İlk ve eksik izlenim-
Öyküyü ilk kez okurken, Onat Kutlar' ı da ilk kez okuyor olduğumu düşündüm. Öyküden ziyade sanırım diline yoğunlaştı dikkatim. Bu yüzden değerlendirmelerim kurguyu kapsar nitelikte değil. Çiftçi ve şapkalı adam diyaloglarının tadına varmamı engelleyen birşeyler var. Sanki çeviri bir öykü okuduğumu düşündüm bazı anlarda. Bu benim daha ziyade açıklayıcı cümlelerle desteklenmiş öyküleri daha çok okuyuşumdan kaynaklı bir algılayış ta olabilir. Daha kestirme ve imgesel bir dil kullanılmış öyküde.
(Bu son cümlem daha ziyade diyaloglar esnasında kullanılan dile yönelik.)
Ama kestirme oluşu netlikten ziyade ifade bulanıklığı içeriyor. Dediğim gibi yeniden okumalıyım. Ben de merak ediyorum; bu öyküye ilişkin, ilk anda farkedemeyip sonradan keşfedeceklerimi...
melike şenyüksel tarafından Oca 26th, 2010 günü 1:11 sularında gönderildi.
Tahtakuruları gibi alışkanlıklarının alçak duvarları arasında yaşamayı seven bir yığın insanın çekip iyimser bir çamura batırdığı teraziyi dengede tutmaya çalışıyor.
Defalarca okuyorum bu cümleyi. Yazarın, sinsi, insanın kendine bile itiraf etmeye korktuğu bir duyguyu, insanın kendini dünyaya ve yeni olana kapattığı bir yaşama biçimini bu kadar iyi ifade edebilmesine içerliyorum neredeyse.
eren tarafından Oca 26th, 2010 günü 12:17 sularında gönderildi.
Hareketlerindeki heyecan o ürkütü sonucu uzaklaştıracağına yaklaştırıyordu.
Çok başarılı bir kriz/ panik betimlemesi. Ürkütücü sonuç, o sonucun olası olduğunun bilinir olmasıyla önlenemez bir biçimde yaklaşıyor. O ürkütücü ihtimalin varlığı değil, bilinir olması neden oluyor cinayete.
eren tarafından Oca 26th, 2010 günü 15:48 sularında gönderildi.
Onat Kutlar'ın tüm öykülerini okuyup bitirdikten sonra en beğendiğim bu olmuştu.
""
Bir anlam piresi gibidir İshak.
Öykü, birbirine uzak , birbirini anlamayan, yaşamı bambaşka yorumlayan iki insanın bir cinayetle bir araya gelişinin anlatıyor. Hemen aklıma Can Yücel'in şiiri geldi öyküyü okurken :
""
“en uzak mesafe ne Afrika’dır
ne Çin
ne Hindistan,
ne seyyareler
ne de yıldızlar geceleri
ışıldayan...
en uzak mesafe iki kafa arasındaki
mesafedir,
birbirini anlamayan”
Okuduğumuz üç öykünün de ("Hadi", "İshak", "Mühür") birer cinayet hikâyesi olması ilginç değil mi? İshak'taki diğer hikâyeleri hatırlayamıyorum şimdi. Bilen/ hatırlayan var mı?
eren tarafından Oca 28th, 2010 günü 15:47 sularında gönderildi.
" Ağaçların öbür yanında bir tek pencereyi koruyacak kadar kalabilmiş yalnız bir duvar yıkıntısı..."
Bu cümleyi inanılmaz güçlü buldum. Duvar, hayata dair olan diğer herşeyle aramıza giren bir engel gibi. Duvarın çevrelediği yaşantılar ve duvarın dışında kalan gerçekler var. Ötekileşme sembolü olarak kullanıldığını düşündüm. Yıkılmış duvar parçasının üzerinde barınan pencere ise, bizden olmayana- öteki olana- bakışı simgeliyor. Diğer duvarlar yıkılmış, belki de penceresizdiler. Dışarıya açılan bir tek pencereyi bile taşıyor olması, o duvarın halen ayakta duruyor oluşunu da açıklar gibi sanki.
melike şenyüksel tarafından Oca 28th, 2010 günü 19:13 sularında gönderildi.
Tahtakuruları gibi alışkanlıklarının alçak duvarları arasında yaşamayı seven bir yığın insanın çekip iyimser bir çamura batırdığı teraziyi dengede tutmaya çalışıyor.
Defalarca okuyorum bu cümleyi. Yazarın, sinsi, insanın kendine bile itiraf etmeye korktuğu bir duyguyu, insanın kendini dünyaya ve yeni olana kapattığı bir yaşama biçimini bu kadar iyi ifade edebilmesine içerliyorum neredeyse.
Evet, öyküyü özetleyecek bir cümle seçseydim; ben de -Eren gibi- bu cümleyi seçerdim.
Öykü sanki bir mitoloji gibi anlatılmış; daha doğrusu çiftçinin anlatısı öyküyü mitolojiye yaklaştırmış. İshak ismiyle de birleşince pek çok yan hikâye, çağrışım, ima da bulunabilir. Yıkıntıların (sanki Lut kavminin yıkımını çağrıştırdı bu bana) önüne oturanların birinin silahlı-avcı, diğerinin çiftçi olması gibi... Ancak hiç bunlar üzerine durmadan da devam edilebilir.
