Edebiyathaber sitesinde Dublinliler üzerine Şenay Çınar tarafından yayımlanmış yazıda Eveline'e tematik olarak değinilmiş. Öykü üzerine genel yargıyı aşağıdaki cümle özetliyor:
""
Eveline önünde hiçbir engel olmamasına rağmen tutsaklığına devam etmeyi seçer...
"Rutin", "Paralize Olma Hali" ve "Kaçma Arzusu" temaları aracılığıyla kitabı değerlendiren yazıda, Eveline için şu saptamalar yapılmış.
""
Rutinin yarattığı tutsaklığın bir diğer şekli “Eveline” öyküsünde görülür. Ana karakter Eveline’in hayatı sıradan gündelik olaylardan oluşur. Bir mağazada çalışan Eveline için hayat babası ve kardeşleriyle yaşadığı evin gündelik işlerini yapmak ve çalışmak arasında geçmektedir. Ev onun bu tutsaklığının merkezi olarak, alışılmış nesneleriyle; dışarıya karşı bir çeşit korunak olarak karşımıza çıkar. Böylelikle sürekli aynı işlerin yapılması ve bir tür değişememeden kaynaklanan tutsaklık Eveline’in hayatı için de geçerlidir.
""
Frank ile beraber Arjantin’e giden gemiye son anda binmekten vazgeçen Eveline’in durumu tam olarak paralize olma halini yansıtır. Eveline’in ölmüş annesinin evi ve aileyi ona emanet etmesi Eveline’i paralize eder ve kendi hayatını yaşamayı seçmesini engeller. Annesine verdiği söz Eveline’in sürekli aklındadır ve aslında toplumsal bir duruma da işaret eder. Toplumun ondan beklediği bilmediği bir erkekle uzak bir ülkeye gitmesi değil, kalıp babası ve kardeşine bakmasıdır.
""
Eveline’in Dublin’den kaçma isteği ise bambaşka ve oldukça uzak bir ülkeye gitme şeklindedir. Sevgilisi Frank uzak ülkelerden gelen, ona uzak ülkelerden hikâyeler anlatan bir gemicidir. Eveline’in kaçma isteği, uzak bir ülkede yeni bir hayat kurma isteğinden ileri gelir. Sevgilisiyle beraber Buenos Aires’e gidecek ve “Frank’le bir başka hayatı keşfe çıkacaktı” (45). Böylelikle, Dublin’den uzaklaşmak Eveline için, evden uzaklaşmak ve bilmediği bir ülkede yeni bir hayat kurmak anlamına gelir.
Acaba bu temalar başka anlamlara geliyor olabilir mi ya da biz onları bu halleriyle başka ruh durumlarına bağlayabilir miyiz, merak ediyorum?
"Gençlik" dönemini ele alan hikâyelerin ilki olan "Eveline"e adını veren kız, tutsaklık temasının en güçlü örneklerinden birisidir. Bıktırıcı ve renksiz bir hayat yaşayan Eveline de bir kaçışı tasarlar. Bu, okuldan kaçmak gibi değil, daha ciddi bir karar olmak durumundadır: kendisini seven bir denizciyle evlenip Arjantin'e yerleşmek. Eveline son anda bunu başaramaz, bildiği dünyaya çakılmış gibi kalır. Eveline'in bu manevi tutsaklığı Joyce'un sevdiği simgelerle örülmüştür. Duvara asılı papaz fotoğrafı, tutsaklığın diní yanını gösterir. Bir gerçekleşmemiş romansı ima edilen hayatı Eveline'inki gibi usandırıcı bir monotonluk içinde geçen annesi, gene de bu düzeni sürdürmesini kızına vasiyet etmiştir. O da, muhafazakâr İrlanda kadınlığının, analığının simgesidir. İçkici ve geçimsiz, bencil baba, İrlanda gardiyanlarının erkek kesiminden tanıdık bir örnektir.
turgut tarafından Kas 15th, 2012 günü 0:15 sularında gönderildi.
Çeviriyi özellikle sordum, keza bazı sözcük seçimleri beni hep kuşkuya düşürüyor. Örneğin "kreton kokusu" derken neyi kast ettiğini anlamıyorum yazarın. TDK sözcüğü "bir tür keten, patiska ya da basma" olarak tanımlıyor.
Pencerenin önüne ilişmiş dışarıyı izleyen Eveline (aslında bizim Sıdıka modeli bir kızcağız) oturduğu döşeğin, giydiği eprimiş kıyafetlerin ya da ahşabın ve onu örten kumaşların tozla karışık kokusunu duyuyor. Buna "kreton kokusu" dendiğinde bir afallıyorum. Eter yemiş gibi dönüyor kafam. Hani çevirinin yapıldığı tarihsel aralığın dili başka desem, o da o kadar değil. "Burnunda patiskanın tozlu kokusu" dense olmayacak mı; kestiremedim.
Barış Acar tarafından Kas 15th, 2012 günü 0:18 sularında gönderildi.
Dili ve yorumları bırakıp yeniden öyküye dönersem, en çok Bohem Kız oyununu izleme detayını sevdiğimi söyleyebilirim. Eveline'in kendini uzak bir ülkede nasıl gördüğünü okurun bilinçaltına sakince sokuveren enfes bir detay.
Barış Acar tarafından Kas 15th, 2012 günü 0:24 sularında gönderildi.
Aslında, bu öyküye geçtiğim zaman, aklımın bir köşesine daha önce okuduğum öyküleri not etmiştim çünkü bir hayli bütünlüklü, birbiri ile ilintili öyküler hepsi.
Bana göre ise -tutsaklık elbette çok mühim bir öge tabii ki ama- bir seçim anı daha baskın. Eveline o yeni hayatı, Barış Acar'ın yerinde bir tespitle açıkladığı gibi o "bohem kızı" mı, yoksa annesinin vasiyetini, İrlanda'yı, kötü ama güvenli baba evini mi tercih edecektir? Benim için bu daha önde çünkü James Joyce'un da yaşamına baktığımızda, kendisinin de Dublin'den ayrıldığını görmekteyiz. Benim gözümde böyle bir bağlantı var kısacası. Baskıcı, muhafazakâr, milliyetçi, ("Pis İtalyanlar! Ne işleri var burada!") sürekli "başkalarının gözünde" değerinin belirlendiği (ve tüm bunların ötesinde belki daha kişisel, yani başka, güzel bir hayatın özlemi içinde) o katı Dublin'den kurtulma isteği.
Bir de, hazır James Joyce söz konusu iken, daha evvel forumda konuştuğumuz bir konuyu da burada anmak isterim: Epifani James Joyce, Dublinliler'de sık sık epifani tekniğinden yararlanıyor. Öykünün son kısmı da bunun çok güzel, çok açık bir örneği.
""
Bir çan çaldı yüreğinin üstünde. Elini kavradığını duydu:
“Gel!”
Dünyanın bütün denizleri yüreğini kuşattı. Frank o dalgaların içine çekiyordu onu: boğacaktı. İki eliyle demir parmaklığa sarıldı.
“Gel!”
Hayır! Hayır! Hayır! Olmazdı. Elleri deli gibi tutundu demirlere. Denizler içine bir acı çığlığı saldı.
“Eveline! Evvy!”
Frank geçti turnikeyi, gelmesi için ona seslendi. Herkes de ona yürüsün diye bağırıyordu, ama o hâlâ Eveline’i çağırıyordu. Bembeyaz yüzünü çevirdi ona, edilgin, çaresiz bir hayvan gibi. Gözlerinde ne bir sevgi vardı ne bir veda ne de bir tanışıklık.
turgut tarafından Kas 15th, 2012 günü 0:33 sularında gönderildi.
Tutsaklık temasını biraz geri plana itmişim sanırım. Bunu da vurgulamak gerek. Seçimi oluşturan en büyük etken de tutsaklık elbette. Kitabın "çocukluk" ve "gençlik" olarak adlandırabileceğimiz hikâyelerin bütünlüğüne zaten bu hakim.
Eveline’in geçimsiz babasının şirinliklerini hatırlama anlarından keskin kopuşu annesinin ölmeden önceki son sözleri sağlar:
“Derevaun Seraun! Derevaun Seraun!”
İrlanda dilinde bir ismi anımsatan bu kelimeler Eveline’in annesinin de deliliğe sığınmadan önce hayatını değiştirmek istediğini ve belki de ilk gençlik yıllarında gizli bir sevgilisi olduğunu ima eder.
Çünkü ‘Derevaun Seraun’ Eveline’in babasının ismi değildir. Bu kelimeler her ne kadar kuşaktan kuşağa geçen geleneksel ataerkil yapının anne ve kız üzerinde bıraktığı tahribatı yansıtsa da, simgesel anlamda dile geçemeyen anne ve kızın deliliğe geçişinin, bastırılan alternatif dilin kadın dili olduğunu kanıtlaması açısından önemlidir.
Turgut'un ifadesi içimdeki sıkıntıyı söktü bir parça. "Tutsaklık" tek başına eksik geliyordu. "Seçim" deyince çerçeve tamamlandı. Bana göre Joyce tutsaklığı anlatmıyor "tutsaklığı seçmeyi" anlatıyor burada. İkisi kesinlikle aynı anlama gelmiyor.
Barış Acar tarafından Kas 15th, 2012 günü 0:42 sularında gönderildi.
Eveline'in ilk paragrafı için yeniden yazım denemesi:
""
Pencere, her gün olduğu gibi bugün de, sokağın üstüne kademe kademe çöken geceyi gösteriyordu. Karanlık, yolun karşısındaki evlerin sıvası dökülmüş duvarlarına dipten dipten sokulmuştu; önce gündüzcü kediler kaybolmuştu ortalıktan, sonra bütün gün bir aşağı bir yukarı koşuşturan burnu sümüklü çocuklar, en son da akşam yemeğine yetişeceğim diye ezanı hızlı hızlı okuyan hocanın sesi.
Barış Acar tarafından Kas 18th, 2012 günü 1:44 sularında gönderildi.
Elimdeki Edebiyat Ortamı dergisinin 22. nüshasında Mustafa Aydoğan imzalı "Güncel'in Tarihi Üzerine Kısa Notlar" adlı yazıda, esasen tamamen farklı bir konuda yoğunlaşan ama bende her nasılsa bu öykünün çağrışımını yapan bir paragraf okudum.
""
Sadece "kaybediş"in söz konusu olduğu durumlarda trajikten bahsedilemez. Sonucun mutlak "kaybediliş"le ya da "düş kırıklığı" ile neticelenmesi "dramatik olan"ın konusudur. Trajedide, "iki büyük değer"den biri kaybedilirken diğeri kazanılır. Ve kayıp ve kazanç "aynı anda" gerçekleşir. (sf. 12)
Eveline'in durumuna trajik olarak bakmamızdaki anahtar da sanırım bu. Yeniyi, yani birinci büyük değeri, kaybederek tutsaklığı seçen Eveline, yola elinde bir işi ve evi olarak devam edecektir. Bu durumla alıntıladığım paragraf arasında kimi paralellikler görüyorum.
turgut tarafından Ara 21st, 2012 günü 20:40 sularında gönderildi.
Cogito'nun "Trajik" üzerine sayısında bu konuya ucundan değinmiştim. İznim olmadan ve kaynak göstermeden yazıyı yayımlayan şu blogtan okunabiliyor: Deus ex Machineye Karşı Zerdüşt
Barış Acar tarafından Ara 21st, 2012 günü 20:56 sularında gönderildi.
Dikkatli bir Barış Acar okuyucusu olsam da trajik üzerine yazılan bu makale gözümden kaçmış. Makalenin kaynak gösterilmeden de bu denli rahat kullanılabilmesi şaşırtıcı, hele de bir hekim üzerinden. "Hekimsen kendini tedavi et" sözünün tıp etiğinin temeli olduğunu hatırlamakta fayda var sanırım.
Kuçuradi'nin notları zihin açıyor:
""
Trajik olan sınır aşımıdır. Sıradan insan yüksek değerlerin farkına varamadığı için trajedi yaşayamaz. İsmene bunun en güzel örneğidir. “Sınır aşmayı” aklına bile getirmemiştir. Bunu ancak Antigone söylediğinde düşünür ve o anda fikrinden ürker.
Barış Acar'dan :
""
Tragedyaya egemen olan, nedeni olmayan sonuçlarla sonucu olmayan nedenlerdir. [5] Acı acı olarak kalır, sevinç sevinç olarak. Bunlar indirgenmez ya da karşıtına dönüşmezler; olduğu gibi kabul edilirler. Kaos düzenlenmez. Dışarıdan müdahaleyle kurulacak her türlü hiyerarşiye karşıdır. Kendi içinde geliştirdiği sıralanma doğal olanın tezahürüdür.
Değiştirilemez olan akla "kader" düşüncesini akla getiriyor. Yani, değiştirilemez olan ya da müdahele edilemez olan noktasında bu iki kavram birbirine giriyor zihnimde. Trajediyi, tanrısal olana dayandırma da bununla mı ilgili?
Cihan Başbuğ tarafından Ara 22nd, 2012 günü 20:54 sularında gönderildi.
Eveline, erkeğin bir fantazisidir. onun için Eve-line 'dır. Yani bir hattır, sınırdır, kenar süsüdür. başka bir ifade ile söylersek "kadın", herhangi bir kendiliğe sahip değildir ve tam da bunun için erkek kendisine muhattap kılmak için kadını; ana, karı, kız kardeş, nine, şeytan, melek vs. olarak düşler. işte eveline, eve olarak bu tasarımdır, tabir yerinde ise bu tasarımdan başka birşey değildir. o, "havva"dan ibarettir. Ama tasarımı mümkün kılan "line"dır ve böylece eve-line tasarımın gerçekleşirken kendisini feshidir. çünkü "line" bir sınırdır. işte eveline her ne kadar havva olarak tanımlanmak istense de, "kendindeliğinden" , salt havva'lığından kopmak durumundadır. yani, onun havvalığı ancak bir havva olmamazlık bağlantısı ile (line) ile gerçekleşebilmektedir.
tüm bunları söyledikten sonra, frank meselesine gelebiliriz. eveline 'nın frank' te gördüğü bir olanaktır sadece. yani line'a dair bir olanaktır. eveline 'in havva (eve)'den ibaret olmadığına dair bir fikir. sınırın, kenarın sonsuz olanaklarına dair cesur bir atılımdır frank; "başka bir hayatın keşfine" dairdir. frank ile line(sınır/ kenar) meselesini onun bir gezgin oluşunda da takip edebiliriz.Gezginlik "sınır" kavramında içsel bir dönüşümü gerçekleştirmek ile mümkün olur. eğer bir vatanın var ise olsa olsa bir "Alamancı" ya da daha romantik bir ifade ile "gurbetçi"sindir, gezgin değil. gezginler vatanlar arasındaki sınırları tüm dünyaya genişletenlerdir, yani tüm dünyayı bir sınırsallık olarak tasavvur ederler ve böylece sürekli bir bağlanımsallığı edimleştirirler.
işte onun içindir ki, frank'i reddeden eveline kendisine biçilen kimliğin kendiliğine indirgenir. yani bir saflık/arılık metafiziği ortaya çıkar burada. babanın aptalca yabancı düşmanlığı ("Pis İtalyanlar! Ne işleri var burada") ile havva (eve)'nin bağlanımsızlığı/kendiliği aynı safça arılık dilini konuşurlar. çünkü adem'in oyuncağı olarak yaratılan havva -ki "kadının özü" böylece tanrısal olarak addedilmiş olur- "line'sız bir eva" olarak havva ("eveline olmayan eve"), ilişkiselliği reddeden, kristalleşmiş saf bir ideal kendindeliktir. havva, kavramın soğuk parmaklıklarına kapatılmıştır. onun için yüzü bir ölünün yüzü gibi bembeyazdır. öykünün son cümlesi, havva'daki arılık/ kendindelik metafiziğini çok güzel ifade eder : "Gözlerinde ne bir sevgi vardı ne bir veda ne de bir tanışıklık."
***
eveline, annesi tarafından kandrılarak mı dublin'de kalmaya, vatanına /ailesine hizmet etmeye mecbur kılınmıştır. hayır! Eveline, zaten Adem'in karısıdır. yani Eve "özünü" kabul ettiği oranda yüreğinden gelen çan sesine kulak vermektedir.tanrı onu adem den sonra; ikincil bir kimlikle yaratmıştır. "yüreğinin üzerinde çalan" çandan çınlayan ses işte bunu hatırlatmaktadır. yani hiç de kandrılmış falan değildir o, bir "Alamancı" gibi "yürekten" anavatanını istemiştir : "işi zordu-hayatı zordu- ama şimdi tam da bırakıp gitmek üzereyken o kadar da istenmeyecek bir hayat değil gibi geldi" havva(eve)'nın bırakamadığı şey "yüreğinden gelen ilahi sesten" yani "kendisinden"/ "kadınlık kimliğinden" başka bir şey değildir: yani metafiziktir...
oktay tarafından Ara 23rd, 2012 günü 21:18 sularında gönderildi.
Re: James Joyce - Eveline
Çevirmen bilgisini de ekleyebilir miyiz?
Re: James Joyce - Eveline
Edebiyathaber sitesinde Dublinliler üzerine Şenay Çınar tarafından yayımlanmış yazıda Eveline'e tematik olarak değinilmiş. Öykü üzerine genel yargıyı aşağıdaki cümle özetliyor:
"Rutin", "Paralize Olma Hali" ve "Kaçma Arzusu" temaları aracılığıyla kitabı değerlendiren yazıda, Eveline için şu saptamalar yapılmış.
Acaba bu temalar başka anlamlara geliyor olabilir mi ya da biz onları bu halleriyle başka ruh durumlarına bağlayabilir miyiz, merak ediyorum?
Kaynak
Re: James Joyce - Eveline
Kitabın önsözünde Murat Belge şunlara değinmiş:
Re: James Joyce - Eveline
Çeviriyi özellikle sordum, keza bazı sözcük seçimleri beni hep kuşkuya düşürüyor. Örneğin "kreton kokusu" derken neyi kast ettiğini anlamıyorum yazarın. TDK sözcüğü "bir tür keten, patiska ya da basma" olarak tanımlıyor.
Pencerenin önüne ilişmiş dışarıyı izleyen Eveline (aslında bizim Sıdıka modeli bir kızcağız) oturduğu döşeğin, giydiği eprimiş kıyafetlerin ya da ahşabın ve onu örten kumaşların tozla karışık kokusunu duyuyor. Buna "kreton kokusu" dendiğinde bir afallıyorum. Eter yemiş gibi dönüyor kafam. Hani çevirinin yapıldığı tarihsel aralığın dili başka desem, o da o kadar değil. "Burnunda patiskanın tozlu kokusu" dense olmayacak mı; kestiremedim.
Re: James Joyce - Eveline
Turgut'un notlarına bakılırsa; demek ki, Murat Belge Dublinliler üzerine bir yorumda bu tutsaklık meselesini okumuş, Şenay Çınar da Belge'den okumuş.
Ben ise tutsaklıktan başka türlü düşünmenin yolu var mıdır, onu arıyorum?
Re: James Joyce - Eveline
Dili ve yorumları bırakıp yeniden öyküye dönersem, en çok Bohem Kız oyununu izleme detayını sevdiğimi söyleyebilirim. Eveline'in kendini uzak bir ülkede nasıl gördüğünü okurun bilinçaltına sakince sokuveren enfes bir detay.
Re: James Joyce - Eveline
Derevaun Seraun'un anlamını araştırırken bir İrlandaca çevili portalında aşağıdaki notu buldum:
"Keyfin sonu acıdır." anlamında bir deyim ya da vecize sanırım. Ancak İrlandaca olup olmadığı ya da Joyce'un uydurup uydurmadığı da belli değil.
Re: James Joyce - Eveline
Aslında, bu öyküye geçtiğim zaman, aklımın bir köşesine daha önce okuduğum öyküleri not etmiştim çünkü bir hayli bütünlüklü, birbiri ile ilintili öyküler hepsi.
Bana göre ise -tutsaklık elbette çok mühim bir öge tabii ki ama- bir seçim anı daha baskın. Eveline o yeni hayatı, Barış Acar'ın yerinde bir tespitle açıkladığı gibi o "bohem kızı" mı, yoksa annesinin vasiyetini, İrlanda'yı, kötü ama güvenli baba evini mi tercih edecektir? Benim için bu daha önde çünkü James Joyce'un da yaşamına baktığımızda, kendisinin de Dublin'den ayrıldığını görmekteyiz. Benim gözümde böyle bir bağlantı var kısacası. Baskıcı, muhafazakâr, milliyetçi, ("Pis İtalyanlar! Ne işleri var burada!") sürekli "başkalarının gözünde" değerinin belirlendiği (ve tüm bunların ötesinde belki daha kişisel, yani başka, güzel bir hayatın özlemi içinde) o katı Dublin'den kurtulma isteği.
Bir de, hazır James Joyce söz konusu iken, daha evvel forumda konuştuğumuz bir konuyu da burada anmak isterim: Epifani James Joyce, Dublinliler'de sık sık epifani tekniğinden yararlanıyor. Öykünün son kısmı da bunun çok güzel, çok açık bir örneği.
Re: James Joyce - Eveline
Son satırlar içinde yer alan "İki eliyle demir parmaklığa sarıldı." ifadesi öyle güçlü ki, "tutsaklık" temasından uzaklaşmak kolay görünmüyor.
"Gözlerinde sevgi, veda ya da tanışıklık olmayan bir hayvan gibi" kalakalmışlık tutsaklıkla açıklanabilir mi; belki de en iyi öyle açıklanabilir.
Düşünmeli.
Re: James Joyce - Eveline
Tutsaklık temasını biraz geri plana itmişim sanırım. Bunu da vurgulamak gerek. Seçimi oluşturan en büyük etken de tutsaklık elbette. Kitabın "çocukluk" ve "gençlik" olarak adlandırabileceğimiz hikâyelerin bütünlüğüne zaten bu hakim.
Yeni. Yeniyi arama isteği. Esaretten kurtulma çabası.
Re: James Joyce - Eveline
Yeliz Kızılarslan - James Joyce ve Eveline - Biamag
Re: James Joyce - Eveline
Turgut'un ifadesi içimdeki sıkıntıyı söktü bir parça. "Tutsaklık" tek başına eksik geliyordu. "Seçim" deyince çerçeve tamamlandı. Bana göre Joyce tutsaklığı anlatmıyor "tutsaklığı seçmeyi" anlatıyor burada. İkisi kesinlikle aynı anlama gelmiyor.
Re: James Joyce - Eveline
Yeliz Kızılarslan'ın yazısını çok sevdim. Teşekkürler.
Re: James Joyce - Eveline
Eveline'in ilk paragrafı için yeniden yazım denemesi:
Re: James Joyce - Eveline
Elimdeki Edebiyat Ortamı dergisinin 22. nüshasında Mustafa Aydoğan imzalı "Güncel'in Tarihi Üzerine Kısa Notlar" adlı yazıda, esasen tamamen farklı bir konuda yoğunlaşan ama bende her nasılsa bu öykünün çağrışımını yapan bir paragraf okudum.
Eveline'in durumuna trajik olarak bakmamızdaki anahtar da sanırım bu. Yeniyi, yani birinci büyük değeri, kaybederek tutsaklığı seçen Eveline, yola elinde bir işi ve evi olarak devam edecektir. Bu durumla alıntıladığım paragraf arasında kimi paralellikler görüyorum.
Re: James Joyce - Eveline
Cogito'nun "Trajik" üzerine sayısında bu konuya ucundan değinmiştim. İznim olmadan ve kaynak göstermeden yazıyı yayımlayan şu blogtan okunabiliyor: Deus ex Machineye Karşı Zerdüşt
Re: James Joyce - Eveline
Felsefe Forumu kaynak göstererek aynı yazıya yer vermiş (Dipnotları da unutmadan): Deus ex Machineye Karşı Zerdüşt
Yazının yayımlandığı orijinal kaynak: http://www.ykykultur.com.tr/dergi/cogito-tragedya
Trajik üzerine, benim de çok faydalandığım, İoanna Hoca'nın kitabından notlar: İonna Kuçuradi, Max Scheler ve Nietzsche'de Trajik Olan
Re: James Joyce - Eveline
Dikkatli bir Barış Acar okuyucusu olsam da trajik üzerine yazılan bu makale gözümden kaçmış. Makalenin kaynak gösterilmeden de bu denli rahat kullanılabilmesi şaşırtıcı, hele de bir hekim üzerinden. "Hekimsen kendini tedavi et" sözünün tıp etiğinin temeli olduğunu hatırlamakta fayda var sanırım.
Kuçuradi'nin notları zihin açıyor:
Barış Acar'dan :
Değiştirilemez olan akla "kader" düşüncesini akla getiriyor. Yani, değiştirilemez olan ya da müdahele edilemez olan noktasında bu iki kavram birbirine giriyor zihnimde. Trajediyi, tanrısal olana dayandırma da bununla mı ilgili?
Re: James Joyce - Eveline
Eveline, erkeğin bir fantazisidir. onun için Eve-line 'dır. Yani bir hattır, sınırdır, kenar süsüdür. başka bir ifade ile söylersek "kadın", herhangi bir kendiliğe sahip değildir ve tam da bunun için erkek kendisine muhattap kılmak için kadını; ana, karı, kız kardeş, nine, şeytan, melek vs. olarak düşler. işte eveline, eve olarak bu tasarımdır, tabir yerinde ise bu tasarımdan başka birşey değildir. o, "havva"dan ibarettir. Ama tasarımı mümkün kılan "line"dır ve böylece eve-line tasarımın gerçekleşirken kendisini feshidir. çünkü "line" bir sınırdır. işte eveline her ne kadar havva olarak tanımlanmak istense de, "kendindeliğinden" , salt havva'lığından kopmak durumundadır. yani, onun havvalığı ancak bir havva olmamazlık bağlantısı ile (line) ile gerçekleşebilmektedir.
tüm bunları söyledikten sonra, frank meselesine gelebiliriz. eveline 'nın frank' te gördüğü bir olanaktır sadece. yani line'a dair bir olanaktır. eveline 'in havva (eve)'den ibaret olmadığına dair bir fikir. sınırın, kenarın sonsuz olanaklarına dair cesur bir atılımdır frank; "başka bir hayatın keşfine" dairdir. frank ile line(sınır/ kenar) meselesini onun bir gezgin oluşunda da takip edebiliriz.Gezginlik "sınır" kavramında içsel bir dönüşümü gerçekleştirmek ile mümkün olur. eğer bir vatanın var ise olsa olsa bir "Alamancı" ya da daha romantik bir ifade ile "gurbetçi"sindir, gezgin değil. gezginler vatanlar arasındaki sınırları tüm dünyaya genişletenlerdir, yani tüm dünyayı bir sınırsallık olarak tasavvur ederler ve böylece sürekli bir bağlanımsallığı edimleştirirler.
işte onun içindir ki, frank'i reddeden eveline kendisine biçilen kimliğin kendiliğine indirgenir. yani bir saflık/arılık metafiziği ortaya çıkar burada. babanın aptalca yabancı düşmanlığı ("Pis İtalyanlar! Ne işleri var burada") ile havva (eve)'nin bağlanımsızlığı/kendiliği aynı safça arılık dilini konuşurlar. çünkü adem'in oyuncağı olarak yaratılan havva -ki "kadının özü" böylece tanrısal olarak addedilmiş olur- "line'sız bir eva" olarak havva ("eveline olmayan eve"), ilişkiselliği reddeden, kristalleşmiş saf bir ideal kendindeliktir. havva, kavramın soğuk parmaklıklarına kapatılmıştır. onun için yüzü bir ölünün yüzü gibi bembeyazdır. öykünün son cümlesi, havva'daki arılık/ kendindelik metafiziğini çok güzel ifade eder : "Gözlerinde ne bir sevgi vardı ne bir veda ne de bir tanışıklık."
***
eveline, annesi tarafından kandrılarak mı dublin'de kalmaya, vatanına /ailesine hizmet etmeye mecbur kılınmıştır. hayır! Eveline, zaten Adem'in karısıdır. yani Eve "özünü" kabul ettiği oranda yüreğinden gelen çan sesine kulak vermektedir.tanrı onu adem den sonra; ikincil bir kimlikle yaratmıştır. "yüreğinin üzerinde çalan" çandan çınlayan ses işte bunu hatırlatmaktadır. yani hiç de kandrılmış falan değildir o, bir "Alamancı" gibi "yürekten" anavatanını istemiştir : "işi zordu-hayatı zordu- ama şimdi tam da bırakıp gitmek üzereyken o kadar da istenmeyecek bir hayat değil gibi geldi" havva(eve)'nın bırakamadığı şey "yüreğinden gelen ilahi sesten" yani "kendisinden"/ "kadınlık kimliğinden" başka bir şey değildir: yani metafiziktir...
Re: James Joyce - Eveline
Sarnıç Öykü'nün 18. sayısı Joyce'un Dublinliler'i üzerine. Bir kaynak olarak bakılabilir.