Leylâ Erbil - Ölü
Öldün! Öldün ha! Şimdi ben ne yapayım?..
Ünlemi, birden fazla, noktalı soru işaretli bir cümleyle ile başlayan “Ölü” öyküsü, otuz yıllık kocasının cesedi başındaki Türkan hanımın geriye dönüşlü iç konuşmalarından oluşuyor. Geçmişten, bu günden tespitlerle evlilikleri, ilişkileri, bir parça, incir çekirdeğini doldurmayan mutluluklarından söz ediyor.
Leyla Erbil okumak kolay değil. Yazdıkları (sözcükleri, cümleleri) çok katmanlı. Bu nedenle okuyucu olarak, ister istemez önce noktalamalara, sözcüklere, sözcük öbeklerine, cümlelere şüpheci, anlam katmanları arayarak yaklaşmak gerekiyor. Sözcükleri kaygan bir zemin gibi. Tam anlamının kavrandığına inanıldığı anda bir şeyler olup, o anlamın yüzeydeki boya kabarıp, dökülüp, altından başka renkler yelpazesine yerini bırakabiliyor.
Çoğunlukla sözcükleri, cümleleri başa sardırıp, parçalayan okumalardan oluşmaya başlıyor. Kolajlardan oluşan bazı öyküleri gibi, Leyla Erbil okumaları da git gide bir kolaja dönüşmeye eğriliyor. (En azından bu bende böyle.)Belki de benzeri nedenlerden onu sıradan, yüzeysel okumak haz vermeyebiliyor. Metne, yoran sürekli bir ilgi, bir dikkat gerektiriyor.
Öyküye dönüp, yapabildiğimce öykü ile ilgili soruları çoğaltmaya çalışayım.
Öykünün adından, “Ölü”den başlayayım.
?*
-Kim ölmüş?
-Türkan hanımın otuz yıllık kocası.
?*
-"Koca" nedir?
-Evlilikte erkek eş.
?*
-Kadın (iç konuşmalarla) ölen otuz yıllık kocasını mı anlatıyor?
-Kocasının ölüsü başında evliliğini anlatıyor.
?*
-Nasıl bir evlilik bu? Mutlu, uyumlu, karşılıklı insanca ilişkilere dayalı bir evlilik mi?
-Pek sayılmaz.
??**
-Yoksa öyküdeki “Ölü” , koca’nın simgelediği anlamla ele alınıp, yıllar önce ölmüş, hiç doğmamış veya yapısı gereği eninde sonunda ölmeye mahkûm bir kurum olan “evlilik kurumu” mu?
Kadın, kocasının ölümüyle derin acıların, yasların içerisinde kaybolmuş değildir. Bir yandan kocasının ölümünün onu toplum içerisinde nelere (bir “dul”) dönüştürdüğünü (Bir memur ölüsünün karısı?..) kavramaya çalışırken, bir yandan da ölen kocasıyla yaşamında ne gibi değişimler olacağını (Ne istedin benim tatlı dilli, güleç gözlü erkeklik organımdan?) sorgular.
Son bölüme birkaç soru ekleyerek bitirmek istiyorum:
- Koca ölü müdür, ölmek üzere midir?
- Ölü veya ölmek üzere oluşu, kadının davranışlarını ve anlattıklarının anlamını nasıl değiştirir?
- Evlilik ilişkisinin seriminde, kadının aldatma denemelerinin anlatımı uzun tutulmuş. Kocanın hala ölüp ölmediğinden emin olamadığı için, tepki versin diye uzatılmış, detaylandırılmış, çeşitlendirilmiş olabilir mi?
- Kadının konuşmalılarını neye dayanarak “iç diyalog” olarak tanımlıyoruz? Ölüsünün (veya ölmekte olan kocasının) başında, öyküyü oluşturan diyalogların bir kısmını sesli olarak, kocasının yüzüne söylemediğini, bağırmadığını nasıl bilebiliriz?
