Öyküyü okurken kafanızda binlerce imge uçuşuyor. Bu imgeler ben de iki yerde kesintiye uğradı. Buraları köprünün kendi kendine dışardan baktığı yerlerdi.
""
...henüz haritalara geçirilmemişti köprü. Böylece uçurum üzerinde uzanmış yatıyor, bekliyordum; çaresiz bekliyordum.
""
Ve onu görmek için arkama döndüm. Köprü arkasına dönüyor!
nurten aksakal tarafından May 16th, 2009 günü 22:17 sularında gönderildi.
İki kıyının arasına gerilmiş bu köprünün kişileştirilmesi mükemmel yapılmış. Bir insan köprü görevi üstlenecek biçimde iki kıyı arasına uzansa nasıl görünür acaba sorusunun cevabını şu satırlar ne kadar güçlü betimleniyor;
""
Bir yakaya ayak uçlarım, öbür yakaya ellerim gömülmüştü
""
Giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor
""
Bastonunun ucunu çalı gibi saçlarıma daldırdı
Görevi köprü olmak olan bir insan bu iki kıyı arasına sırtüstü mü uzanır yoksa yüzüstü mü? Bizim köprümüz sırtını gökyüzüne dönmüş altından akıp giden ırmağı izliyor. Kendine yaklaşan kişinin kim olduğunu da göremiyor ama bu pozisyonda daha sağlam tutunabiliyor her iki kıyıya da.
Görevi köprü olmak olan bir insan bu iki kıyı arasına sırtüstü mü uzanır yoksa yüzüstü mü? Bizim köprümüz sırtını gökyüzüne dönmüş altından akıp giden ırmağı izliyor.
Ben de tersini düşünmüşüm farketmeden.
""
her iki ayağıyla sıçradığı gibi karnımın orta yerine gelip dikildi.
köprü neyi simgeliyor, yalnızca bir rüya ise ya gerçekten?
Nurten Öztürk tarafından May 16th, 2009 günü 22:54 sularında gönderildi.
Karnının orta yerine atlanabilen bu köprü aynı zanman da dişlerini toprağa geçirebiliyor. Sanırım ben de yüzüstü uzandığını bu satırlar sebebiyle düşündüm.
""
toprağa sımsıkı geçirmiştim dişlerimi
nurten aksakal tarafından May 16th, 2009 günü 23:00 sularında gönderildi.
Yıllar önce bu öykü üzerine çok çok konuşmuştuk. Her türlü çağrışmın peşine düşmüş türlü türlü eğretilemenin kapısını çalmıştık. Herzamanki gibi en özgün yorum Barış'tan gelmişti.
Barış'ın özgün ama bir o kadar öyküye en paralel olan bu yorumuyla(öyküsüyle) geceyi kendi adıma noktalamak istiyorum.
nurten aksakal tarafından May 16th, 2009 günü 23:04 sularında gönderildi.
Barış'ın güzel öyküsünü bir daha okudum. Kimselerin geçmediği bir köprü olmak orada daha bir açıklık kazanmış; ancak bu bende ki niye sorusunu yanıtlamıyor. Barış'a ve Nurten'e teşekkürler bu geceyi ben de bitiryorum burada.
Nurten Öztürk tarafından May 16th, 2009 günü 23:17 sularında gönderildi.
Görevi köprü olmak olan bir insan bu iki kıyı arasına sırtüstü mü uzanır yoksa yüzüstü mü? Bizim köprümüz sırtını gökyüzüne dönmüş altından akıp giden ırmağı izliyor. Kendine yaklaşan kişinin kim olduğunu da göremiyor ama bu pozisyonda daha sağlam tutunabiliyor her iki kıyıya da.
Pekâlâ, sırtüstü mü yoksa yüzüstü mü durduğu Kafka'nın dikkatinden kaçmış olamaz mı? gerçi asıl mesele bu değil ama...
Bence Kafka'nın köprü betimlemesindeki insanın konumu, "dışadönüklük-içedönüklük" ayrımını veriyor ve rastlantısal değil. Yani köprü olan bireyin özellikle güneşe sırtının değil, karnının dönük olması dışadönüklüğünü belirtiyor. Ayrıca bu öyküyle Kafka'nın "düşünce adamı" olması yanında edebi yönüne de hayran kalmamak elde değil. Bu tasviriyle :
""
Katı ve soğuktum, bir köprüydüm, bir uçurum üzerinde uzanmış yatıyordum. Bir yakaya ayak uçlarım, öbür yakaya ellerim gömülmüştü; çatlayıp dökülen balçık toprağa sımsıkı geçirmiştim dişlerimi. Giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor, derinlerde o buz gibi suyuyla alabalıklı dere gürül gürül akıyordu.
Cihan Başbuğ tarafından May 17th, 2009 günü 11:17 sularında gönderildi.
Bence Kafka'nın köprü betimlemesindeki insanın konumu, "dışadönüklük-içedönüklük" ayrımını veriyor ve rastlantısal değil. Yani köprü olan bireyin özellikle güneşe sırtının değil, karnının dönük olması dışadönüklüğünü belirtiyor.
Bu köprü içe mi dönük dışa mı? Sanırım her ikisi de. Barış'ın, öyküsünde simetrisiz, dediği bu durum mu acep?
Nurten Öztürk tarafından May 17th, 2009 günü 11:50 sularında gönderildi.
Nurten Aksakal sağolsun, öykü üzerine yaptığım epey cüretkâr çalışmayı foruma aktarmış. Madem öyle ben de o metne kaynak olan düşünceler üzerinden yeniden Köprü'den geçmeye çalışayım:
Bu öykü içinde belirleyici öğe, hem anlatıcının konumlanmasından hem öykünün adından dolayı köprünün kendisiymiş gibi görünüyor. Oysa daha önemli bir öğenin varolabilieceğini düşünüyorum ben: Köprünün üzerine kurulduğu "uçurum". Çünkü, köprünün gözle görülür varlığının asıl sebebidir uçurum. Gözle görülür diyorum; çünkü, pek çok Kafka öyküsünde olduğu gibi burada da, öykünün alegorik kısmının da epey ağır bastığını düşünüyorum. Uçurum olmasa köprüye de gerek olmayacaktır. Uçurum köprünün varlık sebebir; ama aynı zamanda ölümcül gözlerle onu süzüp durandır da.
Burada kendini tanımlaya anlatıcının ilk ifadesi çok hayati:
""
Katı ve soğuktum, bir köprüydüm, bir uçurum üzerinde uzanmış yatıyordum.
"Köprü", öyküde bir kişileştirmeyle "uçurumun üzerine uzanıp yatan" biri olarak tanımlanıyor. Buradaki "uzanıp yatmak" ifadesinin içerdiği rahatlıkla "katı ve soğuktum" arasındaki karşıtlığa dikkat çekmek isterim. Daha bismillah demeden bizi yaman bir çelişkinin içine sokuyor Kafka.
Nerede okuduğumu çok iyi anımsamamakla birlikte, bu ifadelerin hemen devamındaki "giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor" ifadesinin Kafka'nın cinsel kimliğinin bilinçaltındaki ifadesi olarak değerlendirildiğini anımsıyorum. Öykünün devamındaki, dere, baston vb. ifadeler de Freudiyen bir terminolojiyle değerlendirilmişti. Bu tip cinsiyet okumalarının sosyolojiye fayda sağlasa da, öyküye bir şey katmadığını düşündüğümden üzerinde durmak istemiyorum.
Tekrar "uçurum"a döneyim. Uçurum burada geçilmesi gereken bir açıklıktan çok, bir sınanma noktası sanki. En azından köprünün uçurumla, onun içerdiği "boğuk çağıldayan" nehirle ve "şiş gibi" çakıllarla, eleştirel gözlerini köprüden ayırmayan, her an onu yok edecekmiş gibi öfkeli düşmanıyla bir hesaplaşması söz konusu. Kuş uçmaz kervan geçmez (bu arada neden burada bir "turist"ten bahsediyor burada Kafka, bu da başka bir konu) bu dağ başında köprüye neden ihtiyaç olsun ki? Keza az sonra karşılaşacağımız yolcu da köprüyü geçmek istemiyor sanki. İki ayağıyla sıçrayıp ortasına atlıyor. Onun sağlamlığını, dayanıklılığını sınamak isteyen, uçurum tarafından oraya gönderilmiş karanlık bir figür sanki.
Köprünün yolcu karşısındaki düşüncelerine geçmeden önce son bir şeye değinmeli.
Kendini kimi zaman "henüz haritalara geçirilmemişti köprü" diyerek üçüncü tekil sahışla değerlendiriyor köprü, kimi zamansa "uçurum üzerinde uzanmış yatıyor, bekliyordum" diyerek birinci tekil sahışa geçiyor. Öykü için bu kendine dışarıdan bakma durumunun kritik olduğunu düşünüyorum.
""
Bana doğru, bana doğru! Uzan, gerin köprü, çekidüzen ver kendine, korkuluksuz ahşap köprü; sana kendini emanet edeni elinden tut, adımlarındaki güvensizliği sezdirmeden yok et ve baktın sendeliyor, göster kim olduğunu, bir dağ tanrısı gibi fırlatıp onu kayaya at!
Öykünün belkemiği yukarıdaki satırlar bana kalırsa. Eğer köprünün kendine sürekli dışarıdan bakan, kendini sınanmakta hisseden kimliğini iyi çözümlersek bu satırların anlamına daha çok vakıf olabiliriz. Köprü bir "dağ tanrısı" değil (burada Germen mitolojisindeki dağ tanrılarının korkutucu yönüne de dikkat çekmeli), ama kendini öyle hissetmek istiyor. Kendiyle ilgili korku ve kaygılarını yolcuya yüklüyor ve onun adımlarına "güvensizliği" yakıştırıyor. Oysa üzerine çıkar çıkmaz onun kimliğinden şüphe etmeye kalkıyor. Dolayısıyla burada asıl güvensiz olan kendisi. Daha sonra kimliğini bulmak istediği bu kişinin kendi korkuları olduğunu söyleyebiliriz. Böylece öykünün başındaki dıştan ve içten görünüş meselesinin de çözümüne ulaşmış oluruz. Uçurum kendine ait olan boşluğu içine çekiyor. Köprü uçuruma kavuşuyor. Kendini "sessiz sakin süzüp durmuş" gerçekliğe varlığını kurban ediyor.
Barış Acar tarafından May 17th, 2009 günü 12:23 sularında gönderildi.
Kafka'nın bu öyküsü en sevdiğim öyküsüdür. Çünkü her okuyan aslında kendi köprüsünü kuruyor bu öyküde. Ben bu açıdan değerlendirdiğimde biraz farklı bakmaya çalışarak Köprü öyküsüyle birkaç cümle sarfedebilirim diye düşünüyorum.
Öyküde genel manada bir şiirsellik hakim. Giriş cümlesi "Katı ve soğuktum, bir köprüydüm" cümlesi bunun en belirgin özelliğidir diye düşünüyorum. Bununla birlikte "Köprüydüm" cümlesi hemen girişte öyle bir söyleniyor ki "Memurdum, işçiydim" demekle bir. Yani sıradan bir durummuş gibi. Fakat bu temelde bir köprü de değildir. Çünkü giysileri hâlâ üzerindedir;
"Bir yakaya ayak uçlarım, öbür yakaya ellerim gömülmüştü; çatlayıp dökülen balçık toprağa sımsıkı geçirmiştim dişlerimi. Giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor,"
Buradan yola çıkıldığında ne kendi olup bir yere geçebilmiş, istediği yere gidebilmiş bir insan ne de bir başka "Şey" olup başka şeylerin oluşmasına imkân vermiş biri tanımlanıyor kanımca. Bu eksende köprü bir metafor olarak ele alınmamalı kanımca. Çünkü Kafka'nın metaforlarla ne denli sorunlu olduğu malumunuz.
Bir de şöyle düşünelim, bir köprüyü insanlar ihtiyaçları giderilsin diye bir yere kurarlar. Yani köprünün kendi isteği sorulmaz. Ki o inşa edilene dek bir köprü de değildir. Çeşitli ahşap veya metal parçacıkların basit bir görünümüdür. Kendi isteği haricinde bir yere, bir duruma, bir yaşama, bir sınıfa dahil edilmiş birinin tavrı sözkonusudur. Ama bu kişi hemen o duruma alışıyor. Yani köprü olduğu için bir yakınmada bulunmuyor. Onu içselleştiriyor.
Peki bir soru; köprünün üzerine gelip bastonuyla onun dönmesine ve düşmesine neden olan adamdan Kafka gibi detaycı biri neden bahsetmedi?
metamorphosis tarafından Haz 29th, 2010 günü 18:40 sularında gönderildi.
"yerli-yurtlulaştırılamamış" ("henüz haritalara geçirilmemişti köprü") askıda kalan köprünün bu fiziksel durumu ile düşüncelerinin niteliği ("düşüncelerim aralıksız bir karmaşa içinde yüzüyor, boyuna çemberler çiziyordu") birbirine gönderme yaparken "soğukluk" ve "katılık" bir "yerine oturmuşluğun" sonucu olarak görülemez.burada düşüncenin çemberler çizmesi, onun hakikat ile ilişkisine gönderme olarak okunabilir. "cemberler çizen düşünce" çemberin dışına çıkamazlığı ile "bengi-dönüş" ile yankılanır. çemberin dışına çıkılamazlık, hakikatin yokluğudur.
"köprü" uçurumda dişlerini ve ayaklarını geçirerek dursa da tekinsizdir. kafka burada (asılı) fotoğraflara yüklediği anlamı (metamorfoz, şato) yerinden ederek, "asılı kalmayı" yeniden ve farklı bir şekilde kullanımına alıyor. "köprü" "fotoğraflar" gibi salt sabitleme, raptiyeleme görevi görmemekte, uçurum üzerinde uzanmışlığında dahi statikliğe bir direniş sergilemektedir (yüzü aşağıya bakarken, "turist" zıpladığında onun sırtına çıkmış olmaz.)
bu noktada "turistin" pek de turist olmadığı anlaşılır. turistin maceracılığından eser yoktur. köprü adeta turistin niteliklerini üstlenmiştir. "Giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor, derinlerde o buz gibi suyuyla alabalıklı dere gürül gürül akıyordu. " diyen köprü, içerisinde bulunduğu tekinsizliğe aldırmaksızın "yaşamın" , "akışkanlığın", "oluşun" tadını çıkartıyor görünür. "turist" ise yaşamın belirsizliği karşısında bir payanda arama ile meşguliyetine binaen tatsız-tuzsuz bir edimleşme çabası içerisindedir. ( "Adam gelip bastonunun demir ucuyla şöyle bir yokladı beni, sonra yine bastonunun ucuyla giysimin eteklerini kaldırıp üzerimde düzeltti. Bastonunun ucunu çalı gibi saçlarıma daldırdı ve belki yabancı bakışlarını çevresinde gezdirip uzun süre öylece tuttu.")
burada "eril turist" ve "dişil köprü" metaforları göze çarpıyor. bastonuyla turist gücünü korkusundan alıyor. baston kullanım alanını köprünün tekinsizliğini test etmek, şeyleri kontrol etmek gibi "tepkisel edimleşmelerde" buluyor. "turist" ancak bastonu ile yokladıktan sonra köprünün üzerine sıçramaktadır.
bir turistin niteliklerine sahip olan köprü tabi olarak "bastonlu turisti" merak etmektedir. ancak onun merakı "bastonlu bir merak" değildir. bunun için "köprü" turisti görebilmek için ters dönmekte hiç bir tereddüt göstermez. "köprü arkasına dönüyor!" ifadesi bunun ayrıca vurgulanmaktadır. köprü hiç arkasına döner mi... fotoğraf hiç hareket edebilir mi ..
henüz dönme sona ermeden köprü dağılmaya başlar. ancak bu dağılmayı neye yormak gerekir? bana kalırsa burada "bastonlu turistin" fotograflayıcı bakışına direnç gösteren köprü dağılmaktadır. burada dağılan "bastonlu okuyucuya" direnç gösteren kafkadır. kafka yazdıklarını merkezileştiren bir düşünce biçimine direnmeye çalışmaktadır. "düşüncelerinin aralıksız bir karmaşa içinde yüzmesi, boyuna çemberler çizmesi" bir merkezin dışlanması demektir.bu noktada "köprü" nietzsche 'ye bir "köprü kurar" :
""
"Ah siz nesiniz yazılarım, resimlenmiş düşüncelerimi! Daha biraz önce, siz öylesine çok renkli, genç, gönlü kara, diken dolu, beni hapşırtıp güldüren gizli konularla doluydunuz. - ya şimdi?Tükettiğiniz yeniliğinizi, korkarım, bazılarına - hakikat olmak üzeresiniz; Daha şimdiden, öylesine ölümsüz öylesine yürek burkucu biçimde haklı, öylesine can sıkıcı görünüyorsunuz ki! Başka türlü olabilir miydi? Hangi şeyleri yazıyor, resimliyoruz biz Mandarinler Çinli fırçalarımızla, biz, kendilerini yazılmaya bırakan şeyleri ölümsüz kılanlar, neyin resmini yapabiliriz bir başımıza. Ah, yalnızca hep pörsümüş olanın, kokuşmaya yüz tutanın! Ah, hep yalnızca geçip gitmiş, tükenmiş fırtınaların, sararmış, eskimiş duyguların! Ah, hep yalnızca kuşların, uçmaktan yorulmuş, yolunu şaşırmış kuşların, elle kolayca tutuluveren, - bizim ellerimizle! Biz ölümsüz kılıcılar, daha uzun yaşayamayan, uçamayan, yalnızca yorgun ve aşınmış! Ve sizin ikindiniz işte, yazılarım, resimlenmiş düşüncelerim, yalnız sizin için renklerim, belki de pek çok renklerim var, çok renkli incelikler, elli çeşit, sarı kahverengi, yeşil ve kırmızı: - Oysa, hiçkimse bunlardan sizin sabahleyin nasıl göründüğünüzü kestiremeyecek, sizin apansız kıvılcımlarınızı, yalnızlığımın mucizesini, siz benim eski sevgililerim- -berbat düşünceler!" / nietzsche
oktay tarafından Ağu 29th, 2010 günü 13:37 sularında gönderildi.
söz konusu alıntı "iyinin ve kötünün ötesi" yazmasının 296. paragrafındandır.yazmanın kapanışı olması itibariyle de bana çok ilginç gelir.onca rengi önümüze serdikten sonra bir uyarı gelir filozoftan: "renklerimi soldurmayın lütfen, olur mu?"
bundan sonra yapacağım alıntıları eğer nerede geçtiğini hatırlarsam dip not olarak belirtmeye çalışırım.
oktay tarafından Ağu 30th, 2010 günü 19:46 sularında gönderildi.
Re: Kafka - Köprü
Öyküyü okurken kafanızda binlerce imge uçuşuyor. Bu imgeler ben de iki yerde kesintiye uğradı. Buraları köprünün kendi kendine dışardan baktığı yerlerdi.
Re: Kafka - Köprü
Kafka için şöyle bir site buldum: Franz Kafka
Re: Kafka - Köprü
İki kıyının arasına gerilmiş bu köprünün kişileştirilmesi mükemmel yapılmış. Bir insan köprü görevi üstlenecek biçimde iki kıyı arasına uzansa nasıl görünür acaba sorusunun cevabını şu satırlar ne kadar güçlü betimleniyor;
Görevi köprü olmak olan bir insan bu iki kıyı arasına sırtüstü mü uzanır yoksa yüzüstü mü? Bizim köprümüz sırtını gökyüzüne dönmüş altından akıp giden ırmağı izliyor. Kendine yaklaşan kişinin kim olduğunu da göremiyor ama bu pozisyonda daha sağlam tutunabiliyor her iki kıyıya da.
Re: Kafka - Köprü
Ben de tersini düşünmüşüm farketmeden.
köprü neyi simgeliyor, yalnızca bir rüya ise ya gerçekten?
Re: Kafka - Köprü
Karnının orta yerine atlanabilen bu köprü aynı zanman da dişlerini toprağa geçirebiliyor. Sanırım ben de yüzüstü uzandığını bu satırlar sebebiyle düşündüm.
Re: Kafka - Köprü
Yıllar önce bu öykü üzerine çok çok konuşmuştuk. Her türlü çağrışmın peşine düşmüş türlü türlü eğretilemenin kapısını çalmıştık. Herzamanki gibi en özgün yorum Barış'tan gelmişti.
Barış'ın özgün ama bir o kadar öyküye en paralel olan bu yorumuyla(öyküsüyle) geceyi kendi adıma noktalamak istiyorum.
Re: Kafka - Köprü
Pekâlâ, sırtüstü mü yoksa yüzüstü mü durduğu Kafka'nın dikkatinden kaçmış olamaz mı? gerçi asıl mesele bu değil ama...
Re: Kafka - Köprü
Barış'ın güzel öyküsünü bir daha okudum. Kimselerin geçmediği bir köprü olmak orada daha bir açıklık kazanmış; ancak bu bende ki niye sorusunu yanıtlamıyor. Barış'a ve Nurten'e teşekkürler bu geceyi ben de bitiryorum burada.
Re: Kafka - Köprü
Nurten Aksakal yazdı :
Nurten ÖZtürk yazdı:
Bence Kafka'nın köprü betimlemesindeki insanın konumu, "dışadönüklük-içedönüklük" ayrımını veriyor ve rastlantısal değil. Yani köprü olan bireyin özellikle güneşe sırtının değil, karnının dönük olması dışadönüklüğünü belirtiyor. Ayrıca bu öyküyle Kafka'nın "düşünce adamı" olması yanında edebi yönüne de hayran kalmamak elde değil. Bu tasviriyle :
Re: Kafka - Köprü
Cihan Başbuğ
Re: Kafka - Köprü
Nurten Aksakal sağolsun, öykü üzerine yaptığım epey cüretkâr çalışmayı foruma aktarmış. Madem öyle ben de o metne kaynak olan düşünceler üzerinden yeniden Köprü'den geçmeye çalışayım:
Bu öykü içinde belirleyici öğe, hem anlatıcının konumlanmasından hem öykünün adından dolayı köprünün kendisiymiş gibi görünüyor. Oysa daha önemli bir öğenin varolabilieceğini düşünüyorum ben: Köprünün üzerine kurulduğu "uçurum". Çünkü, köprünün gözle görülür varlığının asıl sebebidir uçurum. Gözle görülür diyorum; çünkü, pek çok Kafka öyküsünde olduğu gibi burada da, öykünün alegorik kısmının da epey ağır bastığını düşünüyorum. Uçurum olmasa köprüye de gerek olmayacaktır. Uçurum köprünün varlık sebebir; ama aynı zamanda ölümcül gözlerle onu süzüp durandır da.
Burada kendini tanımlaya anlatıcının ilk ifadesi çok hayati:
"Köprü", öyküde bir kişileştirmeyle "uçurumun üzerine uzanıp yatan" biri olarak tanımlanıyor. Buradaki "uzanıp yatmak" ifadesinin içerdiği rahatlıkla "katı ve soğuktum" arasındaki karşıtlığa dikkat çekmek isterim. Daha bismillah demeden bizi yaman bir çelişkinin içine sokuyor Kafka.
Nerede okuduğumu çok iyi anımsamamakla birlikte, bu ifadelerin hemen devamındaki "giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor" ifadesinin Kafka'nın cinsel kimliğinin bilinçaltındaki ifadesi olarak değerlendirildiğini anımsıyorum. Öykünün devamındaki, dere, baston vb. ifadeler de Freudiyen bir terminolojiyle değerlendirilmişti. Bu tip cinsiyet okumalarının sosyolojiye fayda sağlasa da, öyküye bir şey katmadığını düşündüğümden üzerinde durmak istemiyorum.
Tekrar "uçurum"a döneyim. Uçurum burada geçilmesi gereken bir açıklıktan çok, bir sınanma noktası sanki. En azından köprünün uçurumla, onun içerdiği "boğuk çağıldayan" nehirle ve "şiş gibi" çakıllarla, eleştirel gözlerini köprüden ayırmayan, her an onu yok edecekmiş gibi öfkeli düşmanıyla bir hesaplaşması söz konusu. Kuş uçmaz kervan geçmez (bu arada neden burada bir "turist"ten bahsediyor burada Kafka, bu da başka bir konu) bu dağ başında köprüye neden ihtiyaç olsun ki? Keza az sonra karşılaşacağımız yolcu da köprüyü geçmek istemiyor sanki. İki ayağıyla sıçrayıp ortasına atlıyor. Onun sağlamlığını, dayanıklılığını sınamak isteyen, uçurum tarafından oraya gönderilmiş karanlık bir figür sanki.
Köprünün yolcu karşısındaki düşüncelerine geçmeden önce son bir şeye değinmeli.
Kendini kimi zaman "henüz haritalara geçirilmemişti köprü" diyerek üçüncü tekil sahışla değerlendiriyor köprü, kimi zamansa "uçurum üzerinde uzanmış yatıyor, bekliyordum" diyerek birinci tekil sahışa geçiyor. Öykü için bu kendine dışarıdan bakma durumunun kritik olduğunu düşünüyorum.
Öykünün belkemiği yukarıdaki satırlar bana kalırsa. Eğer köprünün kendine sürekli dışarıdan bakan, kendini sınanmakta hisseden kimliğini iyi çözümlersek bu satırların anlamına daha çok vakıf olabiliriz. Köprü bir "dağ tanrısı" değil (burada Germen mitolojisindeki dağ tanrılarının korkutucu yönüne de dikkat çekmeli), ama kendini öyle hissetmek istiyor. Kendiyle ilgili korku ve kaygılarını yolcuya yüklüyor ve onun adımlarına "güvensizliği" yakıştırıyor. Oysa üzerine çıkar çıkmaz onun kimliğinden şüphe etmeye kalkıyor. Dolayısıyla burada asıl güvensiz olan kendisi. Daha sonra kimliğini bulmak istediği bu kişinin kendi korkuları olduğunu söyleyebiliriz. Böylece öykünün başındaki dıştan ve içten görünüş meselesinin de çözümüne ulaşmış oluruz. Uçurum kendine ait olan boşluğu içine çekiyor. Köprü uçuruma kavuşuyor. Kendini "sessiz sakin süzüp durmuş" gerçekliğe varlığını kurban ediyor.
Re: Köprü
Kafka'nın bu öyküsü en sevdiğim öyküsüdür. Çünkü her okuyan aslında kendi köprüsünü kuruyor bu öyküde. Ben bu açıdan değerlendirdiğimde biraz farklı bakmaya çalışarak Köprü öyküsüyle birkaç cümle sarfedebilirim diye düşünüyorum.
Öyküde genel manada bir şiirsellik hakim. Giriş cümlesi "Katı ve soğuktum, bir köprüydüm" cümlesi bunun en belirgin özelliğidir diye düşünüyorum. Bununla birlikte "Köprüydüm" cümlesi hemen girişte öyle bir söyleniyor ki "Memurdum, işçiydim" demekle bir. Yani sıradan bir durummuş gibi. Fakat bu temelde bir köprü de değildir. Çünkü giysileri hâlâ üzerindedir;
"Bir yakaya ayak uçlarım, öbür yakaya ellerim gömülmüştü; çatlayıp dökülen balçık toprağa sımsıkı geçirmiştim dişlerimi. Giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor,"
Buradan yola çıkıldığında ne kendi olup bir yere geçebilmiş, istediği yere gidebilmiş bir insan ne de bir başka "Şey" olup başka şeylerin oluşmasına imkân vermiş biri tanımlanıyor kanımca. Bu eksende köprü bir metafor olarak ele alınmamalı kanımca. Çünkü Kafka'nın metaforlarla ne denli sorunlu olduğu malumunuz.
Bir de şöyle düşünelim, bir köprüyü insanlar ihtiyaçları giderilsin diye bir yere kurarlar. Yani köprünün kendi isteği sorulmaz. Ki o inşa edilene dek bir köprü de değildir. Çeşitli ahşap veya metal parçacıkların basit bir görünümüdür. Kendi isteği haricinde bir yere, bir duruma, bir yaşama, bir sınıfa dahil edilmiş birinin tavrı sözkonusudur. Ama bu kişi hemen o duruma alışıyor. Yani köprü olduğu için bir yakınmada bulunmuyor. Onu içselleştiriyor.
Peki bir soru; köprünün üzerine gelip bastonuyla onun dönmesine ve düşmesine neden olan adamdan Kafka gibi detaycı biri neden bahsetmedi?
Re: Köprü
Bir zamanlar bu öykü üzerine bir nazire yazmıştım. Orada ben de metamorphosis'in sözünü ettiği memur-oluş üzerinde duruyordum. Bkz.: Cüret
Re: Köprü
"yerli-yurtlulaştırılamamış" ("henüz haritalara geçirilmemişti köprü") askıda kalan köprünün bu fiziksel durumu ile düşüncelerinin niteliği ("düşüncelerim aralıksız bir karmaşa içinde yüzüyor, boyuna çemberler çiziyordu") birbirine gönderme yaparken "soğukluk" ve "katılık" bir "yerine oturmuşluğun" sonucu olarak görülemez.burada düşüncenin çemberler çizmesi, onun hakikat ile ilişkisine gönderme olarak okunabilir. "cemberler çizen düşünce" çemberin dışına çıkamazlığı ile "bengi-dönüş" ile yankılanır. çemberin dışına çıkılamazlık, hakikatin yokluğudur.
"köprü" uçurumda dişlerini ve ayaklarını geçirerek dursa da tekinsizdir. kafka burada (asılı) fotoğraflara yüklediği anlamı (metamorfoz, şato) yerinden ederek, "asılı kalmayı" yeniden ve farklı bir şekilde kullanımına alıyor. "köprü" "fotoğraflar" gibi salt sabitleme, raptiyeleme görevi görmemekte, uçurum üzerinde uzanmışlığında dahi statikliğe bir direniş sergilemektedir (yüzü aşağıya bakarken, "turist" zıpladığında onun sırtına çıkmış olmaz.)
bu noktada "turistin" pek de turist olmadığı anlaşılır. turistin maceracılığından eser yoktur. köprü adeta turistin niteliklerini üstlenmiştir. "Giysimin etekleri iki yanımda uçuşuyor, derinlerde o buz gibi suyuyla alabalıklı dere gürül gürül akıyordu. " diyen köprü, içerisinde bulunduğu tekinsizliğe aldırmaksızın "yaşamın" , "akışkanlığın", "oluşun" tadını çıkartıyor görünür. "turist" ise yaşamın belirsizliği karşısında bir payanda arama ile meşguliyetine binaen tatsız-tuzsuz bir edimleşme çabası içerisindedir. ( "Adam gelip bastonunun demir ucuyla şöyle bir yokladı beni, sonra yine bastonunun ucuyla giysimin eteklerini kaldırıp üzerimde düzeltti. Bastonunun ucunu çalı gibi saçlarıma daldırdı ve belki yabancı bakışlarını çevresinde gezdirip uzun süre öylece tuttu.")
burada "eril turist" ve "dişil köprü" metaforları göze çarpıyor. bastonuyla turist gücünü korkusundan alıyor. baston kullanım alanını köprünün tekinsizliğini test etmek, şeyleri kontrol etmek gibi "tepkisel edimleşmelerde" buluyor. "turist" ancak bastonu ile yokladıktan sonra köprünün üzerine sıçramaktadır.
bir turistin niteliklerine sahip olan köprü tabi olarak "bastonlu turisti" merak etmektedir. ancak onun merakı "bastonlu bir merak" değildir. bunun için "köprü" turisti görebilmek için ters dönmekte hiç bir tereddüt göstermez. "köprü arkasına dönüyor!" ifadesi bunun ayrıca vurgulanmaktadır. köprü hiç arkasına döner mi... fotoğraf hiç hareket edebilir mi ..
henüz dönme sona ermeden köprü dağılmaya başlar. ancak bu dağılmayı neye yormak gerekir? bana kalırsa burada "bastonlu turistin" fotograflayıcı bakışına direnç gösteren köprü dağılmaktadır. burada dağılan "bastonlu okuyucuya" direnç gösteren kafkadır. kafka yazdıklarını merkezileştiren bir düşünce biçimine direnmeye çalışmaktadır. "düşüncelerinin aralıksız bir karmaşa içinde yüzmesi, boyuna çemberler çizmesi" bir merkezin dışlanması demektir.bu noktada "köprü" nietzsche 'ye bir "köprü kurar" :
Re: Köprü
Kafka’nın Köprü’sünden “bengi dönüş”e ulaşma fikrini sevdim.
Keşke yaptığınız alıntıya kaynak belirtseniz. Bkz.: Kaynak Göstermek
Re: Köprü
söz konusu alıntı "iyinin ve kötünün ötesi" yazmasının 296. paragrafındandır.yazmanın kapanışı olması itibariyle de bana çok ilginç gelir.onca rengi önümüze serdikten sonra bir uyarı gelir filozoftan: "renklerimi soldurmayın lütfen, olur mu?"
bundan sonra yapacağım alıntıları eğer nerede geçtiğini hatırlarsam dip not olarak belirtmeye çalışırım.