UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Korkuyu Öldürmek: Yağmurcuk Kuşu'nda Korkunun Hâlleri

26 Ağu 2012
Başak Canpolat

Yaşar Kemal'in romanlarında korku temasıyla sık karşılaşırız. Can korkusuyla dağa çıkanların, yurdunu terkedip hiç bilmediği diyârlara göçmek zorunda kalanların, her baktıkları yerde bir katil görenlerin bitmek bilmeyen kâbusuna olanca korkunçluğuyla tanık oluruz. Yazarın bütün romanlarında kendini belli eden bu duygunun en yoğun olarak "Kimsecik" üçlemesinde işlendiğini söylemek yanlış olmaz herhalde. Üçlemenin baş kişisi Mustafa altı yaşında bir çocuktur. O yaştaki bir çocuktan bekleneceği üzere pek çok şeyden de korkmaktadır: Yılan, yarasa, kartal gibi canlılardan, anlam veremediği ya da açıklamasını yapamadığı durumlardan... Ne var ki, üvey ağabeyi Salman tarafından öldürülme korkusu, bütün bu korkularına ağır basar. Öyle ki, Salman’la karşılaşmaktansa çıyanların, yarasaların olduğu bir mağaraya sığınmayı tercih eder. Üçlemenin ana ekseninde Mustafa'nın taşıdığı bu derin korku vardır.

Salman, tuhaf bir korku figürüdür. Ondan yalnız Mustafa değil, köyün öteki çocukları da korkar. Hattâ İsmail Ağa hariç bütün roman kişileri "Salman korkusu"nda ortaklaşırlar. Onun alelâde görüntüsü bu korkuyu anlamayı zorlaştırır: “Omuzları geniş, boyu kısa, bacakları çarpık, kolları çok uzundu, yere değercesine. Çocukların ondan korkmaları, uzaktan ona bakmaktan bile çekinmeleri için bir sebep yoktu.” (Yağmurcuk Kuşu, s. 7) Anlatıcı, Salman’ın fiziksel özelliklerini böyle betimler. Oysa köylünün ve çocukların gözüyle anlatılan Salman başkadır: “Çakır gözleri çiğ bir ağı yeşilindeydi, küçücüktü, göz çanaklarının dibine saklanmış gitmişti. Hiçbir yöne bakmaz, insanda her yönü görüyor duygusunu uyandırırdı. Hiç konuşmaması, gülmemesi kavrulmuş yüzünü biraz daha sertleştirip keskinleştiriyordu... Yirmisinde gösteren Salman, dişleri çok görünmezdi ya, göründüğünde de sütbeyaz ağzında bir sıra düzgün parlardı, yaşı belli olmayan kişilerdendi. Belki on yedisinde, belki yirmisinde belki de otuzundaydı.” (Yağmurcuk Kuşu, s. 8 )

Köyün bütün çocukları Salman’ın kendilerini öldüreceğini düşünmektedir. Ama ondan en çok korkan Mustafa’dır. Çünkü Salman’a en yakın olan odur. Mustafa, umutla beklenen, Salman’a üveyliğini hatırlatan, gelişiyle onun pabucunu dama attıran ilk öz evlattır. Başlarda kendisine karşı kayıtsız kalan Salman’ın sonradan her fırsatta onu hırpalamaya çalışması Mustafa’nın korkularının başlangıcıdır, diyebiliriz. Bu yıpratıcı ilişkinin nedeninin düşmanca duygular mı yoksa kardeşler arasında görülebilecek sıradan kıskançlıklar mı olduğunu bilemeyiz. Ama Mustafa’nın içine korku tohumları atılır ve Salman bu çocukça korkuyu körüklemekten geri durmaz. Mustafa kan bağıyla bağlı olmadığı Salman’ın kendisini öldürmekten çekinmesi için bir neden olmadığını düşünür.

Çocuk biraz daha büyüdüğünde Salman’ın hırpalamalarından kurtulmuştur. Ne var ki gittikçe büyüyen korkunun etkisiyle, sürekli tetiktedir. Salman’ı her an göz önünde tutmaya, her davranışına, her bakışına bir anlam atfetmeye çalışır. Mustafa’nın gözünde Salman daha anlaşılmaz ve korkutucu olup çıkar. Buna ilişkin ilginç örneklerden bir tanesi ahır sahnesidir. Mustafa, Salman’ı, babasının ahırındaki taylardan biriyle cinsel ilişkiye girerken görür. Bu tanıklık, Salman’ı onun gözünde daha da karmaşıklaştırır. Karmaşa, onun çocuk dünyasında yine korku olarak karşılık bulur. Nasıl yılanın sokmasından, yarasanın kanını emmesinden korkuyorsa her daim silahlı olan Salman’ın da öldürmesinden korkar. Ancak Salman daha sinsi bir tehlikedir. Açıklanması daha zordur. Bu nedenle Mustafa ve diğer çocuklar için tüm korkular, Salman’da beden bulur. Salman ölüm korkusunun nedeni değil, kendisidir. Onların bu ortak korkuyu dillendirişleri ilginçtir: “Bütün köylü, özellikle köyün çocukları, kadınları, köyün kız erkek bütün çocukları geceleri hep Salman’ı düşlerinde görüyorlardı. Ne yapsın, onlarla birlikte Mustafa da onu düşünde görüyordu. Sabahları, daha tan yerleri ışımadan, köyün o gece Salman’ı düşlerinde görmüş çocukları suyun kıyısında, yarların dibinin kuytusunda, çakıl taşlarının üstlerinde buluşuyorlar, gördükleri Salman düşlerini birbirlerine Salman’ın adını vermeden anlatıyorlardı.” (Yağmurcuk Kuşu, s. 38)

Öte yandan, köylünün Salman’a duyduğu korku başka kaynaklardan beslenir. Belki bunun korku değil bir tavır olduğunu söylemek daha doğru olur. Salman’ın kendilerinden biri olmadığı halde herkesten daha güçlü görünmesine karşı alınan bir tavır. Onun nereden geldiğini, gerçek ana babasının kim olduğunu, hattâ anadilinin ne olduğunu bilmezler. Salman’ın anasının İsmail Ağa’nın ilk eşi olduğuna ve göç yolunda öldüğüne dair kendi uydurdukları tevatüre de yalnızca işlerine gelince inanırlar. Delikanlı her koşulda geçmişsizdir; soyu sopu, dini imânı bilinmeyendir. Gelenekçi bir toplum için bundan daha dehşet verici bir kâbus olabilir mi?

Köylünün, ahır sahnesine verdiği tepki de alışılmışın dışında olur. Köyün diğer erkekleri yaptığında cılız bir kınamayla geçiştirilecek bu davranış, Salman yapınca onun ayrıksılığını kanıtlayan bir sapkınlık gibi görülür. Ancak Salman, İsmail Ağa’nın oğlu olduğundan ve onu korumak için silahlanmış bulunduğundan köylü onu doğrudan dışlayamaz. Salman’ı, kendisinden korkulan bir varlığa dönüştürerek ötekileştirir. Korkmak, onu dışlamanın yoludur.

Salman hariç bütün roman kişilerinin duydukları korku aşikârdır. Sürekli dillendirilir ve kaynağı da Salman gibi görünmektedir. Köylünün ve çocukların gözüyle anlatılan Salman, insana özgü tüm duygulardan uzaktır. İsmail Ağa’nın konağının önünde, onu korumak için bekleyen ve karşısına kim çıksa öldürebilirmiş gibi görünen delikanlının derin korkularını, onu yazarın gözüyle izlediğimizde anlayabiliriz ancak. Özellikle üçlemenin birinci kitabı Yağmurcuk Kuşu'nda, onun psikolojisine ilişkin pek çok gözleme rastlarız.

Salman herkesten korkar; çünkü öteki olduğunun o da farkındadır. Ne bıraktığı ne yaşadığı yere ne de birlikte yaşadığı aileye aittir. Köye geldikleri ilk yıllarda hızla Türkçe öğrenir. Köyde Zero anasına tercümanlık yapar. O zamanlar hem köylünün hem de ailenin gözünde İsmail Ağa’nın biricik oğludur. Yıllar sonra doğan Mustafa, Salman’ın yerini, herkesin gözünde değiştirir. Baba gezmeye giderken yanına Salman yerine Mustafa’yı almaya başlamıştır. Babasını korumak görevini üstlenen Salman’ın payına da onlara gözcülük etmek düşer. Mustafa ve babasının ardında kara bir gölgedir Salman. Kimsenin anlamadığı dildeki türkülerini babasına mutlulukla okuduğu günler geride kalmıştır. Şimdi acıyla, babasının Mustafa’yla birlikte söylediği türkülere kulak verir. Salman’ın kendisinin bile anlamadığı türkülerinin dili, aidiyetsizliğinin dili olur. Mustafa’nın diliyle babasının diliyse aynıdır. Mustafa ve babasının ibadeti namaz kılmaktır; Salman’ınki her sabah niye olduğunu kendi de bilmeden, yüzünü güneşe dönmek ve toprağı öpmektir. Bunlara karşın değişmeyen bir şey vardır Salman’da: Babasına duyduğu sevgi ve bağlılık. İsmail Ağa bilse gururlanacağından emin olduğu şeyler vardır geçmişinde. İsmail Ağa bilmez, Salman da başkasına anlatmaz.

Salman’ın silahlanmasının görünürdeki nedeni İsmail Ağa’yı korumaktır. Fakat o, bütün bedenini donatan silahlarla, İsmail Ağa’dan önce kendini korumaya çalışır. İnsanlarla arasına mesafe koymanın ve geçmişine ilişkin kırık dökük anımsadıklarını saklamanın yoludur silah. Annesinin öldürüldüğü sahne, Salman’ın kendini koruma çabasını anlamak açısından önemlidir. Salman ve annesi, yanlarında başkalarıyla toprağa çizilmiş bir çemberin içindedirler. Atlılar gelir ve çemberin içinde kim varsa öldürürler. Çembere alınmış Yezidiler, inançları nedeniyle, çemberin dışına bir adım bile atıp kurtulmayı denemezler. Salman kendisini, hem etrafına çizilecek bir ölüm çemberine, hem de farklı olduğu için kendisine duyulan öfkeye karşı korumaktadır. Ötekileştirildiğinin farkındadır. Ama kimsenin onu dışlamasına izin vermeden, bir kâbus olarak girer köylünün yaşamına. Böylece onlar tarafından kabullenilmeyi beklemesine gerek kalmaz. Silahsız Salman hem fiziksel hem de sosyal olarak savunmasızdır. Bu nedenle silahlanmaya ihtiyaç duyar. Köyü kurşun yağmuruna tutmasının ardından silahlarına babası tarafından el koyulan Salman’ı anımsayalım: “Salman köyün içine düşmüş, evden eve, insandan insana dolaşıyordu. Bir tanesi çağıracak, bir kişi gel de konuşalım Salman, diyecek mi diye herkesin ağzının içine bakıyordu.” Yezidi olduğu da anlaşıldıktan sonra kimsenin ondan çekinecek bir nedeni kalmamıştır. O Salman, gerçek Salman’dır. Silahsız hâliyle korkulan değil dışlanan olduğunun da ayırdındadır.

Anlatıcı, Salman’ın İsmail Ağa’ya duyduğu saplantılı sevgiye de dikkat çeker. Bu sevgi zamanla kaybetme korkusuna dönüşecektir. Göç yolunda edinilmiş bir babadır İsmail Ağa. Kolayca kaybedileceğine ilişkin kaygı taşımak da olağandır. Bu kaygı sonunda Salman’ı baba katili yapar. Böylece belki de en derin korkusu olan “babayı kaybetmek” de ortadan kalkar. Sonradan şöyle diyecektir: “Ne iyi ettim de öldürdüm. Babamı hiçkimseye öldürtür müyüm Müslüm Ağa.” (Kale Kapısı, s. 55)

Babasını katledişi, Salman için bir başlangıçtır. Onu öldürdükten hemen sonraki kaçış anlarını ele alalım. Rahatlamıştır. Kaybedeceği hiçbir şey kalmamıştır çünkü. Onun Yezidi olduğunu bilenler, ellerinden kaçırmamak için Salman'ın çevresine bir çember çizerler. Ama Salman, onların gözlerinin önünde çemberi çiğneyip geçer. İsmail Ağa’yı öldürüp çemberin de dışına çıktığı gün, Salman’ın yeniden varoluşu için önemlidir: O baba katilidir artık ve aidiyetinin de geçmişte taşıdığı değerlerin de onun için bir hükmü kalmamıştır. O artık gerçekten, ne olduğu herkesçe bilinen ve babasını öldürecek kadar da gözü dönmüş biridir. Salman yeniden korkulan olur. Ancak Yağmurcuk Kuşu’nun korku veren Salman’ıyla, üçlemedeki diğer kitapların Mustafa’yı tir tir titreten Salman’ı farklıdır. Kale Kapısı ve Kanın Sesi’ndeki, ötekine değil katile duyulan korkudur. Yağmurcuk Kuşu’nda babasını, Mustafa nedeniyle, ancak öldürerek sahiplenebilen Salman, Kale Kapısı’nda artık hayatta olmayan bir babadan miras talep edecek kadar evlat olduğu iddiasındadır. Salman Yağmurcuk Kuşu’nda, babasıyla beraber kendi korkularını da öldürmüştür.

Alıntılar:

  • Yağmurcuk Kuşu, Yaşar Kemal, Adam Yayınları, 2003, İstanbul
  • Kale Kapısı, Yaşar Kemal, Adam Yayınları, 2003, İstanbul

Daha önce Kalem edebiyat dergisinin Ocak-Şubat 2012 tarihli 6. sayısında yayımlanmıştır.

Kategori:

Re: Korkuyu Öldürmek: Yağmurcuk Kuşu'nda Korkunun Hâlleri

Fıstıkçı Şahab'ın sözünü ettiği korkuyu Demirciler Çarşısı Cinayeti'nden anımsıyorum. Ağanın adamlarından biriyle kurduğu ilişkide bu korku çok güzel okunuyordu. Yanlış anımsamıyorsam İnce Memed'de de Topal Ali karakteri böyle işlenmişti. Aradan yıllar geçti; dönüp yeniden okumak imkânı bulabilir miyim ki bir kez daha?

Kimsecik serisine başlamıştım, ancak ilk kitapta kaldım diye anımsıyorum. Konunun örülüğü trajik olan'a öyle açık ki, Yaşar Kemal böyle bir konuya başladıktan sonra destansı yazmaması elde değil sanki.

Nette dolaşırken 2006'da Fırat Üniversitesi'nde yapılmış bir yüksek lisans tezi buldum, Yaşar Kemal romanlarında karakterler üzerine; belki işe yarayabilir: link


Re: Korkuyu Öldürmek: Yağmurcuk Kuşu'nda Korkunun Hâlleri

Demirciler Çarşısı Cinayeti'ndeki Yusuf'un, Yusuf'tu değil mi, taşıdığı tuhaf korkuyu anımsıyorum. Tıpkı Kimsecik'teki Salman'ınki gibi, bildik korku tanımının dışındaydı. Ama yarım yamalak aklımda kalanlar, yeniden okuma zamanı gelmiş demek ki.

Fethi Naci de, Kale Kapısı için "Korkunun romanı" diyor. Çocuk karakter Mustafa'nın gözüne korkudan uyku bile girmiyor çünkü. Aslında bana göre sıradan bir korku bu: Mustafa güçlü olandan korkuyor. Bana Yağmurcuk Kuşu'nda Salman'ın yaşadığı korku daha karmaşık, daha güçlü görünmüştü.

Bir de şu Demirciler Çarşısı Cinayeti'ni hatırlayabilsem.


Re: Korkuyu Öldürmek: Yağmurcuk Kuşu'nda Korkunun Hâlleri

Kimsecik'te sözünü ettiğin Salman karakterinin köyün çocukları üzerinde yarattığı korku çok hoşuma gitti. Sabah kalkıp rüyalarındaki Salman'ı birbirlerine anlatmaları müthiş. Freud duymamış böyle şeyleri iyi ki. Oturup bütün psikanaliz teorisini toplumsal histeriye göre yeniden yazardı. Avrupalı bireysel paranoyasından çıkıp bunu anlamaz ki. Smile


Re: Korkuyu Öldürmek: Yağmurcuk Kuşu'nda Korkunun Hâlleri

Değil mi ama! Wink

İnanılmaz derecede çarpıcı olduğunu düşündüğüm bir bölümdür.

Bir de İstanbul Arel Üniversitesi'nden Beyhan Uygun Aytemiz'in "Bir Rüya İçeriği Çözümlemesi: Yağmurcuk Kuşunda Baba Katli" başlıklı bir yazısı var. Bulamadım. Pek de araştırmadım, işin aslı. Belki merak eden olursa... İlginize, bilginize...


Re: Korkuyu Öldürmek: Yağmurcuk Kuşu'nda Korkunun Hâlleri

Vallahi kış geçer artık, ama yazın Kimsecik serisi okunacak; anlaşıldı! Smile


Re: Korkuyu Öldürmek: Yağmurcuk Kuşu'nda Korkunun Hâlleri

Berna Moran, Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış adlı çalışmasında, Dağın Öte Yüzü üçlemesini değerlendirirken, bir bölümde (özellikle Yer Demir Gök Bakır romanı çerçevesinde) üçlemedeki korku ve kaygı atmosferi oluşturan olaylar çeşitlemelerinin ana temanın bir parçası, tamamlayıcısı olduğunu belirtiyor.

""
“Sanırım şunu saptamış oluyoruz; korku, lanetleme ve köyden kaçış motifleri bir şiirin ya da kilimin dokusunda tekrarlanan motifler gibi kullanılmış. Başka bir deyişle anlatı metni bir şiir metni gibi düzenlenmiş. Amaç bir korku atmosferi yaratmak ve kitle psikolojisini belirtmek. Bununla birlikte şunu da eklemek gerekir ki, birçok roman kişisine korktuklarını söyletmek, köyde bir korku atmosferi yaratmak için yeterli ve etkili bir yol değildir.” S.108

Berna Moran.Türk Romanına Eleştirel Bir Bakış Cilt 2.

""
“Yinelenen ve önemli izleklerden biri olan korku, yapıtlarında daha gizli bir biçimde yer alır. Bir duygu ya da duyumsama olarak değil, kahramanların eyleme geçmesini sağlayan bir güç olarak yer alır. Yaşar Kemal için kaygılarımızın özünde, kaçınılmaz sona ulaşan “yaşamımız boyunca geldiğimiz karanlıklar dünyasında koşup durduğumuzun” bilincine varılması yer alır.”

Yaşar Kemal’i Okumak. Altan Gökalp

http://www.yasarkemal.net/yazilan/docs/agokalp.html

Nedim Gürsel’in incelemesi aşağıdaki linkte

http://www.yasarkemal.net/yazilan/docs/ngursel.html