UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Önsöz ya da Tanışmamızın İlk Günü Anısına

05 Nis 2014
Emrullah

Marquez için…

Bana ait olmayan bir şey yanımda. Suskun, konuşmuyor. Kanepede, bir uzanımlık yolda. Yan yanayız. Omuz omuza olabilseydik keşke. Yada diz dize. Henüz tanışmadık. Geldiğinden beri konuşmuyor. İlk adımı bende bekliyor herhalde. Tanışmamızı sürekli erteliyorum. Zamanını bekliyorum. Başka şeyler yapıyorum. Alakasız şeyler…

Ödemişler yol ücretini; peşin peşin, uça uça, bir günde gelmiş. Renkli bir plastiğe koymuşlar; ışıksız, havasız, susuz, katıksız… Bir şeylere sarılsaymış; bu kadar üşümezmiş. Yolculuk öncesi sarılıp, yatılsaymış; misler gibi kokarmış. Üzerinde hep el izi varmış. Birde göz izi. Başka da bir iz tanımazmış.

Aman! Neyse, çok unutkanım bu aralar. Eskidende böyleydim gerçi. Gece yarısını geçeli çok oldu. Sanki zihnim kendi kendini resetledi. Bilerek unutturuyor her şeyi. Üzülmeyim diye. Umut etmeyim diye. Sevip de bağlanmayım diye. İlginç bir şeyler yaşamıyorum belki de. Kuruntuluyum.

Keskin bir siren sesi duyup pencereye yürüyorum. Kaçıyorum ondan. Daha hazır değilim. Konuşmak istemiyorum. Polis telsizi ikimizi de ürkütüyor. Cızır cızır ötüyor meret. O, benden daha çok korkuyor. Yasaklanmış, toplatılıp yakılmış akrabaları varmış. Uslu dursa bari. Korkmasa bu kadar. Bir araba dolusu oğlan, üç araba (ikisi polis arabası), dört polis sadece… Gecenin bu saatinde, sokaklar pek tekin değil efendim. Uykunun kollarından kalkıp, hız limitlerini zorlamak nasıl bir gençlik hezeyanıdır böyle?

Ne diyordum? Evet tam olarak tanışmadık. Yanımda, kanepenin üzerinde hala. Bir adı var elbet: “On İki Gezici Öykü”. Bir kitap, genç bir kadın değil. Genç bir kadın olsaydı, polis telsizi odamda cızırdar mıydı? “Eve karı atmış denir miydi?” Herkes uyanıp beni ayıplar mıydı? Kuruntuluyum işte. Bir kadın değil ama üzerinde bir kadının parmak izi, göz izi var. Kelimelerden ve resimlerden tanıdığım bir kadına ait. Suçu muhtelif. Kitap okumaktan tutunda, suç aletini postaya verip suçu başkasına atmaya kadar gidiyor. Tam polisiyelik bir durum… Kriminal olmasa bari. Kan tutar beni, bakamam.

Misal çağırsam dışarıdaki Hulusi Kentmengillerden bir komiseri. Polis amca desem. Gel, ben sen ve kitap bir yolculuğa çıkalım. Adı üzerinde, on iki gezici öykü. Yolda sana çayda ısmarlarım, söz. Yok istemem, siz bana ısmarlamayın. Sadece gözetim altına alacaklarınıza çay ısmarlarmışsınız, doğru mu? Çek oğlum timsah gözyaşlarından bir çay dermişsiniz. Çaylar benden yani. Görelim, gayet geniş, ferah laboratuarlarınız var. Mikroskoplarınız, mercekleriniz var. Gördüm, biliyorum. Öyle iptidai değil hiçbir şey. Çağ atladınız. Güzel komiser baaayaanlar çalışıyor. İnce, uzun bacaklı. Ten rengi çorapları, hiç bitmeyen gülümsemeleri, başlarında kep, yakalarında eşarpları var. Var komiserim var. Her şeyleri var. Şerefleri, gururları, haysiyetleri var. Modern ve yeni yüzünüz. Para harcayıp yeni üniformalar diktirmişsiniz. Polisten korkulmazmış, annem söylerdi çocukken. Boşuna mı bütün çocuklar polis olmak istiyor, değil mi efendim. Var bir hikmeti elbet. Bu milletin evlatları üniformayı sever -hele birde omuzu sarı sarı yıldızlarla kaplıysa- büyüyünce de korkmaya başlarlar değil mi komiserim? İstatistiklere bakalım isterseniz. Veletlerin yüzde kaçı ileride polis olmak istiyor? Anladım gizli bilgi. Anlatamazsınız. Gelin işte, bakalım kitaptaki parmak izlerine. Milyonda bilmem kaç kez büyütelim. Sabaha kadar inceleyelim. Ne dersiniz? Mesela parfümünün kokusunu bilebilir miyiz? Vicdansız, neden bir gececik koynuna alıp yatmamış ki? Ruj rengini peki? “Cık” mı? Bilemeyiz yani. Yok hayır suçlu değil o. Kitap göndermek ne zamandan beri suç? Yeni mi oldu? Sizi gidi sizi… Bana çay ısmarlamak gibi bir niyetiniz var gibi. Adam turist bir kere. Gözünde gözlük, elinde sözlük, başında tarak, arka cebinde de tomar tomar dövizler… Biraz saygı lütfen. Ta İspanyalardan gelmiş. Nobel ödülü vermişler. Adam çatlak yani, deli. Aynı bizim Orhan gibi. Bilir misin? Bin dokuz yüz seksen ikide almış. Ben üç yaşındayken. Sahi bizim Orhan ne zaman aldı Nobel’i. Ben hatırlayamadım komiserim, siz söyleyiverin. İçeriden çay sesi geliyor gibi sanki. Arkadaşlara söyleyin, çay içmeyeceğim. Çarpıntı yapıyor. Dur, bak, dinle. Koy on iki’nin yanına bizim mahallenin imamını. Oldu mu sana on iki imam. Ali, Hasan, Hüseyin ve diğerleri yani… Artık çayı da başka sefer içeriz. Hem bu saat de çay içemem ben. Uykum da kaçar. Süt verin siz bana en iyisi. Ballı olsun. Racona mı ters? Çay, tütün, tespih ve efkar mı?

Tamam, suçluyum. Tanımadığım bir kadından, bilmediğim bir kitabı istedim. Evli, bir kızı var: on yaşında. Sevimli olduğumu düşünüyor, yoksa hiç çekemezmiş. Tatlıymışım. Nereden çıkarttıysa. İkidir kadınlar beni sevimli ve tatlı buluyor komiserim. Üçüncüsüyle evlenmeye niyetliyim. Çekirge misali yani. Bana ödevler verip duruyor. Öğretmenimmiş gibi. Matematikle sorunum olduğunu anladı sanki. Hiç çaktırmıyor. Çok akıllı. Üç bilinmeyeli, beş bilinmeyenli denklemler soracak diye korkuyorum. Ters bir hareketimle hemen soracak havuz problemini. Pişkin ve yalancı olduğumu da ima eder gibi oldu. Suyuna gidiyorum bu aralar. Gene de sen pek fazla ümitlenme dedi. Gözlerim karardı. Ağlar gibi oldum. Komiserim kadınlar mı daha akıllıdır, yoksa erkekler mi? Bunu ölçecek aletiniz var mı burada? Varsa görebilir miyim? Önce benimkini ölçelim lütfen. Noolursunuz, ölümü görün. Ben daha akıllı çıkarsan sorun yok. Bir demlik çayınızı içerim; bardak bardak… Sonra ayıp Nasrettin Hoca fıkraları anlatırız. Adam göle maya çalmış. Denemiş yani. 100 Türk Büyüğü Ansiklopedisine Hoca girmeyecek de, biz mi gireceğiz. Koskoca bir fıkra külliyatı bırakmış biz zavallılara. Anlat anlat bitmez. Belki rakı bile içeriz beraber. Söyleyin içerdekilere, çayları döküp bardaklara rakı koysunlar. Tamam burada değil, evde içeriz. Yenge de bize meze hazırlar. Yoksa alırım ben dert etmeyin siz.

Komiserim geç oldu. İsterseniz gideyim ben. Askıdan ceketimi de verin. Filistin’den geliyormuş bu askılar, doğru mu? Sizi de rahatsız ettik görev başında. Zahmet etmeyin ben yolu bulurum. Aydınlığa doğru, ışığa doğru yürüyeceğim. İşte orası dışarısı. Yengeye selamlar. Kitabı da alıyorum bu arada. Unutursam gönül koyar. Kaybedersem beni parçalar. Gözü değmiş sayfalara, anısı varmış. Ayıpmış, kaybedilmezmiş. Öpüp alnına götürülür, yüksekçe bir yere konurmuş. On iki imamı anlatıyormuş. Kutsalmış.

Hayda... Komiserim bakıyorum çaylarda gelmiş. Sabaha kadar buradayız anlaşılan. Tavşanın kanı koyu ve üç şekerli olsaydı keşke. Kafamı dinç tutmalıyım. Bilirim bütün Emniyet teşkilatı kitap okuyanlara bayılır. Birde üzerinde parmak izi varsa, baldan tatlı. Neyse okuyalım bakalım “On İki Gezici Öykü”yü. Nasıl olsa buradayız Komiserim değil mi?

Kategori: