Ölüm Haberi
Öldü! Olay bu kadar aslında! Daha fazla bir şey söylemek ya da yazmak gelmiyor içimden. O da kendisi ile ilgili fazla bir şey yazılsın istemezdi herhalde. Bilmiyorum. Öldü. Ölümü ile ilgili de iş bana düştü.
Dostları öldüğünü benden öğrenecekler. Sanırım birkaç ay içinden hepsinin haberi olur. Sosyal medyada “nur içinde yat güzel insan” yazıp bir de resmini koysam daha mı kolay olur? Bir insanın öldüğünü cümle âleme nasıl anlatırım? Sanırım bunu duyuran ben olmayacağım. Öğrensinler nasıl öğreneceklerse bana ne ki? Madem arkadaşları, herhalde bir yolunu bulurlar öğrenmek için. Hoş, rahmetliye sorsan o da söylensin istemezdi belki. Biraz huysuzdu. Huysuz kelimesi tam olmadı, uyuz desem olur cins desem de. Öyle biri işte! Neden mutlu olur, neye sinirlenir anlamadım hiç. Birisinin “günaydın” dememesi yüzünden dünya savaşı çıkarabilir, üzerine gelip bir işe gülüp geçebilirdi. Neyse artık anlamaya gerek kalmadı. Öldü gitti.
Sanatçıydı ilk başta. Fotoğraf merakı vardı. Bende birkaç tanesi var. Duvarımı süslüyor. Bir arkadaşına şiirlerini, başka birisine de yazılarını verdiğini biliyorum. Acaba onlara mı haber versem? Belki yayımlatırlar.
Efendim, rahmetli, Öykü Apartmanının sekiz numaralı, iki oda bir mutfaktan ibaret yetmiş metrekareden oluşan, dairesinde yaşardı. Çok kitap okuduğunu düşünürdüm ama bir keresinde, aslında bildiği neredeyse tüm entelektüel bilgileri bindokuzüzseksenlerin sonlarında TRT’deki bilgi yarışmalarından ve TRT Radyobir de yayınlanan “Çocuk Bahçesinden” öğrendiğini söylemişti. Haksızlık etmekte istemem yine de okumuşluğu vardır. En azından evinden beşyüz civarında kitap çıktığını gördüm.
Yıllardan söz edince aklıma geldi. Zaman ile ilgili konularda da konuşmayı pek severdi. Ancak bir şeyi de zamanında yaptığını görmedim. Geciken apartman aidatlarını bir keresinde ben ödemiştim. Sonra her sene basılan ama hiç basılamayan kitabı oluğunu da biliyorum. Dedim ya bir arkadaşına vermiş. Belki o bastırır diye.
Zamanından önce yaptığı işlerde olmadı değil. Bir mayıs sabahı meydanlara çıkma işini yirmidokuz nisanda yapmaya kalkmıştı. Sonra devrimciliğine yediremeyip Güven Parkta iki gece geçirmek zorunda kalmıştı. İki gece elinde kızıl bayrak Güven Park’ta kalıpta polislerin ona hiç bir şey söylememesi idi aslında ilginç olan. İki Mayıs günü onun işbirlikçi olduğuna karar veren büyükleri, önce dövüp sonra aralarından aforoz etmelerine kadar da polis işe karışmadı. Ancak bir meydan dayağının kamu davası açılmasına yeterli olduğunu hepimiz bu olaydan sonra öğrendik. Davanın sonucunu kimse merak etmedi. Rahmetli de dahil olmak üzere kamunun bile takip ettiğinden şüpheliyim.
Zamanı kullanamazdı ama her Pazartesi için bir planı vardı. Erken kalkmak, evden çıkmadan en az bir gazete okumak, bitiremediği kitabını tamamlamak, spor yapmak, arkadaşlarına zaman ayırmak, bir film seyretmek aylardır görmediği annesini görmek, beğenmedi kitap kapağı için yeni fotoğraflar bulmak, iş yerindekilere hayatının inceliklerini açmadan para kazanmak, kazandığını en olmadık insanlarla harcamamak gibi planlar yapar ancak neredeyse hiç birini beceremezdi. Becerse zaten biz onunla arkadaşlık edemezdik. Neden mi?
Ben rahmetlinin ilk yazısını mahalli bir gazetede okudum. Son derece itina ile yazılmış, her bir kelime için saatlerce düşünülmüş, giriş, gelişme ve sonuç tanımlarına tam anlamı ile uyulmuş harika bir yazıydı. Okuduğumda hem keyif aldım hem de mutlu oldum. O günün akşamı elimde gazete kapısına dayandım. Büyük bir nezaketle açtı kapıyı. İçeriye buyur etti. Yazısını çok sevdiğimi anlattım. Yüzünde en ufak bir mimik bile görmedim. İşini iyi yapan bir seri katil ifadesi vardı. Sözlerimi tamamladıktan sonra birkaç saniye bana baktı. “Teşekkür ederim” dedi. “okumana sevindim.” Diye devam etti. “Senin okur olabileceğin aklıma gelmiyordu, şaşırttın beni” deyip ortama koskocaman bir bomba attı. “Her yazım bunun kadar anlaşılır olmayabilir, senin beni takip etme kararın varsa çok zorlanacağını baştan ifade etmek isterim.” Diye sözlerini bitirdi. Kafamı havaya kaldırıp elimi çenemde gezdirdiğimi anımsıyorum. Yok, hayır! Ona kızmadım. Kendime kızdım! Ancak arkadaşlığa da devam ettim.
