UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Konser Salonunda...

28 Nis 2011
oktay

I.Dinleyiciler
Piyanist henüz yerini almamıştı ama erkek dinleyiciler smokinlerinin penguen ciddiyeti ile fısıldaşırlarken, kadınlar sadece onay belirten bir kafa sallama mekanikliği ile yetiniyorlardı. Ancak dikkatli gözler; bazen, gözlerine kulaklarından daha çok güvenmesi gerektiğini bilen ruhların gözleri, onaylamanın erkeklerin onaylanmasından çok kadınların onaylayıcılığının onaylanmasına iliişkin olduğunu görebilirdi . Bir kadın başı, adeta bir diğer kadın başının onaylama hareketini onaylamak için bakkal terazisine konuyordu. Bu onay bir erek değil sadece doğal bir işlevdi, ereksizliğin doğal işlevi: Bir sonuç, bir oldu bitti... Böylece ; kendi kendine konuşan adamların çaresizliği , kendi-kendine konuşan kollektif dişi kolonisinin karınca mekaniğine gömülüp yok oluyordu. Sanırım, erkeklerin durumun farkına varamamasının en önemli sebebi buydu.

II. Dev kulakları
Sahne ışıklandırmasındaki değişimler, konserin başlayacağı hissini uyandırmış olmalı ki; kafa sallamalar kesilmişti, ardından da fısıldamalar... Gövdesi, devsasa kulağının altındaki bir saptan ibaret olan insanı da ancak o anda farkedebildim. Onun hastalıklı bir ucube değil de, aşırı sağlıklı addedilebileceği belki de tek yerde, yani konser salonunda bulunmasına hiç şaşırmamıştım. Bir kulağın görünebileceği kadar halinden memnun ve heyecanlı görünüyordu.

III. “Sadece bir Beethoven var”
Her şeyin ışıkçıların beceriksizliğinden kaynaklandığı, konserin başlamasına hala vakit olduğu anlaşıldığında; kafa sallamalar ve fısıldaşmalar da yeniden başlamıştı. Ben de fısıldamalara kulak kesildim: Birisi “Beethoven’u” diyordu, “bunun gibi konser salonlarına taşımak, ona ihanet etmek değil midir?” Araba camının önünde kafa sallayan oyuncak köpek, malum hareket ile “cevap verdi. “ Bir başka erkek devam etti fısıldayarak,“Dünyada bir sürü prens var ama sadece bir Beethoven...” Ama daha önce bir kafa sallanmıştı.

IV. İki genç kız
Salondaki iki genç kız basıverdi kahkahayı. Erkekler fısıldamaz, kafalar da sallanmaz oldu. Ayıplama sesleri çıktı erkeklerden :“Cık, cık, cık”. Kadınlar ise kafa salladılar. Kızlar karar veremedi; kafa sallayanlar onları mı onaylıyordu, erkekleri mi... Ya da kafa sallama bir onaylama değildi, onaylamanın tam tersiydi ? Konuşmaktan vazgeçip yine bastılar kahkakayı. Kadınlar yine kafa salladı; erkekler : “Cık, cık, cık..”

V. Ve piyanist gelir
Ayakkabısının topukları piyanistin adımlarına ritm tutuyor, yürüyüşe askeri bir marş gibi kesinlik ve kararlılık katıyordu. Aynı kararlılık ile müzisyen piyanonun kapağını açtı ve yerine oturdu: hala fısıldamaya devam etmekte olan bir adam “Demek ki; topuk sesleri kararlı göstermiyor, adımlar kararlı olduğu için topuk sesleri kararlılık hissi yaratıyor” dedi. Erkeklerin bazıları “cık cık cık” dediler, diğerleri ise fısıldayan kişiyi görmezden gelmeyi tercih etmişlerdi. Piyanist dinleyiciler yokmuşçasına davranırken bir yandan da, bir şey söyleyecekmiş gibi boğazını temizledi . Sonra da tek kelime etmeden hemen çalmaya başladı. Sonatlarda güvercin ayaklarının sessizliği ve askeri kararlılığı vardı. Yine de erkekler zaman zaman melankolik bir iç çekişi notalara eklemeye çalışıyor, kadınlar ise olur olmaz baş sallıyordu.

VI. Öksürük
Fırtına sonatı henüz bitmişti ki, bir kesik öksürük duyuldu. Rüya gibi bir allegretto yorumunun marazlı, kara kuru bir öksürükle berbat edilmemiş olmasından duyduğum minnettarlık ile talihe bir kez daha minnet duymuştum.Sonra, piyanist sayfayı sadece bir kez çevirdi : “Ay ışığı”... ama “Öhö, öhö!” (...) “öhö , öhö!” Dev kulaklı adam durumdan oldukça rahatsız görünmesine rağmen hareketsizliğini korudu, aslında çıkışa o kadar da uzak değildi.

VII. Ayağa kalktık
Derhal ayağa kalktım, piyanist çalmayı bir süre önce kesmişti. Öksürüğe doğru yürümeye başlamıştım ki kızların da ayağa kalktığını gördüm : benim yürüdüğüm yöne değil, çıkış kapısına doğru gidiyorlardı. Bir kaç saniye içinde bir elim cebimde öksürün dibinde bitmiştim. Elimi cebimden çıkardığım gibi öksürüğün göğsüne bir kez ateş ettim : kadınların başları sallanırken erkekler cık-cıkladı . Ve nihayet, sessizlik...

VIII. Yerimize oturduk
Yerime oturmama rağmen piyanistin hala çalmaya başlamamamış olmasına bir anlam verememiştim . Sonra bu gecikmenin sebebini anladım : Kızlar salondan ayrılmamışlardı, kanlı elbiselerle yerlerine geri dönüyorladı. Ben de bu kısa arayı fırsat bilip yüzümdeki kızılı mendilimle şöyle bir siliverdim. Zaten, piyanist de kızlar yerlerine oturur oturmaz işine koyulmuştu.

Kategori:

Re: Konser Salonunda...

Bu öykü bana her nedense, Çehov'un, Memurun Ölümü adlı öyküsünü anımsatıyor.
Öksürüğü vurma -isteği- ile Memur'un ölümü -ölme isteği-arasında kişilerin duygularını tarif etmek açısından güçlü bir paralellik var bana göre.
Öykü bana çok şey anlatıyor ama bir türlü toparlayamıyorum düşüncelerimi. Toparlayabilirsem yazmak isterim.
"smokinlerinin penguen ciddiyeti" "kafa sallama mekanikliği" " kendi-kendine konuşan kollektif dişi kolonisinin karınca mekaniğine" bu ifadeler sıkıntılı bana göre.

oktay'ın öykülerine her zaman ulaşamasam da, merakla okuyorum yazdıklarını.