"Ölü"
Gecede
s. 49-56
Leylâ Erbil
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
2010
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Önce tekniğe ilişkin bir iki gözlemimi aktarayım izninizle: bu monoloğun bir “iç ses” olduğunu düşünmüyorum. Bana kalırsa kadın, bütün öyküyü sesli olarak “söylüyor”. Yalnızca parantez içindeki kısımlar (tabutun nasıl olacağı falan) kadının söylemeyip de düşündükleri. Öykünün en başında kadın kocasının artık öldüğünü düşünüp dövünmeye başlar. Fakat daha sayfanın sonunda adamın henüz ölmediğinin ayırdına varıyor. Bu, monologdaki ilk kırılma noktası. İkinci kırılma noktası ise kadının bağlılığını ifade etmek için diz çöktüğü sırada dizine bir şeylerin batmasıyla yaşanıyor.
Adamın ölümüyle (cevap veremeyecek kadar güçten düşmesiyle) kadın, 30 yıllık evliliğin “özgür” bir muhasebesini yapmaya başlıyor. Bu muhasebede gündeme gelen ilk konu kadının adamı hiç aldatmamış olması. Kadının kendi özgürlüğünü birebir cinsel bağımsızlığa bağlamış olması öyküyü belirli ölçüde ahlâkî bir sorgulamaya dönüştürüyor benim gözümde. Kadın, kısıtlanan özgürlüğünün öfkesini, güçten/iktidardan düşerek artık bir nesneden farkı kalmayan “memur ölüsü”ne yöneltiyor. Gelgitli bir ruh halinin evin içinde zincirlerinden boşalmışçasına dolaşmasını izliyoruz adeta. Ögürlüğe yeni kavuşmuş bu ruh, en çok, bisiklete binmeyi yeni öğrenen bir çocuğa benziyor bence. Kontrolü kendi eline alamıyor; “bir memur ölüsünün karısı” olmaktan kurtulamıyor bir türlü.
***
Adamla Rus edebiyatındaki bazı karakterler arasında kurulan paralellik konusunda fazla düşünmedim. Adam, Çehov’un Martı’sındaki Trigorin’e, Dostoyevski’nin Budala’sındaki Prens Mışkin’e bir de Milena’nın Kafka’sına benzetiliyor.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Kitabın arka kapağında Sennur Sezer'den yapılan alıntının bir bölümünü de buraya aktarmak yararlı olabilir:
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Bir içses'le karşısındaki insana hitap eden ses arasındaki ayırım ne olabilir? Bunun üzerinde biraz daha düşünmek gerekebilir.
Şu geliyor aklıma, karşısındaki insana hitap eden bir ses kullanıldığında, öyküdeki duygusal dalgalanmalar bu tür bir sese daha uygun düşer gibi geliyor bana. İçses'in bu çeşitli ikilemlerle dalgalanan duyguları üstlenebilmesi yetersiz gibi geliyor. Zamanla üzerinde düşündükçe bir sonuca(veya sonuçsuzluğa) varılabileceğini umuyorum.
Öykünün başlangıcı, “Öldün! Öldün ha!” vurguları, baştan kocasının ölü olduğunu, kadının onun ölmüş bedeninin başında, bir tür günah çıkarma, eşinin son anında gerçekleri dile getirme dürtüsüyle konuştuğunu düşündürtüyor.
Daha sonra, anlatının aralarına serpiştirilmiş, kocanın hala sağ olduğunu düşündürecek vurgularla karşılaşınca, bir tür ikileme düşüyoruz.
İkisi arasındaki fark nedir? Üzerinde düşünmek gerekir.
Kocasının ölü olması, kadının gittikçe coşkusu, vurgusu yükselen konuşmasını sıradan bir vicdan azabından kaynaklanan itirafa dönüştürür mü?
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Kadının konuşmalarından bir hareket, olay akışı çıkarmaya çalıştım.
Kadın yataktaki kocasının başındadır.
Kocasına hitapla, evliliklerinden, geçmişte olup bitenlerden söz eder.
Ara sıra, yataktaki yastığa dayandırarak dik oturtmaya çalıştığı kocası, (Öldüğünden veya sağsa takatsizlikten) kaydıkça onu doğrultmaya çalışır.
(Bunu kocanın ölümünü fiziksel olarak kabullenememe olarak düşünebilir miyiz?)
Sıradan bir günmüş gibi kocasına ıhlamur kaynatmayı, bir duble rakı sunmayı teklif eder. En nihayetinde de iki bardak viski doldurur.
Kadın bir yandan konuşurken, bir yandan viski içer.
Kocasının yanına uzanır.
(Yanından ne zaman kalktığı ile ilgili bir şey bulamadım)
Kocasının ayaklarına kapanmak ister.
(Yatakta mı, yoksa yerde mi bu hareketi yapmaya çalışır? Bunu netleştirici bir şey dikkatimi çekmedi.)
Kapanırken dizlerine yerdeki acı veren bir şey batar.
(Veya yaşlıdır, dizleri romatizmalıdır, kireçlenmiştir, bir şey battığını sanmıştır.)
Canı yanar.
Konuşması sinirli, suçlayıcı, kırıcı, üzgün, taşkın bir hal alır.
İçtiği viskinin konuşmasına etkisi üzerinde düşünülebilir.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Bahis oynasaydık bütün paramı "Biz neden her kişiler denli olamadık?" cümlesine yatırırdım.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Bence de yazar da dahil kimse, öyküdeki kocanın yaşayıp yaşamadığı gibi ayrıntıları düşünmemizi istemiyor. Hatta metnin kadın-erkek düzlemine de hiç indiğini sanmıyorum. Metin açık bir şeyi tartışıyor. Evlilik kavramını. Farkındalığı olanların , herkes gibi yaşayamayacak olanların evlilik içinde yeri olmadığını.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Cihan, bence bu söylediklerini biraz açıklaman gerekecek. Söz gelimi kadın-erkek düzlemine inmeden evlilik kavramının nasıl tartışıldığını merak ediyorum. Öyküde bunu destekleyen noktaları işaret edebilir misin?
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Benim kastettiğim , evlilikte erkek , evlilikte kadın ve evliliğe herhangi birinin tarafından bakıştan çok evliliğin temeline oturtulan ekonomik, sınıfsal merkezin eleştirildiğiydi.
İfadesiyle dile gelen kocanın sıkıntılı yaşamından çok, bir memur ve onun çevresinde dönen küçük burjuva yaşamının ve evliliğinin sıkıntısı ve eleştirisiydi.
Ölü'nün ana karakterinin, yazar tarafından oluşturulan kimliğinin "kadın" olmasından çemberin içinde olamayan birisi olduğunu düşündüm.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
"Ölü"nün ana karakteri olan kadının, içinde bulunduğu "yüksek memur" dünyasının dışında olduğunu düşünmedim ben öyküyü okurken. Kişi kendini sürüden ayrı, duyarlıkları olan, aykırı bir tip olarak görmek ister. Öyküdeki kadının tiradında kendini gösteren farklılık/aykırılık hissinin bundan öte bir anlamı olduğunu düşünmüyorum. Dolayısıyla, bana kalırsa, onlar da "her kişiler denli"dirler. Bu aynılığı kabul etmemek olsa olsa içinde bulundukları çevrenin genel eğilimi olarak görülebilir. Bu nedenle Barış'ın parasını neye yatırdığını da merak ediyorum
Ek not: Adamın adının Asım ("kendisini günahlardan men'edip pâk ve ismetli tutan, koruyan, men'eden") olduğu bilgisini neden veriyor bize Leylâ Erbil?
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Kadının kocasından şikayetçi, evliliklerinden "mağdur" olduğu izlenimini edinmedim nedense.
Daha çok kadının sorunu kocasının ölmesi, ölmek üzere oluşu, bu ölümün onu, yaşamını, toplum karşısındaki oluşunu nasıl etkileyeceği üzerinde gibi geliyor.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Az sözcükle ifade etmek istersem öyküye; Bir kocaya, çevreye, topluma sitem değil, ölen(ölmek üzere olan) bir hayat arkadaşının başucundaki acılı, çaresiz seslenmeler diyebilirim.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
"Cinsel özgürlük" meselesi Leylâ Erbil öykülerinin en belirgin konularından biri, belki de birincisi. "Gecede" öyküsünde de bu konuya döneceğiz ister istemez. Okumakta olduğum "Bilinçli Eğinim I" öyküsünden bir alıntı:
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Linkteki yüksek lisans tezinin konusu Leyla Erbil'in Romanlarında Cinsellik Sorunsalı. Ölü ile ilgili sunuşu hazırlarken bir parça incelemiştim. (Tümünü okumadım)
İlgisini çekenler inceleyebilir.
http://www.thesis.bilkent.edu.tr/0002527.pdf
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Öyküyü okumuştum, bir daha okudum. Kadının cinsel özgürlüğünün/bağımsızlığının özgürlüğüne bağlanması çok normal çünkü bu ikisi arasında dolaysız bir ilişki var. Kadın mutlu değil, ama başkalarıyla da olamıyor. Evlilik denen kurumun, kadını nasıl da -erkeğe göre- katbekat daha fazla hapsettiğini anlıyorum ben. Asım Bey, belki çok düz bir adam, coşkusuz, kendi bu evlilik mapusundan çıkmamış/çıkmak istememiş ama Türkan'ın da çıkmasını engellemiş. Çok başarılı bir öykü. Bence bu öyküdeki herkes ölü bu arada.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
demiştim daha önce. Bir parça anlatayım. Vapur öyküsüne geçmeden Ölü üzerine birkaç söz söylemezsem çatlayacağım.
Öykü, ıssız bir şatoda geçiyor ya da karanlık bir mahzende. Leyla Erbil'in bütün öyküleri, romanları bu mahzende geçer. Kendi kimliklerinin karikatürü olmuş iki karakterden biri konuşuyor yine. Çekmece'de de öyleydi. Karakter dediğimiz tek kişilik bir konuşma genellikle çünkü. Hem de başkasının konuşması. Başkasının ardımızdan konuşmasıyla kurulan karakterlerimizle örülü bir toplumsal çatı altında "ölü"den başka ne olabiliriz ki? Onur haklı bu bağlamda.
Ama tek o değil. Sevişen ölüler sözünü ettiğimiz. Çürümüş etleri birbirine sürtünürken birbirini gözetleyen, gelecek günlerde kullanılmak üzere sessiz, hınç biriktiren ölüler.
Bence Erbil'in toplumsal kadın kimliğini (tanıdığım bütün feminist yaklaşımlardan ve dişil roman kişilerinden) daha sahih kurması şu cümleden geçiyor:
İntikam almak için sevişmemek! Aldatmanın değil, aldatmamanın bir silah olarak kullanılabilmesi Erbil'in dünyaya bakışındaki gücü ortaya koyuyor. -mış gibilik oyununda aldattığını düşündürmek aldatmaktan çok daha güçlü çünkü. Ölülerin dansında en iyi dans eden o.
Öfkenin asıl nedeni birkaç cümle sonra gelir:
Sahiplenilmiş roller, taşınmakta olan kimlikler öylesine yabancıdır ki ona. O, kocasını Martı’nın Trigorin’ine, Budala’nın Prens Mışkin’ine, Milena’nın Kafka’sına benzetir. Demek ki aslında kendisi Çehov'dur, Dostoyevski'dir. Ama Kafka değildir. O, Milena'dır. Çıfıtın teki tarafından kimliğinden soyundurularak yeniden üretilmiş bir kadın imgesidir. Buna öfkelidir; buna çok öfkelidir.
Kendi sınıfsal aidiyeti, kocasının yarı aristokrat yaşantısı, sevgisi, arzuları, aldatmaları hiçbiri gerçek değildir. Olamamıştır.
"Biz neden herkes gibi olamadık." diye sormaz. Keza derdi herkes gibi olmak değildir. Herkesin en az kendisi kadar bedbaht ve acınacak durumda olduğunun bal gibi farkındadır. "Herkes"ten deliler gibi nefret ettiği de ortadadır.
"Biz neden her kişiler denli olamadık?" der. Hezeyan içindeki bir aklın sabuklamaları diye de bakabiliriz bu cümleye ya da zor yolu seçeriz: "Her kişiler" aslında "er kişi"den gelir. Burada erkek-kadın ikiliğine bir gönderme yoktur; onun yerine "sözünün eri olmak"taki gibi, dediği kişi, hayal ettiği kişi olamamak sezdirilir okuyucuya. "Denli" ise eşdeğer, münasip, uygun anlamında "denk" sözcüğünden gelir. (Nişanyan'da köken 11. yy. ve teŋ olarak belirtilmiş.) Bir yandan ağza alınan bütün karakterlerin "densiz"liklerinin sergilendiği bu öyküde denlilik aramak bıyık altından gülmek gibidir de Erbil için. Bir yandan da özne-yüklem uyuşmazlığıyla her türlü denge arayışı dilsel olarak sonsuza kadar ertelenir.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Eren, şöyle bir değinip geçmiş "iç konuşma" meselesine. Öykünün bir iç-konuşma olup olmamasından ziyade beni ilgilendiren yazarın kullanmaya yeltendiği bilinç akışı tekniği. Yer yer aksaklıklar var gibi geliyor bana. Özellikle imla kurallarıyla ilgili kullanımlarda. Örnein parantez içinde anlatılanların dışında anlatılanlarda ne farkı olduğunu, çoğu yerde konuşmanın biteviyeliği göz önünde bulundurularak virgüller bile atlanırken ve sakınmaksızın bir düşünceden bir diğerine geçilirken neden bu parantez içi kullanımının tercih edildiğini çok anlayamadım ben.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Burada vurgulanmak istenen, paranteze alınmasa da o sözlerin yeterince "bilinç akışına" dahil olduğunun anlaşılabileceği mi, yoksa yerine başka bir (parantez dışında) işaret kullanımı mı?
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Hiçbir işaret kullanmaksızın metnin akması gerektiğini düşünüyorum.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Acaba bunun nedeni, o zamanlardaki daha bu tür anlatımlara okuyucunun çok yabancı oluşu olabilir mi? Bu yöntemle yazılmış metinler okuduğumuz için bize ayırt etmek kolaymış gibi geliyor olamaz mı?
Yani metnin yazıldığı döneme göre düşünülmesi gerekir gibi geliyor bana.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Elbette. Ancak sorun, yukarıda da belirttiğim gibi, imlasız dümdüz giden bir anlatımla parantez içlerini kullanan daha temkinli bir yaklaşımın bir arada kullanılıyor olması.
Öte yandan Mehmet Sürücü yine de haklı keza o yıllarda bilinç akışı tekniği yeni yeni kullanıldığı için bu tip aksaklıklar olması da gayet doğal.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Aynı kitaptaki iki öyküde ("Ayna" ve "Hokkabazın Çağrısı") neredeyse hiç noktalama işareti kullanılmadığını hatırlatmak yararlı olabilir bu durumda. Leylâ Erbil'in okuru düşünerek çekingen davranmış olabileceğine çok ihtimal vermiyorum açıkçası.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
O zaman parantez kullanımı için iyi bir gerekçeye ihtiyacımız var.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Daha önce de söylediğim gibi, parantezlerin kadının düşünüp de yüksek sesle dile getirmediği şeyler olduğu kanısı oluştu bende. Noktalama işaretlerinin kullanımının bilinç akışı tekniğini muhakkak zedelediğini düşünmüyorum bu arada.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
"Ayna" ve "Hokkabazın Çağrısı" ile Ölü'nün ilk yayım (dolayısıyla yazım) tarihleri birbirinden farklı olabilir mi?
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Bendeki baskıda buna ilişkin bir bilgi yok.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Yayıncıların en çok çuvalladıkları konu...
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Burada ölü ile ilgili değinmeler var.
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Devamında şu cümle var;
Bir küçük burjuva kadınının "doyumsuzlukların her türlüsü karşısında, çığlıklaşan bir başkaldırmaya" dönüşmesidir bu.(31)
(31)Füsun Altıok. Agm. sayfa 48
Alıntı; Leyla Erbil'in Öykülerinde Kadın Kimliği ve Başkaldırı. Selma Baş
Alttaki linkte en altta makale ile ilgili bilgi var
"Leyla Erbil'in Öykülerinde Kadın Kimliği ve Başkaldırı", 14-17 Haziran 2005, III. Kültür ve Kimlik Sempozyumu, İstanbul.
http://www.yyu.edu.tr/calismaayrinti.aspx?sicilno=2482&adsoyad=Yrd.Do%E7.Dr.%20%20%20Selma%20%20%20BA%DE
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Dilerseniz tümünü buraya yükleyebilirim?
Re: Leylâ Erbil - Ölü
Yazının tamamını yüklemek yerine sizin yazıdan aldığınız fikri (küçük alıntılarla ve kaynak bilgisiyle) aktarmak daha iyi bir yol olacaktır kanımca.