UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kümesin Ötesi

25 Haz 2008
Barış Acar

Bütün Öyküleri YKY 2000 s. 33-36

Öykünün indirilebileceği son tarih: 7 Temmuz 2008

İndirmek için tıklayın:
Bu oyku forumdan kaldirilmistir (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Öğretilmiş Korkular

Yusuf Atilgan "Kumesin Otesinde" oykusuyle 1955 yilinca Tercuman Gazetesi Oyku Yarismasi'nda dokuzunculuk odulu almis. Ayni yarismada "Evdeki" oykusu birinci olmus (kaynak). Boylelikle oykunun bundan en az 53 yil once yazilmis oldugunu biliyoruz. Oykunun yazildigi kosullari degerlendirmeden once oykuye egilmeye calisalim.

Ogretilmis korkulara ve tavuk olmanin gereklerine aykiri hareket eden, insanlarla yakinlasan, icine hapsedildigi avlunun disina cikmaya calisan, baska ufuklar arayan bir tavuk kahramani dinliyoruz. Onun bir yerde kendisini hapsedenlerle isbirligi yaparak (ama bunu da en azindan yerlestirilmis davranis kaliplarina karsi bir hareket olarak gorebiliriz) gormek zorunda birakildigi dort duvarin otesini gormeye calismasini, baska dunyalarin varligi karsisindaki saskinligina tanik oluyoruz. Horozun baskilari altinda inleyen tavuk milletinin kurtulusa dogru oldugunu bilmeden attigi ilk adimi ve bu adimin yerlesik duzende yarattigi panigi goruyoruz.

Baris, bu oykuyu bana animsattiginda, benim "Tavuk" oykumle benzerlikleri oldugunu da animsatti. Ben de oykuyu okudugumda tematik benzerligi pek mutsuz bicimde kabul etmek zorunda kaldim. Bu oykuyu ilk kez Ankara'dayken muhtemelen 2002 ya da 2003 yilinda okumustum. "Tavuk"u ise Izmir'deyken, yani yaklasik 3-4 yil sonra yazmistim. "Tavuk" kafamda sekillenirken bu oykuden kalan hangi imgeler devreye girdiler, belirli olculerde benzerlikten cikarilabiliyor, ama oykuyu yazarken bu oykuden haberdar olmadigimdan eminim Neyse ki, en azindan iki oyku arasinda benimkinin bir cesitleme olarak degerlendirilebilecegi bir aci var. Yoksa benim acimdan cok talihsiz bir benzerlik olacakti...

Oykunun yazildigi kosullara bakacak olursak, iktidarin halkin ve aydinlarin uzerinde kurdugu yogun baskiyla ve ulkenin icine kapali, kumes gibi havasiyla karsilasacagiz. Oykuyle ulkenin hali arasinda, hele o gunun kosullarinda, kolaylikla kurulabilecek paralellik, yazarin baskiya karsi tavrini "kendi mesrebince" aciklamasi degilse nedir?


Kümesteki O An

Okuduğumuz her yazınsal yapıtın, kendi türünün "olanakları, varoluşu, sınırları" ile ilgili okuyucuyu kimi sorgulamalara
sürüklemesi sanatın izleyiciye sunduğu eşsiz imkânlardan biri. "Roman, öykü, masal nedir; niçin okunur / yazılır;
kişiye, yaşama kattıkları nelerdir?" türünden eserin yapısına, amacına yönelik sorular çoğu kişinin zaman zaman aklını kurcalamıştır.

Y. Atılgan'ın "Kümesin Ötesi" öyküsünü okuduktan sonra öykü türüne dair benzer sorular, zihnimde belirmeye başladı. Öykünün kısa bir zaman dilimini kapsayacak, genellikle tek bir bir olaya odaklanması, bu teklik ve kısalıkla yazarın nereye varabileceğini düşündüm. Öncelikle yazın bilgisinde, "durum öyküsü" diye nitelendirilen kesit öykülerinde, klasik öykü düzenine bağlı kalınmadan kişinin o andaki ruh haline dair aktarımlar yapılır. Önemli olan olayın akışı değil, kişinin o an yaşadıklarıdır. Sanırım burada "durum veya kesit" sözcüklerinden murat edilen, kişinin ruh halini açıklayıp okuyucu ile durum arasında bağ kurmakla beraber, olayı yaşayan karakterin belli bir zaman dilimindeki "anı" nı yakalamaktır. Buradaki "an" sözcüğü zaman diziminin dışına çıkarılarak içinde, öyküdeki durumun taşıyıcılığını yüklendiği, çağrışım gücü yüksek, karakterin genel psikolojisini bünyesinde barındırabilen bir kavrama karşılık gelmektedir. Herkesin geçmişindeki herhangi bir olayı anımsarken o olayla neredeyse özdeş tuttuğu, bir süreliğine parıldayıp kaybolan mühürlenmiş anlara benzeyen zaman parçacıklarıdır bu tür öykülerdeki zaman dilimleri.- Burada Tarkovski'nin "mühürlenmiş zaman" imgesini tekrar düşünmekte yarar var.-

Atılgan'ın öyküsünü bu temeller üzerinde doğrulttuğumuzda, karşımıza öncelikle zaten öykü klasik olay örgüsüne dayanmadığından, tavuğun o andan önceki durumu kısaca özetlenmiş. Biz birkaç tümce ile hemen tavuğun nasıl bir ruh hali içinde olduğunu, nerede yaşadığını öğreniyoruz. Asıl mesele tavuğun oradan uzaklaşarak özgür olma isteği, başka yerlerdeki yaşamlarla karşılaşma hevesidir. Onun gözünde oradaki yaşamı, sahipleriyle ve türdeşleriyle olan ilişkileri, yaşadığı yer hiç mi hiç kıymetli değil. Tavuğun "an" diye sınırlandırıp anlatmak istediğimiz meselesi, öteki yaşamlar ve özgürlüğüdür. Canı pahasına da olsa oradan kaçmak / kurtulmak onun yaşamını odakladığı tek nokta oluyor. Bir gün, tavuğun oradan kaçıp istediği yaşama kavuştuğunu varsayarsak sanırım geriye dönüp baktığında oradan kaçmayı başardığı o kutlu "an"ı anımsayacaktır.

Not: Barış, bahsettiğin eklemeleri yaparsan çok hoş olur. Özellikle Berna Moran'ın yorumunu merak ediyorum.


Beyazcık'ın Beyazlığı Üstüne Aşırı Yorum Denemesi

Füsun Akatlı varsin begenmesin bu öyküyü. Ben çok cana yakin, anlatımıyla çok sevecen, sevilmeyi bekleyen bir öykü olarak duyuyorum onu. Bildirisini de epey farklı yorumluyorum.

İki farklı yöntemle yaklaşmayı deneyeceğim ona:

1.

Bence "beyaz tavuk" gerçekten kaçmayı düşünmüyor bu kümesten/ avludan. Yağmurda göllenen sularıyla, dış kapıya dayalı palamut kütüğüyle, bön horozuyla, meraklı tavuklarıyla, can sıkıntısıyla seviyor Beyazcık kümesini. Hele de kendisine avcundan yem veren kadını.

"Uzak horozları" özlediğini söylüyor ama horoz milletinde ilgisini çeken pek bir şey yok gibi görünüyor. "Yiyip içip üstlerine atlamalarına" gıcık olduğu bile söylenebilir. Diğer tavukların boş boş "gıdaklamaları" da bahane.

Asıl, gözü kadında da ondan. Ayağı sargılandığında acele acele koşup gitmesi bu sebeple. Yoksa kuru üzümle beyaz sargıyı karıştıracak cinsten değil bizimkisi. Hem adamla kadın arasında kötü bir şey geçmiş de o yüzden sargılanmış olmasın bu ayak? Fırsattan istifade adamın yerini almaya niyetli Beyazcık.

Kanatlarını kesmemesinden belli kadının da ona var meyli! Hem okşama sahnesi ne öyle. Sevişir gibi. O yüzden bunca zahmet. Beyazcık'ın onu "sevindirecek bir şey yapma isteği"nden.

İşin garibi adamın da haberi var bu garip durumdan. O yüzden kesmeye niyetli rakibini.

İki de cümle var öyküde kendime yakın bulduğum:

"Kanatlarımı çırpıp sıçradım. Kendimi kümesin üstünde görünce şaşkınlıktan bağırmışım."

Bizim aşığın safdilliğini çok güzel anlatıyor. Bir de elbet kendini nasıl üstün gördüğünü kümestekilerden. O, kümesin üstünde. İki de bir kavga etmesi diğer tavuklarla bu sebeple.

Bir de horozun konuşması var:

"Kesin be kancıklar, ne olacak ötede. Görmediniz mi, hışırı çıkmış."

Burayı okuyunca şöyle de düşündüm: Acaba hışırı çıkan bizim beyaz tavuğun aşık olduğu kadın mı bu öyküde? Ayağı falan sargılı ya! Peşi sıra gelen "Geberesi..." lafı da onun ağzına yakışıyor daha çok.

2.

Öyküdeki bazı nesneleri simgesel bağlamları içinde takip edelim.

Kapı: İki tane. Biri Beyaz'ı kapatıyor. Diğeri Kadın'ı.

Uzak horozlar: Bir nesne olmamasına karşın "uzaklık" kavramıyla yeterince nesneleşmiş bir simge. Yeni bir cinsel tanımı barındırır gibi görünüyor.

Makas: Freudiyen bir okumayla iğdiş edilme korkusu olarak yorumlamak lazım. Kadın-tavuk ilişkisinde aynı cinsten iki canlıdan birinin cinsel dönüşüm geçirmesinin simgesi olarak okunabilir. Ama pek zorlamamak lazım.

Avuç: Sıcaklık, sevgi, ana kucağı...

Yağmur: Kötü bir olay öncesi gerilimi arttırmanın unsuru.

Köpek: Klasik köpek simgesi. Vahşi, bekçi, yaltakçı...

Sonuç

Öykünün özgürleşme bağlamı içerisinde değerlendirilmesi doğal. Çünkü yazar asıl niyetini gizlemek için çok uğraşmış. Smile Dikkat edilirse öykünün sonunda beyaz tavuk uçmayı öğrenmekten söz ediyor. Kanatlarını kesmeyerek bu isteğe yataklık eden de kadın olduğuna göre beraber kaçıp gidecekler buralardan. Smile

Daha ciddi söyleyecek olursak; yazarın özgürleşmeden anladığı şey, yeni bir dünya, yeni bir toplum vb.'inden çok yeni bir ilişkiler bütünü. Anayurt Oteli'nde doruk noktasına ulaşan bu istek, kadın erkek ilişkisinde görünen çıkmazlardan sonra yeni bir kimlik arayışının ipuçlarını taşıyor bence. Cinsin yeniden tanımlandığı, şimdiki gibi olmayan bir evreni özlüyor Beyazcık. Beyaz oluşu da bu yüzden. Üzerine aldığı ışıkla beraber her seferinde baştan oluşacak rengi.
.


Re: Kümesin Ötesi

""
Horoz bu dort duvar arasindan hosnut. Yiyip icip ustumuze atlamak yetiyor ona. Ama ben her zamandan cok simdi kocaman avlularin ozlemini duyuyorum. Duvavrlarin ardinda, o ucsuz bucaksiz dunyada daha iyi tavuklar arasinda, daha anlayisli horozlarla gececek gunlerin ozlemiyle doluyum. Bitkim buradan. Kacacagim.

Oykunun sonundaki bu bolume ragmen tavugun bahceden kacmak gibi bir niyeti olmadigini savunmak hayli guc. Ustelik "tavugun bu bildirisini, hümanist ya da özgürlükçü bir yoruma baglamak, bana ucuz ve zevksiz görünüyor." diyen Fusun Akatli'ya inat insanin bunu savunasi da geliyor. Simdilik kafamda henuz netlestiremedigim bu konuyu bir kenara birakip tavugun etrafindakilerle iliskisine bakmak istiyorum. Belki bu noktaya tekrar donme sansi olur.

Horoz: Tavuklarin korkularinin bekcisi. Kumesin o gune dek nasil geldiyse o gunden sonra da oyle devam etmesinin guvencesi. Onlari itip kakmaktan baska bir sey yapmadigi gibi, farkli olanin uzerindeki en buyuk baskiyi da o kuruyor.

Kadin: Tavugun en cok "iliski" icinde oldugunu soyleyebilecegimiz karakter kadin. Aralarinda zaman icinde belirli bir anlayis gelisiyor. Tavuk, engel olamadigi korkularina ragmen, merakina yenik dusup kadinin uzattigi eli tutuveriyor. Biliyoruz ki, kadin ona zarar vermek istemiyor (gelecek bir tarihteki olasi cinayeti unutmamak lazim belki). Kadin, tavugun yakinlasmasina baska adimlarla karsilik veriyor. Kanatlarini kesmiyor, buna karsilik ondan kumesten kacmamasini bekliyor. Iki insanin arasindaki iliski nasil yavas yavas gelisir ve ilerlerse kadinla tavugun arasindaki iliski de oyle ilerliyor. Aslinda tavuklarin kumesteki ve bahcedeki hapisliklerinin musebbibi de kadin, ama bu durum tavukla kadinin iliskisinde oldukca gorunmez kaliyor. Kadin, horoz gibi bir baski sembolu degil. Aksine, farkli olana acilan bir kapi islevi goruyor sanki. (Beyazcik'la horozun iliskisi acaba kadinla adamin iliskisine ne derece benziyor?)

Diger tavuklar: "Diger" olmayi hakedecek kadar siradanlar onlar. Farkli olmayanlar, merak etmeyenler, etse de belli etmeyenler, ya da bu meraki gidermek icin yeterli cesareti olmayanlar. Tavugun onlarla pek fazla iliskisi oldugu soylenemez. Onlar ancan tavugun cesaret edip yaptiginin dedikodusunu yapacak durumdalar.

""
Biz, hepimiz de acgozlu, ama yanasmaktan korkarak oyle, tetikte, guvensiz beklesiyoruz.

Bu cumle bana Anayurt Oteli'ni animsatiyor. Birkac hafta once Omer Kavur'un uyarlamasini izledigim icin bazi imgeler tazeligini koruyor. Zebercet'in Ankara treniyle gelen kadina karsi acgozlu ama yanasmaktan korkarak oyle, tetikte bekleyisi...

Insanlarin birbirleriyle neden ve ne sekilde iliski kurduklari benim icin hep bir muamma olmustur. O tedirginligin kirildigi ani insan ne zaman yasar? Bu ani doguran kosullarin olgunlasmasi nasil gerceklesir? Bunun sonucunda insan nasil hisseder? Bu konuda oldukca hissiz (ya da yanlis hisli) olan Zebercet gibiler nerede yanlis yaparlar? vb. Tavuk, bu yanlisi yapmiyor. O ani, tam da olgunlastiginda degerlendirmesini biliyor. Bu nedenle ben, Abdullah Sahin'in aksine oykunun esas kirlima noktasinin, "o an"in, tavukla kadin arasinda yasanan bu yakinlasma ani oldugunu dusunme egilimindeyim.

""
Ben icimde bir tedirginlik, bir guvensizlik, yuregim kut kut, sasirmis, oylece durdum. Bu guvensizlik, bu yurek carpintisi neden bilmem?

Bu korku, acaba daha once iddia ettigim gibi bir "ogretilmis korku"ya mi isaret ediyor, yoksa yukaridaki yaklasan "o an"in tedirginligi mi? Dedim ya, bu konuda kafam karisik.

Bu korkuyu bu sekilde formule etmeye calisinca tavugun baska yerlerle, duvarlarin (kumesin) otesiyle ilgili ozlemlerine de bir kilif bulmak gerekiyor tabii.

""
Merak ediyorum bu uzak horozlari. Nasillar, neredeler, bu duvarlarin ardinda ne var? Butun gun icimde hep bu merak oteki tavuklarla kavga ediyorum.

""
Benim kendimi bir sey sandigim yok. Yalniz bir gokyuzu parcasinin gorundugu daracik yer canimi sikiyor.

""
Bizim yasadigimizdan cok daha buyuk bir avlu gorundu gozlerime. Baktim bunun da dort yani bizimki gibi duvarlarla cevrili. Ama bu baska; icinde yapraklari dokulmus kocaman agaclar var. Topraklar yemyesil otlarla kapli. Bu duvarlarin ardinda bundan da buyuk avlular vardir dedim. Sonra uzaktan sesi gelen horozlarin yasadigi bir yer olacak. Bulacagim orasini.

Bu durumda bu merak, bu umut, daha cok bu olanaksiz seye ancak bir tavugun inanabilecegine dair bir isaret mi? Insanlar arasindaki duvarlarin, tedirginliklerin, korkularin yikilip, onlarin birbirlerine daha sicak, daha acik, daha huzurlu yaklasabilmelerinin, ac gozlerini doyurabilmelerinin bir yolu yok mu aslinda? Bunlar, sahibinin elinden yem yiyen ve yarin kesileceginin bile farkinda olmayan bir tavugun, bir duvarin otesini gormesinden kaynaklanan hezeyanlar mi? Bunu Yusuf Atilgan da bir anomali olarak mi betimliyor? Bu kadar umutsuz bir sonu da kabullenmek istemiyorum acikcasi.

Bu yazdiklarimi okuyup da bir sonuca varmasini bekleyen var mi, bilmiyorum. Gorunen o ki, bu sadece bir "aciklayamama" denemesi oldu. Hay Allah!


Re: Kümesin Ötesi

merhaba,

gerci cevap yazmakta geciktim sanirim ama bir seyler deneyeyim yine de.
bir oyku uzerine dusunurken dogrudan dogruya yazarin hayatina bakarak yorum yapmak dogru bir yontem degildir sanirim.
zira, shakespeare'in hayati uzerine pek bir sey bilinmese de, tutkulu ask siirleri yazmis olmasina ragmen, sarayin icinde kuru bir hayat gecirmis oldugu soylenir.

yine de, bu oykuyu okuyup yukaridaki ozgecmisini de gordukten sonra gozumun onune hapisten cikmis, koye donup bir sureligine inzivaya cekilmis, guc odaklarindan bikmis, icine kapanik bir adam geliverdi.

bu adam, yirminci yuzyilin tavuksu erkeklerindendir hayatinin o doneminde belki de, D. H. Lawrence da "Anka Kuşu" kitabındaki "Horozsu Kadınlar, Tavuksu Erkekler" yazisinda boyle insanlari anlatir. Gerci Lawrence sonunda bambaska bir yere varsa da, ben gene de mal bulmus magribi gibi atliyorum bu "tavuksu erkekler" lafina.

artik bu adam, onu hapsedenlerden urkmus bir halde kendini baska bir yere kapatmaya karar vermistir: koyune.
orda kendisi gibi insanlari da bulmustur belki, etliye sutluye karismayan, kahvede oturan, isleri kadinlara yaptiran baska tavuksu erkeklerin arasindadir simdi. ama orada da bir horoz vardir basinda, ya kendisini takip ettigini dusundugu, tekrar hapse girmesine bile neden olabilecek bir muhbir, ya da konusmalariyla onu her daim igneleyen bir es.

daha sonra istanbul'a yeniden gidip orada sanatci bir kadinla evlendigini ogrendigimize gore hemen buna da yapisiyorum.
tavugumuzun disarda merak ettigi yeni avlu olabilir istanbul, belki orda tanidigi, halinden anlayan kadindir oykudeki ev sahibi de, onceden koye donup gozelerden uzaklasmasini telkin edip simdi cekiyordur onu buyuk sehre yeniden, kanatlarini artik kesmiyordur.

tavugumuza kasteden iki varlik var, horoz ile kadinin yanindaki adam, biri koydeki, oteki sehirdeki guc odagi olabilir boylece kendisinden cekindigi.

oykunun yazildigi tarih, istanbul'a donmesine az vakit kalmis yusuf atilgan'a uyuyor gibi geldi bana. dis avluda basina turlu isler gelmis, ama tuyleri yeniden uzayan, disariyi merak eden, kendisini destekleyecek kisiden guc alan bir yusuf atilgan.

yasasaydi ve gorseydi bu yorumu, guler idi herhalde.

bir oyku uzerine yazdigim ilk yorum denemem oldu bu, sizlerle beraber daha nicelerine...

(bir de istek parcasi yapabiliyorsak, onumuzdeki oyku incelemeleri icin araya bir de sevgi soysal'dan "Tante Rosa" istiyoruz.)

gorusmek uzere,
cagdas


Kümesin Öncesi

Çocukluğumun bütün yazları köyde geçerdi. Köyde tavuklar öyle kümeslerde tutulmazlardı. Bostanda, bahçede, harmanda her yerde eşelenir ve sabit bir yerlere yumurtlarlardı. Hatta bazı tavuklar enteresan yerlere yumurtlar bizler de çocuklar olarak bunları bulur, ayda bir iki kez köye uğrayan çerçiyle kolye, leblebi, top gibi şeyler karşılığında yumurtaları takas ederdik. Yaz sonunda okullar açıldığında şehire dönerdik. Annem yıllarca bu ikili yaşama ayak durmaya çalıştı. İlk yıllarda evimizin merdiven boşluğuna yapılan bir kümete tavuk besledi. Tavukları gündüzleri kümesten dışarı salar, akşamları da şöyle bir arkalarından dolanarak onları kümese toplardı.

Ancak civardaki tarlalar bir bir apartmanlarla dolmaya başladığında annemin tavukları da ve diğer evle aramızda kalan minik boşlukta sıkıştı. Köpekler, haylaz çocuklar, inşaat arabaları derken tavuklar bu boşlukları kapatan iki tel örgü arasında kalakaldı.

Ara sıra bu tavuklara yem verme görevi bana kalırdı. Yemi çabucak önlerine döküp kaçar, merdivenlerin üzerinden onları seyre dalardım. Yemlerini bir ileri bir geri gagalayarak bitiren tavuklar koskoca bir gün ne yapacaklardı, oradan oraya dolanıp -ki daracık, iki adımlık boşlukta- herhalde sıkılacaklardı ve aralarında köyde olduğu gibi kuralsız yerlere yumurtlamak isteyen bir tavuk hep olacaktı. Bu asi tavuk bir gün tavuk kesmek gerektiğinde ilk tercih olacaktı.

Tüm gün orada eşelenecek bir şey de bulamadan dolanıp duran tavukcağızların gün geçtikçe yumurtaları azaldı ve kalan az sayıdaki yumurtada da o eski tadı alamaz oldu annem. Yavaş yavaş kent-köy ikileminde bir ayar tutturduğunu da düşününce artık tavuklara ihtiyacı kalmadı galiba.

Öykümüze gelince, yazarımız inanılmaz bir teslimiyetle orada öylece eşelenen, akşam tıpış tıpış kümese gelen, kimi zaman gün aşırı, kimi zaman her gün yumurtlayıp yumurtalarını geniş gönüllülükle ikram eden bu tavuklardan en azından birinin merakla ve tutkuyla başka dünyaların peşinden gidebilmesini düşlemiş olmalı. Beyazcık, kapalı avludan mı yoksa kimliğinden mi kaçmak istedi bilmiyorum ancak bana, sınırlılıklarımızdan kurtulmanın bir bedeli olduğunu ve bunun için inatla denenmesi gerektiğini hatırlattığı bir gerçek.


Re: Kümesin Ötesi

Öykünün, Eren’le Nurten’in sözünü ettikleri bir mesajı olduğu kesin. Füsun Akatlı’nın yorumu, çıkarımları ilginç geldi bana, nereden bulup çıkarmış diye düşündüm :
“ "beyaz tavuk" gerçekten kaçmayı düşünmüyor bu kümesten/ avludan. … bön horozuyla, meraklı tavuklarıyla, can sıkıntısıyla seviyor Beyazcık kümesini. Hele de kendisine avcundan yem veren kadını…

Acaba hışırı çıkan bizim beyaz tavuğun aşık olduğu kadın mı bu öyküde? Ayağı falan sargılı ya! Peşi sıra gelen "Geberesi..." lafı da onun ağzına yakışıyor daha çok.” …
Ben bu kadar uzun düşünemedim tavuk üzerine. Tavuğun kimi zaman hin, kimi zaman saf olduğunu görünce… doğrusu tavuğu göremedim öyküde. Tüm bunları tavuk anlatmıyor, düşünmüyor. Tavuk düşünmüyor da sanki biri onun yerine düşünüyor gibi(!) Örneğin, iki kapıdan bahsettiği bölümde, gelip geçen insanlar, arabalar var bu kapının ardında diyor. Bu kapının açıldığını hiç görmedim diyor. Arabaları hiç görmüyor anlamını çıkarıyorum bu anlatımdan ben. Hiç görmediği o şeylerin araba olduğunu biliyor fakat diğer avluya geçtiğinde hiç görmediği o tüylü hayvanın bir köpek olduğunu bilmiyor. Köpeğin kadının bacaklarına dolanmasının yaltaklanmak olduğunu biliyor, düşünüyor, adamın keselim sözünün ne anlama geldiğini bilmiyor, kesmek ne demek bilmiyor, kanatlarımızı mı kesecekler diyecek kadar saflaşıveriyor.
Daha anlayışlı horozlar, daha iyi tavuklar… diyor. O, henüz yumurtlamaya başlamamış taze bir ferik mi, tavuk mu…?
Karşılaştırmak doğru mu bilmem, Aziz Nesin’in Ölmüş Eşek’ini okurken öyküleri sahiden bir eşek anlatıyormuş gibi okumuştum.(Hay Allah!) Anlatıcısı köpek değildi ama Jack London’un Beyaz Diş’ini okurken köpeğin soluyuşunu duymuştum. Mesaj önemli elbet, 1955’te yazıldığını düşününce, ama işte ben, böyle böyle …
Elif Çınar


Re: Kümesin Ötesi

"Cevapla"yı tıklayınca yazdıklarımın nereye gideceini bilmiyorum umarım doğru yoldayımdır. (her manada)
Duydum ki "aşırı yorum denemleri" varmış öyleyse kim tutar beni: Öyküyü okudum,haakında yazılanları da. Bütün eleştirilere biraz katılıyorum sanırım (bundan bile emin değilim).Bu da öyküyü nasıl algıladığım konusunda bana ipucu veriyor. Ama gene de bence birazcık öne çıkan farklı yanlar var. Öyküyü okuyunca aklıma hemen "Aylak Adam" geldi. Burada da aylak olmak isteyen bir tavuk var" Duvarların ardında, o uçsuz bucaksız dünyada, iyi tavuklar arasında, daha anlayışlı horozlarla geçecek günlerin özlemiyle " yanıp tutuşan. " aylak Adam" da da kurumlardan, kurallardan, görevlerden,törenlerden, törelerden sıyrılmış aşklar özlenir, "aylak adam" öyle yaşamaya çalışır.Bu öykünün, "kümes" ""avlu" "horoz" "kadın" "adam" sözcükleri üzerinden kurum,kural...ve bunların geliştirdiği ilişkiler ağına eleştirisi var gibi görünüyor.
Avlu-Kümes:evcilleşme,evcilleştirme,sınırlama ,hapsetme,kurum,kurallar,görevler iş... ve üretim ilişkileri...
Tabi iki kahraman arasında benzerlikler var Tavuk kümeste, kadın avluda yaşıyor. Birinin kanadı yok, diğerinin bacağı yaralı ... Belki kadını kocası yaraladı çünkü ona o bakıyor,ters bişey yapmış olabilir. Beyazcığın kanadını da kadın kesmişti, kaçmasın diye şimdi ise onu seviyor. (evcilleştiriyor), vakti geldiğinde kesecek... belki sevgi kavramı bile...
çok "aşırı" olduysa affola.


Re: Kümesin Ötesi

Öyküye ilişkin yorumlar yavaş yavaş toparlandı gibi. Değinmek istediğim kimi noktalar var.

Öncelikle Eren, tarihsel bağlamı oturtarak bir eleştiriye girişti. İyi de etti:

""
Oykunun yazildigi kosullara bakacak olursak, iktidarin halkin ve aydinlarin uzerinde kurdugu yogun baskiyla ve ulkenin icine kapali, kumes gibi havasiyla karsilasacagiz. Oykuyle ulkenin hali arasinda, hele o gunun kosullarinda, kolaylikla kurulabilecek paralellik, yazarin baskiya karsi tavrini "kendi mesrebince" aciklamasi degilse nedir?

Daha sonra Abdullah öykü yapısı içinde olayı değerlendirmeyi önerdi:

""
Herkesin geçmişindeki herhangi bir olayı anımsarken o olayla neredeyse özdeş tuttuğu, bir süreliğine parıldayıp kaybolan mühürlenmiş anlara benzeyen zaman parçacıklarıdır bu tür öykülerdeki zaman dilimleri.

Ben öyküdeki cinsellikle ilgili yöne dikkat çekmeye çabaladım ama ne kadar başarılı oldum bilinmez. Kısmen benim yorumuma da uyan Eren'in ikinci eleştirisini buraya aktarmak isterim:

""
Kadin, tavugun yakinlasmasina baska adimlarla karsilik veriyor. Kanatlarini kesmiyor, buna karsilik ondan kumesten kacmamasini bekliyor. Iki insanin arasindaki iliski nasil yavas yavas gelisir ve ilerlerse kadinla tavugun arasindaki iliski de oyle ilerliyor. Aslinda tavuklarin kumesteki ve bahcedeki hapisliklerinin musebbibi de kadin, ama bu durum tavukla kadinin iliskisinde oldukca gorunmez kaliyor. Kadin, horoz gibi bir baski sembolu degil. Aksine, farkli olana acilan bir kapi islevi goruyor sanki. (Beyazcik'la horozun iliskisi acaba kadinla adamin iliskisine ne derece benziyor?)

ve tabii öyküyü yaşama taşıyan ciddi sorusu:

""
Insanlarin birbirleriyle neden ve ne sekilde iliski kurduklari benim icin hep bir muamma olmustur. O tedirginligin kirildigi ani insan ne zaman yasar? Bu ani doguran kosullarin olgunlasmasi nasil gerceklesir? Bunun sonucunda insan nasil hisseder?

Çağdaş, Lawrance falan dedi ama, yazarın yaşamıyla öykünün konusu arasında şipşak bir benzerlik kurdu:

""
artik bu adam, onu hapsedenlerden urkmus bir halde kendini baska bir yere kapatmaya karar vermistir: koyune.
orda kendisi gibi insanlari da bulmustur belki, etliye sutluye karismayan, kahvede oturan, isleri kadinlara yaptiran baska tavuksu erkeklerin arasindadir simdi. ama orada da bir horoz vardir basinda, ya kendisini takip ettigini dusundugu, tekrar hapse girmesine bile neden olabilecek bir muhbir, ya da konusmalariyla onu her daim igneleyen bir es.

Nurten öyküye deneyim üzerinden fotoğrafı kadar güzel bir yorum kattı:

""
Yemi çabucak önlerine döküp kaçar, merdivenlerin üzerinden onları seyre dalardım. Yemlerini bir ileri bir geri gagalayarak bitiren tavuklar koskoca bir gün ne yapacaklardı, oradan oraya dolanıp -ki daracık, iki adımlık boşlukta- herhalde sıkılacaklardı ve aralarında köyde olduğu gibi kuralsız yerlere yumurtlamak isteyen bir tavuk hep olacaktı.

Elif, geldiydi gelecekti derken, ansızın eleştirisini fena patlattı. Benim de baştan beri içimi gıcıklayan bir durumu aşikar etti. Her lafa maydanoz olmayayım diye ses etmedim ama bu çıkışa bir yorum gelmemesine şaşırdım doğrusu.

""
Doğrusu tavuğu göremedim öyküde. Tüm bunları tavuk anlatmıyor, düşünmüyor. Tavuk düşünmüyor da sanki biri onun yerine düşünüyor gibi(!) Örneğin, iki kapıdan bahsettiği bölümde, gelip geçen insanlar, arabalar var bu kapının ardında diyor. Bu kapının açıldığını hiç görmedim diyor. Arabaları hiç görmüyor anlamını çıkarıyorum bu anlatımdan ben. Hiç görmediği o şeylerin araba olduğunu biliyor fakat diğer avluya geçtiğinde hiç görmediği o tüylü hayvanın bir köpek olduğunu bilmiyor. Köpeğin kadının bacaklarına dolanmasının yaltaklanmak olduğunu biliyor, düşünüyor, adamın keselim sözünün ne anlama geldiğini bilmiyor, kesmek ne demek bilmiyor, kanatlarımızı mı kesecekler diyecek kadar saflaşıveriyor.
Daha anlayışlı horozlar, daha iyi tavuklar… diyor. O, henüz yumurtlamaya başlamamış taze bir ferik mi, tavuk mu…?

Derken sol kulvardan ansızın atağa kalkan Öz Nurten kurumsallık eleştirisiyle ipi göğüsledi:

""
Burada da aylak olmak isteyen bir tavuk var" Duvarların ardında, o uçsuz bucaksız dünyada, iyi tavuklar arasında, daha anlayışlı horozlarla geçecek günlerin özlemiyle " yanıp tutuşan. " aylak Adam" da da kurumlardan, kurallardan, görevlerden,törenlerden, törelerden sıyrılmış aşklar özlenir, "aylak adam" öyle yaşamaya çalışır.Bu öykünün, "kümes" ""avlu" "horoz" "kadın" "adam" sözcükleri üzerinden kurum,kural...ve bunların geliştirdiği ilişkiler ağına eleştirisi var gibi görünüyor.

En azından şimdilik durum böyle görünüyor.

NOT: Bu arada, Berna Moran'ın kitabından aktardığım yaklaşık 20 sayfalık Yusuf Atılgan eleştirisi yalnızca iki kez indirilmiş görünüyor. Eğer okunmayacaksa bundan sonra taramalarda daha eli sıkı davranacağım ona göre...


Tavuk

Bence, bu başlık altına, ilk iletilerde üzerinde durduğumuz Eren'in öyküsünü yükleme zamanı geldi. Tabi, Eren isterse. Belki iki öykünün beraber değerlendirilmesi yeni açılımlar sunabilir diye düşünüyorum. Bir yandan da yöntemsel bir ilke olarak, her ne kadar Eren'in söz konusu öyküsü için öyle olmasa da, ele aldığımız konuda ürün verme geleneğinin de başlatıcısı olabilir.


Re: Tavuk

Degerlendirmelerin yonunu degistirip degistirmeyecegini (ya da degistirmesi gerekip gerekmedigini) bilmesem de, Baris'in talebini yerine getirmek adina oykuyu yukluyorum. Elestirmek konusunda lafinizi sakinmamaniz gerektigini animsatmam gerekir mi, bilmiyorum.

Öykünün indirilebileceği son tarih: 14 Temmuz

Indirmek icin tiklayin:
Bu oyku forumdan kaldirilmistir. (Bkz: Forum İşleyişi)


Re: Kümesin Ötesi

geç girersen kümese olcağı budur ne darı kalmış ne mısır.... efendim bendeniz annemin içine ikinci kez gelen hain böcükler yüzünden uzak kaldım dünyadan kanserle savaşanlara destek vermek içinde onların forumunda düzenli yazan onlara öykü yazdıran terapi yaptıran rolüne de soyundum aslolan görevimi sizlerle birliğimi oldukça geçiktirdim simdi kendi kendime diyorum ki ohhhh hoşbuldum sevgili barışın kibar dürtükleri ile en sonunda burdayım dur bakalım neler olmuş tarihte bir yolculuk yapalım anca öğrenirim bu zımbırtıyı da kullanmayı..
kucak dolusu sevgiler
en güzel


Re: Kümesin Ötesi

""
Ötekilere göre daha az ilginç, fantezisini biraz yavan bulduğum ‘Kümesin Ötesi’ adlı öyküde; ölçülü tutulmuş oylumu ve dar dünya izleğini çeşitlendirmesiyle kitabın düzeyine ayak uydurmuş sayılabilir. Tavuğun kümes dışından biriyle, kadınla yakınlaşması, kümestekilerin onu dışlamasına yol açar. O da ‘'farklı’'dır artık. “"Yalnız bir gökyüzü parçasının gördüğü daracık yer”" canını sıkar onun, durmadan yağan yağmur da. Özgürlük savaşımına doğru bir adım atar, kümesin ötesini dener. Başarısızlıkla da sonuçlansa bu girişim, şimdi yeni bir özlem yerleşmiştir tavuğun içine. Bir ‘anlam’dır bu, kümeste yaşayıp yaşayabileceği tek anlam. “"Ama ben her zamandan çok şimdi kocaman avluların özlemini duyuyorum. Duvarların ardında o uçsuz bucaksız dünyada daha iyi tavuklar arasında, daha anlayışlı horozlarla geçecek günlerin özlemiyle doluyum."” diyen tavuğun bu bildirisini, hümanist ya da özgürlükçü bir yoruma bağlamak, bana ucuz ve zevksiz görünüyor. Belki ‘Kümesin Ötesi’ni, Yusuf Atılgan'ın Ekmek Elden Süt Memeden adlı kitapçığındaki iki masalla daha masalsılaşan tavrının başlangıçlarında bir yere koymak daha doğru olur. Kuşku yok ki basit bir '‘teşhis ve intak'’tan öte bir şeydir bu masallarda söz konusu olan.

Kaynak: Füsun Akatlı, "Öyküleriyle Yusuf Atılgan", İmge Öyküler, S. 2, Nisan-Mayıs 2005, s. 64-68