UzunHikâye Öykü, inceleme, eleştiri



İznikli Leylek

05 May 2009
Barış Acar

Haldun Taner,
"İznikli Leylek",
Onikiye Bir Var,
Ankara, Bilgi Yayınevi, 1983,
s. 54-62.

İndirmek için tıklayınız:
Öykü forumdan kaldırılmıştır (Bkz: Forum İşleyişi).

Kategori:

Re: İznikli Leylek

Bugün artık salı oldu ondan bu yeni öykü? Ben ötekini ancak yarıladımdı. :oops:


Re: İznikli Leylek

""
Bugün artık salı oldu ondan bu yeni öykü?

Evet.

Merak etme, önümüzdeki hafta bir nefeslik ara var. Orada toparlar herkes. Smile


Re: İznikli Leylek

Öykü daha giriş kısmında mizahi tasvirlerle, benzetmelerle bizi karşılıyor. Ve artarak sürüyor mizah:

""
Böyle bir ameliye geçirmiş, kusursuz diksiyonlu saksağanın, televizyonda Amerikan milli marşını söylediğini herhalde gazetelerde okumuş olacaksınız.

Öyküde leyleğin komik hikayesini dinlerken bir yandan da garip tipler, özenti ve küstah "kolonyal şapkalı" akademisyenler, işinden bıkmış çaycı, esnaf girip çıkıyor öyküye belirli belirsiz. Anlatımın başarısından olsa gerek bu girip çıkan tipleri bir yandan tanırken bir yandan da leyleğin hikayesini, sonunu meraketmekle geçiyor okuyucunun serüveni. Kızıl Saçlı Amazon'da eleştirilen devrin sıradan yazarlarının yerini bu sefer; akademisyenler, çevreyi küstah gözlerle inceleyen burjuvalar alıyor. Yani temelde iki öykü benzerlikler taşıyor.
Tekrar değinmiş olacağım ama öyküde mizah ustalıkla kullanılmış. Bundan önceki H. Taner öykülerinden de hareketle yazarın genel olarak mizahi öyküler yazdığını söyleyebiliriz sanırım.
""
Bu, benim hikayesini anlatacağım İznikli Leylek, namaz kılan soydan değildi. Çünkü ramazan günü alanen solucan yiyordu. Zaten hali, tavrı, yürüyüşü, iki üç adımda bir düşünüşü dini-bütün bir müslümandan çok şüpheci ve kötümser bir filozofu andırıyordu. Bu leyleğin ermişlerle değil, herhalde Voltair'ler, Schopenhaure'lerle bir akrabalığı olacaktı.

Bu yönüyle de Haldun Taner'in geleneksel edebiyattan, mizahın geleneksel kalıplarından, meddahçılık geleneğinden etkilendiğini de söyleyebiliriz. Eserlerinde; öykü yazmaktan çok "hikaye anlatma" yönünün öne çıktığı görülüyor.
Öykünün finali ise Kafka'nın "En yakın Köy"üne ne kadar benziyor:
""
/.../ Kaderlerimiz aynı, uçamayacağını bilmek; yine de uçmaya yeltenmek. ( İznikli Leylek)

""
Dedem söylerdi hep: «Hayat, şaşılacak kadar kısadır. Şimdi belleğimi yokluyorum da, örneğin bir gencin ata atlayarak, mutsuz rastlantılar bir yana, mutlu bir akış izleyecek normal bir yaşam süresinin bile böyle bir şey için yetmeyeceğinden korkmaksızın, en yakın köye gitmeye nasıl karar verebildiğini anlamıyorum.» (Kafka)

Öyküde bir iki tane yanlış yazım var: "biteviye" yerine "bir teviye", "tavaf etmek" yerine "tava etmek" yazılmış.


Re: İznikli Leylek

""

ALBATROS

Tayfalar sık sık yakalar, iş olsun diye,
Koca deniz kuşlarını, albatrosları,
Keskin çukurlar üstünden kayan gemiye
Eşlik eden o kaygı bilmez dostları.

Ama bırakıldılar mı güvertelere,
O gök kralları ne sünepe, ne sarsak
Seriverir koca kanatlarını yere,
Yanlarında sürünen kürekler gibi, ak.

O kanatlı yolcu ne miskin, ne sümsüktür!
Ne çirkin, ne gülünçtür o güzel kuş şimdi!
Topallar kimi, uçan sakata öykünür,
Bir pipoyla gagasını dürtükler kimi!

O bulutlar prensine benzer Ozan da,
Fırtınayla senlibenli, yaylara gülen;
Yere sürülmüştür yuhalar arasında,
Yürüyemez devce kanatları yüzünden.

CHARLES BAUDELAİRE

kaynak :şiir perisi


Re: İznikli Leylek

Öyküde leyleğe yapılan yorumlar, örneğin, genç kızın, leyleği, yavrusuna sahip çıkamadığı için, vicdansız, taş kalpli bulması Taner'in insanların sapla samanı ayıramıyor oluşlarıyla alay ettiğini düşündürdü bana. Hayvanla insanın iç içe geçmiş davranışlarına, neyin hangi cinse özgü olduğunun karıştığına bir gönderme yapmış gibi.


Re: İznikli Leylek

Öykünün yayımlandığı 1953 yılı Haldun Taner'in Alman Filolojisini bitirip Sanat Tarihi bölümünde asistan olarak çalıştığı yıllara denk geliyor (bkz.: Haldun Taner Yaşamı ve Yapıtları). Dolayısıyla öyküde bu bölümde gerçekleştirdiği sanat tarihi gezilerinin büyük katkısı var gibi görünüyor. Gerçekten de bu gezilerde gözlenenler; öğrencisinden hocasına, kahvede oturanından esnafına dikkatle incelenip nükteli bir dille öyküye çok güzel aktarılmışlar. Ben zaten açıkça görünen bu durumlar üzerine tek tek söz almaktan ziyade öykünün genel yapısı üzerinde durmayı tercih ediyorum:

Haldun Taner öyküyü anlatmaya genellikle bir "dış ses"le başlıyor. Burada dış ses benzetmesini, elbette, özellikle onun tiyatro yapıtlarında kullandığı kurgu yöntemini hesaba katarak yapıyorum. Bu dış ses, öyküyle ilgisi yokmuş gibi bir konudan bahsederek ilk önce bir girizgâh yapıyor. Okuyucuyu (izleyiciyi) karşılaşacağı hikâyeye hazırlıyor. İlk başta ana hikâyeyle bağlantısız görünen bu giriş bölümünün öykü için kritik önemde olduğunu düşünüyorum. Buna daha sonra döneceğim.

Ana öykü diye de nitelenebilecek İznik'te sanat tarihi gezisi (bunu da gezilecek yerler, plan çıkarma ve sözü edilen kitap isimlerinden anlıyoruz) sırasında karşılaşılan leyleğin hikâyesi de "şimdi hikâyeye geçelim" şeklinde anlatıcının baskınlığıyla başlıyor. Daha sonra bu anlatıcının gezi yapan gruptan bir öğrenci olduğunu anlıyoruz. Öykünün bundan sonrası anlatıcının etkinliğiyle bir üçüncü tekil şahıs öyküsüne dönüştürülmüş oluyor.

Yani aşağı yukarı şöyle bir şema izlendiğini söyleyebiliriz öyküde: Sunum, öznel anlatım ve üçüncü tekil şahıs öyküsü.

Burada üçüncü tekil şahısın kullanımı okuyucuya özdeşleştiği anlatıcı aracılığıyla kusursuz bir gözlemci pozisyonu kazandırıyor. Bu sayede kâh fotoğraf meraklısı öğrencinin, kâh leyleğin bakış açısının detaylarına rahatlıkla girebiliyoruz. Yazarın aklına üşüşen Baudelaire'in şiiri, Hephaistos, Schopenhauer, Nietzsche üzerine anekdotlar böylelikle öyküde kendilerine kolayca yer buluyorlar. Üstelik Haldun Taner yapıtlarının temel meselesi olduğunu düşündüğüm "insan panaroması çıkarma girişimi" de bu yöntem aracılığıyla çoğu zaman kusursuz bir şekilde işlenmiş oluyor.

Ana öykünün sonuna doğru öznel anlatıcı kendini yeniden ortaya çıkartıyor ve karakter tahlilleri aracılığıyla metnin içine ustaca yerleştirilen hicvi bu kez anlatıcının üstüne çekerek her şeye vakıf "tanrı anlatıcı" oyununu da bozguna uğratıyor. Keza onun öyküsü için tasarladığı sonun da bir klişeden öteye geçemediğine şahit oluyoruz.

Bu noktada öykünün başındaki "dış ses" olarak adlandırdığımız kısma dönebiliriz. Burada anlatıcının leyleklerin hacılığı üzerinden yürüttüğü tartışma, herkesin bir olguyu kendi bakış açısından bir doğruya yerleştirmesine odaklanıyor. Leyleklerin doğal edimleri metoforik anlamlar yüklenerek bir takım ahlâksal gerekçeler için farklı temellere oturtuluyor. Ana öyküye bakıldığında da kanadı kırık leylek farklı karakterler üzerinden farklı anlamlarla donatılıyor. Dolayısıyla bana bu giriş kısmının bir uvertür ya da prelüd gibi kullanıldığını söylemek mümkün görünüyor. Çok daha detaylı olarak anlatılacak ana öyküye bir hazırlık, oradaki kavramlara giriş yapmanın bir ilk adımı gibi düşünüyorum bu kısmı.


Re: İznikli Leylek

Yukarıdaki incelemeyi keyifle okudum, dilerim bu çözümlemenin devamı da gelecektir.


Re: İznikli Leylek

Evet, Barış öykünün anlatım biçimini güzel ifade etmiş. Tekrar öyküyü okumamda fayda var.


Re: İznikli Leylek

Ben de bugün İznikli Leylek öyküsünü bir kez daha okumuştum. Öykü hakkında bir şeyler yazayım dedim.
Barış ne güzel anlatmış.

Barış Acar dedi ki:
Üstelik Haldun Taner yapıtlarının temel meselesi olduğunu düşündüğüm "insan panaroması çıkarma girişimi" de bu yöntem aracılığıyla çoğu zaman kusursuz bir şekilde işlenmiş oluyor.

Bu tespitten sonra çok da anlamı var mı yazacaklarımın bilmiyorum ama o ki niyetlendim, yazayım diyorum.

Öyküde, leyleğin yaşadığı yer olan Eyüp'ün sakinleri, emeklisi, esnafı bir yana, oraya inceleme yapmaya gelen, belli bir eğitimden geçmiş, akademik bir çalışma yürüten sanat tarihi öğrencileri de leylek hakkında komik tespitlerde bulunuyorlar. İnce bir alay var yine, evet.
Taner'in öykülerinde mizahla hicvin karışımı bir anlatım var. Onunla aynı dönemde yaşamış başka hangi öykücülerimiz var diye bir bakayım dedim. Hece Dergisi'ne baktım. Tahsil Yücel, Ahmet Hamdi Tanpınar, Kemal Tahir ve daha pek çok yazar yer alıyor o dönemde. Aziz Nesin'in olmayışı dikkatimi çekti. Aynı dönemin yazarları olsalar gerek diye düşündüm. Aziz Nesin de mizah yazarı ve hiciv ustası Barış'ın Taner için yazdığı ve benim yukarıya alıntıladığım cümle Aziz Nesin için de geçerli olabilir diye düşündüm. Ama her iki yazarın öykülerinde büyük farklar olduğunu düşündüm. Taner'in öykü kişilerini çizişi, anlatışı daha detaylı, daha özenli anlatılmış geldi bana. Bu konunun İznikli Leylek incelemesinden uzaklaştığının farkındayım. Bu nedenle yazımı burada noktalıyorum.


Re: İznikli Leylek

Elif Çınar dedi ki:
Ama her iki yazarın öykülerinde büyük farklar olduğunu düşündüm. Taner'in öykü kişilerini çizişi, anlatışı daha detaylı, daha özenli anlatılmış geldi bana. Bu konunun İznikli Leylek incelemesinden uzaklaştığının farkındayım. Bu nedenle yazımı burada noktalıyorum.

Bence zaman zaman bu türden uzaklaşmaların çok büyük yararı var hem öyküye hem öykücünün dünyasına yaklaşmaya çalışan bizlere. Dolayısıyla bu yazdıklarının devamını merakla bekliyorum. Good


Re: İznikli Leylek

Taner'in öykülerinde de Nesin'in öykülerinde de öykü kişileri tanıdık, hemen her gün rastladığımız kişiler. "Sokağın girişindeki eski ahşap evde oturan mahallenin ayaklı gazetesi Hasibe Hanım..." diye başladığında cümle, öyküde sözü geçmediği halde Hasibe hanım hakkında pek çok bilgiye sahibizdir. En azından ev kadını olduğunu, bütün gününü mahallesinde, sokağında geçirdiğini düşünürüz.
Örnek oturdu mu bilmiyorum ama yani diyeceğim, Nesin, Temel, dediğinde, okurun Karadenizliler hakkında bilgi sahibi olduğumuzu bildiğinden okurun bu bilgisine yaslanarak kurar öyküsünü. Temel'in özelliklerinden söz etmez, doğrudan konuya girer. Temel'in sinirlendiğinde yüzünün nasıl bir hal aldığından söz etmez, ince ince çizmez. Taner'de de tanıdık öykü kişileri ama o öykü kişilerinin mimiklerini, bakışlarını, yüz ifadelerini, davranışlarını vererek onları kendine özgü davranışları olan öykü kişileri yapıyor.Yani ben böyle olduğunu düşünüyorum.


Re: İznikli Leylek

Keşke bu karşılaştırmayı, Haldun Taner'in bu öyküsüyle beraber Aziz Nesin'den seçtiğin bir öyküyü de merkeze alarak yapsan. O zaman hem söylemek istediğin daha iyi anlaşılır hem müthiş bir analiz elde etmiş oluruz. Laughing out loud


Re: İznikli Leylek

Barış'ın önerisi üzerine, İznikli Leylek öyküsüyle karşılaştırma yapabilmek için, Aziz Nesin'in, ‘Parle Vu Fransızca’ öyküsünü seçtim. Öyküyü forum için dizmeye zamanım olmadı. Elinde, Nesin'in, Nesin Yayınevi'nden çıkan İnsanlar Uyanıyor isimli öykü kitabı olan varsa ve öyküyü foruma yükleme koşulları olan ve yüklemek isteyen, çok sevinirim.

Aziz Nesin’in öykülerinde çok fazla ayrıntı olmadığını, öyküsünü okurun bilgisine yaslanarak işlediğini söylemiştim. Şimdi, gerçekten bir farklılık var mı onu anlamaya çalışacağım ama ondan önce şunu söyleyeyim: Yaptığım tespitin yanlış anlaşılmasını istemem. Nesin’in öykülerini okurken de, Taner’in öykülerini okurken de büyük bir keyif aldığımı, her iki yazarın okuduğum öykülerinde her şeyin yerli yerinde olduğunu düşündüğümü, okuduğum öyküde bir eksiklik varmış gibi bir duyguya kapılmadığımı belirtmeliyim.

Parle Vu Fransızca öyküsünde bir turist adres sormak için orada bulunan bir trafik polisinin yanına gider. Polis, turistin söylediklerini anlamaz ama ona yardım etmekte kararlıdır. Yoldan geçen vatandaşları çevirip onların turiste yardımcı olmalarını ister. Hiç kimse turistin ne dediğini anlamaz, anlaşamazlar. Onlar birbirlerini anlamaya çalışırlarken gelip geçenlerin de katılmasıyla bir kalabalık oluşur. Bu kalabalık, turistin ne istemiş olacağına dair tahminlerde, yorumlarda bulunur. Ve sonunda turist, onlarla anlaşamayacağına kanaat getirip kendi başının çaresine bakmak üzere oradan ayrılır.

Nesin'in öyküsünde de Taner'in öyküsündeki gibi 'ben anlatıcı' aktarıyor olayı. İznikli Leylek’in anlatıcısı, anlattığı olaya, olayın muhataplarına dair görüşlerine, düşüncelerine de yer veriyor öyküde. Oldukça uzun olan giriş bölümü tamamen anlatıcının düşüncelerini aktardığı bölüm. Öykünün ilerleyen bölümlerinde öykü kişilerine, kimi durumlara dair yargıda bulunuyor:

""
“Çopur kahveci şu kadar yaşına rağmen leyleği, kamyon şoförü kadar bile tanıyamamıştı…. Yazıklar olsun yahu, biz insanlar, bazen hayvanları bile kendimiz kadar aşağılık ve kötü niyetli yapabiliyoruz.”
""
“Bir kere söze başladı mı, isterdi ki, herkes kulak kesilip onu dinlesin.”
(Bu öyküdeki grup birbirlerini daha önce tanıdıklarından birbirleri hakkında bilgi sahibidirler ama anlatıcı leyleğe dair de pek çok izlenimde bulunuyor, yürüyüşünü, bakışını uzun uzun betimliyor. Nesin’in öyküsündeki anlatıcı içinde bulunduğu kalabalığın yabancısıdır. Onlar tesadüfen bir aradadır, fakat anlatıcı “Türkçeyi Fransızmış gibi konuşursa kadının anlayacağını sanan bir delikanlı”dan söz ediyor. Onu tanımıyor ama onun neyi ne sanacağını biliyor. Bu davranış bu öykü kişisine özgü bir davranış değil, vardır böyle tipler ve anlatıcı bunu söyleyip geçiyor.
""
“Fransız kadın sorup soracağına pişman olmuştu, ama bikez sormuş bulunmuştu. Kendisine yardım için çırpınan bunca insanı bırakıp oradan gidemiyordu.”
diyor Nesin’in anlatıcısı. Bunu kadının hangi davranışından, yüzündeki hangi ifadeden anlıyor bunu açıklamıyor, detaya girmiyor, çünkü biz biliyoruz ki, insan sorusunun yanıtını alamazsa sıkılır ve başka bir çare arar, bu kadının da böyle yapıyor.

İki öykünün öykü kişileri de hemen hemen aynı sayıda. Nesin’in öyküsünde turist bir kadın, polis, öğrenciler, kadınlı erkekli bir kalabalık var. Yolunu kaybetmiş ya da gideceği yerin nerede olduğunu bilmeyen ve bulunduğu ülkenin dilini de bilmeyen bir kadın. Onun fiziğine, davranışlarına(yolunu kaybetmiş ya da gideceği yerin nerede olduğunu bilmiyor oluşunun turistte yarattığı ruh hali vs.) dair neredeyse hiçbir betimleme yapılmıyor öyküde. Anlatıcı, kadını görünce, onun yürüyüşünden Fransız olduğunu çıkarıveriyor.

İznikli Leylek öyküsünde, anlatıcı öyküsünü anlattığı kanadı kırık leyleğe dair pek çok benzetme yapıyor, onun nasıl yürüdüğünü, çevresine nasıl baktığını uzun uzun anlatıyor.

Taner’in öyküsünde zamandan söz ediliyor. Sabah kahvaltısı yaparlarken görüyorlar leyleği. Nesin’in öyküsünde zaman yok ama ben öyküyü okurken öğle saatleri olduğunu düşündüm. Trafik polisinin sabah ya da akşam saatlerinde çok yoğun bir trafikle uğraşacağını, turist kadını fark edemeyeceğini, öğrencilerin okula yetişme telaşında olacaklarını düşündüm. Nesin de sanki böyle düşünüleceğini biliyor ve detaya girmiyor.

Her iki öyküde de mekân var ancak Nesin’in öyküsünde sadece Beyazıt adı geçiyor. Mekâna dair betimleme yok. Trafik akışı, gelip geçen insanların kalabalığı, kavşak mı, trafiği çok yoğun olmayan bir cadde mi, sokak mı, bilemiyoruz. Ama işlek bir cadde ve düdüğünü öttüren bir trafik polisi beliriveriyor gözümüzün önünde. Taner’in öyküsünde, hanın iç avlusundan, Mahmut Çelebi Camii ve başka birkaç camiiden söz ediliyor. Bir de betimleme var: “tepemizdeki çınarın yaprakları ılık bir rüzgârla tatlı tatlı hışırdıyordu.”

Yazacaklarım bunlardan ibarettir, okuduğunuz için teşekkür ederimdir.


Re: İznikli Leylek

Nesin'in öyküsünün özetini eklemeyi unutmuşum. Yukarıdaki metne ekledim.


Re: İznikli Leylek

Sanırım Elif'in Haldun Taner ve Aziz Nesin öykülerindeki kişiler ve mekanlar hakkında yapmaya çalıştığı ayrımı anlıyorum. Elif bir çok bakımdan bu iki yazarın öykülerinin birbirleriyle olan farklılıkları konusunda çok güzel tespitlerde bulunmuş. Yazılanlardan sonra acaba öykü kişileri arasında ki farklılık, "Taner'in kahramanları birer karakter, Nesin'inkiler ise birer tipleme" olarak adlandırılabilir mi?