Şu uzun konuşma öyküye çok şey katıyor:
""
Yıllardır buraya gelirim. Ne zaman bahar günü o esinti, sessiz tilkiler gibi otların tepelerini karartıp geçtiğinde yüreğimde bir güvensizlik belirse, kalkar buraya gelirim. Ne zaman yağmurların yağmayacağından, toprağa dökülen buğdayların tuzlu kumlar arasına sıkışıp sessizce öleceklerinden, arkalarında ağaçların boz kemiklerinden başka hiçbir şey bırakmayan o korkunç çekirge sürülerinden ve zaman zaman tepeme binen sebepsiz cinayet isteğinden korksam, kalkar buraya gelirim. Oysa burada Tanrı, çoktan yanmıştır: kendi ağırlığımı duyarım yalnızca. Gene de gelmek isterim. Aramızda görünmez bir bağ bulunsun, nerede olursa olsun, temelimde, yani ayaklarımı bastığım güçlü toprağın her adımında gürültüsüzce bu karanlık güveni yaşayayım isterim. Nereden bileceksin sen! Burada benden dinlediğin her şeyi unut. Biliyorum bana huzur veren şey, seni sadece rahatsız edecektir. Sen bana deli diye bak. Her şey çözülür.
Bu anlatıda özellikle altını çizdiğim yerler öyküye dair çok şey söylüyormuş gibi hissediyorum. "Yürekteki güvensizlik" bir yandan çiftçiliğin doğaya bağlı yaşamı ve onun gücü altındaki çaresizliğini simgelese de, bir yandan da çiftçiyi bir tapınağa sürükler gibi bu noktaya getirmesiyle mistik bir boyut kazanıyor. Hemen arkasından "tanrının yanmışlığı"ndan söz etmesi karakterin kendinin bilincine varmasını gibi görünse de bana inatla Tevrat'taki tanrının Musa'ya göründüğü "yanan çalı" hikâyesini anımsattı. Son olarak, çiftçinin "bana huzur veren şey, seni sadece rahatsız edecektir" sözü tam bir kutsal kitap cümlesi gibi geldi bana.
Tabii bir de İshak kuşuna dair söylenceler var; sevenlerin kavuşamaması üzerine kurulu olan... Sanki şu cümleler bu düşüncemi destekliyor:
""
İshak dalda gökyüzünü oymaya, orada, kendisi uçup gittikten sonra da hep kalacak bir boşluk bırakmaya çalışıyordu.
Yine de "dipsiz bir kuşku kuyusu" olan İshak, kişinin kendiyle hesaplaşması diye düşünüyorum.
Öykünün sonunda İshak kuşu sandığımızın bir taş olduğunu öğrendiğimizde ise başta dikkat çektiğim yıkıntılar meselesine geri dönüşle Lut kavminin başına gelen yıkımın bir yinelenmesine tanık olduğumuz hissi güçleniyor bende.
Barış Acar tarafından Oca 30th, 2010 günü 13:31 sularında gönderildi.
"İshak"a hak ettiği zamanı ayıramamıştım. Bugün öyküye biraz daha zaman ayırıp, aradan geçen zamanın da etkisiyle neredeyse yepyeni bir gözle yeniden okuyorum. Daha önce beni düşündüren ama bir türlü içinden çıkamadığım bazı noktalarda aşırı-yoruma başvurmaktan başka bir çözüm bulamıyorum. Bakalım nereye varacak...
Hikâyede nereye gideceği belli olmayan, hattâ bir yere gidip gitmeyeceği bile bilinmeyen bir gerilim var (suspension). Özellikle şu bölümün bu duyguyu iyi hissettirdiğini düşünüyorum:
""
"Dinle!..." dedi.
"Neyi?"
"Gecenin ve tümseğin altından durmadan kendini hatırlatarak geleni. Çok eski bir şey bu."
Şapkalı kulağını tümseğe yaklaştırdı. Bir an bir şeyler duyduğunu sandı. Sonra bu seslerin uzaktaki bir köpeğin uluyuşuna karışan rüzgâr uğultusundan başka bir şey olmadığını düşündü. Doğruldu.
"Hadi canım sen de," dedi.
Şapkalıyla çiftçi arasındaki bu gerilimin öykü boyunca başarıyla sürdürülmesini, çiftçinin yer yer "bilgece" diyebileceğimiz tiradlarına karşın diyalogların başarısına bağlıyorum. Barış şapkalı-çiftçi ikiliği avcı-çiftçi karşıtlığına benzetiyor; bende oluşan ilk çağrışımsa kent-kırsal ya da modern-geleneksel gibi bir karşıtlıktı. Çiftçinin kendini adadığı "kadim" hikâyenin şapkalıya "mantıksız", deli saçması gibi görünmesi de bu karşıtlığı güçlendiriyor.
""
İşte şimdi bu batık evren, boynuzunun ucu görünen dev bir öküz gibi, toğrağın altında derin soluklarını deniyor!
Çiftçinin şapkalıyı öldürmesini batmak üzere olan dev bir öküzün son çırpınışı olarak da okuyamaz mıyız?
""
Galiba hiç efsane falan yok ortalıkta. O şapkalı adam, hayatı boyunca karlı havalarda sokağa bile çıkmamış o adam kadınca merakı ve aptallığı yüzünden öldü. Bütün bu masalları ise hep Çiftçi uyduruyor. Zaten bütün işi bu. Masallar uydurarak, onlara inanarak yaşıyor.
Bu cümleler şapkalının ölümünü kendi doğasına aykırı davranmasına (karlı havada dışarı çıkmasına) bağlıyor. Şapkalı'nın kendi silahıyla vurulmasındaki ironinin bu cümlelerle örtüştüğü düşüncesindeyim. Çiftçi'yse bu cinayetle kendini çoğaltıyor, şapkalının uğursuz bulduğu masalsı yaşantısını sürdürüyor. Yeni masallar anlatmaya devam ediyor. Öykünün son paragrafı, okuduğumuz bu öykünün de Çiftçi'nin yazdığı masallardan biri olduğunu işaret ediyor. Öyküde cinayeti işleyene hak verilmesini, cinayetin neredeyse coşkuyla karşılanmasını başka nasıl açıklayabiliriz ki?
eren tarafından Şub 6th, 2010 günü 15:19 sularında gönderildi.
"Tuu! Allah kahretsin. Altımda sandım."
"Ne oldu?" diye bağırdı Çiftçi, duvarın öbür yanından.
Dikkatli bir gülümseyişle geldi Çiftçi. Bir süre baktı. Düşünceli bir tavırla,
"Hep böyle olur," dedi, "benim taşımın yerine oturmuşsun."
Bu diyalog, özellikle de Çiftçi'nin son cümlesi Lacan'ın objet petit a'sını çağrıştırıyor. Lacan, kabaca "bir başkasının arzusunu gerçekleştirmek" diye özetleyebileceğimiz bu kavramı 1957 senesinde Paris'teki bir seminerinde ortaya atıyor (kaynak), bu nedenle Onat Kutlar'ın doğrudan Lacan'dan esinlenip esinlenmediğini söyleyebilmek pek kolay değil. Ancak bu diyaloğun, öyle ya da böyle, bu kavrama denk düştüğünü düşünüyorum.
Bir de İshak var. İshak'ı bu hikâyenin MacGuffin'i olarak görebiliriz belki. Hitchcock'un 1939 senesinde verdiği bir derste açıkladığı MacGuffin kavramını gözümüzün önünde duran, açıklanması beklenen bir sır olarak özetleyebiliriz (kaynak). Çiftçi bu sırrı açıklamaya çalıştıkça şapkalının kayıtsızca reddetmesi, mantıksızlığı sürekli vurgulaması, dolayısıyla bu sırrın okuyucu açısından bilinemez kalması öykünün sembolik yapısının tam merkezindeki bu boşluğu giderek büyütüyor.
""
İshak dalda gökyüzünü oymaya, orada, kendisi uçup gittikten sonra da hep kalacak bir boşluk bırakmaya çalışıyordu.
Eren, müthiş yorumlarınla öykü için yeni kapılar açmışsın; ellerine sağlık.
İshak kitabının tümünü yeniden okumaya başladım. Alıntıladığın son cümlenin bir benzeri Hadi'yi izleyen "Yunus" öyküsünde de kurulmuş. Şöyle:
""
Sonra birden kavradım: Amcam yoğunlaşıyor, çevresinde ölüme benzer bir boşluğu çoğaltıyordu.
"Merkezdeki boşluk" fikri, Türkiye'de, bilebildiğim kadarıyla, 90'lı yıllardan beri Lacan'ın "yok-merkez" ya da "bir doluluğun yerine ikame eden boşluk" kavramıyla özdeşleştiriliyor.
Ancak ben hem Kutlar'ın yaşadığı dönemden hem de bu öyküleri yazdığı yaşlardaki (G.Doğu'dan büyük kente gelmiş delikanlı) ruh halinden yola çıkarak daha çok Doğu'ya özgü bir "arabesque" motifinin işlendiğini düşünüyorum. Böylece buradaki "boşluk"u "mutlak yokluk", "tanrıyla doldurulması gereken boşluk" şeklinde korkulası bir olgu olarak anlıyorum. Ölümle ilişkilenmesi de bundan. Bezeme tarzı olarak "arabesk"in temelindeki birbiri içine geçen motiflerle doldurulmuş boşluk fikri buna tekabül ediyor ve Doğu yaşantısında sezgisel olarak bilindiğini düşündüğüm bir duygu bu.
Barış Acar tarafından Şub 6th, 2010 günü 18:46 sularında gönderildi.
Ancak ben hem Kutlar'ın yaşadığı dönemden hem de bu öyküleri yazdığı yaşlardaki (G.Doğu'dan büyük kente gelmiş delikanlı) ruh halinden yola çıkarak daha çok Doğu'ya özgü bir "arabesque" motifinin işlendiğini düşünüyorum. Böylece buradaki "boşluk"u "mutlak yokluk", "tanrıyla doldurulması gereken boşluk" şeklinde korkulası bir olgu olarak anlıyorum. Ölümle ilişkilenmesi de bundan. Bezeme tarzı olarak "arabesk"in temelindeki birbiri içine geçen motiflerle doldurulmuş boşluk fikri buna tekabül ediyor ve Doğu yaşantısında sezgisel olarak bilindiğini düşündüğüm bir duygu bu.
Bu konuda sana katılıyorum. Doğrudan bir esinlenme kronolojik olarak pek mümkün değil. Öte yandan serbest çağrışım o kadar güçlüydü ki, dile getirmeden edemedim.
eren tarafından Şub 6th, 2010 günü 19:35 sularında gönderildi.
Çiftçinin şapkalıyı öldürmesini batmak üzere olan dev bir öküzün son çırpınışı olarak da okuyamaz mıyız?
Ölenin şapkalı olduğuna nasıl emin olabiliyoruz. Öykü boyunca şapkalı ve çiftçi tanımlamaları yapılırken öykünün sonunda kişiler adlandırılmıyor ya da tanımlanmıyor.
""
Ve tam o gerginlik anında daha zayıf olanı tabancasını çıkarıp ateşledi. Gene aynı anda adamlardan biri öbürünün üstüne atladı. Sessiz bir boğuşmadan sonra biri kalktı.
Buralarda bilerek adlandırılma yapılmadığını düşünüyorum. Sanki kimin öldüğüne kimin zayıf olduğuna okuyucu karar versin der gibi.
nurten aksakal tarafından Şub 7th, 2010 günü 18:23 sularında gönderildi.
Çiftçinin şapkalıyı öldürmesini batmak üzere olan dev bir öküzün son çırpınışı olarak da okuyamaz mıyız?
Ölenin şapkalı olduğuna nasıl emin olabiliyoruz. Öykü boyunca şapkalı ve çiftçi tanımlamaları yapılırken öykünün sonunda kişiler adlandırılmıyor ya da tanımlanmıyor.
""
Ve tam o gerginlik anında daha zayıf olanı tabancasını çıkarıp ateşledi. Gene aynı anda adamlardan biri öbürünün üstüne atladı. sessiz bir boğuşmadan sonra biri kalktı.
Buralarda bilerek adlandırılma yapılmadığını düşünüyorum. Sanki kimin öldüğüne kimin zayıf olduğuna okuyucu karar versin der gibi.
Şu cümleler bence bu konuda fazla kuşkuya yer bırakmıyor:
Onat Kutlar dedi ki:
Çiftçi ağır ağır geldikleri yoldan döndü. Ardından kar bütün izlerini sildi. Sonra azaldı. Çiftçi ikinci vakti, usul bir yağmurun ıslattığı tanıdık topraklara, kendi toprağına girdi.
eren tarafından Şub 7th, 2010 günü 18:28 sularında gönderildi.
Şu cümleler bence bu konuda fazla kuşkuya yer bırakmıyor:
Onat Kutlar yazdı:
Çiftçi ağır ağır geldikleri yoldan döndü. Ardından kar bütün izlerini sildi. Sonra azaldı. Çiftçi ikinci vakti, usul bir yağmurun ıslattığı tanıdık topraklara, kendi toprağına girdi.
Nasıl olur? Bu cümleler nerde yazıyor. Benim okuduğum öykünün sayfalarını ishak mı kemirmiş yoksa.
nurten aksakal tarafından Şub 7th, 2010 günü 18:32 sularında gönderildi.
İshak öyküsünün bir döngünün nasıl kendini sürekli yeniden yeniden yaşattığının öyküsü olduğunu düşünüyorum. Şapkalının değil de çiftçinin ölmüş olma olasılığının da güçlü olduğunu bu sebeple düşünüyorum. Sanki yıllar önce birileri de çiftçiyi buraya getirmiş ve ishak'ı tüm sırlarıyla beraber ona emanet etmiş gibi.
""
"Tuu! Allah kahretsin. Altımda sandım."
"Ne oldu?" diye bağırdı Çiftçi, duvarın öbür yanından.
Dikkatli bir gülümseyişle geldi Çiftçi. Bir süre baktı. Düşünceli bir tavırla, "Hep böyle olur" dedi, "benim taşımın yerine oturmuşsun."
nurten aksakal tarafından Şub 7th, 2010 günü 18:36 sularında gönderildi.
Şu cümleler bence bu konuda fazla kuşkuya yer bırakmıyor:
Onat Kutlar yazdı:
Çiftçi ağır ağır geldikleri yoldan döndü. Ardından kar bütün izlerini sildi. Sonra azaldı. Çiftçi ikinci vakti, usul bir yağmurun ıslattığı tanıdık topraklara, kendi toprağına girdi.
Nasıl olur? Bu cümleler nerde yazıyor. Benim okuduğum öykünün sayfalarını ishak mı kemirmiş yoksa.
s. 109. Kimin kemirmiş olabileceği konusunda fikir yürütemiyorum
eren tarafından Şub 7th, 2010 günü 18:37 sularında gönderildi.
Önce şaka yaptığını düşündüm. Ama sanırım ciddisin. Benim okuduğum "İshak" öyküsü yapı kredi yayınlarının 1999 yılında bastığı aynı adlı kitapta. Kitabın toplam sayfa sayısı bile 100 değil. Acaba Kutlar 17 yıl sonra kitabın ikinci kez basılacağı baskı için öyküde bir değişiklik yapmış olabilir mi?
nurten aksakal tarafından Şub 7th, 2010 günü 18:45 sularında gönderildi.
Önce şaka yaptığını düşündüm. Ama sanırım ciddisin. Benim okuduğum "İshak" öyküsü yapı kredi yayınlarının 1999 yılında bastığı aynı adlı kitapta. Kitabın toplam sayfa sayısı bile 100 değil. Acaba yeni baskısından önce Kutlar öyküde bir değişiklik yapmış olabilir mi?
Ben forumdan indirip okumamıştım. Elimde kitap varken ve kağıt üzerinden okumayı daha keyifli bulduğum için forumda ki haline de bakmamıştım. Neyse ki Barış indirmiş bir de o versiyonunu okuyayım bakalım.
nurten aksakal tarafından Şub 7th, 2010 günü 18:52 sularında gönderildi.
Eren'in sözünü ettiği kısmı, ben de Nurten gibi, şaşkınlıkla okudum.
İshak'ın A Dergisi Yayınları'nın 1959 yılında yaptığı baskısı, Hüseyin Cöntürk tarafından Bilkent Kütüphanesi'ne bağışlanmış. Ayrıca Can Yayınları'nın 1985'te yaptığı başka bir baskıya da rastladım. Bunlara bakıp bir şeyler söylemeye çalışacağım.
Barış Acar tarafından Şub 7th, 2010 günü 20:26 sularında gönderildi.
Eren'in sözünü ettiği kısmı, ben de Nurten gibi, şaşkınlıkla okudum.
İshak'ın A Dergisi Yayınları'nın 1959 yılında yaptığı baskısı, Hüseyin Cöntürk tarafından Bilkent Kütüphanesi'ne bağışlanmış. Ayrıca Can Yayınları'nın 1985'te yaptığı başka bir baskıya da rastladım. Bunlara bakıp bir şeyler söylemeye çalışacağım.
Belki de bunca yıldır hiç kimse fark etmeden orada durup duran bir büyük yayıncılık hatasını fark ettik. Sevinmek mi gerek üzülmek mi, karar veremiyorum. Bunun tam da Sabahattin Ali öykülerini hangi yöntemle aktarmak gerektiği konusundaki tartışmanın üstüne gelmesi bir hayli ilginç oldu. Belki de yayıneviyle iletişime geçmeliyiz...
eren tarafından Şub 7th, 2010 günü 20:36 sularında gönderildi.
Eren'in sözünü ettiği kısmı, ben de Nurten gibi, şaşkınlıkla okudum.
İshak'ın A Dergisi Yayınları'nın 1959 yılında yaptığı baskısı, Hüseyin Cöntürk tarafından Bilkent Kütüphanesi'ne bağışlanmış. Ayrıca Can Yayınları'nın 1985'te yaptığı başka bir baskıya da rastladım. Bunlara bakıp bir şeyler söylemeye çalışacağım.
Belki de bunca yıldır hiç kimse fark etmeden orada durup duran bir büyük yayıncılık hatasını fark ettik. Sevinmek mi gerek üzülmek mi, karar veremiyorum. Bunun tam da Sabahattin Ali öykülerini hangi yöntemle aktarmak gerektiği konusundaki tartışmanın üstüne gelmesi bir hayli ilginç oldu. Belki de yayıneviyle iletişime geçmeliyiz...
Herhalde sonraki baskılarda bir not falan koymuşlardır diye düşünüyorum. Muhtemelen Cihan'daki baskıda bununla ilgili bir yayıncı notu mevcuttur. Editörleri ya da danışman olarak kullandıkları bir edebiyat tarihçisi sağlıklı bilgi sağlıyordur bu konularda yayınevlerine; öyle olmalı.
Barış Acar tarafından Şub 7th, 2010 günü 20:42 sularında gönderildi.
Elimde İshak'ın YKY tarafından yapılan son ve özel baskısında eren'in haklı olduğu görülüyor, yani öyküde de kimin öldüğü açık.
""
Tahtakuruları gibi alışkanlıklarının alçak duvarları arasında yaşamayı seven bir yığın insanın çekip iyimser bir çamura batırdığı teraziyi dengede tutmaya çalışıyor.
Ben hala bu cümleyi düşünüyorum. Öykünün özü olan ve başlı başına bir öykü olan bu cümleyi... İnanılmaz. Ereninkiler başta olmak üzere tüm yorumlardan sonra öykü daha keyifli hale geldi. Hatta baştan bir O.Kutlar okuması yapmayı düşündürdü...
Cihan Başbuğ tarafından Şub 7th, 2010 günü 23:55 sularında gönderildi.
Hayır bu konuda hiçbir açıklama yok. YKY bu baskının sonuna şu notu iliştirmiş sadece:
""
İshak'ın bu özel baskısı 1959'da a Dergisi Yayınları tarafından yayınlanışının 50. yılı dolayısıyla bir kereliğine yapılmış ve basılan 3000 nüsha numaralanmıştır.
O zaman ortada büyük bir sıkıntı var. Benim tahminim O.Kutların sonradan eklemesini yayıncı notu olmadan sunmaları. Ama sadece tahmin. Diğerini düşünmek bile istemiyorum.
Cihan Başbuğ tarafından Şub 8th, 2010 günü 0:16 sularında gönderildi.
Hayır bu konuda hiçbir açıklama yok. YKY bu baskının sonuna şu notu iliştirmiş sadece:
""
İshak'ın bu özel baskısı 1959'da a Dergisi Yayınları tarafından yayınlanışının 50. yılı dolayısıyla bir kereliğine yapılmış ve basılan 3000 nüsha numaralanmıştır.
O zaman kitabın bendeki YKY ilk baskısında (kitabın yayın hakları 1998'de alınmış 1999 baskısı) öykünün bir kısmını kullanmayan, ardından on yıl sonraki "özel baskı"da karar değiştirip hiçbir açıklama yapmadan öyküye yeni bir bölüm ekleyen, bu yüzden okuyucuları editörün işleviyle yükümlendirerek kütüphaneye giderek kitabın ilk baskısını bulmakla görevlendiren "başarılı" yayınevini, Onat Kutlar adıyla böyle bir karmaşaya imza attıklarından dolayı en içten dileklerimle kutluyorum.
Barış Acar tarafından Şub 8th, 2010 günü 0:22 sularında gönderildi.
Re: İshak
İlk ve eksik izlenim-
Öyküyü ilk kez okurken, Onat Kutlar' ı da ilk kez okuyor olduğumu düşündüm. Öyküden ziyade sanırım diline yoğunlaştı dikkatim. Bu yüzden değerlendirmelerim kurguyu kapsar nitelikte değil. Çiftçi ve şapkalı adam diyaloglarının tadına varmamı engelleyen birşeyler var. Sanki çeviri bir öykü okuduğumu düşündüm bazı anlarda. Bu benim daha ziyade açıklayıcı cümlelerle desteklenmiş öyküleri daha çok okuyuşumdan kaynaklı bir algılayış ta olabilir. Daha kestirme ve imgesel bir dil kullanılmış öyküde.
(Bu son cümlem daha ziyade diyaloglar esnasında kullanılan dile yönelik.)
Ama kestirme oluşu netlikten ziyade ifade bulanıklığı içeriyor. Dediğim gibi yeniden okumalıyım. Ben de merak ediyorum; bu öyküye ilişkin, ilk anda farkedemeyip sonradan keşfedeceklerimi...
Re: İshak
Ek:
"İki adamın düşünceleri, aynı anda yuvarlanan bir şeyleri durdurdular."
Bu cümlede de sanki aksayan bir şey var gibi geldi.
Re: İshak
Defalarca okuyorum bu cümleyi. Yazarın, sinsi, insanın kendine bile itiraf etmeye korktuğu bir duyguyu, insanın kendini dünyaya ve yeni olana kapattığı bir yaşama biçimini bu kadar iyi ifade edebilmesine içerliyorum neredeyse.
Re: İshak
Bu da öyküye adını veren İshak kuşu:
(Kaynak)
Re: İshak
Çok başarılı bir kriz/ panik betimlemesi. Ürkütücü sonuç, o sonucun olası olduğunun bilinir olmasıyla önlenemez bir biçimde yaklaşıyor. O ürkütücü ihtimalin varlığı değil, bilinir olması neden oluyor cinayete.
Re: İshak
Onat Kutlar'ın tüm öykülerini okuyup bitirdikten sonra en beğendiğim bu olmuştu.
Öykü, birbirine uzak , birbirini anlamayan, yaşamı bambaşka yorumlayan iki insanın bir cinayetle bir araya gelişinin anlatıyor. Hemen aklıma Can Yücel'in şiiri geldi öyküyü okurken :
İshak bir simge aslında, insanların başkalıkları noktasında bir ayrıntıdan ibaret.
Re: İshak
Okuduğumuz üç öykünün de ("Hadi", "İshak", "Mühür") birer cinayet hikâyesi olması ilginç değil mi? İshak'taki diğer hikâyeleri hatırlayamıyorum şimdi. Bilen/ hatırlayan var mı?
Re: İshak
" Ağaçların öbür yanında bir tek pencereyi koruyacak kadar kalabilmiş yalnız bir duvar yıkıntısı..."
Bu cümleyi inanılmaz güçlü buldum. Duvar, hayata dair olan diğer herşeyle aramıza giren bir engel gibi. Duvarın çevrelediği yaşantılar ve duvarın dışında kalan gerçekler var. Ötekileşme sembolü olarak kullanıldığını düşündüm. Yıkılmış duvar parçasının üzerinde barınan pencere ise, bizden olmayana- öteki olana- bakışı simgeliyor. Diğer duvarlar yıkılmış, belki de penceresizdiler. Dışarıya açılan bir tek pencereyi bile taşıyor olması, o duvarın halen ayakta duruyor oluşunu da açıklar gibi sanki.
Re: İshak
Evet, öyküyü özetleyecek bir cümle seçseydim; ben de -Eren gibi- bu cümleyi seçerdim.
Öykü sanki bir mitoloji gibi anlatılmış; daha doğrusu çiftçinin anlatısı öyküyü mitolojiye yaklaştırmış. İshak ismiyle de birleşince pek çok yan hikâye, çağrışım, ima da bulunabilir. Yıkıntıların (sanki Lut kavminin yıkımını çağrıştırdı bu bana) önüne oturanların birinin silahlı-avcı, diğerinin çiftçi olması gibi... Ancak hiç bunlar üzerine durmadan da devam edilebilir.
Şu uzun konuşma öyküye çok şey katıyor:
Bu anlatıda özellikle altını çizdiğim yerler öyküye dair çok şey söylüyormuş gibi hissediyorum. "Yürekteki güvensizlik" bir yandan çiftçiliğin doğaya bağlı yaşamı ve onun gücü altındaki çaresizliğini simgelese de, bir yandan da çiftçiyi bir tapınağa sürükler gibi bu noktaya getirmesiyle mistik bir boyut kazanıyor. Hemen arkasından "tanrının yanmışlığı"ndan söz etmesi karakterin kendinin bilincine varmasını gibi görünse de bana inatla Tevrat'taki tanrının Musa'ya göründüğü "yanan çalı" hikâyesini anımsattı. Son olarak, çiftçinin "bana huzur veren şey, seni sadece rahatsız edecektir" sözü tam bir kutsal kitap cümlesi gibi geldi bana.
Tabii bir de İshak kuşuna dair söylenceler var; sevenlerin kavuşamaması üzerine kurulu olan... Sanki şu cümleler bu düşüncemi destekliyor:
Yine de "dipsiz bir kuşku kuyusu" olan İshak, kişinin kendiyle hesaplaşması diye düşünüyorum.
Öykünün sonunda İshak kuşu sandığımızın bir taş olduğunu öğrendiğimizde ise başta dikkat çektiğim yıkıntılar meselesine geri dönüşle Lut kavminin başına gelen yıkımın bir yinelenmesine tanık olduğumuz hissi güçleniyor bende.
Re: İshak
İshak öyküsünün henüz yoğun tesiri altında iken yazabileceğim tek şey sanırım şu: Vay!
Re: İshak
"İshak"a hak ettiği zamanı ayıramamıştım. Bugün öyküye biraz daha zaman ayırıp, aradan geçen zamanın da etkisiyle neredeyse yepyeni bir gözle yeniden okuyorum. Daha önce beni düşündüren ama bir türlü içinden çıkamadığım bazı noktalarda aşırı-yoruma başvurmaktan başka bir çözüm bulamıyorum. Bakalım nereye varacak...
Hikâyede nereye gideceği belli olmayan, hattâ bir yere gidip gitmeyeceği bile bilinmeyen bir gerilim var (suspension). Özellikle şu bölümün bu duyguyu iyi hissettirdiğini düşünüyorum:
Şapkalıyla çiftçi arasındaki bu gerilimin öykü boyunca başarıyla sürdürülmesini, çiftçinin yer yer "bilgece" diyebileceğimiz tiradlarına karşın diyalogların başarısına bağlıyorum. Barış şapkalı-çiftçi ikiliği avcı-çiftçi karşıtlığına benzetiyor; bende oluşan ilk çağrışımsa kent-kırsal ya da modern-geleneksel gibi bir karşıtlıktı. Çiftçinin kendini adadığı "kadim" hikâyenin şapkalıya "mantıksız", deli saçması gibi görünmesi de bu karşıtlığı güçlendiriyor.
Çiftçinin şapkalıyı öldürmesini batmak üzere olan dev bir öküzün son çırpınışı olarak da okuyamaz mıyız?
Bu cümleler şapkalının ölümünü kendi doğasına aykırı davranmasına (karlı havada dışarı çıkmasına) bağlıyor. Şapkalı'nın kendi silahıyla vurulmasındaki ironinin bu cümlelerle örtüştüğü düşüncesindeyim. Çiftçi'yse bu cinayetle kendini çoğaltıyor, şapkalının uğursuz bulduğu masalsı yaşantısını sürdürüyor. Yeni masallar anlatmaya devam ediyor. Öykünün son paragrafı, okuduğumuz bu öykünün de Çiftçi'nin yazdığı masallardan biri olduğunu işaret ediyor. Öyküde cinayeti işleyene hak verilmesini, cinayetin neredeyse coşkuyla karşılanmasını başka nasıl açıklayabiliriz ki?
Re: İshak
Bu diyalog, özellikle de Çiftçi'nin son cümlesi Lacan'ın objet petit a'sını çağrıştırıyor. Lacan, kabaca "bir başkasının arzusunu gerçekleştirmek" diye özetleyebileceğimiz bu kavramı 1957 senesinde Paris'teki bir seminerinde ortaya atıyor (kaynak), bu nedenle Onat Kutlar'ın doğrudan Lacan'dan esinlenip esinlenmediğini söyleyebilmek pek kolay değil. Ancak bu diyaloğun, öyle ya da böyle, bu kavrama denk düştüğünü düşünüyorum.
Bir de İshak var. İshak'ı bu hikâyenin MacGuffin'i olarak görebiliriz belki. Hitchcock'un 1939 senesinde verdiği bir derste açıkladığı MacGuffin kavramını gözümüzün önünde duran, açıklanması beklenen bir sır olarak özetleyebiliriz (kaynak). Çiftçi bu sırrı açıklamaya çalıştıkça şapkalının kayıtsızca reddetmesi, mantıksızlığı sürekli vurgulaması, dolayısıyla bu sırrın okuyucu açısından bilinemez kalması öykünün sembolik yapısının tam merkezindeki bu boşluğu giderek büyütüyor.
Hamiş: Truffaut'nun MacGuffin hakkında yaptığı açıklama için bkz. "Alfred Hitchcock'un Film Teknikleri".
Re: İshak
Eren, müthiş yorumlarınla öykü için yeni kapılar açmışsın; ellerine sağlık.
İshak kitabının tümünü yeniden okumaya başladım. Alıntıladığın son cümlenin bir benzeri Hadi'yi izleyen "Yunus" öyküsünde de kurulmuş. Şöyle:
"Merkezdeki boşluk" fikri, Türkiye'de, bilebildiğim kadarıyla, 90'lı yıllardan beri Lacan'ın "yok-merkez" ya da "bir doluluğun yerine ikame eden boşluk" kavramıyla özdeşleştiriliyor.
Ancak ben hem Kutlar'ın yaşadığı dönemden hem de bu öyküleri yazdığı yaşlardaki (G.Doğu'dan büyük kente gelmiş delikanlı) ruh halinden yola çıkarak daha çok Doğu'ya özgü bir "arabesque" motifinin işlendiğini düşünüyorum. Böylece buradaki "boşluk"u "mutlak yokluk", "tanrıyla doldurulması gereken boşluk" şeklinde korkulası bir olgu olarak anlıyorum. Ölümle ilişkilenmesi de bundan. Bezeme tarzı olarak "arabesk"in temelindeki birbiri içine geçen motiflerle doldurulmuş boşluk fikri buna tekabül ediyor ve Doğu yaşantısında sezgisel olarak bilindiğini düşündüğüm bir duygu bu.
Re: İshak
Bu konuda sana katılıyorum. Doğrudan bir esinlenme kronolojik olarak pek mümkün değil. Öte yandan serbest çağrışım o kadar güçlüydü ki, dile getirmeden edemedim.
Re: İshak
Bir aşırı-yorum da benden.
Ölenin şapkalı olduğuna nasıl emin olabiliyoruz. Öykü boyunca şapkalı ve çiftçi tanımlamaları yapılırken öykünün sonunda kişiler adlandırılmıyor ya da tanımlanmıyor.
Buralarda bilerek adlandırılma yapılmadığını düşünüyorum. Sanki kimin öldüğüne kimin zayıf olduğuna okuyucu karar versin der gibi.
Re: İshak
Şu cümleler bence bu konuda fazla kuşkuya yer bırakmıyor:
Re: İshak
Nasıl olur? Bu cümleler nerde yazıyor. Benim okuduğum öykünün sayfalarını ishak mı kemirmiş yoksa.
Re: İshak
İshak öyküsünün bir döngünün nasıl kendini sürekli yeniden yeniden yaşattığının öyküsü olduğunu düşünüyorum. Şapkalının değil de çiftçinin ölmüş olma olasılığının da güçlü olduğunu bu sebeple düşünüyorum. Sanki yıllar önce birileri de çiftçiyi buraya getirmiş ve ishak'ı tüm sırlarıyla beraber ona emanet etmiş gibi.
Re: İshak
s. 109. Kimin kemirmiş olabileceği konusunda fikir yürütemiyorum
Re: İshak
Önce şaka yaptığını düşündüm. Ama sanırım ciddisin. Benim okuduğum "İshak" öyküsü yapı kredi yayınlarının 1999 yılında bastığı aynı adlı kitapta. Kitabın toplam sayfa sayısı bile 100 değil. Acaba Kutlar 17 yıl sonra kitabın ikinci kez basılacağı baskı için öyküde bir değişiklik yapmış olabilir mi?
Re: İshak
Ben forumdan indirdiğim öykünün sayfa numarasını verdim. Hmm, tuhaf şeyler oluyor...
Re: İshak
Ben forumdan indirip okumamıştım. Elimde kitap varken ve kağıt üzerinden okumayı daha keyifli bulduğum için forumda ki haline de bakmamıştım. Neyse ki Barış indirmiş bir de o versiyonunu okuyayım bakalım.
Re: İshak
Eren'in sözünü ettiği kısmı, ben de Nurten gibi, şaşkınlıkla okudum.
İshak'ın A Dergisi Yayınları'nın 1959 yılında yaptığı baskısı, Hüseyin Cöntürk tarafından Bilkent Kütüphanesi'ne bağışlanmış. Ayrıca Can Yayınları'nın 1985'te yaptığı başka bir baskıya da rastladım. Bunlara bakıp bir şeyler söylemeye çalışacağım.
Re: İshak
Belki de bunca yıldır hiç kimse fark etmeden orada durup duran bir büyük yayıncılık hatasını fark ettik. Sevinmek mi gerek üzülmek mi, karar veremiyorum. Bunun tam da Sabahattin Ali öykülerini hangi yöntemle aktarmak gerektiği konusundaki tartışmanın üstüne gelmesi bir hayli ilginç oldu. Belki de yayıneviyle iletişime geçmeliyiz...
Re: İshak
Herhalde sonraki baskılarda bir not falan koymuşlardır diye düşünüyorum. Muhtemelen Cihan'daki baskıda bununla ilgili bir yayıncı notu mevcuttur. Editörleri ya da danışman olarak kullandıkları bir edebiyat tarihçisi sağlıklı bilgi sağlıyordur bu konularda yayınevlerine; öyle olmalı.
Re: İshak
Elimde İshak'ın YKY tarafından yapılan son ve özel baskısında eren'in haklı olduğu görülüyor, yani öyküde de kimin öldüğü açık.
Ben hala bu cümleyi düşünüyorum. Öykünün özü olan ve başlı başına bir öykü olan bu cümleyi... İnanılmaz. Ereninkiler başta olmak üzere tüm yorumlardan sonra öykü daha keyifli hale geldi. Hatta baştan bir O.Kutlar okuması yapmayı düşündürdü...
Re: İshak
Cihancığım, baskı farklılıkları üzerine elindeki baskıda bir not var mı; kontrol edebilir misin?
Re: İshak
Hayır bu konuda hiçbir açıklama yok. YKY bu baskının sonuna şu notu iliştirmiş sadece:
O zaman ortada büyük bir sıkıntı var. Benim tahminim O.Kutların sonradan eklemesini yayıncı notu olmadan sunmaları. Ama sadece tahmin. Diğerini düşünmek bile istemiyorum.
Re: İshak
O zaman kitabın bendeki YKY ilk baskısında (kitabın yayın hakları 1998'de alınmış 1999 baskısı) öykünün bir kısmını kullanmayan, ardından on yıl sonraki "özel baskı"da karar değiştirip hiçbir açıklama yapmadan öyküye yeni bir bölüm ekleyen, bu yüzden okuyucuları editörün işleviyle yükümlendirerek kütüphaneye giderek kitabın ilk baskısını bulmakla görevlendiren "başarılı" yayınevini, Onat Kutlar adıyla böyle bir karmaşaya imza attıklarından dolayı en içten dileklerimle kutluyorum.
Re: İshak
Çok tuhaf, yaptığın heykelin kolu olmadan sergilenmesi , daha sonra kollu haliyle de farklı yerlerde görülmesi gibi.