UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Ölüm/ Deniz*

05 Kas 2012
melike şenyüksel

Yaşam: Kıyısında durup ölümü izlediğim sahil.
Ölüm: Kıyının kıyı oluşuna sebep. Açık deniz.
Ölüm: Yer değiştirmelerin en ilginci, gitmelerin en ıssızı.
Ölüm: Bir tür gitmek, dönüşleri ters köşeye yatıran…

Sahil boyunca uzanan, incecik kum ve çakıl taşlarından örülmüş bir örtü serili ayaklarımın altında. Kumun üzerinde ilerlerken yeryüzünün tüm ağırlığına inat bir hafiflikle, gıdıklanıyor ayaklarım. Gülümsüyorum.

Bunca zaman üzerinde yaşadığım “kara” parçası tüm sertliğini ve şiddetini kaybetmiş gibi şimdi. O canımı okuyan, yoran, yaşamın üzerine inşa edildiği ana kara; bambaşka bir şeye dönüşmüş, ufalanmış, parçalanmış; adeta kul köle… Hemen yanı başında uzanan denizi görüp hizaya gelmiş gibi, ölüme şapka çıkarır gibi naifleşiyor. İnceliklerle çevreliyor denizin kenarını. O kocaman kayalar, sert taşlar yok burada. İncecik, bir gerdanlıkmışçasına parıldayan sahil; rengârenk irili ufaklı çakıllarla denizi karşılıyor. Üzerine bastıkça içimi kaplayan serinlikle, bağlanıyorum ona.

Parmaklarımın arasına dolan ıslak kum topaklarıyla yürümeye devam ediyorum. Bastığım yerde kısa bir an kalıyor izlerim. Ölümsüzlüğe hiç niyetlenmiyorum o vakit. Ömrümden çok daha kısa bir anla sınırlı, bıraktığım izin ömrü. Ayak izlerim silinirken yenilerini bırakıyorum ardımda, yola devam. Onlar da silinecekler, biliyorum. Köpüklü, sakin dalgalar silecek onları. Sert dalgalara gerek yok.

Dalgaların netliği karşısında büyüleniyorum. Öylesine istikrarlı, öylesine sıra beklemesini bilen bir halleri var ki. Hiçbiri bir diğerinin sahnesini çalmıyor. İlk iki dalga, hemen hemen aynı yumuşaklıkta… Sonra gelen biraz daha yüksekçe ve diğerlerinden daha gürültülü… Ardından gelen her iki dalga geçimsiz kız kardeşler gibi hırsla öne atılıyor. Öne atılışlarında bir nizam gizli yine de ve bu nizam, fark edilmek için biraz zahmet isteyen cinsten. Son vurucu dalga, oldukça yüksek boyda ve çok güçlü bir sesle geliyor. Diğerlerinin, üzerinden yumuşakça geçtiği her şeyi silip süpürüyor. Köpükler ve ardından yine aynı akış…

Yürüdükçe yorulmadığımı fark ediyorum. Sadece parmak aralarıma yapışan yosun parçaları rahatsız ediyor. Dalgalar getirmiş belli ki. Su yardımıyla kolayca arınıyorum onlardan. Ardından denizin kokusunu çekiyorum içime, iyot damarlarıma yayılıyor. Tuzlanıyorum. Defnedilmeye hazırlanan bir mumya gibi tütsüleniyorum; deniz kokusu, iyot ve çakıl her yanım. Gideceğim yerde lazım olur mu diyorum ayaklarım? Deniz köpürüyor karşımda. Ne dediğini anlamıyorum.

Yürümeye devam ediyorum iyi niyetli bir umursamazlıkla. Sahil boyu gözümün erişebildiği en uzak noktaya bakıyorum sonra. Hafif mora çalan bir tonda gök… Yer yer turuncular kesiyor morun yüzünü ve orda sanki yavruağzı renkte yeni bir bulut doğuyor. Hayata yeni açıyor gözlerini. Hemen aşağıda boylu boyunca uzanan, delice dalgalanan ölümün farkında değil. Ya da farkında, kim bilir? Göğün suretinde yavaşça kayıyor. Aceleci değil. Bakir belleği kayıtta… Neler düşünüyor, hiç bilmiyorum.

Uzun zaman önce belki ben de yavruağzı renkte bir buluttum. Yol arkadaşımın varlığı keyiflendiriyor beni. Bakışıyoruz uzun uzun. Öylesine pırıltılı bir gövdesi var ki ve öylesine körpe… Tuhaf yazgı birliğimize gülümsüyoruz sanki. Ölüm denizinin kıyısına boşuna mı geldik, ikimiz de denizlere karışıp gideceğimizi biliyor olmalıyız. O keşfetmek için salınarak kayarken göğün yüzünde, ben sahili adımlarımla işaretlemeye devam ediyorum.

Ölümsüzlük denen avutucu icat hakkında uzun sohbetlere de girmiyoruz. Gereksiz. İkimiz de önümüzde uzanan denizin bir parçası olmaya öyle hazırız ki… Ama önce gün batımını izlemeli.

Ardıma baktığımda çok uzun bir yol kat ettiğimi görüyorum. Ama tek bir iz yok benden kalan. Geceleri şehrin karanlık sokaklarını süpüren çöpçüler gibi tüm kanıtları yok ediyor dalgalar. Benden kalan tek bir iz yok. Belki kumun belleğinde kalır; ayaklarımın ılıklığı, topuğumdaki çatlaklar…

Kaydırak derdik eskiden; yassı, kaymak rengi bir taş ayakucumda. Hadi, diyor son bir kez daha dene! Taşı suyun üzerinde sektirmeyi deniyorum. Çocukluğumda da beceremezdim. Yere paralel tutup, boynunda “batarsan ölürsün!” yazılı bir muskayla gönderiyorum onu denize. Çekirge bir sıçrıyor, iki sıçrıyor, üç’e mahcubiyet… Yavaşça gün de batıyor zaten. Küçük bulutu aranıyorum; hava kararmadan yerini belirlemem lazım, gece karanlığında nasıl vedalaşırız başka türlü? Sanki biraz mor gölgeler sarmış kenarlarını, ilk doğduğu anki halinden farklı görünüyor gözüme. Ona doğru kaldırıyorum elimi. Şahidimsin, diyorum. “Sende bari kalsın izim!” Gülümsüyor.

Hava kararıyor, ayaklarım yorgun. Su biraz üşütür oluyor içimi. Daha bir sertleşmeye başlıyor dalgalar. Denizin yüzü gittikçe kararıyor, bu ürkünç! Gün boyu yanı başında oluşuma umarsız… Kulağımda emanet bir melodiyle, yola devam…

MELİKE ŞENYÜKSEL
Yazı, Kum Dergisi 63. sayıda yer almıştır.
*Bu yazı, Amy Winehouse şarkıları eşliğinde yazılmış ve ona adanmıştır.

Kategori:

Re: Ölüm/ Deniz*

Öykü üzerinde çokça söylenebilecek şeyler var. Ama ne yazık ki;"Zeytinden sonra" ancak. Özellikle denizle ölümün beraberliği çok etkiledi beni.

Anlatımınıza sağlık.


Re: Ölüm/ Deniz*

"Zeytinden sonra" o halde...


Re: Ölüm/ Deniz*

Yazdıklarımla bütünleştiğim her an beni tedirgin etti bugüne dek. Belki de o yüzden tercih ettim bu kadar kuruntulu öyküler yazmayı.

Ölüm ya da Deniz bu durumu düşündürdü bana, yeniden.


Re: Ölüm/ Deniz*

Barış Acar dedi ki:
Yazdıklarımla bütünleştiğim her an beni tedirgin etti bugüne dek. Belki de o yüzden tercih ettim bu kadar kuruntulu öyküler yazmayı.

Ölüm ya da Deniz bu durumu düşündürdü bana, yeniden.

"Tuhaf yazgı birliğimize gülümsüyoruz sanki. Ölüm denizinin kıyısına boşuna mı geldik, ikimiz de denizlere karışıp gideceğimizi biliyor olmalıyız. O keşfetmek için salınarak kayarken göğün yüzünde, ben sahili adımlarımla işaretlemeye devam ediyorum."


Re: Ölüm/ Deniz*

Zeytinden Sonra

Deniz: her şeyi içine alan büyük öğütücü.

Melike Şenyüksel’in öyküsünü zeytin günlerinde okudum. Öykü bir süre kafanım içerisinde gezindi durdu. Öykü demek ne kadar doğru, bilemiyorum, bir duygu demek belki daha uygun. Onda bendeki bazı şeyleri tersine çeviren, bazı şeyleri de daha yakından ve anlayarak görmemi saylayan bir yan vardı.

Kumlar: Ölü kayalar.
Dalgalar: Gücü, kuvveti tükenen, son nefesini kumların üzerine bırakan öfkeli, çığırtkan su.
Kumda ayak izleri: yaşamımızın iz bırakmayan yanı.

Denizi hep bir yaşam, (ilk yaşamın çıkışı) bir bolluk, karşılıksız verme kaynağı olarak gördüğümü, diğer yüzüne hiç bakmadığımı, yok saydığımı fark ettim.

""
Ölümsüzlük denen avutucu icat hakkında uzun sohbetlere de girmiyoruz. Gereksiz. İkimiz de önümüzde uzanan denizin bir parçası olmaya öyle hazırız ki… Ama önce gün batımını izlemeli.

Nazım'ın bir şiiri geliyor aklıma;
“Bulut mu olsam?” Diye başlayıp, en son deniz olmayı seçen bir şiiri. Büyük olana, sansuz sanılana katılmak, “duhul” arzusu mu bu? Yok olmak başka bir şekil var’a dönüşmek.

