaşmak düpedüz ayıp hale gelmişti.
Ve caddede ayakta dikilen Cihan, kendini tepeden tırnağa süzünce korkunç gerçeğin farkına varmıştı.

Kendini arka sokaklarda koşarken buldu; köşe başlarında etrafı kolaçan ediyor ve girişlerden hızla içeri dalıyordu.
Bir iki saat sonra, Şehir Hudutları içinde olmadığının fark etti.
Cihan etrafını kolaçan etti ve şehrin hemen dışındaki bir yan yolda dikildiğini anladı. Görünürde ne bir otomobil ne de bir insan vardı. Yoldan ayrılıp çalılıkların arasına girdi. Biraz soluklanıp düşünmesi gerekiyordu.
Takım elbiseyi giydiğinde moleküler yapısında bir sorun olduğunun farkına varmıştı, ama Bora onu dinlememişti.
Bu şüphesiz nem ile ilgiliydi. İlk giydiğinden andan itibaren, kimyasal süreç devam ediyor olmalıydı, ama süreci hızlandıran şey o birahanedeki sıcaklık olmuştu. Takım elbisenin yakasındaki yeni fiberi etkileyen insan teri, garip bir kimyasal reaksiyona neden olmuştu. Bu reaksiyonun sonucunda da isim etiketindeki plastik bant ve plastik kart aşınmıştı.
Eve dönmesi ve bir şekilde Bora'ya ulaşması gerekiyordu. Yeni termostatik takımın üretimi durdurulmalıydı. Belki de kusur kısa bir süre içinde ortadan kaldırılabilirdi. Ama eğer giderilemezse...
Düşündü. Banka Faiz Oranları Standardı, kendini bildi bileli, uzun yıllardır mutlak bir biçimde istikrarlıydı. Birdenbire istikrarsız hale gelmesi durumunda ne olurdu? Bir kuruşluk bir iniş çıkış bile muazzam bir paniğe yol açabilirdi; Kamuoyunun sarsılmaz ekonomik sisteme duyduğu inanç kaybolabilirdi. Ve panik TL'nin satın alma gücünde daha da büyük bir düşüşe yol açabilirdi ve bu da daha çok panik demekti.
Alnındaki teri sildi. Tekstil Endüstrisindeki durum, Bora'nın söylediği kadar kritik ise, Bora ve onun üstündekiler, Cihan'ın takım elbise hakkında onlara anlatacağı şeyden hiç de mutlu olmayacaktı. Ve Cihan günah keçisi olacaktı.
Ama elbette ki geri dönmek ve durumu onlara anlatmak zorundaydı. Bora, her mevsim giyilebilecek takımların derhal üretimine başlamaya hazırlanıyordu ve bunu gerçekleştirip birkaç milyon takımı müşterilere satacak olursa, sonuç panik değil felaket olacaktı.
Ve Cihan'ın şu anki problemi, tutuklanmadan eve gitmenin bir yolunu bulmaktı.

