UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Lord Dunsany - Sürgünden Dönüş

24 Oca 2009
elmyra

Çevirinin son hali:

""

Sürgünden Dönüş
Lord Dunsany

Tepeye çıktığımda, elinde çekiç olan yaşlı adam ve elinde mızrak olan tek gözlü adam yol kenarında oturmuş konuşuyorlardı.

“Bizi çağırmamışa benzemiyorlar, ” dedi elinde çekiç olan.

“Tanrı bilir yirmiden fazlası yoktur,” dedi öbürü.

“Yirmi yirmidir,” dedi birincisi.

“Bunca seneden sonra,” dedi elinde mızrak olan tek gözlü adam, “Bunca seneden sonra... Ancak bir sefer geri dönebilirdik.”

“Elbette öyle,” dedi öbürü.

Kıyafetleri, işçilerin bile giymeyeceği denli eskiydi. Elinde çekiç olan; her yanı deliklerle dolu, kararmış, deri bir önlük giyiyordu ve elleri köseleden farksızdı. Fakat nasıl olurlarsa olsunlar, onlar İngilizdi. Melez veya belirsiz milliyetten olanlarınki gibi bir yük taşıyan, o gün yanımdan geçen bütün otomobillerden sonra, bunu görmek güzeldi.

Beni gördüklerinde, elinde çekiç olan, yağlanmış başlığına dokundu.

“Stonehenge’e giden yolu...” dedi, “...size sorma cüretinde bulunabilir miyiz, efendim?”

“Katiyen gitmemeliyiz,” diye mırıldandı öbürü ağlamaklı ağlamaklı. “Tanrı bilir, yirmiden fazlası yoktur; oysa…”

Orayı görmek için, bisikletle yola çıkmıştım; bu sebeple yolu işaret ettim ve vakit kaybetmeden oraya sürdüm tekerlekleri. O ikisinde, son derece aşağılık bir şey olduğundan, yolda bana refakat etmelerini pek umursamadım. Sefil suratlarıyla, görünümlerine bakılırsa uzun senelerce zulmedilmiş veya bütünüyle ihmal edilmişlerdi. Büyük ihtimalle ceza olarak uzun müddet kölelik yapmış olduklarını düşündüm.

Stonehenge’e vardığımda, taşlar arasında dikilen yaklaşık yirmi kişilik bir grup gözüme ilişti. Ağırbaşlı bir edayla bana, birini bekleyip beklemediğimi sordular; hayır dedikten sonra da bir daha konuşmadılar benimle. O tuhaf yaşlı adamlar üç mil gerimde kalmıştı. Fakat çok büyük adımlarla yol boyunca ilerleyerek ortaya çıktıklarında, ben taş meydanda duralı uzun bir zaman olmuş değildi. Onları gördüklerinde, bütün insanlar şapkalarını çıkardı ve çok tuhaf davrandı. Bu esnada, eski mihrap taşına götürdükleri bir keçi gözüme çarptı.

İki yaşlı adam çekiç ve mızrakları ellerinde geldiler; ağlamaklı halde, oraya gelerek faydalandıkları özgürlük için özür dilemeye koyuldular. Bütün insanlarsa önlerinde otlar üzerine diz çöktü.

Diz çökmüş vaziyette mihraptaki keçiyi öldürdüler; iki yaşlı adam bunu gördüklerinde bin bir özürlerini sundular; şevkle kan kokusunu içlerine çektiler. İlkin bu onları memnun etti. Fakat çok geçmeden elinde mızrak olan, sızlanmaya koyuldu. “İnsanoğluydu zamanında,” diye ah çekti. “İnsanoğluydu zamanında...”

Yirmi adam huzursuzca bakışmaya başladı. Tek gözlü adam o ağlamaklı sesiyle sızlanıp duruyordu. Ansızın bütün gözler üzerime dikildi. Yaşlı adamların kim olduğu veya birinden birinin ne yaptığı hakkında bir fikrim yok. Ama öyle anlar vardır ki gitmenin açık seçik tam zamanıdır. Onları o şekilde bırakarak ayrıldım oradan. Bisikletime henüz binmiştim ki elinde çekiç olanın, sızlanan sesiyle, Stonehenge’e gelerek faydalandıkları özgürlük için özür dilediğini işittim.

“Oysa bunca seneden sonra,” diye ağlayışı çalındı kulağıma, “Bunca seneden sonra…”

Ve elinde mızrak olan şöyle dedi: “Evet, üç bin yıl aradan sonra…”

Çeviren: Zeynep Nur Ayanoğlu
"The Return of the Exiles", Fifty-One Tales


Çevirinin ilk hali:
""
Sürgünden Dönüş
Lord Dunsany

Tepeye çıktığımda, elinde çekiç olan yaşlı adam ve elinde mızrak olan tek gözlü adam yol kenarında oturmuş konuşuyorlardı.

“Bizi çağırmamışa benzemiyorlar, ” dedi elinde çekiç olan.

“Tanrı bilir yirmiden fazlası yoktur,” dedi öbürü.

“Yirmi yirmidir,” dedi birincisi.

“Bunca seneden sonra,” dedi elinde mızrak olan tek gözlü adam, “Bunca seneden sonra. Ancak bir sefer geri dönebilirdik.”

“Elbette öyle,” dedi öbürü.

Kıyafetleri, işçilerin bile giymeyeceği denli eskiydi. Elinde çekiç olan; her yanı deliklerle dolu, kararmış, deri bir önlük giyiyordu ve elleri köseleden farksızdı. Fakat nasıl olurlarsa olsunlar, onlar İngilizdi. Melez veya belirsiz milliyetten olanlar yükünü taşıyan, o gün yanımdan geçen bütün otomobillerden sonra, bunu görmek güzeldi.

Beni gördüklerinde, elinde çekiç olan, yağlanmış başlığına dokundu.

“Stonehenge’e giden yolu...” dedi, “...size sorma cüretinde bulunabilir miyiz, efendim?”

“Katiyen gitmemeliyiz,” diye mırıldandı öbürü ağlamaklı ağlamaklı. “Tanrı bilir, yirmiden fazlası yoktur; oysa…”

Orayı görmek için, bisikletle yola çıkmıştım; bu münasebetle yolu işaret ettim ve vakit kaybetmeden oraya sürdüm tekerlekleri. O ikisinde, son derece aşağılık bir şey olduğundan, refakatlerini pek umursamadım. Sefil suratlarıyla, uzun senelerce zulmedilmiş veya bütünüyle ihmal edilmiş görünümündelerdi. Büyük ihtimalle uzun müddet cezai kölelik yapmış olduklarını düşündüm.

Stonehenge’e vardığımda, taşlar arasında dikilen yaklaşık yirmi kişilik bir grup gözüme ilişti. Ağırbaşlı bir edayla bana, birini bekleyip beklemediğimi sordular; hayır dedikten sonra da bir daha konuşmadılar benimle. O tuhaf yaşlı adamlar üç mil gerideydi. Fakat çok büyük adımlarla yol boyunca ilerleyerek ortaya çıktıklarında, ben taş meydanda duralı beri uzun bir zaman olmamıştı. Onları gördüklerinde, bütün insanlar şapkalarını çıkardı ve çok tuhaf davrandı. Bu esnada, eski mihrap taşına götürdükleri bir keçi gözüme çarptı.

İki yaşlı adam çekiç ve mızrakları ellerinde geldiler; ağlamaklı halde, oraya gelerek faydalandıkları özgürlük için özür dilemeye koyuldular. Bütün insanlarsa önlerinde otlar üzerine diz çöktü.

Diz çökmüş vaziyette mihraptaki keçiyi öldürdüler; iki yaşlı adam bunu gördüklerinde bin bir özürlerini sundular; şevkle kan kokusunu içlerine çektiler. İlkin bu onları memnun etti. Fakat çok geçmeden elinde mızrak olan, sızlanmaya koyuldu. “İnsanoğluydu zamanında,” diye ah çekti. “İnsanoğluydu zamanında.”

Yirmi adam huzursuzca bakışmaya başladı. Tek gözlü adam o ağlamaklı sesiyle sızlanıp duruyordu. Ansızın bütün gözler üzerime dikildi. Yaşlı adamların kim olduğu veya birinden birinin ne yaptığı hakkında bir fikrim yok. Ama öyle anlar vardır ki gitmenin açık seçik tam zamanıdır. Onları o şekilde bırakarak ayrıldım oradan. Bisikletime henüz binmiştim ki elinde çekiç olanın, sızlanan sesiyle, Stonehenge’e gelerek faydalandıkları özgürlük için özür dilediğini işittim.

“Oysa bunca seneden sonra,” diye ağlayışı çalındı kulağıma, “Bunca seneden sonra…”

Ve elinde mızrak olan şöyle dedi: “Evet, üç bin yıl aradan sonra…”

Çeviren: Zeynep Nur Ayanoğlu
"The Return of the Exiles", Fifty-One Tales

Kategori:

Re: Lord Dunsany - Sürgünden Dönüş

Çeviriniz için teşekkürler Smile

ama şurayı tam anlayamadım

""
...but I had not been in the stone circle long when they appeared,...

""
...ortaya çıktıklarında, ben taş meydanda duralı beri uzun bir zaman olmamıştı.

tam Türkçe bunun nasıl ifade edilebileceğini bilmiyorum ama daha değişik birşey kullanılmalı değil mi Confused

İyi günler diliyorum


Re: Lord Dunsany - Sürgünden Dönüş

Ben teşekkür ederim, zaman ayırıp okuduğun için... Cheers

""
...ortaya çıktıklarında, ben taş meydanda duralı beri uzun bir zaman olmamıştı.

duralı beri, yani durduğundan beri. Yada tek başına "duralı" da denebilirdi. Pekişsin istedim, bu bir dil yanlışı mı, haberim yok. :?
Bu cümle orijinalde isim cümlesi; ancak Türkçedeki tam karşılığı isim cümlesiyle olmuyor. Ben çevirilerimde göz önünde bulundururum çoğunlukla, isim cümlelerini isim, fiil cümlelerini fiille karşılamayı. Fakat burada durum farklı gibi. Belki buraya "bulunmak" fiilini yedirebiliriz, ben becerememiş olsam da. Ayrıca, çevirirken üzerine yoğunlaştığım noktaların fark edilmesi çok hoş bir duygu. Demek ki doğru iz üzerindeyiz! Thumb Up Thumb Up


Re: Lord Dunsany - Sürgünden Dönüş

Ben daha çook acemiyim ve kat etmem gereken de bir o kadar yol var

daha önce -alı -eli ekini duydum ve kullanıyorum ama sorun hiç beri ile kullanıldığını görmemiştim

beri"yi yurgu anlamında kullanabiliyor muyuz açıkçası o kadar sağlam Türkçe yorumum da yok

ama -beri'siz daha güzel duruyor gibi geldi bana Smile

Tekrar teşekkürler, iyi geceler


Re: Lord Dunsany - Sürgünden Dönüş

cok ilginc bir oykuymus oncelikle.
simdilik sadece 1-2 gozume carpan seyi soyleyeyim.

""
bu münasebetle

burada "munasebet" sozcugu fazla agir olmus gibi geldi bana.
kullanilmamali demiyorum ama oykuyu okurken duraklatiyor insani bir anda.

""
refakatlerini

burada refakatlerini demek yerine "refakat etmelerini" demek daha dogru olabilir. su acidan:
refakat sozcugu hala kullanilsa da yalniz belli durumlarla sinirli kalmis durumda.
"refakat etmek" ve "refakatci" disinda kullanimi artik pek yok gibi.
tek basina "refakatler" denebilir mi bilemiyorum.

""
senelerce zulmedilmiş veya bütünüyle ihmal edilmiş görünümündelerdi

burasi okurken agirlasiyor, tempoda degisiklige neden oluyor gibi.
"senelerce zulmedilmiş veya bütünüyle ihmal edilmiş gibi gorunuyorlardi" veya "gorunumlerine bakilirsa senelerce zulmedilmiş veya bütünüyle ihmal edilmişlerdi." demek akisi yoluna sokar bence.

""
cezai kölelik

bu soz fazla hukuki olmus gibi. eger metinde hukukilik ozellikle vurgulanmamissa "kolelik cezasina carptirilmak" kullanilabilir.

""
özgürlük için özür dilemek

bunu anlayamadim, garip geliyor ama bir sey de soyleye,eyecegim bu konuda.


Re: Lord Dunsany - Sürgünden Dönüş

""
Sürgünden Dönüş
Lord Dunsany

Tepeye çıktığımda, elinde çekiç olan yaşlı adam ve elinde mızrak olan tek gözlü adam yol kenarında oturmuş konuşuyorlardı.

“Bizi çağırmamışa benzemiyorlar, ” dedi elinde çekiç olan.

“Tanrı bilir yirmiden fazlası yoktur,” dedi öbürü.

“Yirmi yirmidir,” dedi birincisi.

“Bunca seneden sonra,” dedi elinde mızrak olan tek gözlü adam, “Bunca seneden sonra... Ancak bir sefer geri dönebilirdik.”

“Elbette öyle,” dedi öbürü.

Kıyafetleri, işçilerin bile giymeyeceği denli eskiydi. Elinde çekiç olan; her yanı deliklerle dolu, kararmış, deri bir önlük giyiyordu ve elleri köseleden farksızdı. Fakat nasıl olurlarsa olsunlar, onlar İngilizdi. Melez veya belirsiz milliyetten olanlarınki gibi bir yük taşıyan, o gün yanımdan geçen bütün otomobillerden sonra, bunu görmek güzeldi.

Beni gördüklerinde, elinde çekiç olan, yağlanmış başlığına dokundu.

“Stonehenge’e giden yolu...” dedi, “...size sorma cüretinde bulunabilir miyiz, efendim?”

“Katiyen gitmemeliyiz,” diye mırıldandı öbürü ağlamaklı ağlamaklı. “Tanrı bilir, yirmiden fazlası yoktur; oysa…”

Orayı görmek için, bisikletle yola çıkmıştım; bu sebeple yolu işaret ettim ve vakit kaybetmeden oraya sürdüm tekerlekleri. O ikisinde, son derece aşağılık bir şey olduğundan, yolda bana refakat etmelerini pek umursamadım. Sefil suratlarıyla, görünümlerine bakılırsa uzun senelerce zulmedilmiş veya bütünüyle ihmal edilmişlerdi. Büyük ihtimalle ceza olarak uzun müddet kölelik yapmış olduklarını düşündüm.

Stonehenge’e vardığımda, taşlar arasında dikilen yaklaşık yirmi kişilik bir grup gözüme ilişti. Ağırbaşlı bir edayla bana, birini bekleyip beklemediğimi sordular; hayır dedikten sonra da bir daha konuşmadılar benimle. O tuhaf yaşlı adamlar üç mil gerimde kalmıştı. Fakat çok büyük adımlarla yol boyunca ilerleyerek ortaya çıktıklarında, ben taş meydanda duralı uzun bir zaman olmuş değildi. Onları gördüklerinde, bütün insanlar şapkalarını çıkardı ve çok tuhaf davrandı. Bu esnada, eski mihrap taşına götürdükleri bir keçi gözüme çarptı.

İki yaşlı adam çekiç ve mızrakları ellerinde geldiler; ağlamaklı halde, oraya gelerek faydalandıkları özgürlük için özür dilemeye koyuldular. Bütün insanlarsa önlerinde otlar üzerine diz çöktü.

Diz çökmüş vaziyette mihraptaki keçiyi öldürdüler; iki yaşlı adam bunu gördüklerinde bin bir özürlerini sundular; şevkle kan kokusunu içlerine çektiler. İlkin bu onları memnun etti. Fakat çok geçmeden elinde mızrak olan, sızlanmaya koyuldu. “İnsanoğluydu zamanında,” diye ah çekti. “İnsanoğluydu zamanında...”

Yirmi adam huzursuzca bakışmaya başladı. Tek gözlü adam o ağlamaklı sesiyle sızlanıp duruyordu. Ansızın bütün gözler üzerime dikildi. Yaşlı adamların kim olduğu veya birinden birinin ne yaptığı hakkında bir fikrim yok. Ama öyle anlar vardır ki gitmenin açık seçik tam zamanıdır. Onları o şekilde bırakarak ayrıldım oradan. Bisikletime henüz binmiştim ki elinde çekiç olanın, sızlanan sesiyle, Stonehenge’e gelerek faydalandıkları özgürlük için özür dilediğini işittim.

“Oysa bunca seneden sonra,” diye ağlayışı çalındı kulağıma, “Bunca seneden sonra…”

Ve elinde mızrak olan şöyle dedi: “Evet, üç bin yıl aradan sonra…”

Çeviren: Zeynep Nur Ayanoğlu
"The Return of the Exiles", Fifty-One Tales