""
Ardıma baktığımda çok uzun bir yol kat ettiğimi görüyorum. Ama tek bir iz yok benden kalan. Geceleri şehrin karanlık sokaklarını süpüren çöpçüler gibi tüm kanıtları yok ediyor dalgalar. Benden kalan tek bir iz yok. Belki kumun belleğinde kalır; ayaklarımın ılıklığı, topuğumdaki çatlaklar…

Siz ne düşünürsünüz biemem. Ama ben “hiç” i düşünüyorum. Ne kadar “hiç” olmadığını. Kumun belleğindeki tarihi dökümleri merak ediyorum. Büyük bir kayaya, bir avuç kuma bakıp, benden binlerce yıl sonra var olacağına hayıflanmıyorum, midemde, sindirim sistemimde kazayla yuttuğum, saçlarımın, elbiselerimin kıvrımlarında rüzgarın savurduğu kum taneciklerinin dolaştığını biliyorum.

Yeni bir şeyin üzerinde çalışıyorum. Bir bölümünde şöyle bir paragraf var;

“Denizi sonsuz bir yokedici, gizleyici, örtücü, öğütücü olarak görürüz. Küçük bir kız çocuğu, bıkıp bir kolunu kopardığı plastik bebeğini, sarı çantalı, tırnakları ojeli, dudakları rujlu, saçları bigudili kadın, rüzgârda teli kırılan şemsiyesini, kulağı küpeli genç biten kola şişesini, balıkçı kenarı çatlamış plastik balık kasasını, emekliliğini dört gözle bekleyen katip hasan efendi, birkaç kez tamire gidip dönen, artık hiç çalışmayan saatini, okulunu bitiren öğrenci, okul çantasını tuttuğu gibi denize atar.”

Döneceğim gün, kuvvetli bir dalga vardı sahilde. Biraz yürümek istedim. Kıyıya vuran dalgaların serpintileriyle ürpere ürpere dolaştım kıyıda. Her taraf kıyıya vurmuş çöp, atık, pislik içerisindeydi. Sahilin sonlarında, bu çöpleri karıştıran yaşlı bir adamla karşılaştım. Yanından geçerken selam verdim. Denizde işe yarayacak bir şeyler arıyordu.

Aklıma “Deniz/Ölüm” gelmedi. Ama o, oralarda bir yerlerdeydi. Bununla ilgili, denizin kıyıya attığı şeylerle ilgili küçük notlar aldım.

Bu sabah da Melike Şenyüksel’in öyküsünü okumaya döndüm.

Çok sağ olun; Böyle bir öykü için.

Suyun yüzeyinde seken taş; ona da bir anlam vermek gerekecek.


Re: Ölüm/ Deniz*

Mehmet Sürücü dedi ki:
Zeytinden Sonra

Deniz: her şeyi içine alan büyük öğütücü.

Melike Şenyüksel’in öyküsünü zeytin günlerinde okudum. Öykü bir süre kafanım içerisinde gezindi durdu. Öykü demek ne kadar doğru, bilemiyorum, bir duygu demek belki daha uygun. Onda bendeki bazı şeyleri tersine çeviren, bazı şeyleri de daha yakından ve anlayarak görmemi saylayan bir yan vardı.

Kumlar: Ölü kayalar.
Dalgalar: Gücü, kuvveti tükenen, son nefesini kumların üzerine bırakan öfkeli, çığırtkan su.
Kumda ayak izleri: yaşamımızın iz bırakmayan yanı.

Denizi hep bir yaşam, (ilk yaşamın çıkışı) bir bolluk, karşılıksız verme kaynağı olarak gördüğümü, diğer yüzüne hiç bakmadığımı, yok saydığımı fark ettim.

Mehmet Bey bu derinlikli değerlendirmeleriniz için teşekkür ediyorum.Metnin sizde başka bir farkındalık yaratmaya yönelik etkisinden bahsetmişsiniz ki bu benim adıma müthiş bir sonuçtur.

"Suyun üzerinde seken taş" ona da bir anlam vermek gerekecek demişsiniz. Elbette. Suyun üzerinde seken taş; şu meşguliyetlerimizin ta kendisidir aslında. Yazıp çizen, felsefeye bulaşan hallerimiz, arayışlarımız...Akışa dil çıkarmak değil de nedir? Taşın gerçeği; kaç kez de sekebilse su yüzeyinde, derinlere doğru yol almaktır. Dündü sanırım, bir sitede okyanusun en derin noktasından atılan bir taşın dibe inişi bir saatten biraz daha fazladır, şeklinde bir bilgiye rastlamıştım. Smile


Re: Ölüm/ Deniz*

Sonra da kıyıya kum olarak kim bilir ne kadar zaman sonra ulaşır?

Deniz üzerinde düşünmeyi seviyorum.