Günün birinde de o bana çat kapı yapmıştı. İşte o zaman öğrenmiştim hakkındaki birçok şeyi. Kafası gayet güzeldi. İçi şişmişti. Konuşacak, dertlerini dökecek kişi olarak beni seçmişti. O akşam yapmak istedikleri ile yaptıkları arasındaki uçurumu anladım. Aslında yapmak isteyen o idi ama onları yapacak kişi o değildi. Çok zor bir durumdu. TRT’den öğrendikleri ile artık sohbetler yürümüyordu. Okuması yeni şeyler öğrenmesi ve sohbetlerinde kullanması gerekiyordu ama okumakta çok zor bir eylemdi. Hiçbir zaman iyi bir devrimci olmamıştı ama olma ihtimalini de çok sevmişti. Yazdığı en iyi yazının, benim okuduğum yazı olduğunu ancak diğerlerinin de gün gelince anlamını bulacağını söylemeden de edemedi. Ancak işini çok seviyordu. Oysa en çokta işinden şikâyet ederdi. Akşam, geceye dönmüş, gece gündüze kollarını açmaya yüz tutmuştu ki, “psikiyatra gideceğim” dedi. Ben önce “psikolog görsün seni üstat” dedim. İfadesiz biraz baktı yüzüme. Sonra “olur” deyip başını salladı. İşte rahmetlinin hayatındaki kırılma anıda buydu.
Sayısız seanslara ve grup terapilerine gitti. Bir çocukluğundaki travmalara gitti, bir gençliğinde yapamadıklarına. Çok faydası oldu mu inanın bilmiyorum. Ancak rahmetliyi bu terapiler çok etkiledi. Ömür geçiyordu ve o hala aynı yerde aynı bilgiler ve cümleleri kullanıyordu. Bu düzen değişmeliydi. İlk iş Öykü Apartmanından taşındı. Apartmanın ismi onda baskı oluşturuyor bu da üretimini engelliyordu. Huzur Apartmanına taşındı. İsmi daha iyiydi. Apartmanda birçok komşusu vardı. Gerçekten! Üstelik onlarla düzenli olarak görüşüyordu. Genelde kadındı. Üç tanesinin eşi vefat etmiş, bir tanesi hiç evlenmemiş, ev sahibesi ise apartmanın kirasından zengin olmuş bir kadıncağızdı. Onlar üstadımıza çok iyi baktılar. Öyle ya apartmanın neredeyse tek erkeği idi. Neredeyse dedim, çünkü ismi var kendileri yok kocalarda yaşıyordu apartmanda.
Huzur Apartmanın ilk günleri tencerelerle gelen yemekler, sokaktaki esnafın onu tanıması ile geçti. Otobüs durağının yeri dışında neredeyse her şeyi yeni öğrendi. Bir kandil akşamı elinde un helvası ile gelen komşu kadınlardan bir tanesinin sohbeti ile bambaşka bir adam oluverdi. Kadın, helva ile birlikte içeri girip, aslında ömür dediğimiz şeyin geçici, bu dünyanın uğraşıları ile kaybedilen zamanı Allah’ın huzuruna borçsuz çıkmak için harcamanın en kalıcı yol olduğunu rahmetliye tüm gece boyunca anlattı. Rahmetli, borçtan çok korktuğu için ertesi gün namaza başladı. Sonra aynı kadın onu evlendirdi. Evlendiği kadından bir çocuk yaptı. Çocuk ilkokulu bitirmek üzereyken, eşi onu terk etti. Nedenini bizlere hiç anlatmadı. Bizde sormadık soramadık. Zira o aralar bizimle konuşmuyordu. Bir süre sonra eski eşi anne olduğunu anımsamış olacak çocuğu da aldı. Artık apartmanın ismi dışında huzur kalmamıştı onun için. Özüne dönmeye karar verdi. Tekrar Öykü Apartmanı’na taşındı. Kendini edebiyat ve şaraba verdi. Namaza da devam etti. Sonunda kendini muhafazakâr bir gazetenin köşesine attı. Yazıları okunmuş olabilir. Bilmiyorum. Bir süre sonra Öykü Apartmanı’ndan taşınmaya karar verdi. İstanbul’da Sarıyer sırtlarında bir villa aldı. Hatta çocuğunu da yanına alacağını duymuştum.
Öykü Apartmanı’ndan taşınmasına yakın beni aradı. Sohbetimi özlediğini söyleyerek beni evine davet etti. Çocukluğundan bu yana birçok şey biriktirdiğini artık sadece gazetede yazacağını, eski yazı ve şiirlerini eski arkadaşlarına verdiğini, onların bu yazıları bir gün değerlendireceklerine olan inancını, başım dara düşerse mutlaka aramamı söyledi. Sonra beni tam anlamı ile sepetledi.
O günün sabahı idi. Beni aradı. Beni aradı çünkü cep telefonumda onun ismi yazıyordu. Ancak ses onun değildi. Hastaneden aranıyordum ve son çağrısı bana olduğu için beni aramışlardı. Rahmetli, Öykü Apartmanı’ndan taşınırken merdivende dengesini kaybetmiş. Düşmüş. Boynu kırılmış. Defin işlemleri için beni aramışlar.
Benimle rahmetlinin ortak arkadaşları aslında kalmadı. Evet, kesin kararlıyım. Kimseye haber vermeyeceğim düşüncesi ile hastaneye gittim. Sonra çalıştığı gazeteyi aramaya karar verdim. Onlar geldi yazarlarına sahip çıktılar. Ertesi gün gazetelerinde ölümü: "Ayıp etti! Daha yazacağı çok şey vardı." diye duyurdular.
Re: Ölüm Haberi
Güzel bir yazı,fakat gelişme bölümü biraz hızlı ve yer yer fazla sade kalmış diye düşünüyorum.Emeğinize sağlık