UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Nanook of the North

11 May 2010
eren

Grass'ı izledikten kısa süre sonra yolumun Nanook'la kesişeceğini biliyordum. Sinema tarihinin bu ilk etnografik belgeselini uzun süredir merak ediyordum. Nanook of the North (Kuzeyli Nanook, 1922) hakkında okuduğumu hatırladığım ilk şey SineMasal dergisinde yayımlanmış bir eleştiri yazısıydı. Derginin pek de iyi durumda olmayan internet arşivinde ne yazının kendisini ne de başlığını ya da yazarını bulabildim. O yazıda, yönetmen Flaherty'nin dürüst olmamakla suçlandığını hatırlar gibiyim. Biraz da o nedenle, yazmaya başlamadan önce internette filmle ilgili neler yazılmış olduğuna göz atmak istedim. Wikipedia, her zamanki gibi oldukça yol gösterici oldu.

Film Arktika'da, Kanada'nın kuzeyindeki Hudson Körfezi'nde yaşayan eskimoların hayatlarından bir kesiti aktarıyor. Nanook, iki eşi ve çocuklarının zorlu kutup şartlarında hayatta kalma mücadelelerine, günlük hayatta karşılaştıkları ve üstesinden geldikleri zorluklara "tanık oluyoruz". Zurnanın zırt dediğin yer burası. Bir belgesel olma iddiasındaki (ve belgesel olarak kabul edilen) filmde yüksek oranda kurmaca öğeye yer verilmesi filme yöneltilen en ağır eleştirilerin de kaynağını oluşturuyor. Nanook, o bölgedeki en ünlü avcı olduğu için filmin başrolü için seçilmiş (asıl adı Allakariallak sinema izleyicisini fazla zorlayacağından değiştirilmiş olmalı). Filmde Nanook'un ailesi olarak tanıtılan kadınlar ve çocuklar da aslında kendi eşleri ve çocukları değil. Allakariallak, günlük hayatında avlanmak için tüfek kullanırken, Flaherty'nin ısrarıyla film boyunca kendilerinden önceki kuşakların avlanma yöntemlerini kullanıyor. Denizayısı ve fok avlamak için tüfek yerine mızrak kullanıyorlar, ama sonuçta gerçekten denizayılarını ve fokları öldürüyorlar. Yani, eskimoların günlük hayatını olduğu gibi yansıtmasa da av sahiden gerçekleşiyor.

Filme göre bütün ihtiyaçlarını hayvanları avlayarak gidermeye çalışan bu insanların kendilerine yetecek boyutlarda bir igloo'yu (eskimoların buzdan yaptıkları kulübe) bir saatte inşa ettikleri sahne gerçekten etkileyiciydi. Nanook, karın çok sert olduğu bir bölge seçip buzdan tuğlalar kesip bıçağıyla düzelterek kısa bir sürede igloo'yu tamamlıyor. Ne var ki, filmin gerçeğe ne kadar bağlı kaldığı konusundaki kuşkular gördüklerimin ne kadarına inanmam gerektiği konusunda kafamda soru işaretleri oluşmasına neden oluyor. Meselâ bu insanların ne kadar zor koşullarda yaşadıklarını ve sürekli açlığa karşı mücadele ettiklerini vurgulamak için Nanook'un çekimler bittikten iki sene sonra bir kar fırtınasında kaybolup açlıktan öldüğü ifade ediliyor, oysa Wikipedia, Nanook'u canlandıran Allakariallak'ın aslında zatüree'den ölmüş olduğu bilgisini veriyor. Filmdeki pek çok sahnenin aslında "oynandığı" bilgisi de belgeselin çok tartışılan yönlerinden biri. Filmi izlerken de o dönemdeki kocaman kameraların o küçücük igloo'nun içine (hem de o küçücük kapısından) nasıl girdiğini üstelik de karanlık olması gereken igloo'nun içinin nasıl çekim yapabilecek kadar aydınlık olduğunu merak ediyor insan. İç çekimler için ayrı bir igloo yapılmış olduğunu öğrenene kadar bu soruyu aklımdan atamamıştım.

Benim en sevdiğim sahnelerden biri Nanook'un oğluna buzdan bir kutup ayısı yaptığı sahneydi. Bu kutup ayısı maketi üzerinde oğluna okla avlanmayı öğretiyor, daha doğrusu, ona bir av oyunu oynatıyordu. Filmin "gerçek"liğiyle ilgili kuşkulara rağmen sinema tarihinde önemli bir yeri olduğunu anlamak zor değil. Filmin Türkçe altyazısı olup olmadığını araştırmadım ama insanın doğayla verdiği açlık mücadelesine tanıklık etmek isteyenlere öneririm, kahvaltıda çiğ et yenmesi pek iç açıcı gelmese de...

Kategori: