UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kurgu Odası

06 Kas 2009
Barış Acar

Gündelik yaşamdan alınmış olaylar üzerine kurgular yapabilir miyiz? Gerçek onu yeniden kurgulamamıza ne kadar izin verir? Her gerçek birinin gerçeği, her dilselleştirme, anlama ve aktarma çabası aynı zamanda bir kurgu da olduğuna göre bu teşebbüse "caizdir" diyebilir miyiz?

Bu öyküyü beraber yazabilir miyiz?

Kategori:

Re: Kurgu Odası

""
elveda canım, elveda camim.

Gazete haberinin öykü olarak kurgulanabileceğini yukarıdaki cümleyi okuduktan sonra düşünmüştüm. Ancak olay örgüsü konusunda "açılım" bekliyorum. Laughing out loud


Re: Kurgu Odası

""
Günlerdir düşündüğü, yapmaya karar verdiği şey artık korkutmuyor onu. Hiç korkmuyor bedenini cansız, soğuk, kaskatı hayal etmekten. Ona bu kararı aldıran içindeki aykırı sesten de kaçmıyor artık. Onunla kavgası bitiyor bir anda. İp geliyor aklına. Ötede, giriş kapısına yakın bir direğin dibinde bir yılan gibi kıvrılmış duruyor ip. Artık kararı karar. İpi almak için acele etmiyor bu yüzden. Şimdi ip de düşmanı değil, içindeki ses de. İçi huzurla doluyor. Bakışlarını yeniden oyuğa dikiyor. Karısını son bir defa daha görmeyi arzuluyor. Gitmeden son bir defa görmek, konuşmak... Yıllardır hemen her başbaşa kaldıklarında, bir çocuk istiyorum, esirgeme benden, neyse çaresi, çaresine bakalım diyen uysal, sessiz, narin karısının yakarışları geliyor aklına. Başka birini sevdi, diyor, sonunda gitti, başka birini sevdi. Bunu ilk hissettiği günü anımsıyor, karısına yaptıklarını...


Re: Kurgu Odası

""
utanç düyuyor düşününce. neye yaradı, diyor. benden daha çabuk soğumasından başka neye yaradı... başını kaldırıp Allah yazılı levhaya bakıyor şimdi. soğumuş, kararını vermiş bir yüzle 'elimden gelen bu' diyor ona. 'kızma bana. sana, istemediğin bir şekilde de olsa, yine senin evinden geliyorum.' yavaş yavaş yerinden doğruluyor sonra. vitrayları, minberi, kürsüyü, avizeyi, halıları son kez uzun uzun seyrediyor. onların da bir diyeceği kalmamış. panoya, hayatta en çok değer verdiği iki varlık için veda cümlesini yazıyor: elveda canım, elveda camim. sonra, garip bir huzur ve boyun eğişle ilmeği başından geçiriyor.


Re: Kurgu Odası

açılım beklemişsiniz olay örgüsünde ama elif çınar ın yazdıklarını okuyunca sona gelmek istedim. umarım klasik olmamıştır.


Re: Kurgu Odası

Atölye çalışmalarında her yol mübahtır. Ellerinize sağlık güzel bir final olmuş. Hepsini bir araya getirelim bakalım; nasıl bir şey çıkacak ortaya. Şayet taliplisi olursa bundan sonra bütün öyküyü baştan yazmak isteyen olursa da; ne güzel olur? Cheers


Camide Bir Giacometti *

""
Pencereden içeri sızan sokak lambasının solgun, titrek ışığında, kubbeyi yüzyıldır taşıyan ahşap direklerin hep aynı yerlere düşen gölgeleri arasında telaşlı bir gölge çabuk çabuk gidip geliyor. Yüzlerine açılmış yaralardan kokularına dek ezbere bildiği kadim direkler arasında, sanki bir çocuk oyunu oynar gibi zik zaklar çizerek, peşi sıra sürüklediği bir ipi gövdelerine dolayıp yüzyıllar öncesinden kalma bir labirenti çözerek dolanıyor. Adımları sık ve uzun. Yıllardır attığı adımların hesabını yapıyor sanki ve tekrar tekrar aynı yerlerden geçerek bir süredir kaybettiği bir yeri, bir şeyi bulmaya çabalıyor. Dışarıdan bakan biri, onun, kıpırtısız durmaktan bıkarak harekete geçmiş, şaşkınlığından ne yapacağını bilmez halde bir oraya bir buraya seğirten bir direk olduğunu bile düşünülebilir.

Birden mıh gibi çakalıyor bulunduğu yere. Kafasının içinde, beyninde yeni yeni beliriveren bir düşünce durduruyor onu. Karşısına birden çıkıveren bir düşmanın söylediklerini dinler gibi, bir yabancının düşüncelerini anlamaya çalışır gibi durup dinliyor aklından geçenleri. Dinlediklerinden çıkardığı anlam hesaplarını karıştırıyor. Az öncekinden daha hızlı yürüyor ahşap direklerin arasında. Kaybettiği o yeri, o şeyi hemen, şimdi bulmalı karşısına dikilen düşünceyi yerle bir etmek için. Adımları hızlandıkça, sıklaştıkça ayakları birbirine dolaşıyor. İçeri sızan sokak lambasının solgun, titrek ışığı görünmez oluyor. Kopkoyu bir karanlığa düşüyor, kapaklanıyor, ahşap zemine.Birden, düştüğü yerde beklenmedik bir duygu şimşek aydınlığıyla beliriveriyor. İçten içe yaşadığı bütün bu kahredici savaşımlara karşın ahşabın kokusu soluğuna karışıyor ve o kapkara, yıldırıcı düşüncelerin ağırlığı biraz hafifliyor sanki. Keder, baskı, çaresizlik ne kadar gerçek ise, işte hayat, o koku ve çağrışımlarıyla o derece gerçekliğini teslim ediyor. Kısa bir kararsızlık anı. Hemen kalkmak istemiyor kapaklandığı yerden. Ahşap kokusundan ayrılamadığından mı, yoksa bedenini koynuna teslim edeceği toprağa kendini alıştırmasından mı? Bilemiyor. Bir bacağını altına alarak oturduğu yerde, kahverengi, yünü topak topak atmış çorabına bakıyor uzun uzun. Ayak parmaklarını oynatarak kurtulmaya çalışıyor bu kırçıl görüntüden. Bunun imkânsız olduğunu biliyor. Dizini büküp halının kıvrılan yerini düzeltiyor parmak ucuyla. Bu halı ne zamandır burada? Diğerleri kadar solgun görünmüyor.

Halının desenlerine dalıyor bakışları. Evdeki herkesin yer sorfasında, aynı kaptan yemek yediği bir zamanı anımsıyor birden. Ölgün bir lambayla aydınlanan odada, tıpkı şimdi kendisinin oturduğu gibi oturan dedesinin sofradan kalkarken bükülü kalmaktan uyuşan bacaklarının sızısıyla uzun bir of çekişini, uyuşukluğu açmak için parmaklarını kımıldatışını anımsıyor. Dedesinin, çorabındaki minik pıtırcıkları, topak topak yün toplamış dikenleri, saman parçacıklarını yoluşunu anımsıyor. Şaşıyor, yıllarca öncesine, çocukluğuna dair bu önemsiz ayrıntıları şu halının renkleri kadar net görebildiğine. Dedesinin uzun uzun öksürüp balgam söktükten sonra, "hadi bakalım, karnını doyurduysan, küçük testiyle aşağı pınardan su getir bana." deyişini anımsıyor. Çocukluğuna ait bu anıları düşünmekle sanki o anılara haksızlık ediyormuş gibi bir duyguya kapılıyor, sanki hiçbir şeye dokunmaması gerekirmiş, sanki elleri kirliymiş, düşündüğü, dokunduğu her şeyi kirletiyormuş gibi bir duyguya kapılıyor. Omuzları şiddetle sarsılıyor önce, sonra ağlamaya başlıyor. Az önce desenlerine baktıığı halıya yüzünü bastırıp hıçkırığını durdurmaya çalışıyor. Secde eder gibi iki dizinin üzerinde yüzü halıda öylece kalıyor. Gücü tükenince bütün bedenini bırakıyor halıya. "Ne yaptın lan sen?" diye fısıldıyor. "Sen ne yaptın?" Bu sözleri söyler söylemez karşısında onu görüyor. İnce uzun boyuyla direkler arasında bir başka direk. Sessiz. Merhametsiz. Alnında halıdan kalan kırmızı bir iz, gözleri yaş içinde o da doğruluyor. Tam karşısında duran kendi bedenine bakakalıyor. Bir uçurumun birbirini seyreden iki yakası gibi karşı karşıyalar. Her ikisi de aynadaki yansısına bakar gibi gözlerini bir diğerine dikmiş. Gerçeği hayalinden ayıran yalnızca yerden kalkanın alnındaki iz. İlk adımı hangisi atarsa atsın aralarındaki mesafe mutlaka korunacak. Alnında iz olanı, yumruklarını hırsla sıktığında, sağ avucuna batan sert ve pürüzlü urganı fark ediyor. Yorgun bedeni korkuyu tetikleyen bir uyanışın şaşkınlığıyla irkiliyor. Olabildiğince yakınına gelip, sert bir hareketle uzatıyor urganı karşısındaki bedenine. Keskin bir fısıltı, sağır sessizliği ürpertiyor:

" İşte çare! Var mısın kurtuluşa!" demeyi ne çok isterdi. Hayır, bunu diyemiyor. Kendi bedeni karşısında el gibi duruyor. Onun bu çaresizliğini izlemekten keyif alan bir düşman şimdi o. Ali gibi, kendi cesetini yıkamaya, yıkayıp kefenle tabuta koymaya yanaşmayacak. Uzaktan seyredecek onu. “Şimdi ben mi suçluyum?” diyor. Bu ipi senin yüzünden geçireceğim boynuma. Bu ip ikimizin.” “Niye,” diyor, beriki. “Niye ipe sarıldın. Benden kaçmak da kurtaramadı mı seni? Bura da mı huzur vermiyor artık? Gelip secde edince huzura eremiyor musun, avunamıyor musun?” Elindeki ipi öfkeyle karşısındakine fırlatıyor. “Aklımdan bir saniye bile çıkmıyor!” diye bağırıyor. “Aklımı sen çeldin, sen çıkardın beni yoldan…” Beriki sakin, kendinden emin yavaş yavaş konuşuyor, “Yalan söylüyorsun. Hiç tartmadın, hiç düşünmedin, aklına gelir gelmez yaptın. Şimdi, pisliğine beni de bulaştırma.”

Bu sözlerin muhatabı, söylenenleri huzursuz bir sessizlikle karşılıyor. Gözleri yarı ölü bir yılan gibi az ötesinde kıvrılmış ipe ilişiyor. Bir ürperti uyanınca teninde, kaçırıyor bakışlarını. Ne kadar istemese de gözleri yine karşısındaki bedene çevrili şimdi. Ama bu kez görebildiği, yer yer sırları dökülmüş bir aynanın gösterebileceği kadar. Öylesine eksik, parçalara bölünmüş, köhne bir çerçeveye hapsolmuş kırık dökük bir silüet var karşısında. Sokulabileceği bir sığınağının olmadığını duyumsuyor; içine girip kaybolabileceği şuncacık bir oyuğun olmadığını. Gözlerinden akan yaşların sıcaklığını hissediyor. Ne karısının, ne annesinin, hiç kimsenin, hiçbir şeyin onu sarıp sarmalayamayacağını, hiçbir yerde huzur bulamayacağını bütün benliğiyle duyumsuyor. Mihraba doğru yürüyor. Bir karışlık yükseltinin üstüne çıkıyor. Başı sarıksız, sırtı cübbesiz bu ilk duruşu mihrabın karşısında. Pişmanlıktan öte suçluluk ve utanç duyuyor. Kirpiklerindeki damlalar mihrabı yer yer belirsizliklerle yansıtıyor muhayyilesine. Ama o, asıl görmek istediği yere ısrarla odaklıyor bakışlarını. Duvarın içine tatlı bir kavisle yerleşivermiş, mihrap oyuğunu seyrediyor bir süre. O oyuğa sığınmayı, bu korkutucu sessizliğin ise bir tefekkür suskunluğuna dönüşmesini diliyor.

Günlerdir düşündüğü, yapmaya karar verdiği şey artık korkutmuyor onu. Hiç korkmuyor bedenini cansız, soğuk, kaskatı hayal etmekten. Ona bu kararı aldıran içindeki aykırı sesten de kaçmıyor artık. Onunla kavgası bitiyor bir anda. İp geliyor aklına. Ötede, giriş kapısına yakın bir direğin dibinde bir yılan gibi kıvrılmış duruyor ip. Artık kararı karar. İpi almak için acele etmiyor bu yüzden. Şimdi ip de düşmanı değil, içindeki ses de. İçi huzurla doluyor. Bakışlarını yeniden oyuğa dikiyor. Karısını son bir defa daha görmeyi arzuluyor. Gitmeden son bir defa görmek, konuşmak... Yıllardır hemen her başbaşa kaldıklarında, bir çocuk istiyorum, esirgeme benden, neyse çaresi, çaresine bakalım diyen uysal, sessiz, narin karısının yakarışları geliyor aklına. Başka birini sevdi, diyor, sonunda gitti, başka birini sevdi. Bunu ilk hissettiği günü anımsıyor, karısına yaptıklarını... utanç düyuyor düşününce. neye yaradı, diyor. benden daha çabuk soğumasından başka neye yaradı... başını kaldırıp Allah yazılı levhaya bakıyor şimdi. soğumuş, kararını vermiş bir yüzle 'elimden gelen bu' diyor ona. 'kızma bana. sana, istemediğin bir şekilde de olsa, yine senin evinden geliyorum.' yavaş yavaş yerinden doğruluyor sonra. vitrayları, minberi, kürsüyü, avizeyi, halıları son kez uzun uzun seyrediyor. onların da bir diyeceği kalmamış. panoya, hayatta en çok değer verdiği iki varlık için veda cümlesini yazıyor: elveda canım, elveda camim. sonra, garip bir huzur ve boyun eğişle ilmeği başından geçiriyor.

* İmam camide kendini astı haberinden yola çıkarak 6 Kasım 2009 tarihinde başlattığımız ilk "kurgu atölyesi" etkinliğimizin sonuç öyküsüdür.


Re: Kurgu Odası

Bence iyi olmuş bu öykü. Aksayan bir iki yer var, mesela, sokak lambasının loş ışığından yoksun kalıp yere kapaklanmış, koyu bir karanlığa gömülmüşken, halının desenlerini göremez, değil mi? Dil tek elden çıkmış gibi uyum içinde geldi bana, siz ne dersiniz?


Re: Kurgu Odası

Bu tarz çalışmaların birkaç amacı var: Öncelikle ortak bir dil yaratabilmek ya da yaratılmış olan ortak dile aykırı kaçmadan öyküyü kendi istediğin doğrultuda ilerletebilmek. Bu anlamda tutarlılık ilk şart bence. Sonra olay örgüsünü eksiksiz olarak geliştirmek, hataya, tekrara yer vermemek geliyor. Belki de son olarak öykünün aurasını yaratan etkiyi, parlayan şeyi bozmadan bir öykü bütünlüğü sağlanıp sağlanmadığına bakılabilir. Tabii, en zoru bu; ama kolayı kim ne yapsın? Smile


Re: Kurgu Odası

Öykü ilk başladığında biraz daha derin sorgulamalara gidecek diye düşünmüştüm. Gitmedi, farklı gelişti. Genel olarak, öyküde, farklı kalemlerden çıkmış olmasına rağmen (olay örgüsü, dil, atmosfer) bütünlüğün sağlandığını görebiliyorum. Barış'ın deyimi ile, 'parlayan şey' zaman zaman farklı yerlerde parlasa da... Bence zor bir çalışmaydı siz bunu özenle yürüttünüz..
Tebrikler arkadaşlar. Good


Re: Kurgu Odası

Bir sonraki çalışmada katkılarını bekliyoruz Nurten Öztürk. Wink


Re: Kurgu Odası

Bunu da takip ettim, ama oyuna bir türlü giremedim, kenarda ısındım hep. Smile


Re: Kurgu Odası

"Öykü" ana başlığı altında bir heyecan ortaya attığım teklifin burada zaten uygulamaya geçmiş gördüm, ne mutlu!


Re: Kurgu Odası

Herkesin ellerine sağlık.
Bütün parçaların bir araya getirildiği hali üzerinde biraz irdeleme, eleştiri, öneri ve benzeri şeyler ışığında revizyonlar yapacak mıyız? Yoksa bu öykünün son hali midir?


Re: Kurgu Odası

Bundan sonrası her yazar yukarıdaki öyküyü kendine göre baştan yazabilir. Ortak çalışmanın sonuna geldik. Ancak yeni yönlerde geliştirilmiş, farklılaştırılmış metinler neden olmasın; biri yazsa da okusak!


Re: Kurgu Odası

Bir süredir Eren'le, Kurgu Odası'nda daha önce gazete haberi üzerinden yaptığımız çalışmayı video görüntüsü üzerinden nasıl olur da yürütürüz diye düşünüyorduk. Sonunda bunun teknik altyapısı -tabi ki Eren'in gayretleriyle- çözüldü. Bu akşam yeni atölye çalışmamızı bu başlığa ekleyeceğiz.

Çalışma konusu basit.

İzleyeceğimiz görüntüyü -sadece görüntüde verilen sahneyi temel alarak- nasıl öyküleştiririz; onu yaratan öyküleri bulup çıkarabilir miyiz; onun arkaplanında neler göreceğiz?


Re: Kurgu Odası

Merakla bekliyorum.


Re: Kurgu Odası

Ellerinize sağlık arkadaşlar. Epey öykü yazdıracak bu çalışma bize. İsmail Hakkı Sunat'ın ölüm sebebini az önce öğrendim netten bakıp. İnsan söyleyecek söz bulamıyor. Filmi izledim. Azıcık demlenmesi gerekiyor sanırım.

Tekrar teşekkürler Eren ve Barış.


Re: Kurgu Odası

""
Birbirleriyle diyalog içersindeki bir grup insan, rahat tavırlarını sorgulatacak bir mekân içersinde bulunuyorlar. Alçak bir asma tavanın cılız ışıklı ampulleri, tümüyle sönük duran diğer aydınlatma mazgallarının karamsarlığından nasiplenmekte. Masa, sehpa, banko gibi büro mobilyalarıyla insan ruhunu daraltan bir sıkışıklık hissinin sindiği bir ortam burası. Oradakiler, sessizliğin donuklaştırdığı yapay bir hareketlilik içersinde, kendi alemlerindeler.

Şu an orada duyulan tekdüze klavye tıkırtıları sadece. Floresan ışıklarının solukluğuna bulanmış ifadesiz yüzüyle bir kadın, kendi yanlızlığında. Sezinlediği bir huzursuzluğun acı bir gerçekliğe dönüşümünü bekliyor gibi. İşleyen parmakları durduğunda bakışları ekrana kayıyor. Beklenen huzursuzluk bir acı haber çabukluğuyla yansıyor gözbebeklerine. İri gözleri, kirpiklerinde titreşen yaşlarla yanıyor. Sessiz bir teslimiyet ve tanıksız bir hüzün hali içersinde, acısını perdelemeyi seçiyor.


Re: Kurgu Odası

Epeyce zor bir örnek mi seçtim; yoksa görüntüden kaleme düşmek gazete haberinden yola çıkmaya göre daha mı zorlayıcı? Hasan Parlak'ın metnini başka bir yönde biraz geliştireyim:

""
İnsan, yalnızca zihniyle çıkabilir mi bir yolculuğa? Daha önce gidilmiş yerlere değil ama, orada acıdan başka bir şey kalmadı, yeni, yepyeni, daha önce hiç gidilmemiş karalara ayak basabilir mi?


Re: Kurgu Odası

Şimdilik hakkında bir şeyler yazmak konusunda mesafeli durduğum bu görüntüyü kafamda evirip çeviriyorum. Gün içinde acaba kaç kez bu kırılma noktasının eşiğinden döndüğümüzü düşünüyorum.


Re: Kurgu Odası

Bir öykünün birden fazla kişi tarafından anlatımı konusundaki tecrübelerim bunun ziyadesiyle zor olduğu yönünde. Ortak dili bir kenara bırakırsak, ortak düşünce ve ortak kurgudaki zorluklar tahmin edilebilir kanımca. Kısa öykülerde belki ama uzun soluklu çalışmalar artık benim için ürkütücü Smile

Ama izleyebilirim tabi...


Re: Kurgu Odası

Öykü atölyesindeki etkinlikler uzun süredir sahipsiz. Biri el atsa da, yeniden canlansa. Sitenin yeni yüzünde daha etkili çalışma yürütebilirmişiz gibi geliyor bana.


Re: Kurgu Odası

iki aşık bile uzaktan sevmenin yetmediğini düşünüp, randevulaşıp, bir yerde, bir saatte buluşuyorlar.

Bence, bir "Cumartesi Geceleri" "Salı Geceleri" "Uyku Saati" gibi günü ve zamanı, (bence konusu da belli) toplantılar düzenlense daha çok kişinin katılımıyla, daha seviyeyi, zevkli sohbetler yapılabilir. Belirli bir konu üzerinde anlaşılırsa, bir parça hazırlık yapma olanağı da bulunur.


Re: Kurgu Odası

yazdıklarım öykünün gidişatına bir miktar daha zorluk katabilir ama böylesi belki de daha iyi. bakalım ne olacak..

""
Eğer basabilirse burası nasıl bir yer olurdu? Siyah? Beyaz? Siyah-beyaz? Yoksa mavi mi? Mavi, mavi nedir peki?... Belki krmızıdır orası? Evet, kırmızı olmalı! Peki kırmızı ne? Yoksa bu sorular hep anlamsız mı? Yalnız zihinle çıkılan yolculuk ancak bir ekrandan gözlere akan yaşın acıyı acıklı kılabildiği oranda mı acıdan kaçış topraklarına uçurur insanı? Yalnız zihin ile uçmak, bilinmeyen bir yeşile ve maviye..Yine de kulağa hoş gelir bu, siyah-beyaz bir kulağa belki de...Kadının siyah beyaz kulağı? Ekrandan yansıyan?