UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Lağım Faresi

11 May 2013
turgut

Gelecekler: şıp, şıp! Gözlerimi kapatsam belki gelmezler? Saçmalama! Bu sesler peki, bu sesler? Bu kadar ses var dışarıda, nasıl rahat edeceğim? Şıp, şıp! Bana bir lağımı bile çok gördünüz, alçaklar! Bir lağım faresi: sadece bu, sadece. Saçmalamaktan mı hepsi? Yok! Ben suçlu değilim, tamam mı, kaldır hepsini, kaldır at. Bu kez ürkemem! Sorumlusu ben değilim madem, bu kez ürkemem! Bu kadar bağırdığıma göre? Saçmalama, daha neler! Ben bir tek söz bile etmedim ki! Burnumun ucunu çıkarmadım dışarı. Bu duruma düşmemin bir sebebi varsa ben değilim, onlar. Şıp, şıp! Bana lağımı bile çok gören onlar. Şıp, şıp! Bir lağım faresi. Bir lağım faresi mi, evet evet, kanalizasyon borularını mesken tutmuş bir lağım faresiydim, neyse ne, suçlu ben değilmişim işte, niçin ürkecekmişim? Gelecekler. Seslerini duyuyorum, toprak titriyor, korunaklı bir barınak yaptım hesapta, seslerini bile duyuyorsam nasıl güven duyabilirim ki? Geliyorlar. Şıp, şıp! Gözlerimi kapatsam belki? Korkuyorum.

Yapacak bir şey yok. Yalnızca izlemiştim hâlbuki, üstelik gördüklerimin üzerine bir tek söz bile etmemiştim. Bir küçük köşem vardı, oradan, üzerimdeki rögar kapağının deliğinden sokağı izlemiştim: kimi zaman ardı arkası kesilmez bir iştahla kabul, kimi zamansa usançla. Ya! Gözlerim, gözlerim. Elde var sıfır. Ne kazandım? Hep olduğu gibi. Boş. Şıp, şıp! Beni bir yolunu bulup defettiler başlarından, kaçırdılar, şimdi yine rahat bırakmıyorlar. Suç bende. Hep kaçmam gerekirdi. Burada durup kendime bir yer buldum sanmayacaktım. Geliyorlar. Yapacak hiçbir şey yok. Belki gözlerimi? Bir lağımdı be, bir lağım?

Yoksa beni izlemek mi mahvetti? Şıp! Aslında orada takılıp kalmasaydım, kendime bir in yaratacağıma hep yolda olsaydım, bir borudan bir başka boruya geçseydim, çamurların içinde olsaydım her gün, aslında, belki o zaman. Beni o rögar kapağındaki delikler cezbetti: şıp! Alçak delikler! Belki o delikler olmasaydı sürülmeyecektim inimden. Bu sesler? Birileri geliyor. Tanrı’m! O delikler olmasaydı, onların bana sundukları görüntü parçalarına anlam vermeye çalışarak yaşlanmasaydım – şu hâline bir bak şimdi, yaşlı bunak, çürüyorsun ve burayı da ele geçirmelerini, seni öldürmelerini bekliyorsun. Yapacak hiçbir şey yok şimdi! Saçmalama! Delikler olmasaydı, hattâ başımı kaldırdığımda sadece bir taş yığınağı, dümdüz bir duvar görseydim, işte o zaman deliklere göre çok daha fazla şey görürdüm!

Artık günleri saymıyorum; aklım karışıyor, her şey birbirine giriyor. Bundan çok önce, şehrin kanalizasyon sistemine yüzleri maskeli adamlar geldiğinde gençtim, diriydim fakat yine de inime yapışmış kalmıştım ki bundan çok da şikayetçi değildim. Korktum, fazlasıyla. Geldiler. Şıp, şıp! Her yanı dağıttılar. Her yanı ellerindeki fenerle ışığa boğdular. Korktum. Sanki o fenerler güçlerini rögar kapağından gördüğüm ışıktan alıyorlardı. Beni esir alan bir korkuydu bu: daha önce de, onlar gelmeden önce de hissediyordum. Beni dışarı bakarken yakalarlar da kapağı açıp ışığa çekerler zannediyordum. Kaçtım. Şıp, şıp!

Günlerce kaçtım: ne yapacağımı bilememekten bitap düşmüş bir hâlde bu çukurda buldum kendimi, burayı sığınak yaptım, o günden bu yana, hep ensemde hissettiğim sesler giderek çoğalıyor ama dışarı adımımı atamıyorum. Öyle sesler geliyor ki! Şıp, şıp! Gözlerimi kapatsam giderler sanıyorum ama – saçmalama! Bu sığınağımın etrafını açıyorlar sanki, evet evet. Açıyorlar, genişletiyorlar. Çok uzakta değiller, biliyorum, hissetmek zor değil. Şayet burayı da bulurlarsa kıyacağım canıma: şıp, şıp! Bu kez kıyacağım canıma, kıyacağım! Ben etrafımı daralttıkça onlar genişletmeye çabalıyorlar. Anlayamıyorum. Anlayamıyorum.

Kategori: