UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



Kelebek Etkisi ve Kader

01 Ağu 2010
Erhan Çolak

Annesi, eskiden narin olan ellerinde, ondan da önce kızıl olan karaçömlekle içeri girdi. “Babam hatırlar mıydı acaba karaçömleğin kızıl yada annemin ellerinin narin olduğu zamanları?” diye düşünürken; İçten içe gülümsedi. Gülümsediyse de durumun komikliğinden ziyadesi üzücülüğüydü. Bir an için ayrıldığı bakışları tekrar annesine yönelerek, “Ne farkeder ki? Annemin elleri işlerine, karaçömlek pişirmeye devam etmiyor muydu nasılsa? İşini yaptığı sürece ne annemin ellerinin teni, ne de karaçömleğin rengi önemli olacak değil ya?.” "Bugünde mi patates" dediği anda kardeşi İlyas, babası ve annesinin mağrur bakışları birbiriyle kesişti. Keder anı olması gereken bu an, onlara mutluluk vermişti. Sanırım bu zoru kolayca paylaşabildiklerini hissetmelerindendi. Bu bakışmalardan nice böyle anların üstesinden gelmiş olmanın keyfini yaşadıklarını anlamak zor değildi. Hemen ardından babası içten içe hakverir bir ses tonuyla sahtecikten kızıverdi oğluna; "Bunu bulamayanlar da var nankörlük etme de yemeğini ye" dedi kardeşi İlyasa.
Bu mevsimde, akşamın geceye karıştığı, cırcır böceklerinin koro halinde söyledikleri aynı şarkıyla anlaşılırdı buralarda. Ninesinin avludaki sedir üstünde uyuklamaya başlayıp, başının öne düştüğü anlardı bu anlar.O da her zamanki yerindeydi. Bahçenin en ucra köşesinde, söğüt agacının altında.Sevemese de geceleri, yıldızların bu kadar parlak ve çok oluşu ona garip bir huzur veriyordu. Her insanın bir yıldızı olduğunu duymuştu; “Acaba benim yıldızım hangisi?” diye düşünürken; gözü hep en parlaklarına gidiyordu ."Öyle ya en parlak olanlarından biriydi mutlaka" diye düşündü.Sürekli bir iş yapar halde olan annesine seslendi "Anne ben bu gece damda yatsam olmaz mı?" diye. "Olmaz oğlum üşürsün, hem ben oraya yatak döşek çıkaramam şimdi" diye cevapladı annesi.Bu yine kardeşi İlyas ile yatmak zorunda olduğu anlamına geliyordu yer yatağında. Oysaki amcası olduğu zamanlarda hep damda yatarlardı. Ne de çok özlemişti onunla birlikte uçurtma uçurmayı, bağlamasını çalarken onunla birlikte türküler söylemeyi, hep doğruyu yapar herşeyin en iyisini bilir tavırlarını, alkollü eve gelişlerini ve hatta sürekli dilinden düşürmediği Fatoş’unu anlatmasını bile özlemişti.Daha dokuz yıl vardı mahkumiyetinin bitişine. Koskoca dokuz yıl. Amcası, ailesi vermeyince onyedisinde olan Fatma’yı onunda isteğiyle kaçırmış ve yakalanmıştı.Fatma’nın ailesi kızcağıza aşırı baskı yapınca, Fatma’da kaçırılmasında rızası olmadığını beyan etmiş ve böylelikle nerdeyse hiç ceza almayacakken onbir yıla mahkum olmuştu.Sekiz ay kalmıştı Fatmanın onsekizine. Bu sekiz ay yüzünden yatacaktı şimdi onbir yılı. Amcama göre kimilerine hayattaki en büyük ödül olan şey, onun en büyük suçu olmuş, sevmişti.

Ağustosta bitmek üzereydi. Belki başka şehirlerde bahar gibi geçiyordu kışlar, bahda bahçede hayatlar hala devam ediyordu ancak buralarda öyle değildi.Soğuk yine yaşamlarını büzecek, hep içerleyerek bakacaktı dışarı, içeriden. “İçindeki özgürlük tomurcuğu, ilk baharın ilk tomurcuklarına kadar çicek açmayı bekleyecekti” diye düşünürken ninesinin sesiyle irkildi "Oğlum bi bardak su getir bana"...
Yine bir sabah olmuş küçük tarlalarına doğru yola koyulmuşlar ve çoktan çalışmaya başlamışlardı.Orakla, belle tanışması daha boyu onlardan kısayken olmuştu.Yazları en sıkı dostlarıydı, en çok vakti onlarla geçiriyor, en çok derdini onlar dinliyordu.Babası İsmail kadar olmasa da. Toprak annesi, babası,sevgilisi ve bazende çocukları olurdu babasının. Sadece hayatının ve bizlerin geçimini sağlamak için değildi bu çabası. Ne okumuş, ne de bir el sanatı bilirdi.Bir şeyleri değiştirebiliyor olmanın hırsıyla, hayata vururcasına vuruyordu toprağa , sanki bedeninden çok ruhu terliyor ve toksinlerinden arınıyordu.Fakat değiştirebildiği tek şeydi toprağın şekli.

Güneş bile bunalmıştı kendi sıcağından. Bu öğle yemeği vaktinin geldiğine işaretti. Tarlanın hemen kenarındaki kavak ağaçlarının gölgesine sığınıp, çıkınlarından çıkardıklarını yemeğe başlamışlarken, uzaktan hayvan inlemesine yakın bir tonda, hırıltıya benzer bir homurdamayla deli Bahattin gözüktü.Şarkı söylüyordu. “Kıvırcık sarışın saçları mı, çilli suratımı, yoksa ruh hali ne olursa olsun gülümsemeden başka bir ifade olmayan yuzumuydu onu sempatik kılan” diye düşündü. Uzun bacakları vardı Bahattin’in. Köyün çocukları, deliliğinden çok, dizlerinin arkaya fazla esnemesinin komikliğiyle ilgilenip, kendilerine eğlence konusu yaparlardı. Her seferinde "Hadi Bahattin bir kere daha diye" istekte bulunurlar, deli Bahattin de onları hiç kırmaz esnetirdi dizlerini.Yanlarına geldiğinde, hırıltılı nefes alışları arasında yine garip sesler çıkarıyordu, konuşamaz ağzında bir şeyler geveler ama herkese de derdini anlatmayı başarırdı, tıpkı onlara aç olduğunu ve yiyecek bir şeyler istediğini anlatmayı başardığı gibi. Ona yiyeceğinden verdiğinde, yuzundeki ifade hep aynı olmasına rağmen mutluluğunu anlaması zor olmadı. “Bir parça ekmeğin onun kadar mutlu ettiği bir başka insan var mıydı acaba yeryuzunde?” Onun başka birşey yediğini düşünecekti, ama kendi ekmeğinden koparıp vermemiş miydi? Delidir işte deyip geçti.
Günlerin birbiriyle itiş kakış yapmadan, kavga etmeden, tek sıra halinde dizililişlerinden, birbirlerine bu kadar benzemenin sukuneti ve rahatsız edici huzurundan Selim’in duyduğu rahatsızlık artık bitecekti. “Çok az kaldı buralardan ve bu hayattan kurtulmama. On gün sonra yatılı okul başlayacak ve bende yeni bir hayata tabi” diye düşündü.On gün geçti ve yatılı okula başladı.
O günden bu yana tam otuzbeş yıl geçmiş, Selim lisede başladığı yatılı okuldan sonra İstanbu’da hukuk okumuş ve yirmibeş yıl savcılık yaptıktan sonra, emekliliğinin ardından köyünü tekrar görmek istemişti. O kadar bıkmış ve küçümsemişti ki, köyünden ayrıldıktan sonra ilk sekiz, belki de on yıl hiç gelmek dahi istememişti. Halihazırda gelmek istese de kışın okul, yazın çalışma derken fırsat bulamamıştı. O köyden ayrıldıktan iki sene sonra da babaannesi vefat edince; babası,annesi ve kardeşi arada onu görmeye İstanbul’a gelip gidiyorlardı zaten.
Karısı, kızı ve oğlu, oflayıp puflasa da onun gönlünü hoş etmek için bir iki günlüğüne onun köyüne gitme isteğine hayır dememişlerdi.Önce Kırşehir,sonra bodrumdaki yazlık, yolları fazlaca uzayacaktı belki ama, kocasının ve babalarının hatrı için söz konusu dahi edilemezdi.
Buralara onu neyin çektiğini bilmiyordu. Belki memleket hasreti, belki çocukluk özlemi, ya da yaşlanmışlık hissi.
Köyleri, şehirlerarası yola çok yakındı. Karagöz köyü sapağından girince iki kilometre düz ve toprak bir yolun ardından köyün içine giriliyordu. Bu yolun tozunu toprağını az yutmamıştı.Köyde gözüktü işte, bir heyecan kapladı içini.Her tarafa aynı anda bakmaya çalışıyor, küçüklüğündeki iki resim arasındaki farkları bulma bulmacası gibi, aklında kalan resimden şimdiki resme aradaki farkları tespit etmeye çalışıyordu. En yükseği iki katlı olan evlerin çatılarındaki küçük çanak antenler,bazı evlerin bahçesinde tulumba yerine su motorlarına bağlı çeşmeler, bahçelerdeki masa ve sandalyelerin eskiden tahta olanlarının yerine plastik olanlarından ve yeni yapılmış sıvasız bir kaç evin kırmızı tuğlalı görüntüleri. Henüz yedi farkı tamamlayamamıştı ki içindeki tatlı heyecana, fazlaca hüzün, birazda çaresizlik karışıverdi. Evlerinin önüne gelmişlerdi. Önce babasının, iki yıl sonrada annesinin vefatının ardından on beş yıldır evi tüm eşyalarıyla öylece muhafaza ettirmişti. Eskiden günlük sebzelerini yetiştirdikleri yemyeşil bahçeleri, otlar, dikenler ve yabani bitkilerle dolmuş, sarıya çalan kahverengi bir hal almıştı.Ne tandırda pişen bir şey, ne taze ekmek kokusu, ne kümes hayvanlarının sesleri, ne de köpekleri haydutun eve her gelişindeki yalaka hali. O an herşeyin eskiden çok daha farklı olduğunu idrak etti.Köy yolunda yedi farkı bulamamıştı belki ama, kendisi için onlarca fark vardı artık.Tam eve girmek üzereyken, hemen evlerinin önündeki köy yolundan geçen, az sonrada evlerinin önünden geçecek olan traktör dikkatini çekti. Traktörde keyifle sigarasını tüttüren bir adam, çamurluklarında oturan oğulları olduğunu tahmin ettiği iki gençle, günlük işlerini bitirmiş dönüyorlardı. Bir süre sonra çıkardı adamın kim olduğunu.Teki seğiren ela gözleri, yanağındaki daha da büyümüş olan beni ve sarı kaşlarından tanıdı Sarı Ali’yi . Çocukluğundaki en iyi arkadaşı.Tam konuşmak üzere yola çıkıp yolunu kesecekken, gerçek amacını sezemeyip vazgeçti. Geriye döndü. Hasret mi giderecek, yoksa, neleri başardığının, neler yaptığının, ona kıyasla nasıl büyük bir adam olduğunun üzerine geçecek bir konuşmanın ardından, kendi egosunu mu tatmin edecekti? Kızdı kendine. Ben kendi değerlerimle yargılıyorum şu anda onu. “Kendimi mutlu adlediyorum evet, ama nasıl yaşamış olursa olsun onun hayatında benden daha az mutluluk tattığını ve şu anda benden daha az mutlu olduğunu kim söyleyebilir?” diye düşündü.
Geri döndüğünde bahçedeki eski yaveri söğüt ağacı dikkatini çekti. Bu ağacın altında izlerdi yıldızları. Acaba en parlak yıldızın en kısa ömürlü olan olduğunu o zamanlar bilseydi, hala kendi yıldızı seçer miydi en parlak olanları? Sonra dama baktı, amcası geldi aklına, “kimbilir onun gibi “suçlu” kaç kişiyi gönderdim cezaevine ve onlarla ilintili kaç hayatı etkiledim” diye düşündü. Geçmişine bir geziden öte kendisiyle bir hesaplaşmaya dönüyordu bu seyehat, dönmemeliydi.Kontrolü hayatı boyunca sevmişti ve şimdi bu alışkanlığının sayesinde kendi kontrolünü tekrar eline aldı. Evin içine girecek cesareti toplayıp daldı evin içine. Bu arada aileside etrafı dikkatlice izliyordu. Bir maşrapa, kazan, tandır yada karasaban, meraklarını cezbeden şeyleri inceliyorlar; karısı kocasının, çocukları da babalarının çocukluğunu gözlerinin önüne getirmeye çalışıyorlardı.
Evin içindeydi artık. Çocukluğunda sürekli yaparak azar işittiği gibi, yine evi kıyı köşe aramaya başladı. Bir şey bulacağını umduğundan değil, o heyecanı tekrar yaşamak istercesine. Yorgan, döşek yüklüğünün altındaki sandık dikkatini çekti. Hep merakını cezbetmişti bu sandık.Heyecanı biraz daha arttı. Çocukluğunda hiç açmak mümkün olamamıştı.Yükleri indirip sandığı açtı.Bir kaç eski siyah beyaz fotoğraf, annesinin kullanmaya kıyamadığı, hep ileride bir güne bıraktığı ve hala kullanılmamış olan kat kat dantel örtüler, işlemeli yazmalar, kaneviçeler derken, köşede duran kırık testi parçası dikkatini çekti. Eline aldı. Çok geçmedi ki hemen anlamlandırdı.Bu babaannesinin en değerli varlığıydı. Köyünden ayrılmadan bir gece önceki akşam yemeği ve o günkü düşünceleri geçti aklından.
Onbeşindeydi o zaman:
Giriş kapısının hemen yanındaki puslu ayna, gaz lambasının kokusundan daha az gelen ışıltısıyla; sedirin üstünde oturarak yemeğini yiyen babaannesinin, görüntüsünden çok ağız şapırtılarının sesini yansıtıyordu sanki.Yıllarca çıkrıkla ip bükerek, hasır dokuyarak ve göz nuru örgüleriyle biriktirdiği tüm kefen parasını yatırmıştı o damaklarına. “Yemek yerken kullandığı anlarda mı? Yoksa camın pervazındaki toprak çanağın içinde durduğu zamanlarda mı daha iğrençti acaba”. Bu kadar uzun sessiz kalmazdı çok zamanlar ve nihayet sesi de duyuldu "Gelmedi mi daha" dedi hırıltılı bi sesle."Yok ana gelmedi" diye cevapladı babası İsmail efendi. Her akşam hemen hemen bu saatlerde cevapladığı gibi. Babaannesinin evde huysuzluk çıkardığı anların haricinde, varlığının hissedildiği neredeyse tek andı bu an. Kocasının öldüğünü üçüncü yılın sonunda dahi kabullenememişti ve bir gün gelecek diye hala bekler bir haldeydi. Her fırsatta anlatırdı hikayesini cümlelerinin sırasını dahi değiştirmeden:
Kocası Salim bey, at öküz nallamaya köylere gider, aynı zamanda çerçilik yaparmış. Çok taliplisi olan Sümeyye hanım, artık ailesinin evlen baskılarına dayanamayıp, gelen görücülerden biri için istiareye yatmış. Salim beyi ilk kez rüyasında görmüş o gün. Sonra beklemeye koyulmuş. Fakat ailesinin baskıları devam edince, o da yine aynı köydeki anlayışlı eniştesi ve teyzesinin yanına sığınmak zorunda kalmış. Salim bey’ de amcasının bulduğu bir kıza bakmak üzere, yine amcasıyla; Pınarhisar'dan, Kızılca köyüne gidiyorlarmış. Hava kararınca, tanrı misafiri olarak uğramak zorunda kalmışlar Sümeyye hanım’ın teyzesine. Akşam yemeğinde odaya tek gireceği an olan, sofraya su getirdiği anda, elindeki testiyi düşürmesiyle başlamış herşey. Salim bey kırılan testinin sesiyle irkilip, arkasını döndüğünde görmüş Sümeyye hanım’ın yüzünü.Yemekten sonra yataklar açılmış ve Salim bey, baş başa kaldıklarında emmisine söylemiş "Başka köye gitmemize gerek yok emmi ben bu kızı istiyorum" diye. Sormuş soruşturulmuş karşılıklı, ve düğün dernek ardından kurulmuş yuvaları. O gunden beri söyler durur Sümeyye hanım, "Siz o testiye dua edin" yoksa "şimdi hayatta yoktunuz" diye.
Önce elindeki kırık testi parçasına bir daha baktı, sonra da açık kapıdan diğer odadaki merakla etrafı inceleyen çocuklarına. İçinden şöyle dedi.
“Onlarda hayatta olmayacaktı Sümeyye hanım. Sanırım onların çocukları ve onların çocukları da.Hayata kattıkları ve katacakları tüm etkileşimler.
Şimdilerde bunun üzerine kitaplar yazılıyor, filmler çevriliyor. Kimileri kelebek etkisi diyor buna, kimileri de kader.”

Kategori:

Re: Görecelikler Üzerine

Öykü güncellendiği için aşağıdaki yorum güncelliğini kaybetmiş olabilir. Öyküyü yeniden okuduktan sonra yeni bir yorum daha yapabilmeyi umuyorum.

***

Öyküyü okumaya başladım, fakat noktalama işaretlerinin yanlış kullanımı okurun işini bayağı zorlaştırıyor. Nokta ve virgüllerden sonra boşluk bırakılmamış olması göz yoruyor. Bir de virgüllerle ayrılmamış uzun cümleler var ki anlayabilmek için birkaç kez okumak gerekiyor. Bu nedenle okumaya devam edemedim. Öykünün noktalama açısından yeniden gözden geçirilmesi ve foruma ondan sonra yeniden gönderilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bir de "de"lerin ayrı yazılması meselesi var:

""
bizleri zaten pekte şikayet

"bizleri zaten pek de şikayet" biçiminde olmalı.

Sözünü ettiğim düzeltmeleri bir cümleyle örneklemem gerekirse:

""
"Hacı Arif belediyede iş bulmuş şehire taşınıyorlarmış,bugün hanımı vedalaşmaya geldi" dedi annesi konuyu değiştirmek için"iyi gitsin bakalım artık unutur buraları bizleri zaten pekte şikayet ederdi buralardan gitsin görsün bakalım şehri oralar bizlere göre değil"diye cevapladı babası.

"Hacı Arif belediyede iş bulmuş, şehire taşınıyorlarmış, bugün hanımı vedalaşmaya geldi," dedi annesi konuyu değiştirmek için; "İyi gitsin bakalım, artık unutur buraları, bizleri; zaten pek de şikayet ederdi buralardan; gitsin, görsün bakalım şehri; oralar bizlere göre değil," diye cevapladı babası.


Re: Kelebek Etkisi ve Kader

Öncelikle kaderin testi gibi önemsiz bir nesne ile ne kadar yakından ilintili olduğu fikri çok yaratıcı geldi. tebrik ediyorum
Eren Bey'in de belirttiği gibi noktalama yanlışları gerçekten göz yoruyor ve öykünün tadına varmayı engelliyor..
Bir noktada afam karıştı :

Erhan Çolak dedi ki:
Salim beyi ilk kez rüyasında görmüş o gün.”

Acaba Sümeyye Hanım sadece bir rüyaya aşık olup onu beklemek için mi gitti teyzesinin evine? İlahi bir güçle sezinleyerek
Bir de babası şehre çalışmaya giden komşusunu eleştirirken babanın yeniliklere açık olmayan bir insan olduğu izlenimine kapıldım ve oğlunu şehre yatılı okula vermesini yadırgadım açıkçası

ellerinize sağlık


Yine Noktalama...

yada
ya da

""
Gülümsediyse de durumun komikliğinden ziyadesi üzücülüğüydü.

Bu cümlede bir yanlışlık var. "ziyade" genellikle "fazla" anlamıyla kullanılır, buradaki kullanımına aşina değilim.

""
Annemin elleri işlerine, karaçömlek pişirmeye devam etmiyor muydu nasılsa?

Burada neden geçmiş zaman ("muydu") kullanıldığını anlayamadım.

"Bugünde mi patates" dediği anda
"Bugün de mi patates?" dediği anda biçiminde olmalı; ayrıca bu cümle devrik değil de düz olsa daha rahat anlaşılacak gibi geliyor bana. Kardeşi İlyas "Bugün de mi patates?" dediği anda, babası ve annesinin...

Fatma’yı onunda isteğiyle kaçırmış...
Fatma’yı onun da isteğiyle kaçırmış...

Fatma’da kaçırılmasında rızası olmadığını beyan etmiş...
Fatma da kaçırılmasında rızası olmadığını beyan etmiş...

Ağustosta bitmek üzereydi.
Ağustos da bitmek üzereydi.

bahda bahçede hayatlar hala devam ediyordu...
"bağda bahçede" diye biliyordum ben o deyimi. Böyle bir biçimi de olduğundan haberdar değildim. Bir yanlışlık yok değil mi?

""
Orakla, belle tanışması daha boyu onlardan kısayken olmuştu.

Bel neyse, ama bir çocuğun boyunun oraktan kısa olması pek mümkün değildir, yanılıyor muyum? Yani onun orak olduğunu biliyorsa artık oraktan daha uzun olmalıdır.

""
Yazları en sıkı dostlarıydı, en çok vakti onlarla geçiriyor, en çok derdini onlar dinliyordu.Babası İsmail kadar olmasa da.

Burada sanki çocuğun derdini en çok babası dinliyormuş gibi bir anlam çıkıyor. Oysa bir sonraki cümlede olayın bambaşka olduğunu anlıyoruz. Bu cümleler üzerine biraz çalışılmalı bence.

Toprak annesi, babası,sevgilisi ve bazende çocukları olurdu babasının.
Toprak annesi, babası, sevgilisi ve bazen de çocukları olurdu babasının.

Sadece hayatının ve bizlerin geçimini sağlamak için değildi bu çabası.

""
Bu noktada anlatıcı bir anda öykünün içine giriyor.

""
sanki bedeninden çok ruhu terliyor ve toksinlerinden arınıyordu

Burada "toksin" kelimesini görmek beni biraz yadırgattı.

çıkınlarından çıkardıklarını yemeğe başlamışlarken
çıkınlarından çıkardıklarını yemeye başlamışlarken

""
“Kıvırcık sarışın saçları mı, çilli suratımı, yoksa ruh hali ne olursa olsun gülümsemeden başka bir ifade olmayan yuzumuydu onu sempatik kılan”

Bu cümle sanırım şöyle olmalı: “Kıvırcık sarışın saçları mı, çilli suratı mı, yoksa ruh hali ne olursa olsun gülümsemeden başka bir ifade olmayan yüzü müydü onu sempatik kılan?”

"Hadi Bahattin bir kere daha diye" istekte bulunurlar
"Hadi Bahattin bir kere daha," diye istekte bulunurlar

Öykünün bu noktasında artık noktalama ve yazımla uğraşmaktan öyküyü anlayamadığımı fark edip yazımla ilgili yanlışlıkları düzeltmekten vazgeçtim. Düzeltmeden sonra öyküde hâlâ çok sayıda önemli yazım yanlışı olduğu görülüyor. Bence öykünün bu açıdan ciddi bir revizyona girmesi gerekiyor. Nokta, virgül gibi noktalama işaretlerinden sonra mutlaka boşluk bırakılması gerektiği kuralı sık sık çiğnenmiş, ayrı yazılması gereken pek çok yerde "de" ve "mi" kelimeye bitişik yazılmış... Bu konularda biraz daha özenli olunması gerektiği düşüncesindeyim. Öyküyle ilgili düşüncelerimi ayrı bir mesajla göndermeyi düşünüyorum.


Re: Kelebek Etkisi ve Kader

Öncelikle ilginize teşekkür ederim Melissa Ünalan. Şehre çalışmaya giden komşusu noktasını, yorumunuzdan önce kaldırdığımı zannediyordum. Tespitiniz harika doğrusu. Bildiğiniz üzere,istiare,inançlar doğrultusunda, alınacak bir kararın hayır yada şer mi olacağı hakkında bir danışma kurumudur.Bu öyküde, buna ek olarak bir ilhamda verilmiş olabilir. Eskilerde, şimdiye oranla çok daha fazla kullanıldığı kanısındayım. Sizinde eleştirdiğiniz üzere; pek beceremesemde, Sümeyye hanım'ın böyle bir ilhamla hareket ettiğini anlatmak istedim. Sümeyye hanım'ın böyle inanıyor olması ve bu ilhamla hareket etmesi eleştirisine pek katılamayacağım zira Sümeyye hanım'ın düşüncesi ve inancı öyle. Ancak anlatımın biraz zayıf kaldığını kastediyorsanız bence de haklısınız. Aslında testi kırılacağı için mi kırıldı? Yoksa Sümeyye hanım'ın istiaresi sonucu orda bulunduğu için mi? Bunu sormak istedim. Kader ve kelebek etkisi kavramları da bu noktada ayrışıyor bence.
Katkınız için çok teşekkür ederim.


Re: Kelebek Etkisi ve Kader

Öyküdeki noktalama ve yazım yanlışlarına daha uzun uzun değindiğim için bu notta diğer hususlara eğilebilmeyi umuyorum.

Amcasının mahkumiyetiyle ilgili "bilgilendirici" bölümün öyküde ne gibi bir işlev gördüğünü pek iyi anlayamadım. Daha sonra bir yerde "kim bilir kaç kişiyi suçsuz yere hapse gönderdim acaba?" sorgusu dışında hiçbir yerde değinilmiyor.

“İçindeki özgürlük tomurcuğu, ilk baharın ilk tomurcuklarına kadar çicek açmayı bekleyecekti” Bunu düşünen çocuğun ortaokul seviyesinde olduğu düşünülürse cümle biraz fazla edebî kaçmıyor mu?

Selim'in yatılı okula gideceğini haber veren paragraf güzel başlıyor, ama pek iyi ifade edilememiş cümlelerden sonra aniden bitiveriyor. Bütün paragraf yalnızca birbirini kovalayan günlerin rahatsız edici huzuru konusunda bir şey söyleyebilmek için yazılmış havası veriyor...

Öykünün bu haliyle oldukça taslak bir durumda olduğunu düşündüm. Olayların, kişilerin birbirlerine bağlanma biçimi belirli bir kurguya göre değil de rastgele gerçekleşiyormuş gibi bir izlenim edindim. Adını duyduğumuz pek çok kişi, Selim'in düşündüğü ve söylediği pek çok şey neden bu öyküde yer alıyorlar, diye uzun uzun düşündüm; ama çoğu zaman bir cevap bulamadım.

Öykü konuşma diliyle yazılmış gibi hissettim. Bunda noktalama konusundaki özensizliğin büyük payı olduğunu düşünüyorum. Dinlesem rahatlıkla anlayabileceğim bir hikâyeyi okuyunca anlayamadım. Hikâye yazıya yeterince özen gösterilmeden aktarılmış diye düşünüyorum.

Şöyle düşünüyorum: Erhan Çolak bu öykünün çıktısını alsa ve daha önce hiç okumamış birisine sesli olarak okutup hiç metne bakmadan, düzeltme yapmadan yalnızca dinlese benim tam olarak neler hissettiğimi daha iyi anlayacaktır sanırım.


Re: Kelebek Etkisi ve Kader

Eren Bey, (belki buradaki "bey" böyle yazılması gerekiyordu ancak gözümü öyle korkuttunuz ki oradaki b! yi büyük yazıp daha saygılı gözükmek istedim.:)İşaretler konusunda kastettiklerimden, buradaki Smile kullanımını tenzih ediyorum. Maalesef bir parça bağımlılığım benim de var.Smile ("bir parça mı?" dedim:))
Gramer olarak eleştirilerinize katılmamak mümkün değil. Umarım bu tip hataları günden güne daha az yapacağım. Ancak bir noktada görüşümü belirtmek isterim.
Alıntı:
Gülümsediyse de durumun komikliğinden ziyadesi üzücülüğüydü.
Evet. Burada ziyadesiyle kelimesiyle kastettiğim, sizinde belirttiğiniz üzere fazla manasıdır. Annesinin ellerinin fonksiyonelliğinden öte öneminin olmayışında, karaçömlek gibi sadece işlevselliğinin önemsenmesi ve estetiğinin yok sayılmasında bence trajik bir komiklik var. Çocuk bu komikliği farkediyor, fakat mevcut psikolojisine üzgünlüğü daha hakim. En azından benim anlatmaya çalıştığım buydu.
Diğer kinayeli yorumlarınız için söyleyeceğim bir şey yok. Siz zaten söylemişsiniz gerekeni. Sadece teşekkürlerimi belirtmek isterim. Bu siteye, henüz bir kaç gündür üyeyim. Ancak bu içerikte bir çok siteyi incelemiş biri olarak, şimdiden bir çok kazanımım oldu. Aradaki büyük müspet farkı anlatmaya kalkmayacağım, zira imla hatası yapıp eleştiri almaktan çekiniyorum:)(Acaba gülme işaretinden sonra da boşluk bırakmalı mıydım? O da bir noktalama işareti olmuş mudur artık? Bu sorum bu yazıyı buraya kadar okuma sabrını göstermiş herkese.Bu soruma katkıda bulunursanız çok memnun olurum.


Re: Kelebek Etkisi ve Kader

Bana yalnızca "eren" demenizi tercih ederim. Ben de sitedeki herkese, kişisel tanışıklığım bulunmadığı sürece kullanıcı adıyla hitap ediyorum, size de bu nedenle Erhan Çolak demeyi tercih ediyorum.

""
Gülümsediyse de durumun komikliğinden ziyadesi üzücülüğüydü.

Bu cümleyle söylemek istediğiniz şeyi anladım anlamasına da ifadenin yanlış olduğunu düşünüyorum. Yani bu cümlenin sizin anlatmaya çalıştığınız şeyi anlatmadığını düşünüyorum. En azından ben daha önce böyle bir kullanım görmedim; benim görmemiş olmam da kullanımın yanlış olduğunu göstermez. Belki diğer arkadaşlar da yorumlarıyla katkıda bulunmak isterler.

Yorumlarımı kinayeli bulmuşsunuz. Buna biraz şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Düşüncelerimi elimden geldiğince açık ve doğrudan ifade etmeye çalışmıştım. Öyküye yönelik eleştirimi kişisel boyutta algılamamış olduğunuzu ummaktan başka bir şey gelmiyor elimden.


Re: Kelebek Etkisi ve Kader

Bilhakis, yorumlarınızdan çok memnun ve mutlu oluyorum. Kinayeden kastım, manada değil, şekil olarak. Dikkatli yaklaşımının sonucunun göstergesi olarak algılıyorum.