O talihsiz olay tam da o anda yaşanmıştı. Birinin talihsizliği, Cihan'ın talihi olmuştu.
Bir turbo otomobil, hızlıca gelip bariyere çarptı. Otomobilin sürücüsü kaza mahallinden on beş metre ileriye fırladı.
Cihan, farklı koşullar altında olsaydı, o zaman yaptığı şeyi asla aklından bile geçirmezdi. Başka birinin isim etiketini takmanın cezası çok ağırdı. Ama Cihan aşırı bir duygusal yük altındaydı; hiç düşünmeden, adamın cansız bedeninin üzerine eğildi ve etiketini aldı.
Doğruldu, plastik bandı kavradı ve üzerinden dumanlar tüten hurda yığınına baktı. Daha şimdiden, gecenin karanlığında bir siren sesini işitebiliyordu.
İsim etiketini boynuna geçirdi ve çalılıkların arasından şehre doğru ilerlemeye başladı.
Planı basitti; evinde acil durumlar için başka bir isim etiketi daha vardı. Seçil uyuyorsa, hiçbir sorunla karşılaşmadan o etiketi alabilir ve şu anda taktığı etiketi yok edip kendi takımını giyebilirdi.
Bir an için, polisin kaza yapan arabanın yanında isim etiketi olmayan cansız bir beden bulunca ne düşüneceğini merak etti. Büyük bir ihtimalle, aynı gece daha erken saatlerde gece kulübünde ortalığı birbirine katan kişinin bu olduğunu düşüneceklerdi.
Cihan, arabadaki yazıdan bunun bir kamu aracı olduğunu fark etmişti. Yani ortaklaşa kullanılan bir araçtı ve yetkililerin cesedi teşhis etmesinin hiçbir yolu yoktu,
Çok geçmeden, saklanacak bir yer bulursa, cesedin rahatlıkla kendi cesedi olarak teşhis edilebileceği ve Bora ile diğer patronların ona ne yapacağı hakkında hiçbir endişe duymak zorunda kalmayacağı aklına geldi. Cesetteki parçalanmış ve kana bulanmış kıyafetlerin termostatik olup olmadığının muhtemelen farkına bile varmayacaklardı. Ama kararlılıkla başını salladı. Bunu deneyecek kadar çılgın olsaydı bile, er ya da geç birileri ölen kişinin kayıp olduğu bildirilecekti ve Cihan'ın planı da suya düşecekti.
Sonunda, Cihan şehirdeki bir ana caddeye ulaştı ve bir taksi çağırdı. Arka koltuğa oturup taksi şoförüne kısaca evini tarif etti ve koltukta çöküp düşüncelere daldı.
Pencereden dışarıya baktı, yanından geçip gittiği binaları seyretti ve gecenin duygusal reaksiyonu kendini göstermeye başladı. Cihan, hastalıklı bir biçimde, ağzını kapalı tuttuğu takdirde başına nelerin geleceğini merak etti. Tekstil Endüstrisinin bu takımları üretmesine göz yumarsa ve milyonlarca kişinin kimlik etiketi bir anda yok olursa, Cihan'ın başına ne gelecekti?
Bunu düşünmek bile öylesine dehşet vericiydi ki başka birinin etiketini taktığı fark edilirse başına nelerin gelebileceği korkusu uçup gidivermişti.
Sonunda, taksi durdu. Cihan arabadan çıktı ve ön camdan uzanan ele parayı uzattı. Başını eğip evinin yolunu tuttu.
Merdivenleri sıkıntılı bir biçimde çıkarken, aklında karısı vardı. Uyanıksa ve kendisini bekliyorsa nelerin olacağını merak etti. Başka birinin isim etiketini taktığını fark ederse, ne yapardı?
Kapı kilitli değildi.
Ve ışıklar açıktı.
Dikkat çekmeden yatak odasına süzülüp süzülemeyeceğini düşünürken, birinin ona dokunduğunu fark etti. Artık çok geç olduğunu biliyordu.
“Ah, Sinan sevgilim!” diye ağlamaya başladı, kollarını Cihan'ın boynuna dolayarak. “Buradan çıkıp gittiğinde, bir daha hiç dönmeyeceğini düşünmüştüm!”
Cihan, kadının isim etiketine dehşet içinde baktı ve o dalgınlık içinde, taksi şoförüne alışkanlığın da etkisiyle “Beni eve götür,” dediğini fark etti. Taksi şoförü, isim etiketindeki adrese bakmış ve ona uygun hareket etmişti. Taksinin yanında durduğu bina, Cihan'ın kendi dairesinin bulunduğu binaya öylesine çok benziyordu ki hiç farkına varmamıştı ve kapıdaki numaraya da bakmamıştı.
Cihan içeri girdiğinde, bu Ayşe ile karşılaşmıştı – adının Gülay olduğu yazıyordu – ve Cihan'ın isim etiketine bakan Gülay da onun Sinan olduğunu düşünmüştü. Cihan'ın gerçekte kim olduğu hakkında en ufak bir fikri yoktu.
Cihan gözlerini kapattı, yutkundu ve bir başka şeyin farkına vardı.
Kim olduğu gerçekten de en ufak bir farklılık yaratmayacaktı. Ve elbette ki bütün sorunlarının çözümü açıklığa kavuştu.
İç geçirdikten sonra, Gülay'a doğru uzanıp onu öptü.

—— SON ——

Kategori: